15 Temmuz 2016 Cuma

Askerle eskiye dönüş

Vesayetle mücadele süreci tersine döndü. AKP iktidarı, ilk döneminde yaptığı yasal değişiklikleri daha kapsamlı olarak birer birer geri getiriyor...

AKP, iktidara gelmesinin ardından “askeri vesayeti ortadan kaldırıyoruz” söylemiyle yaptığı bütün uygulamalarını tersine çevirmeye başladı. Atabeyler soruşturmasıyla başlayan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) hedef alan ve çok sayıda mağdurun oluşmasına neden olan yargı süreci büyük oranda tersine döndü. Kaldırdığı EMASYA protokollerinin yerine çıkarılan yasal düzenleme Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dün onaylanırken, geri adım atılmayan tek konu GES Komutanlığı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TSK’ye terörle mücadelede yetki veren ve koruma getiren düzenlemeleri içeren yasayı onaylamasıyla AKP iktidarının ilk yıllarında başlayan “vesayete karşı mücadele” de sona doğru yaklaşıyor.

AKP iktidara gelmesinin ardından uygulamalarıyla TSK’yi hedef aldı. Ergenekon, Balyoz gibi isimli davalardan çok sayıda asker gözaltına alındı, tutuklandı. Askerin yetkisi olmadığı gerekçesiyle kolluk güçlerinin dışındaki birliklerin “kışlaya çekilmesi” gerekçesiyle, EMASYA protokolleri iptal edildi.

Davalarda geri adım
17-25 Aralık soruşturmalarının ardından ilk olarak isimli davalarda geri adım atıldı, mağdurlar salıverildi, davalar yeniden görülmeye başlandı. Sanıklarının tamamı asker olan Balyoz davasında yargılananların mağdur olduğu beraat kararıyla ortaya çıktı. Ergenekon davası ise Yargıtay aşamasında bulunuyor.

Temmuz 2015’te PKK saldırılarının artmasının ardından polis ve jandarmanın yanı sıra TSK’nin tüm muharip birlikleri terörle mücadelede devreye girdi. Ancak AKP’nin “askeri vesayeti kaldırıyoruz” gerekçesiyle yaptığı düzenlemeler, kolluk güçleri dışında askeri birliklerin asayiş olaylarında kullanımına sınırlama getiriyordu, Genelkurmay Karargâhı sorunu hükümete iletti. Yıldırım’ın hükümeti kurmasının ardından ele alınan ilk tasarılardan oldu.

Askere yetki ve güvence
AKP bir kere daha geri adım attı ve EMASYA ile kaldırdığı düzenlemeyi daha düzenli ve kapsamlı geri getirdi. Onaylanan yasa terörle mücadelede görevlendirilen askeri birliklere ciddi yetki ve hukuk güvencesi sağlıyor.

AKP’nin vesayetle mücadele gerekçesiyle TSK’ye yönelik yaptığı düzenlemelerden biri de GES Komutanlığı idi. Gelinen aşamada AKP’nin ilk döneminde TSK’yi zayıflatan düzenlemelerden geri adım atılmayan tek konu olarak GES komutanlığı kalmış durumda.

“TSK’nin her türlü yasadışı dinleme yaptığı” gerekçesiyle MİT’e bağlanan kurumun bütün personelinin değiştirildiği öğrenildi. Askeri uzmanlar, kurumun imkân ve kabiliyetleri göze alındığında MİT’in değil TSK’nin kontrolünde olması gerektiğini savunuyor. Uzmanlar, “Suriye’de Irak’ta durum ortada. Başka hiçbir ülkenin buna benzer sorunu yok. Silahlı Kuvvetleri bölgesel izleme yapan elektronik sistemleri olmayan tek ülke ise Türkiye” gerekçesini dile getiriyor.

MİT TIR’ları dava dosyasında deliller tutanakla ‘kaybedilmiş’


Cihatçılara silah taşıyan MİT TIR’larının durdurulmasına ilişkin soruşturmada, Adli Emanet’ten çıkartılan DVD,CD ve hafıza kartlarının geri konulmadığı ortaya çıktı

Suriye’ye doğru yol aldığı sırada jandarma tarafından durdurulan ve cihatçı çetelere silah ve mühimmat taşıdığı anlaşılan MİT TIR’ları davasında, sanık Tuğgeneral Celepoğlu’nun talebi, soruşturma aşamasında dosyadan bazı delillerin çıkartıldığı şüphesini doğurdu. Soruşturma dosyasındaki 17 Şubat 2014 tarihli bir tutanağa göre, incelenmek üzere Adli Emanet’ten çıkartılan “iki DVD, bir CD, iki hafıza kartı, bir görüntü CD’si, bir ses kayıt kaseti” Adli Emanet’e geri konmadı. Avukat Vural Ergül’e göre bu durum Emniyet’ten alınan görüntü kayıtlarının ‘ortadan kaldırıldığına’ ve Jandarmanın olayın faili olarak yalnızlaştırıldığına işaret ediyor.

Kasa açıldı...
17 Şubat 2014 tarihli tutanağa göre, olay yeri görüntüleri önce jandarmadan istendi. Ancak jandarma birimleri tüm görüntülerin soruşturma dosyasına eklenmek üzere gönderildiğini belirtti. Bunun üzerine 2014/2 soruşturma sayılı dosya kapsamında Cumhuriyet Savcısı Cumali Tülü’nün odasındaki çelik kasa açılarak, “bir adet flash bellek (MOBESE görüntüleri) ve dört adet CD ile Adli Emanet’in 2014/21 Emanet sırasında kayıtlı iki adet DVD, bir adet CD, iki adet hafıza kartı, bir adet görüntü CD’si, bir adet ses kayıt kaseti” tüm görüntüler incelenmek ve çoğaltılmak üzere emanet memuruna verildi.

Tutanakta da kayıt altına alınan usulsüzlük işte bu noktada başladı. Yine aynı tutanağa göre, savcının odasındaki çelik kasadan ve Adli Emanet’ten çıkartılan delillerin bir kısmı, yerine konulurken ‘ortadan kayboldu.’ Tutanağın devamında, “2014/2 dosyada bulunan ve yukarıda belirtilen dört adet CD ve bir adet flash bellek dosyasına geri konuldu” denmekle yetiniliyor. Bir başka deyişle, tutanak incelenmek üzere Emanet’ten ve Cumhuriyet Savcısının kasasından çıkartılan “iki adet DVD, bir adet CD, iki adet hafıza kartı, bir adet görüntü CD’si ve bir adet ses kayıt kasetinin” akıbetine değinilmiyor.

7 kişi şahit oldu
Tutanak, Cumhuriyet Savcısı, Cumhuriyet Başsavcı Vekili, Adana TEM Şube Müdürü, komiser, bir polis memuru, bir emanet memuru, bir de zabıt katibi tarafından, yani 7 kişi tarafından imza altına alınmış halde. Bu da, soruşturma dosyasından incelenmek üzere çıkartılan delillerin ‘eksilerek’ emanete geri konuluşuna, 7 devlet görevlisinin nezaret ettiğini ortaya koyuyor.

Dosyadaki görüntüler hangi kurumun?
Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nde birleştirilen MİT TIR’ları ve Selam Tevhid davalarının sanıklarından Tuğgeneral Hamza Celepoğlu’nun Avukatı Vural Ergül, tutanağın ortaya koyduğu ‘kayıp delil şüphesi’ hakkında bir dizi talepte bulundu. Dilekçesinde, “Soruşturmalarda tüm varsayım ve kurgular; TIR’ların durdurulduğu görüntülerin jandarma tarafından servis edildiğine ilişkindir. Ancak görüntülerin hangi kameralara ait olduğu, hangi kurum kameralarıyla kayıt altına alındığı ve kim tarafından servis yapıldığına ilişkin bir soruşturma sonucu ortada yoktur” ifadelerini kullanan Ergül, tutanakla tespit edilen ancak geri konmayan delillerin akıbetini, TIR’ların durdurulması olayına ilişkin Emniyet’ten görüntü istenip istenmediğini ve görüntülerin kaynağına ilişkin bir soruşturma olup olmadığını sordu.

‘Kaynak araştırılırsa kumpas çökecek’
Avukat Ergül, BirGün’e yaptığı değerlendirmede tutanakla ortaya çıkan şüphelerin ne anlama geldiğini şu sözlerle açıladı: “Eğer Can Dündar tarafından yayımlanan görüntülerin kaynağı araştırılır ve kaynak jandarmadan bir başka kurum, sözgelimi MİT, adliye (Adli Emanet) veya Emniyet’te çıkarsa, bu halde MİT TIR’ları seri kumpaslarının tamamı çöker. Çünkü bu durumda, IP’si tespit edilemeyen bir ihbara konu edilmiş Can Dündar’ın ‘Rüşvete manşet’ yalanı, Celepoğlu’nun avukatlarının Dündar’a çantayla 3 milyon 650 bin TL verdikleri gibi kurguların birer düzmece olduğu ortaya çıkar. Kumpasları ayakta tutmak, yenilerini ekleyerek sürdürebilmek için görüntülerin jandarmaya ait olduğu varsayımını ayakta tutmak zorundalar.”

14 Temmuz 2016 Perşembe

Cemaat operasyonunda sıra generallerde

Yeni Şafak gazetesi, TSK’daki Cemaat yapılanmasına yönelik başlatılan soruşturmanın, 18 general dahil üst rütbeli personele uzanacağını iddia etti.

Yeni Şafak gazetesi, TSK’daki Cemaat yapılanmasına yönelik başlatılan soruşturmanın, 18 general dahil üst rütbeli personele uzanacağını iddia etti.
TSK'daki Cemaat mensuplarına yönelik İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında tanık ve müşteki ifadeleriyle TSK içerisindeki yapılanmanın deşifre edildiğini iddia eden gazete, 18 general ile albay, yarbay gibi üst rütbeli askeri personele operasyon yapılacağını yazdı.
SORUŞTURMA GENİŞLEYECEK
Aralarında 2'si amiral 6 muvazzaf askerin bulunduğu 30 şüpheli hakkında Başsavcıvekili Okan Bato'nun talimatıyla başlatılan soruşturmanın genişleyeceini belirten Yeni Şafak, "İzmir Başsavcılığı'nın soruşturacağı isimlerin arasında 18 generalin olduğu öğrenilirken, albay, yarbay gibi çok sayıda üst rütbeli askeri personelin adının dosyada 'şüpheli' olarak yer alacağı kaydedildi." ifadelerini kullandı.
GENELKURMAY BAŞKANLIĞI ESKİ ADLİ MÜŞAVİRİ MUHARREM KÖSE CEMAAT'E KALKAN MI OLDU
Başsavcıvekili Okan Bato, soruşturma kapsamında Genelkurmay Başkanlığı'na 75 müzekkere yazdığını, ancak Genelkurmay Başkanlığı eski Adli Müşaviri Muharrem Köse'nin, TSK içindeki Cemaatçi subaylara kalkan olduğunu iddia eden Yeni Şafak, “'Kumpas' davaların en kritik döneminde yıllarca Genelkurmay Başkanlığı Adli Müşavirliği görevini yürüten Muharrem Köse'nin yerine atanan Albay Oğuz Akkuş'un da müzekkereleri cevapsız bıraktığı öğrenildi." diye yazdı.

AHMET ZEKİ ÜÇOK: YAŞ'TA GEREKEN YAPILMALI
Balyoz davasında beraat eden, “askeri casusluk soruşturmasında kumpas" davasının müştekilerinden olan, emekli Albay ve Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok, Cemaat'in TSK içerisinde önemli bir yapılanmasının olduğunu hatırlatarak "Bazı kurumlar, bu örgüt mensuplarına çeşitli yaptırımlar uygulamasına rağmen, TSK, bu konuda henüz bir adım atmadı hatta tam aksine görmezden geldi. TSK'nın, bir an önce FETÖ/PDY mensuplarını mutlaka ama mutlaka TSK'nın dışına atması ve onları saf dışı bırakması gerekiyor. Komuta kademesinin, Yüksek Askeri Şura'da (YAŞ), FETÖ'ye gönül verdiği somut olarak bilinen mensupları hakkında gerekli işlemleri yapmasını bekliyoruz. Yani TSK, YAŞ'ta FETÖ ile ilgili gerekeni yapmalıdır." dedi.

