25 Temmuz 2014 Cuma

Bayrak indirme olayı ile gündeme gelen Diyarbakır’daki 2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı lağvedilecek

10 Ağustos’ta ilk turu yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde toplanacak Yüksek Askeri Şûra’dan (YAŞ) Diyarbakır sürprizi çıkacak. Terörle mücadele görevinin yanı sıra, Irak ve Suriye sınırının kontrolünü de sağlayan Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Diyarbakır’daki 2. Hava Kuvvet Komutanlığı YAŞ ile birlikte lağvedilecek. 30 Ağustos’a kadar Hava Kuvvetleri’nin yeni merkezi Eskişehir olacak. Halen Eskişehir’de 1. Hava Kuvvet Komutanlığı ve Diyarbakır’da 2. Hava Kuvvet Komutanlığı şeklinde teşkilatlanan Hava Kuvvetleri, yeni komutanlığa “Muharip Hava Kuvvet Komutanlığı” adını verecek.

Komutanlığın başına ise bu şurada hava orgeneralliğe yükselecek bir isim getirilecek. Diyarbakır’daki 2. Hava Kuvvet Komutanlığı son olarak “Bayrak indirme olayı” ile gündeme gelmişti. Hava Kuvvetleri yeni teşkilat yapısına, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve “Açılım” çalışmaları devam ederken geçecek.

Filolar tek elden yönetilecek

Yeniden yapılanma ile birlikte ülke genelindeki av/ bombardıman filoları ile av/önleme filoları tek merkezden yönetilmeye başlanacak. 2003 yılında hayata geçen mevcut teşkilat şemasında Eskişehir’deki 1’inci Hava Kuvveti Komutanlığı’na 1’inci, 3’üncü, 4’üncü, 6’ncı ve 9’uncu Ana Jet Üs Komutanlıkları, 15’inci Füze Üs Komutanlığı ve 1’inci Hava Kontrol Grup Komutanlığı bağlı bulunuyor. Diyarbakır’daki 2’nci Hava Kuvveti Komutanlığı’nın emrinde ise 5’inci, 7’nci, 8’inci Ana Jet Üs Komutanlıkları, 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı ve 2’nci Hava Kontrol Grup Komutanlığı yer alıyor. Bu iki kuvvet tek elde birleşince daha etkin bir komuta kontrol kapasitesi kazanılacağı belirtiliyor. Yeniden yapılanmanın altyapısı ile ilgili olarak Eskişehir’deki faaliyetlerin son sürat sürdüğü belirtildi.

Oluşturulacak Muharip Hava Kuvvet Komutanlığı’nın başında ise orgeneral bulunacak. Bugüne kadar Hava Kuvvetleri kadrosunda yer alan iki orgeneralden biri Hava Kuvvetleri Komutanı olurken diğeri için koltuk aranıyordu. Harp Akademileri Komutanlığı’nın başına da genelde hava orgeneral getiriliyordu. Buranın dolu olması durumunda ise Genelkurmay İkinci Başkanı Yardımcılığı veya Hava Kuvvetleri Komutan Yardımcısı gibi koltuklar açılıyordu. Yeni yapılanma ile birlikte Hava Kuvvetleri’nin orgeneral kadrosu daimi bir koltuğa sahip olacak.

Müşterek harekât Ankara’dan

Eskişehir’deki komutanlık yurtiçi ve yurtdışı hava operasyonlarının planlaması ve icrasından sorumlu olacak. Kara ve Deniz Kuvvetleri ile gerçekleştirilecek müşterek harekatların planlamasını ise Ankara’daki Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan yapılacak. Hava Kuvvetleri böylece Deniz Kuvvetleri’ne benzer bir şekilde teşkilatlanmış olacak. Deniz Kuvvetleri’ndeki iki oramiralden birisi Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevini yerine getirirken diğeri Donanma Komutanı oluyor.