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Korutürk: Sadat’ın faaliyetleri yasadışı /// Çiğdem Toker



Sadat A.Ş. ile ilgili ilk yazıda, şirket faaliyetlerini TBMM gündemine taşıyan dört CHP’li milletvekili ve yetersiz kalan yanıtlara yer verdim. 

O milletvekillerinden biri olan emekli büyükelçi ve eski CHP milletvekili Osman Korutürk ile görüştüm.
Korutürk, dönemin Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’dan gelen cevapta, şirkete “izin vermedikleri” bilgisinin yer aldığını aktardı.
Diğer sorular yanıtsız kalınca, önergeyi yeni sorularla genişleterek bu kez dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle sorular soruyor ama o sorulara yanıt gelmiyor.
Korutürk, dün yer verdiğimiz “denetim” meselesinden de önemli temel konunun “yasal zemin” olduğunu vurguladı:
“Devlet dışında, askeri nitelikli silahlı bir kurum kurmak yasaktır. Bunun yasalarımızda yeri yok.”
***
İlginçtir, dönemin Milli Savunma Bakanı Yılmaz, Sadat A.Ş’ye izin vermediklerini belirtse de şirket kurucusu ve yönetim kurulu başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, CNN Türk’e yaptığı değerlendirmede tersini söylemiş. 

5 Aralık 2012 tarihinde Sadat A.Ş. tarafından yüklenmiş görünen CNN Türk haber bülteninde, Sadat’ın, “Mısır Tunus ve Libya’ya savaş ve gayri nizami harp eğitimi vermeye hazırlandığı” anlatılıyor.
Şirketin yönetim kurulu başkanı emekli Tuğgeneral Tanrıverdi, bu isimleri vermemiş ama CNN Türk’ün sorularını yanıtlarken, “Şirketin rejimi yeni değişen üç Müslüman ülkenin ordusuna ve Emniyet güçlerine savaş eğitim, silahlı eğitim derin devlet savaş stratejisi olarak bilinen gayri nizami özel harp eğitimi vermek için görüşmelerin sürdüğünü” anlatmış. Yasalarda böyle bir askeri eğitim hizmetinin yerinin olmadığı, tek yetkinin TSK’de olduğu anımsatılınca da “MSB’nin yurtdışı eğitimi konusunda onayının alındığını, ancak Dışişleri Bakanlığı’nın henüz mevzuat çalışmasını tamamlamadığını” söylemiş.
Eğer MSB, gerçekten 2012 yılı Aralık ayında yurtdışı eğitim için onay verdiyse, Tanrıverdi’nin bu açıklaması, dönemin Savunma Bakanı Yılmaz’ın “izin vermedik” cevabıyla çelişiyor. Bunu not düşelim. 

5 bin dolar maaş
 
Yanı sıra, aynı haberde şirketin o dönem Arapça bilen emekli subay ilanı verdiği de anlatılıyor. NATO eğitimi olandan depo donatım görevlisine dek değişik alanlardaki bu ilan için yaklaşık 200 emekli askerin başvurduğu ve şirketin eğitimler başladığında her bir subaya yaklaşık 5 bin dolar maaş vereceği de aynı haberin kayıtlarında yer alıyor.
2012 rakamlarıyla, subay başına 5 bin dolar maaş, şirket bilançosu açısından dün işaret ettiğimiz gibi, büyük tutarlara karşılık geliyor.
Bu maaşın hangi sözleşmelerle ve hangi kaynaklardan ödendiği bugün de önemini koruyor.
Milli Savunma Bakanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, Sadat A.Ş’nin “devlete rağmen mi” faaliyet gösterdiğini, yok eğer devlet iznine tabiyse hangi mevzuata bağlı ve hangi koşullar altında çalıştığını açıklamayı düşünür mü?

Bu gözlere iyi bak! /// Yılmaz Özdil

Yücel…
Hataylı.
Uzman çavuştu.
2011'de Şırnak İdil'de arazi taraması yapıyorlardı, 20 kiloluk elyapımı bomba uzaktan kumandayla patlatıldı, havaya uçtu.
*
Vücuduna elektrik verilmiş gibi hissetti. Bacağını yokladı, bacağı yerinde yoktu. Tüfeği aklına geldi, kapıp çatışmaya girmek istedi, tüfeğini bulamıyordu, güpegündüz, zifiri karanlıktı… O an farketmemişti, gözleri de gitmişti.
*
Kelime-i şehadet getirdi.
*
Son nefesini vermeye kendini hazırlamıştı ama, kahraman ruhu teslim olmadı, hastaneye yetiştirdiler, bir değil, beş değil, kalbi 47 defa durdu kardeşim, 47 defa yeniden çalıştırdılar, 147 ünite kan verdiler, 73.5 litre eder, dile kolay, 60'dan fazla ameliyat oldu.
*
Nihayet hayata tutundu. Ama… İki gözü artık yoktu, sol bacağı yoktu, sağ bacağının dizden aşağısı tutmuyordu, karnına şarapnel saplanmıştı, bağırsaklarının önemli bölümü alındı, idrar torbası taşıyor, altı sene geçti, bıçak altına yatmaya devam ediyor, şu an planlanmış en az altı ameliyatı daha var.
*
Ve, bunca ızdırap içinde onu kahreden konu bambaşkaydı.
*
Gazi olduğunda evliydi.
Üç yaşında kızı vardı.
*
Babasının göz çukurlarına bakmaya korkuyordu.
*
Yücel'in kendisi gibi gazi olan arkadaşları aralarında para topladı, bu avucunda gösterdiği gözler alındı.
Yücel göz çukurlarına taktı.
*
Baba-kız bundan böyle asla göz göze gelemeyecekler ama, en azından, minik kızı kendisine baktığında korkmuyor artık… Yücel bunu hissedebiliyor.
*
Gözleri olup görmeyenler… Suriyelilere TOKİ'den ev vermeye kalkanlar, önce bu gözlere baksın diye yazıyorum bu satırları.
*
Şehit cenazelerinde CHP çelenklerini parçalayan kiralık tosunlar, bu gözlere daha iyi baksın diye yazıyorum.
*
Çünkü…
Yücel kirada oturuyor.
*
Binlerce şehit ailesi, onbinlerce gazimiz gibi, kirada oturuyor.
*
Hiç öyle suratını başka tarafa çevirme… Sana söylüyorum!
*
Bu gözlere iyi bak.
Sonra utanmadan verebiliyorsan ver suriyelilere toki evlerini.

Nusret Güner’in haykırışı yerini buldu //// Sözcü gazetesi

Deniz Kuvvetleri Komutanı olması beklenirken istifa eden Donanma Komutanı Oramiral Nusret Güner ve eşi Fatma Güner'in haykırışı yerini buldu. Güner ailesi, 14 yaşındaki kızlarıyla ilgili fişleme kayıtlarını iddianameye koyan savcı Zafer Kılınç'a "Senin çocuğun yok mu, senin vicdanın yok mu ?" diye seslenmişti.

Nusret Güner’in haykırışı yerini buldu

İzmir’de beraatle sonuçlanan Askeri Casusluk davasında, yüzlerce subayın hayatını karartan “Kumpas” soruşturmasına imza atan savcı Zafer Kılınç'a yargılama izni çıktı. Savcının, Oramiral Güner'in kızı hakkındaki fişleme kayıtlarını iddianameye koyması yargılama gerekçesi oldu.

TSK MENSUPLARINI İTİBARSIZLAŞTIRMA
Kılınç hakkındaki soruşturmayı tamamlayarak yargılama izni isteyen HSYK Başmüfettişinin raporunda, çarpıcı suçlamalar yöneltildi. Raporda, yargılama izni taleplerinden bazıları şöyle sıralandı:

ŞEREF VE ONUR
“Mesleğin şeref ve onurunu bozan ve mesleğe olan saygı ve güveni zedeleyen nitelikte hareket ederek, başta TSK olmak üzere bir kısım kamu kurumları ile buralarda görev yapan kamu görevlilerini itibarsızlaştırma gayesiyle soruşturma yürütmek, usul ve yasaya aykırı işlemler tesis etmek.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ
Ele geçirilen dijital materyallerde yer alan kişisel bilgi mahiyetindeki fişleme kayıtlarını, tahkik etmeden peşinen doğru kabul ederek iddianameye açıkça yazıp, dosyadaki tarafların itibarsızlaştırılmasına neden olmak… Anayasa ile teminat altına alınan özel hayatın gizliliği hakkını ihlal etmek…

GÜNER VE KIZI
Nusret Güner ve kızı ile ilgili, doğruluğu tahkik edilmeyen dijital belgeler içinde yer alan fişleme kayıtları ile ilgili ve eve kamera yerleştirdiği ifade edilen Astsubay M.K. hakkında tahkikat dahi yapmadan, yürütülen soruşturmanın konusu ile ilgisi olmadığı halde, kamuoyunca tanınan bir komutanı, toplum nazarında itibarsızlaştırma adına kendisi ve kızı ile ilgili fişleme kayıtlarını sansürsüz biçimde iddianameye koymak”

ONLARIN ÇOCUĞU YOK MU?
Balyoz ve casusluk davasında yaşananlara tepki olarak istifa eden emekli Oramiral Güner'in eşi Fatma Güner, kızının fişleme kayıtlarının Savcı Kılınç tarafından iddianameye konulmasına, “Çocuğumun iddianamede adının verilmesi yakışmıyor. Herkesin çoluğu-çocuğu var. Hiçbir şeyden habersiz olan çocukların, isimlerinin iddianamelerde geçmesi kabul edilecek bir şey değil. Böyle bir olaya her anne baba tabii ki fazlasıyla üzülür. Acaba, o isimleri iddianameye yazanların çocukları, vicdanları yok mu?'' sözleriyle tepki göstermişti.

12 Temmuz 2016 Salı

FBI Clinton'a geçit verecek mi? /// İLHAN TANIR

Hillary Clinton’ın başı belada. 2009 ile 2013 yılları arasında yaptığı dışişleri bakanlığı döneminde resmi olarak kullanması gereken korunaklı ABD Dışişleri Bakanlığı ‘server’i varken özel e-mailini ve evinde bulunan ‘özel server’ini kullanmasının ortaya çıkması ile birlikte ardı kesilmeyen sorulara muhatap. Geçtiğimiz hafta sonunda Clinton, FBI’nın Washington’daki merkezinde 3.5 saatlik bir sorgudan geçti ve soruları daha da artırdı. Clinton'ın 2016 yılında örneğin tek bir resmi basın konferansı yapmadığı kaydediliyor.

BILL CLINTON YİNE SAHNEDE

Normal şartlarda Clinton’a karşı cezai bir soruşturmanın açılıp açılmaması ABD’nin Adalet Bakanı, aynı zamanda ABD’nin başsavcısı olan Loretta Lynch’e bağlı olmalıydı. Ve bu davada da FBI’ın soruşturma dosyasını gördükten sonra savcı olarak bu davanın açılıp açılmamasına yine Lynch karar verecekti. Lynch, Adalet Bakanlığının tepesine getirilmeden önce New York’un Doğu Bölgesi Başsavcılığını yapıyordu. Ondan dolayı Başkan Obama tarafından atanmış olsa da, bir kariyer yargı mensubu olarak FBI’ın içinde de, yargı dünyasında da kendisine büyük bir saygı duyuluyor.

Bütün bunlara rağmen Lynch, bir Demokrat Parti başkanlığının kabine üyesi olarak, Clinton’a karşı getirilecek dosyaya soruşturma izni vermeyeceği beklentisi hakimdi. İşte bu beklenti, Hillary’nin herşeye karışmaktan keyif duyan eşi Bill Clinton’ın Phoenix havaalanında Lynch ile bir dengine getirerek 30 dakika görüşmesiyle değişti. Lynch ve Clinton her ne kadar bu karşılaşmayı tamamen tesadüf olarak nitelese de, daha sonra çıkan haberler Clinton’ın özel jetini Lynch için alanda beklettiği ihtimalini güçlendirdi. Ne olduğu önemli değildi artık. Hillary’nin eşinin böyle çok önemli bir cezai soruşturmanın izninin verilip, verilmeyeceği kararına imza atacak Adalet Bakanı ile görüşmesi yeterince gürültü yaptı. Görüşmenin saklanması mümkün olmadı. Ve Lynch, gelen tepkiler ve şeffaflık adına bu davadaki soruşturma ile karar verme görevini tamamen FBI başkanına devrettiğini açıkladı.

FBI Başkanı James Corney, şu anda Clinton’ın ABD’nin başkanı olup, olamayacağına karar verme yetkisine sahip. CNN ve MSNBC gibi ABD kanalları son zamanlarda sürekli bir şekilde Clinton’ın iki haftaya kadar bu soruşturmadan kurtulacağını kendi kaynaklarına dayanarak tekrarlıyorlar. Diğer taraftan Muhafazakâr ve Cumhuriyetçi kanada yakın basın organları ise tam tersine Clinton’a cezai davanın açılacağı tahminini izleyenlerine iletiyorlar.

FBI vs CIA

Ne olursa olsun, FBI’ın Hillary Clinton’a e-mail yönetimi hakkında gösterdiği gevşeklik kadar dışişleri bakanlığı döneminde CIA ile birlikte kalkıştıkları bazı maceralardan dolayı da şüpheli yaklaştığı anlaşılıyor.

Öncelikle FBI ile CIA’nin aralarındaki doku uyuşmazlığının Clinton döneminde değil onlarca yıl geriye gittiğini bilmek gerekir. Washington’ın merkezinde on yıllardır ABD hükümetini ve kurumlarını işi gereği izleyen bir düşünce kuruluşu uzmanına göre ‘’bu iki istihbarat kurumunun birbiri ile ilişkilerindeki çekişme yeni değil, bunlar kedi ile köpeğe benzer, sürekli çekişirler’. FBI, CIA’yi başı biraz serseri ve fazla maceraperest bulur.

CIA’NİN TERS TEPEN MACERALARI

CIA’nin ülke dışında yaptığı işlerin sık sık ters sonuçlar verdiği biliniyor. Akıllıca olmadığı sonradan ortaya çıkan darbelere teşvik ve yataklıktan tutun yurtdışındaki gizli, açık operasyonlarında pek çok çam devirdiği de biliniyor. Onun yerine ağırlıkla ABD içinde görev yapan FBI disiplini ve garantici yaklaşımı ile biliniyor.

FBI’ın, CIA’nin bu ‘dikkatsiz’ ve ‘yeterince düşünülmemiş’ maceralarını bir kambur olarak gördüğü ve hoşlanmadığı, Pentagon ve FBI’nın iç çalışma kültürlerini yakından izlemiş olan iki farklı uzmanca farklı kelime ve sözlerle aktarıldı.

SADAT'IN YOLU CIA'DEN Mİ GEÇTİ?

CIA’nin yurtdışı maceralarından birinin de Türkiye’de kurulmasına ciddi yardımlar ettiği iddia edilen SADAT olduğunu öne sürenler var. SADAT, twitter’de geniş izleyici kitlesi olmasıyla tanınan ama üzerindeki sisli perdenin halen kalkmadığı ‘FuatAvni’ rumuzlu hesaptan son zamanlarda iki farklı zamanda dile getirilmişti.

SADAT, Türkiye’de 2012 yılının Şubat ayında emekli tuğgeneral Adnan Tanrıverdi tarafından kurulduğu bilinen bir özel ordu şirketi. Özel Harp Daire Başkanlığı’nda görev almış, Yeni Akit yazarı Emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin kurduğu şirkette, Sol.org’da 2012 yılında yayınlanan habere göre ‘’şirketin danışmanları arasında Türk-İslamcı kimliğiyle bilinen Al Baraka Mütevelli Heyeti Üyesi Emekli Tuğgenaral Mehdi Sungur ve adı Bitlis Mutki’de bulunan toplu mezarla anılan bölge halkı tarafından “kelleci general” olarak bilinen Korkmaz Tağma dikkat çekiyor.’’

SADAT’ın şu an websayfasındaki bilgilere göre Yeni Akit başyazarı Abdurrahman Dilipak ve diğer bazı Akit yazarlarının da içinde bulunduğu, ezici ağırlığı emekli askerlerden oluşan 56 kişilik bir danışma heyeti bulunuyor.

BLACKWATER BAĞI

Amerikan ‘’Blackwater’’ isimli özel güvenlik ve ordu biriminden kopya edilerek kurulduğu ABD ve Türkiye’deki farklı kaynaklarca iddia edilen bu özel ordu birimi Türkiye’de kurulan ilk ve tek özel ordu olarak biliniyor. Yabancı orduların personeline eğitim ve danışmanlık verdiğini websayfasında duyuruyor. İlgisinin Kuzey Afrika ve Ortadoğu ile Kafkaslardaki Müslüman dünyası olduğunu açıkça yayınladıkları harita ile belirtiyorlar. http://www.sadat.com.tr/tr/hakkimizda/vizyonumuz.html

‘’Blackwater’’ ve CIA arasındaki yakınlık bilindiğinden, Türkiye’deki SADAT’ın kurulmasında CIA’nin dolaylı bir yardımı veya yol gösterici rolü oynadığını kaydeden ABD, Irak ve Türkiye üçgeninde güvenlik konularında çalışan ve özel taşıma şirketine sahip bir kaynağa göre, SADAT, Amerika’da bulunan bazı danışmanlarına özelikle 2012 ve 2013 yıllarında, yüksek rakamlı maaşlar ödedi. Bu Washington’daki danışmanlara yüklü paralar ödendiği iddiası başka kaynaklarca doğrulanamadı.

2012 YILINDA NE OLMUŞTU?

SADAT’ın kurulduğu 2012 yılının Şubat ayı aynı zamanda Arap Baharının 2. yılı idi. 2011 yılının sonunda Kaddafi Libya’da düşmüştü. 2012’nin Şubat tarihinde ise Katar, Bingazi’den Suriye’ye silah taşınması için para aktarmaya başlamıştı. Libyalı isyancıların silahlarının Suriye’ye taşınmasını Bingazi Konsolosluğundaki o ünlü CIA’nın ‘annex’ inin organize ettiği iddia edilegeldi. Buradan Türk limanlarına, Suriye’ye gönderilmek üzere silahlar akıtıldığı farklı zamanlarda farklı kaynaklarca yazıldı. Bu operasyonun ABD Büyükelçisi Chris Stevens’in 2012 yılının 11 Eylül tarihinde bulunduğu Bingazi Konsolosluğuna aşırı unsurlar tarafından yapılan saldırıda hayatını kaybedene kadar sürdüğünü yazanlar oldu. Aynı dönemde, Kasım 2012’de CIA başkanı David Petraues adının bir skandala karışması ile CIA’den istifa etmek zorunda kalmıştı. Yerine Beyaz Saray’dan gelen yeni şef John Brennan da bu maceralara uzak durma taraftarı idi. Hillary Clinton da Petraues ile iyi birlikte yakından çalışıyor, Petraues’un Suriyeli muhalifler için kurmaya çalıştığı gizli ‘eğit-donat’ programını desteklediği biliniyordu.

Yukarıda sayılan gelişmelerle 2012 yılının Şubat-Eylül tarihleri arasında yaşanan yoğun CIA faaliyetleri, bu aydan sonra yavaşlasa da 2014 yılında IŞİD’in ortaya çıkması ve Musul’u alması ile Kobani saldırmasına kadar CIA’nın SADAT’ın faaliyetini desteklediği iddialarını dillendiren bazı Amerikan kaynakları bulunuyor.

Şu an CENTCOM kumandanı olan ve son dönemde Kobani’ye yaptığı ziyaretle dikkatleri üzerine çeken, zamanında ise ABD Özel Kuvvetler Başkanı olan General Votel’in SADAT’ı ‘’Sunni Ordu’’ kurma projesine soğuk baktığı ve uzak durmak istediği KRG’de uzun yıllar güvenlik odaklı işler peşinden koşturmuş bir kaynak tarafından kaydedildi.

CIA’nin zamanla kendi desteğini çekmesiyle birlikte SADAT’ın Türkiye operasyonlarında başıboşluk yaşadığını düşünenler az değil. Hikâye daha da uzun ama kısaca SADAT’ın da CIA’nin bu dikkatsiz operasyonlarından biri olduğuna inananlar az değil.

Ankara merkezli Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi (GÜSAM) başkanı olan Ercan Taştekin, Türkiye’de özel güvenlik şirketleri için 2004 yılında 5188 sayılı yasanın çıkarıldığını ama bu yasanın birçok eksikle dolu olduğunu hatırlattı. Taştekin’e göre bu kanun çıkarılırken bu kanunun hukuk dışı oluşumlara sebebiyet verebileceği ve kontrol altına alınamayacağı yönündeki endişeler hiçbir zaman dikkate alınmadı. Kayıt, denetim ve kontrol sistemleri kurulmadı. Bundan dolayı da SADAT hakkındaki iddiaların sağlaması, şirket tarafından doğrulanması pek mümkün olmuyor.

CIA’nin iyi hesap edilememiş bir ‘silahlandırma’ programının Ürdün’de patlak verdiği önceki hafta New York Times’da yayınlanan bir haberde görülmüştü. Suriyeli muhaliflere hedeflenerek gönderilen silahların Ürdün istihbaratı tarafından çalındığı, hatta bu çalınan silahlar kullanılarak iki Amerikalı kontraktörün de Ürdün’de öldürüldüğü haberleşmişti.

FBI, CLİNTON’DAN ENDİŞELİ

Hillary Clinton başkan olduğu takdirde CIA’nin daha da kontrolden çıkacağı ve saldırganlaşacağı, 2012’de SADAT ve diğer yabancı ülke maceralarına benzer maceraların daha sıklıkla ve korkusuzca yapacağı yönünde bazı endişeler bulunuyor.

FBI’nın Hillary Clinton’ın e-mailleri soruşturmasına girdiğini ve ara ara Clinton’ın yüreğini hoplatabilecek ifadeler ve soruşturma haberleri sızdırmasını da FBI’nın Clinton’a mesajı olarak okuyanlar da var.

Şimdi Hillary Clinton’ın başkan adayı olup olmama izni, tabi ki FBI başkanının elindeki delillerin sağlamlığına ve başkanına bağlı.

FBI’ın elindeki kanıtların ne kadar güçlü olduğundan emin konuşabilen şimdilik yok. Temmuz ayının 25, 26 tarihlerinde Demokratik Parti Kurultayı yapılacak. Kurultaylar, partilerin başkanlarını resmi olarak onama kongreleri olduğundan seçmenler tarafından yakından takip ediliyor. Yapılan anketler seçmenlerin önemli bir kesiminde Kurultay gelişmelerinin, konuşmalarının ve adayın vizyonun oy verme davranışı sergilemesi açısından etkili olduğunu ortaya koyuyor. FBI’ın bu tarihten önce soruşturma ile ilgili kararını vermesi bekleniyor.

Lynch’in kendisini davadan azletmesiyle (recuse: redd-i hakim) birlikte bu görev tamamen siyaset üstü olarak görülen saygıdeğer bir kurumun başkanının eline verildi.

FBI’nın vereceği karar büyük bir merakla bekleniyor.

E. Taburu TSK’nın mı yoksa Saray’ın mı? – Doğan Ertuğrul

Yeni öğrendim, şöyle bir söz varmış. Anonim olmalı. ‘Türk olmak zordur, çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak ise daha zordur. Çünkü Türk’le savaşırsın.’

Ne kadar gurur verici değil mi? ‘Bir Türk dünyaya bedeldir’ sözünün döneme uyarlanmış askeri versiyonu sanki. Ben Twitter’da gördüğüm bu veciz (!) ifadeyi sindirmeye çalışırken aynı hesaptan bu kez bir ‘ son dakika’ paylaşımı düştü. ‘Yeni parti mallar geldi hevalno alsanıza’. Hevalno Kürtçe arkadaş demek olan ‘heval’dan türetilmiş bir aşağılama… Kürt’e kıro demenin yeni biçimi. Ama kıro kelimesi kadar bile yaratıcı ve zeka ürünü değil. Geçelim…

Neymiş bu yeni parti mallar? Dicle’de, Cizre’de, Nusaybin’de ya da başka bir bölgede TSK ile girdiği çatışmada ‘indirilen’ PKK’lı teröristlerin, parçalanmış, dağılmış, yanmış cesetlerinin fotoğrafları. Operasyon bölgesinden sıcağı sıcağına. Paylaşan kim? Bölgede görevli JÖH taburu. Yani Jandarma Özel Harekatçılar.