Uydu Komutanlığı kuruldu

Hava Kuvvetleri bu gelişmelere paralel olarak bir de Uydu Komutanlığı kurdu. İstihbarat ihtiyacını karasuyu ve hava sahası kısıtlaması olmaksızın, coğrafya ve iklim koşullarından bağımsız olarak, gece, gündüz ve her hava şartında elde etmeyi kendisine hedef olarak koyan Uydu Komutanlığı, envanterine giren Göktürk uydusunu işletiyor. 98 dakikada bir dünyanın etrafını turlayan Göktürk uydusu 2.5 metre çözünürlükle Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na istihbarat sağlıyor.

İlker Başbuğ Gülen cemaatine operasyonla ilgili ilk kez konuştu


Görevdeyken cemaat yapılanmasıyla ilgili Başbakan Erdoğan'a bir liste verdiğini ve bu listenin başında, şimdi gözaltında olan İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer'in olduğunu söyleyen Başbuğ, Yılmazer'in, "Başbuğ'un tututklanması talimatını Başbakan verdi" sözlerini ise "İnanmıyorum' diyerek değerlendirdi.


Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Star Haber Genel Yayın Yönetmeni Nazlı Çelik'in sorularını yanıtladı. Başbuğ, Emniyeti sarsan 'paralel yapı' operasyonu ile ilgili, "Bu gözaltılar sadece 17 ve 25 Aralık süreciyle mi ilişkili kalacak?" diye sordu.

Görevdeyken cemaat yapılanmasıyla ilgili Başbakan Erdoğan'a bir liste verdiğini ve bu listenin başında, şimdi gözaltında olan İstihbarattan Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer'in olduğunu söyleyen Başbuğ, Yılmazer'in, "Başbuğ'un tututklanması talimatını Başbakan verdi" sözlerini ise "İnanmıyorum' diyerek değerlendirdi.

''Paralel yapı'ya yönelik operasyonları izlerken neler hissettiniz?" sorusuna, "Karmaşık duygular içindeyim" yanıtını veren Başbuğ’un, çok konuşulacak röportajının ilk bölümü şöyle;

"ADİL YARGILANSILNLAR"

Nazlı Çelik: Türkiye ‘gözaltı dalgası’ deyimiyle Egenekon'da tanışmıştı. ‘Paralel yapı’ya yönelik operasyondaki gözaltıları gördüğünüzde ne hissettiniz?

İlker Başbuğ: Samimi olarak söylemek gerekirse, karmaşık ve tuhaf duygular içindeyim. Neden derseniz, bir tarafta Ergenekon, Balyoz, Odatv, Poyrazköy gibi davalarda önemli rol oynadıkları ifade edilen o günün polis şefleri gözaltında. Diğer taraftta, özellikle gözaltına alınma süreçlerinde yaşananlara bakarsanız, insanı tedirgin eden bir durum. İnsanı çok mutlu eden görüntüler değil. Tabi şunu da ifade etmek lazım, ‘efendim bu görüntüler daha önce de yaşandı’. Evet ama, daha önce yaşanan yanlışlıklar bugünün yanlışlıklarına mazeret olmamalı.

Dolayısıyla ben gerçekten karmaşık düşünceler içindeyim. Hatırlarsınız, 7 Mart 2014 günü cezaevinden çıkarken, ‘Bizlere gerçekten büyük haksızlık, büyük zulüm yapıldı. Ama, bütün bunlara rağmen biz hiçbir zaman intikam ve kin duyguları içinde değiliz' demiştim. Ama bir isteğimiz var. TSK'ya karşı yapılan, yaşatılan bu komploların mutlaka planlayıcılarının, icracılarının ve destekleyicilerinin bulunup adalet karşısına çıkarılarak adil yargılanmasını istiyoruz. Bizim isteğimiz bu.

NÇ: Başbakan operasyonun genişleyebileceğini söyledi, bundan sonraki süreçle ilgili ne düşünüyorsunuz?