Hatırlarsınız JÖH ilk kez hendek savaşlarının ilk günlerinde panzer arkasında sürüklenen bir PKK’lı fotoğrafıyla gündeme gelmişti. 50 gündür kayıp olan Hurşit Külter ile ilgili tek bilgiyi de aynı hesap paylaşmıştı. ‘Gözaltına alındı.’ diye.

Bir süredir el yükselttiler. Artık nerdeyse sadece yanmış,  parçalanmış ceset fotoğrafı paylaşıyorlar. Ve bu fotoğraflara yayın ya da erişim yasağı da yok.

Onlarca sivilin hayatını kaybettiği terör saldırılarından sonra ihmali ve belki suçu gizlemek için arzı endam eden devlet burada devrede değil. Ne TİB ne yargı ne de başka kurumlar. Neden değil? Çünkü biliyorsunuz eski Türkiye’den bugüne devletimiz ve tabii ki AKP iktidarı için terörle mücadele öncelikle bir psikolojik harp demek. Ve bu savaşı kazanmak için her şey meşru. İnsanları korkutmak, sindirmek için parçalanmış cesetler dahil her türlü fotoğrafı, görüntüyü paylaşabilirsiniz. Kimsenin de sesi çıkmaz. Ses çıkaran susturulur. JÖH’ün paylaşımlarına bugüne kadar kimse tepki göstermedi. Ne iktidar ne muhalefet ne TSK ne de medya ve STK’lar… Oysa kıyametlerin kopması gerekirdi.

İsterseniz 50 binden fazla takipçisi olan ve her paylaşımdan sonra yüzlerce beğeni alan o hesaptan bir kaç örnek verelim… Yakın tarihli olanlardan başlayalım. Tesadüfi seçimle üstelik. ‘Lice’de teslim olan bir lağım faresi. Şimdi bunu cezaevine alırlar. Yine devletin ekmeğini yer. Kurşun yedirmek varken’

Bu paylaşım 76 retweet 246 beğeni almış. Beğenenler ne mi demiş. Misal.. ‘Kafasını ezip beynini dağıtmak varken, teslim almak ne ya… Sıksanıza kafasına. Teslim alan komutana yazıklar olsun.’ Biraz daha geriye gidelim.  ‘Vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır. JÖH çalışıyor.’ Paylaşılan cesetleri parçalanmış iç organları dışarı çıkmış çıplak biri kadın diğeri erkek 2 terörist fotoğrafı.  82 retweet. Tam 428 beğeni. ‘Elleriniz dert görmesin şu mübarek gün. Allah sizleri korusun. Harika görüntü. Ben bayıldım resmen.’ ‘Şu mübarek gün’ vurgusuna dikkat. Fotoğraf Ramazan’da çekilmiş. Bayramdan birkaç gün önce.

Bu iki örnek yeter sanırım. Uzun süre bu hesaba ve paylaşımlara tepki bekledim. Ama yok. İgili hesapla ilgili bir şeyler yapmak gerektiğini söylediğim bir arkadaşımın tepkisi ise ‘Bu kadar şehit cenazesi varken, ne kadar doğru’ oldu. Belki de tam da bu beklenen. Ne olursa olsun tepki vermeyen her şeyi kanıksamış bir sürü toplum. Oysa sormamız gerekmiyor mu? Şehit cenazeleri güvenlik güçlerinin resmi ya da yarı resmi bir hesaptan yanmış, parçalanmış çıplak kadın ve erkek cesetleri paylaşmasını haklı mı kılar? Eğer bu hesap gerçekten jandarma özel harekata ait değilse TSK’nın bir açıklama yapması gerekmez mi? Yoksa yıktıkları Kürt coğrafyasında duvarlara ‘Uzun adama’ saygı ve sevgi mesajları yazan bu askerler Türkiye’nin değil iyice sağa kıran tek adamın askerleri mi?

Gözaltı kararı verilen Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu kritik görevlerde bulunmuş /// Hürriyet Gazetesi



İZMİR’deki gizli bilgi ve belge bulundurma davasında fişleme yapıp sahte delil üretilmesi suçuna karıştıkları gerekçesiyle hakkında yakalama kararı verilen en üst rütbedeki muvazzaf asker Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu'nun geçmişte çok kritik görevlerde bulunduğu belirtildi. Tümamiral Uğurlu’nun, 2011 yılında terfi alıp tuğamiral olduktan sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki tüm elektronik haberleşmeleri takip ve koordine eden, amiraller dahil personele tahsis edilen cep telefonlarından sorumlu olan kritik dairenin başkanlığını yürüttüğü ortaya çıktı. Tümamiral Uğurlu’nun, bundan sonraki bir diğer önemli görevi ise tüm personelin atama, yer değiştirme ve bilgilerinden sorumlu personel başkanlığı oldu.

İzmir merkezli olarak yapılan ve kamuoyunda 'Askeri Casusluk' olarak bilinen gizli askeri bilgi ve belge bulundurma davasında, aralarında muvazzaf askerlerin de bulunduğu 356 kişi, İzmir 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıp beraat etti. Bu soruşturma süresince sahte delil üretildiği ve fişleme yapıldığı iddiasıyla Cumhuriyet Başsavcı Vekili Okan Bato’nun sürdürdüğü soruşturmada aralarında dönemin İzmir İl Emniyet Müdürü Ali Bilkay’ın da bulunduğu polislerin yargılanmalarına başladı.

SORUŞTURMA TSK’YA DA SIÇRADI
Genişletilen bu soruşturma sonrasında geçen perşembe günü 10 ilde yapılan operasyonda, haklarında gözaltı kararı verilen 30 kişiden 8’i gözaltına alındı. Zanlıların, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantıları öncesinde belli yerlerde toplantılar yapıp atamalar için kararlar verdikleri ileri sürüldü. Haklarında gözaltı kararı verilenlerden 22 zanlı henüz yakalanamadı. Adliyeye sevk edilen 8 kişiden 6’sı tutuklandı.

Bu operasyonun ardından paralel yapıya üye oldukları iddiasıyla bazı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeli hakkında da gözaltı kararları alındı. Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu ile Tuğamiral Ali Suat Aktürk ve 4 binbaşı hakkında gözaltı kararı verildi. Binbaşılardan H.Ö. İstanbul’da, Ö.G.’de Eskişehir’de gözaltına alınıp, İzmir’e getirildi, ikisi de sevk edildikleri adliyede tutuklandı. İki binbaşı ile iki amiral ise henüz gözaltına alınıp adliyeye sevk edilemedi.
Gözaltı kararı verilen Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu kritik görevlerde bulunmuş 
AMİRALLER DAHİL HERKESİ İZLEMİŞ
Gözaltı kararı verilen en yüksek rütbeli muvazzaf asker olan Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu’nun, ABD’den henüz dönmediği öğrenildi. Tümamiral Uğurlu’nun, Genelkurmay Başkanlığı ve savcılığın çağrısına rağmen teslim olmaması halinde ise kaçak durumuna düşeceği, İnterpol aracılığıyla yakalamasının isteneceği öğrenildi.
Gelmezse ne olur?Gelmezse ne olur?
Paralel yapı üyesi olmakla suçlanan Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu’nun, 2011 yılı Yüksek Askeri Şura’da terfi alıp Tuğamiral olduktan sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda kritik öneme ve bilgilere sahip olunacak birimlerde başkanlık yaptığı belirtildi.

Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu, 2011 yılında tuğamiral olduktan hemen sonra Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde gerçekleştirilen tüm elektronik haberleşmeleri takip ve koordine eden MEBS Başkanlığı yaptı. Aynı birimin amiraller dahil personele tahsis edilen cep telefonlarından da sorumlu olduğu öğrenildi.
Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu’nun, bu kritik görevle tüm yazışmaları kolayca takip edip, amirallerin bile kimlerle telefon görüşmesi yaptığını öğrenebildiği, böylelikle fişlemeler için önemli bilgilere ulaşabildiği iddia edildi.

Tümamiral Uğurlu, 2012 yılında Yüksek Askeri Şura kararlarıyla da, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanı yapıldı. Bu kritik görevde de Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu’nun, bütün komutanlık personelinin atama, yer değiştirmesinde etkili olduğu, ayrıca kişisel bilgilere de kolayca ulaşıp, bunları belli noktalara aktardığı öne sürüldü.

İsrailli pilotlar Konya’da eğitilecek /// YeniHayat Gazetesi




Türkiye ile İsrail arasında yaşanan yumuşama beraberinde yeni adımlar getirecek. İsrailli pilotlar, Türkiye’ye gelerek Anadolu Kartalı Tatbikatı kapsamında yeniden uçuş eğitimi almaya başlayacak. İsrail’in 2009’daki Gazze saldırıları nedeniyle tatbikatın uluslararası bölümü ertelenmiş, dolayısıyla İsrailli pilotlar Türkiye’ye gelememişti. 2010’da yaşanan Mavi Marmara kriziyle birlikte ipler tamamen kopmuştu. Hükümete yakın kaynaklar, ilişkilerin tamir edilmesiyle, önümüzdeki yıl düzenlenecek Anadolu Kartalı tatbikatında İsrailli pilotların büyük olasılıkla yer alacağını dile getirdi.

Askeri işbirliği zirvedeydi

İsrail’le Türkiye arasındaki gerilimin son bulması, askeri ilişkilere de yansıyacak. Türkiye ve İsrail özellikle 1990’lı yıllarda askeri ve istihbari konularda önemli birlikteliklere gitti. Ankara ve Tel-Aviv 1994’te savunma işbirliği, iki yıl sonra ise askeri eğitim işbirliği anlaşması imzaladı. 28 Şubat sürecinde özellikle istihbarat paylaşımı zirve yaptı. Mavi Marmara sonrası ise her şey değişti. Askeri projeler askıya alınırken, İsrail Anadolu Kartalı Tatbikatı’nın da dışında bırakıldı. Daha önce askeri eğitim alanında İsrailli savaş pilotları Konya’da düzenlenen Anadolu Kartalı tatbikatına her yıl katılıyordu.
23 bin personel eğitildi

Anadolu Kartalı Tatbikatı kapsamında bugüne kadar toplam 23 bin personele, 38 eğitim programı kapsamında bilgilendirme yapıldı. Anadolu Kartalı Eğitim Merkezi, dünyadaki 3 büyük taktik eğitim merkezinden biri. Düzenlenen tatbikatların amacı, yerli ve yabancı pilotların eğitim seviyesini artırmak, genç pilotların harekatın başlangıçlarında kaybolmalarını, düşmelerini engellemek, uçak kayıplarını azaltmak, katılımcıların birbirleriyle ikili ilişkilerini geliştirmek olarak tanımlanıyor. Bu yılki tatbikata 67 uçak ve bin 200 personel katıldı.

Haziran’daki tatbikata Türkiye başta olmak üzere Hollanda, İtalya, Pakistan, Suudi Arabistan ve NATO unsurları yer aldı. İsrail’in tatbikata katıldığı yıllarda, özellikle ‘İslamcı’ çevreler bu uygulamayı “Türkiye’de eğitim alan İsrailli pilotlar Gazze’yi bombalıyor.” sözleriyle eleştiriyordu.

Paralel Yapı’ya karşı 3 yıldır sürdürülen operasyonlar TSK’ya da uzandı /// karar gazetesi

Paralel Yapı’ya yönelik operasyonların başladığı 2014’ten bu yana 4 binin üzerinde şüpheli gözaltına alındı, bunlardan bine yakını tutuklandı. Geçen hafta İzmir’de ‘Askeri casusluk’ kumpasına karşı başlatılan operasyonda ise kritik bir gelişme yaşandı. Zira, ilk kez Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisindeki Paralel Devlet Yapılanması (PDY) üyelerine karşı soruşturma başlatıldı. Bu kapsamda, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan iki amiral ve dört binbaşı için gözaltı kararı çıktı.
İlerleyen süreçte,  diğer kuvvet komutanlıklarında faaliyet gösteren ve sayılarının yaklaşık 600 olduğu iddia edilen Paralel Yapı üyesi muvazzaflar için de operasyon yapılacağı öne sürüldü. Bu arada TSK içindeki örgüt üyelerine yönelik operasyonun zamanlaması dikkat çekti. KARAR’a konuşan kumpas mağdurları devam eden terörle mücadele nedeniyle operasyonların geciktiğini belirterek, onlarca itirafçı bulunduğunu söyledi.

GECİKME NEDENİ TERÖRLE MÜCADELE

Balyoz Davası mağduru ve CHP İstanbul Milletvekili Emeki Albay Dursun Çiçek: Bu soruşturmalar iki yıldır devam ediyor. Kumpas davaları sonuçlandı. Ardından sahte belge üretenlerle ilgili suç duyurularında bulunuldu. Dinlemeler, ifşa olmuş örgüt üyeleriyle iletişimde olan askerlerin telefon kayıtları gibi uzun bir süreçten sonra terör örgütüyle ilgili soruşturmalar yakalama kararlarıyla davalara dönüşmeye başladı. Aslında gecikmiş bir süreç, ancak terörle mücadeledeki yoğunluk, askeri yargıdaki sorunlar nedeniyle bu sürecin bugüne kadar geciktiğini biliyoruz. Ben bunu olağan karşılıyorum. Delil konusunda sıkıntılar var. Çünkü örgüt üyeliği gizli bir yapılanma. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) öncesi olmasını çok önemsemiyorum. Çünkü terörle mücadelede çok yoğun bir yılı geride bıraktık. O da bu gecikmenin bir nedeni olabilir. Bundan sonra sürecin hızlanacağını ve önümüzdeki bir yıl içerisinde TSK’daki örgüt yapılanmasının çözüleceğini düşünüyorum. Çünkü onlarca itirafçı var. 1980’lerden başlayıp bugüne kadar himmet parası toplanan, örgütün askeri liselerden, akademilerden bağlantısı olan subaylar itirafçı oldu. Bu bilgiler dahilinde soruşturmaların davalara dönüşeceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz.

ASKERİ YARGI ELİNDEKİ BELGELERİ SİVİL SAVCILARA VERMELİ

Ergenekon Davası mağduru emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin: Maalesef TSK kendi içerisinde bu işi halledemedi. Askeri savcılar devreye giremedi. Belki de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’den (AYİM) tekrar bu kişiler geri döner diye düşündüler. Şu andan itibaren askeri savcılar, ellerinde bu konuda ne kadar bilgi ve belge varsa sivil savcılara vermeliler. Ayrıca bu operasyonlar ile Paralel bağlantısı belirlenmiş kişiler YAŞ’tan önce tasfiye edilebilir. Albay ve alt rütbelerde olanların da askeri disiplin kurullarında gerekli çalışmalar yapılarak ordu ile ilişkileri kesilebilir. 

YAŞ NEDENİYLE ÖNE ÇEKİLMİŞ OLABİLİR

Balyoz Davası mağduru eski Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen: Vicdanlı, işini bilen savcının ve emniyet görevlisinin eline düştüler. Soruşturma ile ilgili uzun süredir çalışmalar yürütülüyor. Operasyon da terfi sırası gelenlerden dolayı ağustos ayındaki Yüksek Askeri Şura öncesine çekilmiş olabilir. Yargılandıktan sonra ortaya çıkacaktır tabii ki ama bunca yıldır devletten hainlik yaparak maaş alan insanlar varsa bu kişilerin bir an önce ortaya çıkarılması gerekiyor.

‘DAVETİYE GÖNDERİYORUZ ŞÜPHELİLERİ HAZIR EDİN’

Balyoz davası mağduru emekli Albay Ahmet Zeki Üçok: İzmir’de haklarında yakalama kararı çıkarılan iki amiralin YAŞ ile bir ilgileri yok. Terfi sıraları gelmedi. Dolayısıyla soruşturmanın YAŞ öncesi yapılmasının bu kişilerin terfileriyle bir ilgisi yok. Soruşturmayı yürüten savcılar bizim Cumhuriyetimizin savcıları.
Soruşturma kapsamında araştırmalar yapıldı, tanıklar bulundu, telefon dinlemeleri yapıldı ve bunun sonucunda şüpheliler davet edildi. Ankara Merkez Komutanı’nın aranarak, ‘Bu ordu bizim ordumuz, Güneydoğu’da çatışmalar var. Burada moral bozma amacımız yok, bu nedenle davetiye gönderiyoruz. Siz bu konuda gerekli işlemleri yapın ve şüphelileri hazır edin’ denildiğini biliyorum. Diğer yandan keşke çok daha önce deliller elde edilebilse ve soruşturmalar başlatılabilseydi. Yurtdışına kaçan çok sayıda kişi var. Ama biliyorsunuz, bu suç örgütü üyeleri giderken devletin arşivini de götürdü. Yani geçmişe yönelik bir hafıza yoktu. Emniyet birimleri ve savcılıklar tarafından yeniden hafıza oluşturuldu. Yeni bilgiler toplandı ve bu bilgilerden hareketle yeni yeni soruşturmalar başladı.

BİNBAŞIYA PARALEL TUTUKLAMA

İzmir merkezli 10 ilde düzenlenen Paralel Yapı’ya yönelik operasyon kapsamında hakkında yakalama kararı verilen ve askeri inzibatlar tarafından Eskişehir’de kaldığı otelde gözaltına alınarak İzmir’e getirilen Deniz Mühendis Binbaşı Ö.G. tutuklandı. Ankara’da Milli Savunma Bakanlığı iç denetim biriminde görev yaptığı öğrenilen Binbaşı Ö.G, Başsavcıvekili Okan Bato’ya ifade verdi. İzmir merkezli Aydın, Denizli, Balıkesir, Gaziantep, Adana, Trabzon, Samsun, Afyonkarahisar, Mersin’de yürütülen operasyonda 8 kişi gözaltına alınmış, 12 kişinin daha önce gerçekleştirilen operasyonlar kapsamında arandıkları ve yurt dışında oldukları belirtilmişti.

HSYK’DAN KOVUŞTURMA İZNİ

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 2. Dairesince, açığa alınan İzmir’deki askeri casusluk davası savcısı Zafer Kılınç ve davaya bakan İzmir hakimi Serdar Ergül hakkında kovuşturma izni verildi. İzmir’deki askeri casusluk davasının bazı sanıklarının yaptığı şikayet üzerine harekete geçen HSYK müfettişlerinin, bu kişiler hakkındaki tedbir talebiyle ilgili raporu tamamlanmıştı. HSYK 2. Dairesi, rapor doğrultusunda davanın savcısı Zafer Kılınç ve davaya bakan İzmir hakimi Serdar Ergül’ü, haklarındaki soruşturma sonuçlanana kadar tedbiren görevden uzaklaştırılmıştı. Ergül ve Kılınç haklarındaki iddialarla ilgili yargılanacak.

16 ŞÜPHELİ FİRARDA

Savcılık, gözaltındaki 8 kişi ile Binbaşı H.Ö’yü ‘tutuklanmaları’ talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk ederken, 5 muvazzaf asker ile firari 16 kişi  hakkında ‘yakalanmalarına yönelik gözaltı kararı’ çıkartılmasını talep etmişti. İzmir 3. Sulh Ceza Hakimi Dilek Çeliktaş, ifadelerinin tamamlanmasının ardından Binbaşı H.Ö ile M.K.C, H.K, Y.Ş, H.T, Ş.Y ve F.D’nin tutuklanmasına karar verirken R.A ve Z.D’yi yurt dışı çıkış yasağı getirerek serbest bırakmıştı. Hakim, 2’si amiral 5 muvazzaf asker ile 16 firari hakkında da ‘yakalanmalarına yönelik gözaltı kararı’ vermişti.

YAŞ’ta paralel tasfiye beklentisi

Cumhurbaşkanı, Harp Akademileri’ndeki konuşmasında bu yönde mesaj vermişti.

Ağustos ayının ilk haftası yapılması beklenen Yüksek Askeri Şura’nın (YAŞ) en önemli gündemi “paralel tasfiye” olarak öne çıkıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Harp Akademileri’nde kurmay öğrenci subaylara yönelik konuşmasında “tek komutan” vurgusu yapmasının ardından YAŞ’ta bazı general ve amirallerin en azından pasifize edilebileceği yönündeki beklenti yoğunlaştı.

Bu yıl komuta kademesinde ise sınırlı bir değişim gerçekleşecek. TSK’de atama ve terfilerin kararlaştırılacağı YAŞ toplantıları Ağustos ayının ilk haftasında gerçekleştirilecek. YAŞ toplantılarında ülkenin güvenlik ihtiyaçlarının yanı sıra TSK’nin yapılanması, silah ve modernizasyon ihtiyaçları da ele alınıyor. Bu yılın Ağustos YAŞ’ında ise “paralel tasfiye yapılacağı” yönünde yoğun bir beklenti oluşmuş durumda.

Albaylara tırpan
Ancak YAŞ’ta yalnızca TSK kadrosundaki general-amirallere yönelik işlem yapılabiliyor. YAŞ, general-[Haber görseli]amiral kadrolarında bulunanların atama ve terfilerini karara bağlıyor. Son yıllarda “irticai faaliyet” veya başka bir gerekçeyle YAŞ kararıyla TSK’den ihraç edilen bir general bulunmuyor. Geçen yıl yapılan YAŞ toplantısında, haklarında “paralelle bağlantılı olduğu” iddiaları bulunan bir iki generalin pasif görevlere çekildiği, rütbelerinde bekleme süresinin dolmasıyla emekliye ayrılmaktan başka seçenekleri kalmayacak duruma getirildikleri biliniyor.

Bu YAŞ’ta da hakkında iddialar bulunan general- amiraller için yargı kararı bulunmadığı için benzer yolun izlenebileceğine dikkat çekiliyor. General-amiral kadrosunun altındaki personelin TSK’den ihraçları kuvvet komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı’nda oluşturulan Yüksek Disiplin kurullarında kararlaştırılıyor. Ancak geçtiğimiz Ocak ayında çıkarılan bir yasa ile albaylıkta bekleme süreleri dolmamış üç devre albaylardan bazıları erken emekliliğe sevkedilebilecek. Terörle mücadele eden askerlere yeni yetki ve güvenceler getiren yasa ile çalışması istenen albaylara 10 yıla kadar görev sürelerini uzatma olanağı da getirildi.

Bu durumda albay rütbesindeki askerlerden istenenin görevlerinin uzatılması, istenmeyenlerin emekliye sevkedilmesi kanunla olanaklı hale geldi. Bu durumda, albay rütbesindeki askeri personele yönelik ciddi bir kadrolaşma tırpanının YAŞ kararları arasında yer alabileceğine dikkat çekiliyor. [Haber görseli]Emekliye sevkedilecek veya görev süresi uzatılacak albaylarda da “paralel bağlantı” gerekçesinin öne çıkabilceği dile getiriliyor.

Komuta kademesi
Bu yıl yapılacak YAŞ toplantısında TSK komuta kademesinde sınırlı değişim bekleniyor. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, 2019’da emekliye ayrılacak, bu makamda bir değişim beklenmiyor. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, 2017 Ağustos’ta emekliye ayrılacak. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, geçen yıl rütbeye terfi ettiği için daha 3 yıl bu rütbede görev yapabilecek. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu’nun da rütbede bekleme süresi önümüzdeki sene doluyor ve emekliye o dönem ayrılması bekleniyor.

Mendi’nin yerine...
Komuta kademesinde, rütbede bekleme süresi dolduğu için emekliye ayrılması beklenen tek isim Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi. Mendi’nin yerine Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in atanması bekleniyor. Bu atamanın gerçekleşmesi durumunda Güler’in 2017 yılında Orgeneral Çolak’tan boşalacak Kara Kuvvetleri’ne, 2019’da da Akar’dan boşalacak Genelkurmay Başkanlığı’na atanma yolu açılmış olacak. TSK kulislerinde dillendirilen yorumlara göre Güler’in görevine Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar, onun yerine de Korgenerallikten terfi edecek bir isim atanabilecek. Kara Kuvvetleri’nde bu yıl orgeneralliğe bir kişinin terfi edebilecek olması nedeniyle kıyasıya bir rekabetin yaşanması da bekleniyor. Bu terfide sürpriz olabileceği savunuluyor.