İB: Süreci takip ediyoruz. Aslında ilk sorunuzun devamı olarak bir noktaya değinmek isterim. Ben 6 Ocak 2012 günü tutuklanmıştım. Tutuklanmamdan önce benim hakkımda 4 Ocak 2012 tarihli bir tespit raporu hazırlanıyor. Bu raporu hazırlayan, şu anda gözaltına alınanlardan biri. Rapora bakıyoruz 41 sayfa. Sonra, savcının benimle ilgili hazırladığı iddianameye bakıyoruz, 39 sayfa. Bu da işin bir garip yönü. Yani hep söylendi ya, ‘polisler raporları hazırladılar’ diye. Tespit tutanaklarını hazırladılar ve bunlar adeta iddianameye dönüştü. Bu da bir noktada insanı gerçekten düşündürüyor.

Sorunuzla devam edersek, salı günü gerçekten büyük boyutta emniyet güçlerine yönelik gözaltı olayları yaşadık ve devam da ediyor. Şimdi burada önemli olan soru bence şu: Salı günkü gözaltıların amacı ne? Acaba bu gözaltılar sadece 17 - 25 Aralık süreciyle mi ilişkili olacak ya da daha açık bir deyimiyle bu gözaltılar 17 - 25 Aralık süreciyle mi sınırlı kalacak. Bu tabiki doğru ve uygun yaklaşım olmaz. Ben böyle düşünüyorum.

Bizim düşüncemiz, arzumuz ve isteğimiz, başta da ifade ettiğimiz gibi, bu gözaltına alınan emniyet mensuplarının büyük bölümünün silahlı kuvvetlere karşı yürütülen komplo davalarında rol aldığını görüyoruz...

"17-25 ARALIK’LA SINIRLI KALMAMALI" 

NÇ: Siz bu mücadelenin neresindesiniz?
İB: Biz şunu istiyoruz. Silahlı kuvvetlere karşı işlenen komploların müsebbibleri de ortaya çıkartılsın ve yargılansın. Bu konuda atılacak adımların yanında oluruz. Gayet tabi buna karşı pozisyon almamız söz konusu değil. Yanında olmamız ve desteklememiz lazım, bunda hiç tereddüt yok.
Bu soruşturmalar, 17 - 25 Aralık olaylarıyla sınırlı kalmamalı. Bu fevkalade yanlış olur. Bu arada yeri gelmişken şunu söylemekte yarar var. Biz Türkiye'de her olayda olduğu gibi bu olayda da toplama bakıyoruz. Siyah - beyaz gözlüğüyle bakılıyor. Artık siyah - beyaz gözlüğüyle bakmaktan vazgeçmeliyiz. Ne demek mi istiyorum. Diyorum ki; önümüzdeki süreçte TSK'ya karşı yapılanların planlayıcıları, icracıları, destekleyicileri adalet karşına çıkarılsın. Bunun yanında, iddia edildiği gibi 17 -25 Aralık sürecinde de komplolar yapılmış ise, bu komplonun müsebbibleri de ortaya çıkarılsın, yargı karşısına çakırılsın.
Ama bunun yanında, 17-25 Aralık sürecinde ileri sürelen ididalar da incelensin, bunlar da açıklığa kavuşturulsun. Dolayısıyla olaya bir bütün olarak bakmak lazım. Sadece kendi açınızdan baktığınız takdirde, siyah ya da beyaz görüyorsunuz. Anlatmak istediğim bu.

"RAPORLARDA YER ALIYORDU" 

NÇ: TSK’ya yönelik yapılan tüm operasyonlarda ‘paralel yapı’ ya da cemaat hep dillendirildi. Siz ‘paralel yapı’yı ne zaman tehdit olarak gördünüz?

İB: MİT'in, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün istihbarat raporlarına baktığınız zaman, cemaatle ilgili bilgiler son yıllara kadar yer alıyordu. Biz bunları görüyorduk. Bu raporlarda yer aldığına göre risk ve tehdit olarak görülüyordu. Dolayısıyla bu durum yeni bir şey değil. Yıllarca görülen ve yaşanan bir durum.
Ben hep şunun altını çizmek istiyorum, milli ordu. TSK milli ordudur ve milli ordu niteliğine zarar verecek her türlü risk ve tehditle mücadele etmek komutanların görevidir. Milli ordu dediğimiz zaman da, hep söylediğim gibi; ne etnik farklılıklar ne mezhep farklılıkları olmamalıdır.
Demek ki devlet cemaati risk olarak görmüş. Son yıllar hariç, MİT ve EGM raporlarına bakarsınız maddelerden biri cemaatle ilgilidir. Benim Genelkurmay Başkanlığı dönemimde üzerinde durduğum konu, milli ordudur. Milli orduda ne etnik ne de mezhepsel ayrımcılık vardır. Dışarıdan gelecek her türlü tehditlere karşı mücadale etmek komutanların görevidir. Bu nedenle, özellikle Genelkurmay Başkanı olarak 14 Nisan 2009'daki yıllık değerlendirme toplantısında cemaat konusuna açıkca değinmiştim.

"BAŞBAKAN’A LİSTE VERDİK" 

NÇ: Genelkurmay Başkanılığı döneminde Başbakan ile yakın çalıştınız. ‘Paralel yapı’yla ilgili Başbakan ile paylaşımınız oldu mu?
İB: TSK'ya karşı yargı ve polis yoluyla yürütülen operasyonları yaşamaya başlayınca, bu operasyonun arkasında kimlerin olduğunu imkanlarımız dahilinde araştırmaya çalıştık. Çeşitli yerlerden aldığımız bilgiler, özellikle bu kompla operasyonunun arkasında emniyetteki bazı polis şeflerinin olduğunu gösteriyordu. Çeşitli kanallardan aldığımız bilgiler dahilinde, emniyetle ilgili bir liste hazırladık. Tabi düşünce ve endişelerimizi birkaç defa sayın Başbakan’la paylaştım. Ve bu polislerle ilgili kendisine bir liste verdik. Hatırladığım kadarıyla, bu listenin başında da, Ali Fuat Yılmazer var. Kendisi aldı, ilgileneceğini söyledi. Sonuç alamadık, gelişme olmadı.

NÇ: ‘Daha fazlası yapılabilirdi’ diyor musunuz? 

İB: Evet yapılabilirdi. Bu polis şeflerinden bazıları Ahmet Şık ve Nedim Şener olayından sonra görevden alındı. Bunlar daha önce görevden alınabilirdi.

NÇ: Cezaevinden çıktıktan sonra Başbakan ile yüzyüze görüştünüz mü? 

İB: Cezaevinden çıktığım akşam Sayın Başbakan beni aradı, telefonla görüşmemiz oldu. Bu görüşme esnasında, bir zaman diliminde benimle görüşmeyi azru ettiklerini söylediler. Ama bu görüşmenin gerçekleşmesi açısından karşı tataftan bir talep olmadı.

"BAŞBAKAN NET BİR TAVIR ALMADI"

NÇ: Geriye dönüp baktığınızda, bir kırgınlık, kızgınlık var mı? 

İB: Kimseye karşı kırgın olduğumu ifade edemem. Ancak, TSK komutanlığı yapmış biriyim. Dolayısıyla, TSK boyutuyla baktımda bizi rencide eden çok önemli konular var. Bunlardan bir tanesi, Genelkurmay Başkanı’na terör örgütü yeneticisi denmesi. Benim gibi yaptıkları çok ortada olan, sözleri ve davranışları herkes tarafından bilenen bir kişiye, darbeci denilmesi beni çok rahatsız ve rencide etti.
İki sene Kara Kuvvetleri Komutanlığı, iki sene Genelkurmay Başkanlığı yaptım. Özellikle Genelkurmay Başkanlığı döneminde neredeyse her hafta Sayın Başbakan’la bir araya geldik. Bana ‘siyasiler arasında sizi en yakıyan tanıyan kimdir?’ diye sorulsa, Sayın Başbakan'ın tanımış olmam gerekir derim. Ben 26 ay tutuklu kaldım, az bir süre değil.

NÇ: Sayın Başbakan, sizin tutuksuz yargılanmanız konusunda defalarca açıklama yaptı... 