Denetlenmeyen bir savaş şirketi: SADAT /// Çiğdem Toker



[Haber görseli]
‘Sadat A.Ş’ başlıklı yazımız, dün yoğun paylaşıldı. Gayrinizami harp, ya da yaygın deyimle kontrgerilla eğitimi verdiğini, sitesinde açıkça duyuran Sadat A.Ş. İle ilgili temel sorun, devlet aygıtı tekelinde olduğunu varsaydığımız askeri ve güvenlik “hizmetlerin” devlet denetimi dışında olması.

Nereden mi biliyoruz?

Bizzat şirketin açıklamasından. Sadat A.Ş, faaliyetlerinin denetlenmediği, Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) şirkete “Denetleme görevimiz yok” yazısı gönderdiğini “bazı karalama kampanyası”na cevap olarak yeniakit.com.tr sitesinde yayımlanan açıklamasında ayrıntılarıyla aktarıyor.

Danışman kadrosunda Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak’ın da yer aldığı şirket, 27 Haziran tarihli açıklamasında, kur ulduktan sonra devlete “gelin bizi denetleyin” dediğini belirtiyor.

Nasıl yaptığını adım adım paylaşalım.

-“Savunma Sanayi Hizmet Sektörü”nün denetlenmesi esaslarını oluşturacak Tesis Özel Güvenlik Belgesi (TÖGEK) hazırlayarak MSB’na başvurmuş.

-Fakat Bakanlığın Teknik Hizmetler Dairesi, şirkete gönderdiği yazılı cevapta Savunma Sanayi Hizmet Sektörünün Türkiye’de bir mevzuata tabi olmadığını, denetim görevleri bulunmadığını bildirmiş.

-Şirket bunun üzerine, savunma sanayii mevzuatını düzenleyen iki yasaya (5201 ve 5201 sayılı) savunma sanayii hizmet sektörünün de dahil edilmesini istemiş.

-Bu amaçla taslak yasa maddeleri hazırlamış; -buraya dikkat- “TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, MSB, İç İşleri Bakanlığı ve Dış İşleri Bakanlığı nezdinde çalışmalar yürütmüş.”
Peki bu girişimler neden sonuçlanmamış?

Sadat’a göre, bunun sorumlusu, “2013 ortasında başlayan gezi olayları süreci ve ardında Devlet içinde oluşan paralel yapıların su yüzüne çıkması ile ülkenin gündeminin olağanüstü hal alması.

Tasalluttan kurtarmak

Şirket, önerdiği mevzuatın Türk dış politikasını olumlu etkileyecek “devrim” niteliğinde olduğu görüşünde.
Dün değindiğimiz, daha önce milletvekillerinin soru önergelerinde gündeme getirdiği (Osman Korutürk, şirketin AKP desteğiyle kurulduğunu belirten basın toplantısı yapmıştı) ancak yanıtsız kalan konulara iddialı bir cevap da var:

“SADAT A.Ş. kurucu üyelerin ortak iradesinden başka bir merkezden talimat, destek ve yardım almamıştır. SADAT A.Ş. faaliyetlerinde şeffaf olmayı ve hukuk çizgisinde hareket etmeyi prensip edinmiştir. SADAT A.Ş. Ülkemizde iç politik alanda yakıştırılmaya çalışılan hiç bir hukuk ve yasa dışı faaliyetten haberdar değildir, içinde bulunmamıştır ve bulunmayacaktır.”

“Hukuk çizgisi”, “şeffaflık”, “kurucu üyelerin iradesi dışında hiçbir merkezden talimat almamak”...

İnternet sayfasında gayrınizami harp ve pusu eğitiminden sözeden ve bu eğitimleri Kızılay yararına yapmadığını düşündüğümüz bir şirket için, hakikaten kulağa iyi gelen prensipler.

Peki o zaman aynı metinde yer alan ve şirketin kendisini tanımlamakta kullandığı şu bölümü nasıl yorumlayalım? “Bu gün, İslâm Coğrafyası’nı dizayn etmek isteyen küresel güçlerden sadece ABD’nin, emekli askerlerden oluşmuş, 70 Savunma Danışmanlık şirketi üçer beşer adet İslâm Ülkeleri’nde ABD menfaatlerine uygun faaliyet göstermektedirler. SADAT A.Ş.’nin amacı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yetişemediği İslam Ülkeleri’ni de bu şirketlerin tasallutundan kurtarmaktır.”

Çıray: Savunma bürokrasisi rahatsız

TSK’nin yetişemediği İslam ülkeleri? Küresel güçlerin tasallutundan kurtarmak?

CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray, 21 Haziran’da tam da bu konulara değinen soru önergesi verdi. Herbiri ayrı önem taşıyan 9 soru içeriyor. Görüşmemizde “Bu nasıl hedeftir? Gerilla devleti miyiz?” diyen Çıray, savunma bürokrasisini, sözkonusu şirketin faaliyetlerinden rahatsız olduğunu duyumunu paylaştı.

Şirketin web sitesinde sıraladığı maddelerde “hizmet verilen ülke” kavramını esas aldığını vurgulayan Çıray, “hizmet verilen DEVLET” kavramından kaçınıldığını altını çiziyor ve bun önemli meseleyi şöyle sorguluyor:
“Uluslararası hukuka göre devlet, daimi bir nüfusu, belirli ülkesi, bir hükümeti ve diğer devletlerle ilişkilere girme bağımsızlı olan milletlerarası hukuk tüzel kişisidir Ülke ise, bir devlet egemenliği altında bulunan toprakların tümüyle ilgili tanımlama olup uluslar arası bir tüzel kişilik ifade etmemektedir.”

Bu kritik tespitten sonra asıl can alıcı soru geliyor önergede:

“Sadat isimli şirket, bir komşu devletin ülkesinde, o devletin hükümetine karşı olan Hizmet talep edici tarafın savunma danışmanlığı isteğine olumlu bakar ve bu konuda bir faaliyete girerse, bu faaliyet, uluslararası hukuk ve iç mevzuat tarafından nasıl değerlendirililecektir?”

Paralı asker durumu nedir?
Meclis kayıtlarına giren önegede Sadat’ın açıkladığı faaliyetlerin BM Şartı ile BM Paralı Askerlerle Mücadele Konvansiyonu başta olmak üzere bu konudaki uluslararası mevzuat açısından nasıl değerlendirildiğin de sorgulanıyor. Çıray şirketin kendisini “TSK’nın yetişemediği ülke ve askeri sahalardaki boşluğu doldurmak üzere kurulmuş bir yasal şirkettir” ifadesi hakkında da Başbakan Binali Yıldırım’a şunu soruyor: “Zorunlu askerlik sistemine sahip olan, 700.000 personeli ile dünya sıralamasında 6.sırada yer alan, arkasında devlet gücü ile sınırsız eğitim olanakları ve her rütbeli sınıftan mükemmel yetişmiş bir personel navuzu bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin cevap veremediği ihtiyaca cevap vereceğini iddia eden SADAT, önümüzdeki dönemde ne kadar büyümeyi ve yayılmayı hedeflemektedir?”

Hangi izinle?
Sadat A.Ş kurucusu emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi Milliyet gazetesinde (4 Eylül 2012) yayımlanan Musa Kesler imzalı röportajda amaçlarını şöyle açıklamış:

“Amacımız Türkiye’nin köklü askeri gelenekleri ve birikimini ihtiyacı olarak ülkelere aktarmak. Kendi deneyimi ve birikimi olmayan ülkelerin silahlı kuvvetlerinin eğitim, strateji gibi ihtiyaçlarını karşılayacağız. Dünyada bu tür şirketlerin örneği çok. Bu amaçlarla kurulmuş 70’ten fazla şirket var. Türkiye’de ilk olacak. Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çok genç yaşlarda emekli olan subaylar, astsubaylar var, onlardan yararlanacağız.”

Tanrıverdi, aynı mülakatta MSB izin ve onay sürecini beklediklerini, onay çıkınca ihalelere katılabileceklerini söylemiş. Röportaj tarihinin 2012, yazıda aktardığımız açıklama tarihinin Haziran 2016 olduğunu dikkate alırsak “Bakanlık onayı çıkmadıysa, Sadat, hangi yetki ve izinle faaliyette bulunuyor?” sorusu daha çok önem kazanıyor.

Milli manevi değerler üzerine yükselen ticari müessese Sadat, iki hafta önceki açıklamasında vurguladığı gibi şeffafsa, sitesinde duyurduğu hizmetleri, nerelere ve nasıl bir bedel karşılığında sunduğunu açıklayabilir mi? Önerilen mevzuat değişikliği halen yapılmadığına göre, ordu ve güvenlik birimleri tekelinde olması gereken hizmetler, sadece denetim dışı değil, izinsiz mi sürdürülüyor?

[Haber görseli]Kurucusu eski bir özel harpçi
Sadat A.Ş’nin yönetim kurulu başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, kişisel web sitesindeki özgeçmişine göre 1944 yılında Konya’nın Akşehir ilçesinde doğdu. 1964 yılında Kara Harp Okulu’na girdi. TSK’nin çok çeşitli birimlerinde görev yaptı. Dört yıl süreyle Özel Harp Dairesi’nde bulundu. 1992’de Tuğgeneralliğe yükseldi. 2. Zırhlı Tugay Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Sağlık Daire Başkanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 30 Ağustos 1996 yılında kadrosucvzluktan emekliye sevk edildi. 28 Kasım 2004-22 Kasım 2009 tarihleri arasında Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) Genel Başkanlığı yaptı.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

7’nci Kolordu Komutanlığı'nda korkunç kaza

Diyarbakır 7’nci Kolordu Komutanlığı’na bağlı Lojistik Destek Komutanlığı Pirinçlik 52’nci Bakım Merkez Komutanlığı’nda yük taşınması sırasında, devrilen forkliftin altında kalan 2 asker ağır yaralandı.Merkez Kayapınar İlçesi'nde bulunan 7'nci Kolordu Komutanlığı'na bağlı Lojistik Destek Komutanlığı Diyarbakır Pirinçlik 52'nci Bakım Merkez Komutanlığı'na getirilen yüklerin taşınması sırasında kaza meydana geldi. Askeri malzemelerin taşınmasında kullanılan forkliftin devrilmesi sonucu 2 asker altında kaldı. Ağır yaralanan 2 asker, ambulanslaDiyarbakır Asker Hastanesi'ne kaldırlırken, askerlerin durmunun kritik olduğu belirtildi.

Müyesser Yıldız yazdı: Gözaltı kararı verilen iki amiral şimdi nerede

Türkiye'nin bayram sonrası ilk gündemi İzmir Askeri Casusluk kumpası kapsamında yürütülen operasyonların TSK'ya da uzanması oldu.



Türkiye'nin bayram sonrası ilk gündemi İzmir Askeri Casusluk kumpası kapsamında yürütülen operasyonların TSK'ya da uzanması oldu.
Uzun süredir beklenen, ama nedense hep “ertelenen” bir operasyondu.
Operasyonun tek sürprizi, işe Deniz Kuvvetleri'nden başlanması. Zira öncelikle Hava Kuvvetleri ile Jandarma'da operasyon bekleniyor ve konuşuluyordu.
Önce operasyonla ilgili üç sıcak iddiayı aktaralım:
Deniliyor ki; soruşturmayı yürüten Başsavcı Okan Bato kumpasın TSK ayağıyla ilgili olarak Genelkurmay'a yazdığı onlarca yazının hiçbirisine cevap alamadı...
Yine deniliyor ki; TSK'nın yıpranmaması için Karargâh'a gidip, isimleri verdi ve ifadeye gönderilmelerini istedi. Ancak hiçbiri ifadeye gitmedi...