İB: Tutukluluk durumuma karşı net tavır aldı, bunda hiçbir tereddüttüm yok ancak bu tutukluluk 26 ay sürdü ve Sayın Başbakan bu süreçte, özellikle benim ve karargahımın darbeci olarak nitelenmesine karşı net bir tavır almadı. Burada da net bir tavır almasını beklerdim.

Tutukluluk konusunu sordunuz, o konuya da açıklık getirmek lazım. Tutukluluğum polemik konusu yapıldı. Buna da bir açıklık getirelim. Ali Fuat Yılmazer'in açıklamaları oldu yakın bir zamanda. Ben 6 Ocak 10212 günü tutuklandım, cuma günü. Ben tutuklanacağımın haberini bir hafta önce aldım. Bir kaynak tarafından bilgi geldi, genellikle sağlıklı bilgilerdir ve doğru da çıktı. Bazı çevreler tutuklanmama bir hafta önce karar vermiş.
Ali Fuat Yılmazer'in benim tutuklanmamla ilgili açıklamaları var, bunların üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Ali Fuat Yılmazer, ‘Başbuğ ile ilgili Başbakan talimat verdi’ dedi. Yani tutuklama talimatını Başbakan’ın verdiğini söyledi...

‘Başsavcıvekili telaşlanarak bana geldi, böyle birşey var; benim ne yapmam lazım diye bana sordu. Dosya gereği neyse onu yapın dedim’ dedi. Bu konuşmalardaki ifadeler gerçekten çok vahip. Bir gerçeği ortaya çıkarıyor. Yani savcı, tutuklama kararı verip vermeden önce gidip emniyet mensubuna soruyor. Siz şimdi bunu nereye oturtacaksınız. Gerçekten çok vahim. Polis müdürüne sorması üzerine daha fazla söylenecek birşey olacağını düşünemiyorum. Hukuk yerle bir edilmiş, daha ne konuşacağız, ne söyleyeceğiz...
Başbakan Ali Fuat Yılmazer'in açıklamalarını hemen yalanladı. ‘A’dan z'ye kadar yalan’ dedi. Daha sonra bana getirenen bilgiler işığında Başbakan'ın benim tutuklanmama yönelik böyle talimat verdiğine de inanmıyorum.

"TARİHLER YALAN SÖYLEMEZ"

NÇ: Bugün TSK’ya karşı komplaları daha iyi anladığınızı söyleyebilir misiniz? 
İB: Kesinlikle. Komplodaki bazı köşe taşlarını dikkate sunmakta yarar var. Şöyle ifade etmeye çalışacağım. Tarihler yalan söylemez. tarihleri karşınıza koyun, olayları daha iyi anlıyorsunuz. Olayların içindeyken fark edemiyorsunuz. 9 Kasım 2002'de Şemdinli olayı var, Ergenekon'un ön prototipi. 2006 yılına geliyoruz, Cumhuriyet Gazetesi’ne el bombası. 3 sefer peşpeşe. Niye bu önlenemedi? 17 Mayıs'a geliyoruz, Danıştay cinayeti. Danıştay’ın hemen akabinde Atabeyler. Suikast kime, Başbakan'a. 2007 önemli yıl; Hrant Dink olayı. Ben aynı kanaati taşıyorum, cinayetteki parde arkasının açıklığa kavuşturulması gerek. Sabri Uzun, dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı. ‘Bilgi, rapor bana iletilmedi’ diyerek Ali Fuat Yılmazer'i suçluyor..."

22 Temmuz 2014 Salı

TSK Açıklaması


Kozmik odayı nasıl arattı?

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla başlayan süreç birdenbire TSK'nın en gizli bilgilerinin bulunduğu 'Kozmik oda'ya uzanıverdi. İşte TSK'nın duştüğü tuzağın ayrıntıları. Gazeteport yazarı Mete Yarar sordu, İlker Başbuğ yanıtladı.

 21 Aralık 2009 tarihinde Ankara’nın kulislerine bomba gibi bir haber düşmüştü. İki  subayın dönemin Başbakan yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişiminde bulunacağı ifade ediliyordu. Şahıslar Çukurambar bölgesinde bir araç içinde yakalanmışlardı. Biri Albay, diğeri Binbaşı olan personelin üzerinden Bülent Arınç’a ait adresin yazılı olduğu kağıt çıkmış ve gözaltına alınan Albayın bu kağıdı yutmak istediği söylenmişti. Personelin Özel Kuvvetlere bağlı Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığında  çalıştıkları ifade ediliyordu. Daha sonraki günlerde olayı soruşturan savcı, şahısların görev yaptıkları askeri birlikte arama yapmak istedi. Binada kozmik bir oda olmasıyla beraber kızılca kıyamet koptu. Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’du.
 
Sizlere kısa hatırlatmadan sonra kozmik odayla ilgili sorduğum sorulara geçebilirim.
 
-Görev yaptığınız dönemle ilgili en çok eleştirildiğiniz konulardan biri de “kozmik odaya” giriş iznini vermiş olmanız. Bunu bir milat olarak ifade eden bazı çevreler var. Olumlu görenler artık TSK’nın girilemeyen yerinin olmadığı ve hukukun galip geldiğini söylediler. Farklı bir kesim ise, her kurumun gizliliği olduğu ve bunun hukukun üstünlüğü ile anlatılamayacağını dile getirdi. Siz bu gün o kararını nasıl buluyorsunuz? Bugün olsa izin verir miydiniz?

-Bugün bir kez izin vermezdim. İnan beş kez izin verirdim.
 
-Anladığım kadarıyla hata yaptığınızı düşünmüyorsunuz.
-Çok net söylüyorum beş kez izin verirdim diye. Çünkü bu kararımın ne kadar doğru olduğunu daha sonraları önüme iddianameler getirildiğinde çok daha net bir şekilde anladım. Ben kozmik odanın kapısını açarak o gün oynanmak istenen oyunu bozduğumuzu, bugün çok daha iyi anlıyorum.
-
-Bu yaşananlar bir oyun muydu sizce?
-Hiç şüphe yok. Süreci size başından sonuna anlattığımda sizlerde çok daha iyi anlayacaksınız. Son yazdığım kitapta bu olaya değindim ama birkaç şeyi daha eklemek gerekiyor. Olayın yaşandığı tarihten çok uzun bir süre önce karargahtan bilgi sızdıran bir kurmay albayla ilgili bir istihbarat bilgisi gelmişti.
 
-Bu bilgi  size nasıl ulaştı? 
-Direkt şahsıma çok güvendiğim bir kaynaktan geldi. Bu şahsın izlenmesine karar verdik. 
 
-Görevi neden bu birime verme gereği hissettiniz?
-Uygun birim onlardı ve başarılı bir personel kadrosuna sahiptiler. Personel bu şahsı takibe alarak irtibatlarını çözmeye çalıştı. İşin ilginç yanı bu arkadaşların son görev günüydü.
 
-İddialardan biri personelin Özel Kuvvetler Komutanı’na bu görevin yanlış anlaşılmaya yol açabileceğini söyledikleri ve iptalini istedikleri yönünde. İzlenen personelin siyasetçilerinde oturduğu bir muhitte oturduğu ve bölgede fazla polisin olması nedeniyle şüphe çektiklerini söylemişler.

-Açıkçası, bana bu konu ile ilgili böyle bir bilgi iletilmedi. 
 
-Olayı siz bir komplo olarak değerlendirmiştiniz sizce hangi maddi deliller bunu destekliyor?
-İhbar ABD’den direkt terörle mücadele birimine yapılıyor. İhbarın içeriği; iki arabanın içinde bulunan iki kişinin,  Bülent Arınç’a suikast düzenleyeceği yönünde. O günler de DHKP-C’nin eylem yapacağı hassas tarihlerden birisi. Ama işin en tartışmalı tarafı olaya müdahale edenlerin terörle mücadele ekiplerinin değil başka bir bağımsız ekip olması.
 