Ve yine deniliyor ki; Deniz Kuvvetleri'nden sonra sırayla diğer kuvvetlerde de operasyon yapılacak...
O AMİRALİN ADI LİSTELERDE VARDI
Bugün haklarında gözaltı kararı verilen isimler arasında iki Amiral var. Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu ve Tuğamiral Ali Suat Aktürk.
Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu, geçmişte gündeme gelen ve “Deniz Kuvvetleri'ndeki cemaatçiler” olduğu öne sürülen listede ismi yer alanlardan biriydi.
Bu yüzden geçen yıl Tuğamirallikten Tümamiralliğe terfi etmesi şaşkınlık yaratmıştı. Daha da şaşırtıcı olan ise Uğurlu'nun terfiden hemen sonra ABD'ye gönderilmesiydi. Norfolk kentindeki NATO ACT- Müttefik Dönüşüm Komutanlığı'nda Komuta Kontrol Konuş ve İdame Edilebilirlik Daire Başkanı olan Uğurlu halen bu görevini sürdürüyor.
Uğurlu'yla ilgili başka çarpıcı detaylar da anlatılıyor.
Kumpas süresince Erdek Mayın Filosu hakkında çeşitli yayınlar yapılıp, burada görev yapan komutan ve komodorların çok büyük bölümü bir şekilde davalarla ilişkilendirilerek gözaltına alınıp veya tutuklanırken, Uğurlu'nun 2013 yılında buraya komutan olarak atanmasından sonra Erdek Mayın Filosu ile ilgili iddiaların bıçak gibi kesildiğine dikkat çekiliyor.
Uğurlu'nun, Balyoz kumpasında tutuklandıktan sonra Silivri'de kanser olan ve tam 1 yıl önce hayatını kaybeden Cem Aziz Çakmak'la da çarpıcı anıları var. Uğurlu 2011'de Albayken Marmaris'te Çakmak'ın komodoru imiş. Ve Çakmak onun yüzüne, “Bu sene, hatta ben hayatta olduğum sürece terfi edemeyeceksin” demiş. Çakmak tutuklanınca da çocukları Çakmak'ın kızlarını sosyal medya hesabından bile silmiş. Çakmak Ailesi’ni bir daha “gördünüz mü” dercesine 2015'teki terfisinin ardından arayan Uğurlu, “Birinci sıradan terfi ettim” deyince, aileden, “Yıldızların bol olsun” cevabını almış.
Sonucu ne olur bilinmez, ama gözaltı kararının bile acılı Çakmak Ailesi'ni sevindirdiğini ve “Cem bir kez daha aklandı” dediklerini ekleyelim.
Uğurlu'yu tanıyanların ortak görüşüne gelince; ABD'den kesinlikle dönmeyeceğine eminler.
“KUMPASÇI” KARARGÂH'IN KALBİNDE
Hakkında gözaltı kararı verilen diğer isim Tuğamiral Ali Suat Aktürk'e gelince; o da 5. Muhrip Filotila Komodoruyken 2015 Yüksek Askeri Şura'sında Tuğamiralliğe terfi ettirildi. Terfisinin ardından silahların modernizasyonundan sorumlu Genelkurmay Başkanlığı Kuvvet Geliştirme ve Kaynak Yönetim Daire Başkanlığı'nda Kaynak Yönetim Başkanı olarak görevlendirilen Aktürk halen burada çalışıyor. Bu demektir ki, “Cemaatçi olduğu ve silah arkadaşlarına kumpas kurduğu” öne sürülen bir isim Karargâhın kalbindeymiş.
Daha yazılacak, konuşulacak, sorgulanacak çok şey var, ama şimdilik şu sorularla yetinelim:
Bu isimleri kimler, nasıl terfi ettirdi?
Aylardır beklenen operasyonun, dış politika açısından gündemin çok yoğun ve tartışmalı olduğu bir dönemde, ayrıca önemli tasfiyelerin beklendiği YAŞ öncesinde ve özellikle de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı komuta kademesinde değişiklik “hevesleri” ortaya saçılmışken yapılması tesadüf mü?

Biri binbaşı 7 kişi tutuklandı

Cemaat'e yönelik sürdürülen soruşturma kapsamında, aralarında amirallerin de bulunduğu subaylar hakkında tutuklama kararı çıktı...


İzmir'deki askeri gizli bilgi ve belge bulundurma davasının soruşturması sırasında sahte delil üretilmesini sağladıkları iddiasıyla, iki amiralin de aralarında bulunduğu 6 denizci subay hakkında gözaltı kararı verildi. Mahkemeye sevk edilen isimlerden biri binbaşı 7 kişi tutuklandı. Tutuklanan 7 kişi cezaevine gönderilirken, tutuksuz yargılanmalarına karar verilen Recai Adalı ve Zafer Denli hakkında yurt dışı çıkış yasağı getirildi. Bir binbaşının ise bugün (10 Temmuz) Eskişehir'de gözaltına alındığı öğrenildi.
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde görevli olan Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu, Tuğamiral Ali Suat Aktürk, binbaşılar Korkmaz Mermer, Özgür Gün, Habil Özcan, Recep Zafer ile emekli Albay Hasan Eryılmaz, emekli Subay Zafer Denli ve emekli Astsubay Recai Adalı hakkında gözaltı kararı çıktı. Operasyon öncesi Genelkurmay'ın bilgilendirildiği öğrenildi. Adliyeye ifade vermek için çağrılan zanlılardan 2 amiral ve 3 binbaşı için rapor aldıkları gerekçesiyle gözaltı işlemi uygulanamadı.
Zanlıların, askeri gizli bilgi ve belge bulundurma davasında, eskort kızlar tarafından yapıldığı öne sürülen fişleme ve belge sızdırma suçlarını, kendilerinin işlediği iddiasıyla arandıkları öğrenildi. Fethullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olmakla suçlandıkları belirtilen zanlıların, askeri personeli etnik kökenlerine göre fişledikleri iddia edildi.
İzmir 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen askeri gizli bilgi ve belge bulundurma davasında yargılanan 356 sanığın tamamı beraat etmişti. Sanıkların beraat etmesinin ardından, soruşturma kapsamında sahte delil üretildiği gerekçesiyle, aralarında İzmir eski İl Emniyet Müdürü Ali Bilkay'ın da bulunduğu polisler hakkında dava açılmıştı. Tutuklu sanıkların da bulunduğu bu dava henüz sonuçlanmadı.

Tarık Toros neyle suçlanıyor

Hürriyet’ten Toygun Atilla'nın haberine göre, yaklaşık 600 subay Cemaat üyesi oldukları iddiasıyla soruşturuluyor.


TSK içindeki Fetullahçı Terör Örgütü / Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması, Gülen yapılanması içinde yer aldığı ve TSK imamlarından olduğu öne sürülen ‘ekonomist’ bir kişinin verdiği ifadelerle başladı. İddiaya göre gizli tanık olan bu kişi, Fethullah Gülen Cemaati yapılanması içindeki subayların ve bunlarla ilişki kuran sivil imamların ismini teker teker verdi. Bu ifadeler üzerine savcı Okan Bato’nun koordinesinde İzmir İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri delillendirme çalışmalarına başladı. Hürriyet gazetesinden Toygun Atilla'nın haberine göre, Cemaat'in TSK imamı olduğu öne sürülen 22 kişiden 14'ü operasyonu önceden haber alarak yurt dışına kaçtı. Cemaat'in gazetecilerinden Tarık Toros'un da TSK imamı olduğu ve operasyondan günler önce yurt dışına kaçtığı ifade edildi.
Toygun Atilla'nın konuyla ilgili haberi şöyle; Operasyonların ilk dalgası 7 Temmuz’da yapıldı. TSK imamı olduğu öne sürülen aralarında doktor, öğretmen, öğretim üyesi, gazeteci ve kamu görevlilerinin bulunduğu 22 kişi hakkında gözaltı kararı çıkartıldı. Gözaltı kararı çıkartılanlardan 8 kişi yakalanırken, 14’ünün operasyonu önceden haber alarak kaçtığı tespit edildi. Bunlardan biri de gazeteci Tarık Toros’tu. Soruşturma dosyasına göre gazeteci Tarık Toros, TSK imamlardan biri ve örgüt yöneticisi konumunda. Tarık Toros’un temmuz ayının başında operasyondan sadece 3-4 gün önce yurtdışına çıktığı belirlendi.

BİLGİLER ‘KAİNAT İMAMI’NA
TSK içinde faaliyet gösterdikleri öne sürülen Fethullah Gülen mensuplarına yönelik 2’nci dalga ise dün gerçekleşti. İlk kez 6 muvazzaf subay hakkında FETÖ üyesi oldukları iddiasıyla gözaltı kararı çıkartıldı. Soruşturma dosyasındaki suçlamalara göre doktor, öğretmen, öğretim görevlisi, gazeteci ve kamu görevlisi gibi meslek gruplarına mensup cemaat üyeleri, bu muvazzaf subaylarla bağlantı halindeydi. Her imam en az 4 albay ve binbaşıdan sorumluydu. Hücre halinde faaliyet gösteren bu gruplar, kiralanan evlerde buluşmalar gerçekleştiriyorlardı. TSK’daki FETÖ yapılanmasına bağlı subaylar, bu imamlara diğer subaylar hakkında biyografik istihbarat topluyorlardı. Toplanan bu istihbari bilgiler de TSK imamları vasıtasıyla önce Türkiye imamlarına ve sonra da ‘Kainat İmamı’ olarak adlandırılan Fethullah Gülen’e gönderiliyordu.

İHBAR MEKTUPLARI
Yine soruşturma dosyasındaki iddialara göre, TSK içinde FETÖ mensubu olmayan ve bu yapılanmayı eleştiren subaylar hakkında asılsız çeşitli ihbar mektupları düzenleniyor, soruşturma geçirmeleri sağlanıyor, sicilleri bozuluyordu. İstanbul, İzmir Askeri Casusluk soruşturmalarında da aynı yöntem uygulanmıştı.

YENİ OPERASYON GELEBİLİR
TSK içinde faaliyet gösterdikleri iddia edilen Gülen Cemaati mensuplarına yönelik soruşturma sadece 6 subay ile sınırlı değil. Hürriyet’in edindiği bilgilere göre yaklaşık 600 subay FETÖ üyesi oldukları iddiasıyla soruşturuluyor. Bu subaylar hakkında suç işledikleri ve örgüt talimatları doğrultusunda hareket ettikleri delillendirildiğinde yeni operasyonlar gelebileceği konuşuluyor.

Metin Feyzioğlu: Rus uçağını düşüren pilotumuz öldürülecek

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Rus uçağını düşüren Türk pilotun öldürüleceğini ileri sürdü

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, geçen yıl 24 Kasım’da Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri'ne ait Sukhoi Su-24M tipi uçağın sınır ihlâli gerekçesiyle düşürülmesine ilişkin konuştu. Feyzioğlu, Rus uçağını düşüren Türk pilotun öldürüleceğini ileri sürerek, “O pilotun canı, devletin namusudur” dedi.

Sözcü’den Saygı Öztürk’e konuşan Feyzioğlu’nun sözleri şöyle:

“Pilotumuzla ilgili bir şeyler oluyor. Uyarmak görevimiz. Uçağı düşüren pilotun kim olduğunu bilmiyorum. Zaten kimsenin bilmemesi lazım. Bu bilgi, en gizli devlet sırrı olmalı. Ama bir şeyler oluyor. Uyarmak da görevimiz. Eski tecrübelerimizi hatırlıyor ve kaygılanıyoruz. Biliyorsunuz, sarmal yapı dağılmadan önce ‘gazeteci' izli mermi atar gibi bir yazı yazar, hedef belirler, ardından soruşturmalar gelirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne böyle balyoz vurulmuştu. Şimdi de eski sarmalın parti kanadında kalanları mermilerini sıkıyorlar.”

“Cemaatçi ilan ettiler”

Rus uçağı düşürüldü. Cumhurbaşkanı 26 Kasım'da muhtarlara ‘Yine olsa yine vururuz!' dedi. Zamanın Başbakanı kanaatimce samimi olarak göğsünü siper etti, ‘emri ben verdim!' dedi. Sonrası şöyle. İktidarın destekçisi olan derinlikli ‘yazar'lar, Rusya'yla yakınlaşmanın alt yapısını oluşturma görevini üstlendiler. Malum, bu ara her günahın sebebi yalnızca cemaat! F-16 pilotumuz, Türk Hava Kuvvetleri'ne sızmış cemaatçi yapının adamı ilan edildi.

Sayın Cumhurbaşkanı da ‘Bizim Putin ile bambaşka bir ilişkimiz vardı. Bir pilotun hatası yüzünden Türkiye'nin feda edilmesi düşündürücü'  sözü var ki, sarayın ‘aslında öyle demedi'cilerini  yormadan biz iyiye yoralım ve buradaki ‘pilot' ile kastedilenin, cümlenin gelişine rağmen, Rus pilot olduğunu varsayalım.

“Onay vermeden vurulamaz”

"Bütün bu işaretlemelerden sonra pilotumuz hakkında  bir soruşturma açılacak olur ise kimliği açık edilmiş olur. Pilotun  karargâhtan izin almadan Rus uçağını vuramaz. Karargahın, siyasi iktidarın önceden rızası olmadan böyle bir ‘olur' verebileceğine inanan ya da hava kuvvetleri içindeki cemaatçi pilotların elektronik haberleşmeyi engelleyerek Rus uçağının uyarılarımızı almasını engelledikleri sözüne, bu  işleri azıcık bilen birisi ihtimal verir mi? Vermez.

“Hesaplar bizi ilgilendirmiyor”

"F-16 pilotumuzun başına bir şey gelirse, mesela hayatın anlamını keşfetmek için evinden ayrılır ve bir daha haber alınamazsa, bir trafik kazasında son nefesini verirse veya bindiği uçağa yıldırım isabet eder ve ölürse, bunu Rus İstihbarat Servisi FSB'ye (eski KGB) bağlarım. O zaman da günün birinde milletçe ‘pilotumuzun kimliğini kim açık etti?' diye sorarız. İşin özeti şu: Kimsenin üç kuruşluk hesabı bizi ilgilendirmez. F-16 pilotumuzun canı, devletimizin namusudur.”

İşte Donanmada'ki 60 kişilik Cemaat kadrosu


Deniz Kuvvetleri'nde Fethullahçı örgütlenmenin şifresi çözüldü. Aydınlık Gazetesi, yasa dışı örgütlenmenin imamları ve operasyon elemanlarının da aralarında olduğu 60 kişilik listeyi kamuoyuna açıkladı. Aralarında 18 amiralin de bulunduğu Fethullahçı örgütlenme listesi, aynı zamanda Deniz Kuvvetleri'ni hedef alan tertiplerin faillerine de ışık tutuyor. İşte isim isim Deniz Kuvvetleri'nde F tipi örgüt...
 Tertiplerle amirallerinin yarısının tasfiye edildiği Deniz Kuvvetleri’nde, aralarında 18 amiralin de yer aldığı F tipi yapılanmanın boyutları ortaya çıkmaya başladı

Balyoz, “Askeri Casusluk”, Amirallere Suikast, Poyrazköy, Kafes benzeri tertiplerle Deniz Kuvvetleri’ndeki 50 amiralin yarısı tasfiye edildi ve 300’ü aşkın subay hedef alındı.

Aydınlık; hemen hemen tüm yönetim kademesini yeniden şekillendirilen Deniz Kuvvetleri’deki F-tipi örgütü tespit etti.

60 kişiden 4’ü ‘baş imam’

18 muvazzaf amiralin yer aldığı 60 kişilik listede F-tipi tertiplerde görev alan 4 ‘baş imam’ olduğu öğrenildi. Deniz Kuvvetleri’nde ve TSK bünyesinde yürütülen çeşitli soruşturmalarda da listedeki 14 kişinin tertiplerde 1. derecede rol aldığı, 42 kişinin ise tertiplere dahil olduğu tespit edildi.

Aydınlık’ın edindiği bilgiye göre, Deniz Kuvvetleri’ndeki F-tipi örgütlenmenin başındaki 4 imamdan 1’i amiral, 2’si kurmay albay, 1’i ise TSK’dan atılmış bir binbaşı.

Rakamlar Deniz Kuvvetleri’ndeki F-tipi örgütlenmenin boyutunu da gözler önüne seriyor. Örgütlenme içerisinde 18 amiral, 9’u kurmay 13 albay, 2 astsubay, 1 emekli amiral, ordudan atılan veya emekli edilen 19 subay ile 7 astsubay yer alıyor.





Aydınlık

Cemaat operasyonunda gözaltına alınan Binbaşı tutuklandı

İzmir merkezli cemaat operasyonu kapsamında Eskişehir'de kaldığı otelde gözaltına alınarak İzmir'e getirilen Binbaşı Ö.G, tutuklandı.

İzmir merkezli 10 ilde cemaate yönelik düzenlenen ve hakkında "yakalamaya yönelik gözaltı kararı" verilen Binbaşı Ö.G. tutuklandı.

Ankara'da Milli Savunma Bakanlığı iç denetim biriminde görev yaptığı öğrenilen Deniz Mühendis Binbaşı Ö.G, soruşturmayı sürdüren başsavcıvekili Bato'ya ifade vermesi için İzmir'e getirildi.

Ö.G, savcılık ifadesinin ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi. İzmir 3. Sulh Ceza Hakimi Dilek Çeliktaş, ifadesini aldığı Ö.G'nin tutuklamasına karar verdi.

Altan: Bu adamın iktidarında, karşı olduğunu söylediği "askerî vesayetin” en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor

"O vesayetin asla tek başına gerçekleştiremeyeceği bütün hayalleri hakikat oluyor"

Ahmet Altan

Anlaşılmaz bir durumla karşı karşıyayız.

Ülkeyi, “anayasayı dinlemeyeceğini” açıklayan bir adam, anayasaya aykırı bir yöntemle tek başına yönetiyor.

Bizzat taraftarlarının açıkladığına göre “yargıyı kendine bağlamış”, devletin neredeyse her kademesine kendi adamlarını yerleştirmiş, onun birbirinin zıddı açıklamalarını hiç sorgulamadan benimseyip destekleyen bir medyası var, bir zamanlar başkanı olduğu partisi bir tür siyasi intihar eylemi gerçekleştirip kendisini bir “kul kalabalığına” dönüştürmüş, onunla aynı fikirde olmayanları canının istediği gibi ezebiliyor, üniversite yönetimleri ona biat edenlerce doldurulmuş, kızdığı iş adamlarının mallarına el koyabiliyor, muhalefet partileri garip bir teslimiyetle olup biteni sessizce izliyor dahası en kritik noktalarda onu destekliyor.

Böylesine büyük ve yasadışı güce sahip bu adamın iktidarında, o adamın bir zamanlar karşı olduğunu söylediği “askerî vesayetin” en çılgın fantezileri gerçekleştiriliyor, o vesayetin asla tek başına gerçekleştiremeyeceği bütün hayalleri hakikat oluyor.
Kürt şehirleri tanklarla toplarla yıkılıyor, insanlar bodrumlarda yakılıyor.

Kürt mahalleleri haritadan siliniyor.

Kürt milletvekillerinin dokunulmazlıkları toptan kaldırılıyor.

“Cemaatin” üyesi oluğundan kuşkulanılan bütün dindarlar işten çıkarılıyor, izleniyor, fişleniyor, hapsediliyor.
Askerlerin suç işleseler de yargılanmayacaklarına dair yasalar yapılıyor.

Generallerin yetkisi, sivil otoritenin yetkisinin önüne geçiriliyor.

Askerî vesayetin iktidarı yeniden ele almasının yolu yasalarla açılıyor.

İşte bunlar anlaşılmaz bir durum yaratıyor.
Neden “tek başına” iktidar olmuş gözüken bir adam, kendisinin en büyük düşmanı olarak görünen bir gücün bütün hayallerinin gerçekleşmesine önayak olur?

Buna mantıklı bir cevap vermek zor.

Ama bu “mantıksız” duruma çok benzeyen bir durum tarihte de yaşanmış.

1520’lerde İspanyol Hernan Cortes, Meksika’ya çıkmıştı adamlarıyla birlikte.
Yaklaşık 40 bin kişilik bir ordusu vardı.
Aztek İmparatorluğu’nun 200 bin nüfuslu başkenti Tenochtitlan'a geldi.
Azteklerin başında İmparator Montezuma bulunuyordu.
Aztekler elbette İspanyollardan çok daha kalabalıktılar.
Cortes akıl almaz bir hinlik yaptı.
Bir grup adamıyla birlikte İmparator Montezuma’nın sarayına gitti ve orada imparatoru esir aldı.
Ama esir aldığını söylemedi.
Cortes’in emirlerini dinlemeyecek olan Aztekler imparatorlarının emirlerini dinliyorlardı.
Cortes, istediği her şeyi imparator aracılığıyla gerçekleştirdi.
Bu da anlaşılmayan bir durumdu.
Neden Montezuma “esir” olduğunu söylemedi?
Neden sarayında bir esir olarak kaldı?
Neden İspanyolların her emrini yerine getirdi ve imparatorluğun yönetimini Cortes’e teslim etti?
İspanyolların kendisini öldüreceğinden mi korktu?
“Esir olduğunu” açıklamayı gururuna mı yediremedi?
Bazı Aztekler gibi Cortes’in “tanrı olduğuna” mı inandı?
Bunların cevapları bilinmiyor.
Bir süre sonra Aztekler, İspanyolların imparatorluğu ele geçirdiğini fark ederek ayaklandılar.
Büyük çatışmalar çıktı.
Montezuma’yı kimi iddialara göre  Cortes, kimi iddialara göre de onun ihanetini fark eden Aztekliler öldürdüler.
İmparatorluk karıştı ama sır çözülemedi.
Şimdi biz de benzer bir “sırla” yaşıyoruz.
Erdoğan’ın böylesine “muktedir” gözüktüğü, anayasayı çiğneyerek tek başına iktidarı ele geçirdiği bir dönemde askeri vesayetin bütün arzuları nasıl gerçekleşiyor?
Bunların hepsinin “emrini” Erdoğan vermiş gibi gözüküyor, açıklamaları o yapıyor… Ama baktığınızda bunların hepsi “askerî vesayetin” arzuları.
Türkiye’yi gerçekten Erdoğan mı “yasadışı” bir yolla yönetiyor?
Yoksa “yasadışı” bir başka güç mü Erdoğan’ı esir aldı?
“Anayasayı tanımayacağını” söyleyen Erdoğan bir başka gücün esiri olarak mı partisini ve ülkeyi yönetiyor?
İspanyollar kadar “ketum” olmayan ulusalcılar onun için mi “yurtseverler Erdoğan’ı ele geçirdi” diye övünüyor?
Ne oluyor?
Saray’da kim kimi yönetiyor?
“Montezuma’nın sırrını” şimdi de biz mi yaşıyoruz?
Var mı bunun cevabını bilen?
Ya da şöyle sorayım:
Var mı bu sırrın gerçeğini merak eden?

Askeri Araç Takla Attı: 3 Asker Yaralı

Erzincan'da askeri aracın takla atması sonucu biri astsubay üç asker yaralandı.

Askeri Araç Takla Attı: 3 Asker Yaralı

Kaza, bugün saat 20.00 sıralarında Erzincan-Sivas karayolunun 25 ’nci kilometresinde Heybeli köyü yakınlarında meydana geldi.
Sivas yönünden Erzincan istikametine geiden İsa Özder idaresindeki 24 AH 588 plakalı özel otomobil, önünde seyreden Haydar Araz yönetimindeki 724055 plakalı askeri aracı sollarken, dikkatsizlik sonucu yandan hafif şekilde çarptı.
Kontrolden çıkan askeri araç takla atarak ters şekilde durdu. Kazada askeri araçta bulunan Astsubay Ali Kararan ile erler Haydar Araz ve Muhammed Fidan yaralandı. Ambulanslarla Mengücek Gazi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ’ne kaldırılan yaralı askerlerin hayati tehlikelerinin bulunmadığı bildirildi. Kaza ile ilgili soruşturma sürdürülüyor.

BAŞIMIZ SAĞOLSUN

TSK
  • Adı Soyadı: Adem ALGIN
  • Rütbesi: J.Asb.Çvş.
TSK
  • Adı Soyadı: Orkun Alp ARSLAN
  • Rütbesi: J.Er

BAŞIMIZ SAĞOLSUN


TSK
  • Adı Soyadı: Kamil YELMEN
  • Rütbesi: İs.Asb.Kd.Çvş.
TSK
  • Adı Soyadı: Burak ERTEN
  • Rütbesi: Bkm.Asb.Çvş.
TSK
  • Adı Soyadı: Mustafa ALTINEL
  • Rütbesi: İs.Uzm.Çvş.
TSK
  • Adı Soyadı: Yunus YILMAZ
  • Rütbesi: P.Söz.Er
TSK
  • Adı Soyadı: Osman ER
  • Rütbesi: P.Er