-Bunlar sizce komplo için yeterli mi?
-Görevin o gün sona erdirilecek olması, polis ihbar hattı yerine ilgili birimin aranması ve başka bir birim tarafından gözaltı işleminin yerine getirilmesi gibi durumlar da var. Ama bizi rahatsız eden başka bir konunun olması. Arama sırasında olay yerine gelen ekip, araba içindeki personelin asker olduğunu bilmiyor. Onları terör örgütü mensubu zannediyorlar. Göz altı sırasında da kimin koyduğunu bilmedikleri bir kağıt parçası albayımızın cebine konuyor.
 
-O zaman adres yazılı kağıt olayı doğru. Peki kağıdın yutulma olayı doğru mu ?
 
-O, benim arkadaşlara kızdığım tek konu. Albayımız kağıdın cebine koyulduğunu fark ettiğinde bunu yüksek sesle deşifre etmek yerine, imha etmenin doğru bir şey olacağını düşünüyor. Bu benim anlatmakta zorlandığım tek konuydu.
 
Sohbetin burasında olayın garipliği karşısında, bu kadar eğitimli personel aylardır gittikleri yeri muhtemelen “hatırlamak” için kağıdın üzerine hem kişinin ismini hem de adresi yazmışlardır(!) demek geliyor içimden ama susmayı tercih ediyorum. Sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz Sayın Başbuğ ile.
 
-Kitabınızda sonraki süreci açıkça anlatmışsınız oradan ayrıntıları okuyabilirler. Benim soracağım bu olayın ardından Sayın Başbakan veya Bülent Arınç size bir şey sormadılar mı?
-Açıkçası Bülent Arınç’la  bu konuyu hiç konuşmadım. Olay yaşandığında Sayın Başbakan yurt dışındaydı. Önce telefonla daha sonra da yurda dönünce de yüz yüze görüştük. 
 
-Kozmik Oda’nın aranması ile ilgili olarak asıl kararı kim verdi?
 
-Önce dönemin Kara kuvvetleri komutanı Işık Koşaner ile konuyu kendi aramızda istişare ettik. Işık Paşa Özel Kuvvetlerde çalıştığından Kozmik Oda’ya girilmesinin sonuçlarını bir de onun ağzından dinlemek istedim. Ardından Sayın Başbakan’a durumu arz ettik. Olumlu ve olumsuz yönlerini arz ettikten sonra kararı kendisi verdi.
 
-Bu görevlendirme konusunda bir hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?
 
-İçimizden dışarıya bilgi sızdıran personelin vasfı ne olursa olsun onu bulmak bizim görevimizdir.
 
-Ankara Bölge Başkanlığı’nın kozmik odasının seçilmesinin bir rastlantı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
 
-Şimdi bunun bir rastlantı olmadığı zamanla daha net bir şekilde görüldü. Asıl hedefin Gölbaşı’ndaki Özel Kuvvetler Komutanlığı olduğunu düşünüyorum.
 
YARIN: BALYOZ’UN ARKASINDAKİ KÖSTEBEKLER VE PEK ACAYİP ZAMANLAMALAR

Suriye sınırında silahlı çatışma: 2 şehit 1 ağır yaralı

Suriye sınırında silahlı çatışma: 2 şehit 1 ağır yaralı
Suriye sınırından Ceylanpınar'a girmek isteyen silahlı grupla askerler arasında çıkan çatışmada 2 asker şehit oldu, 1 asker ağır yaralandı. Silahlı grubun Türkiye'ye neden girmek istediği henüz bilinmiyor.

Olayın hemen ardından açıklama yapan Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük, "Suriye tarafından Rasulayn'dan silahlı unsurların geçiş yapmaya çalıştığını bizim sınır birlikleri farkına vardı. Silahlı çatışma çıktı ve maalesef bir Mehmetçiğimiz şehit oldu, 2 Mehmetçiğimiz yaralandı" dedi. Ancak Vali’nin bu açıklamasından bir süre sonra, yaralı askerlerden biri daha hayatını kaybetti ve olayda ehit olan asker sayısı ikiye çıktı.


SURİYE’YE KAÇTILAR
Ceylanpınar'ın Suriye sınırındaki Altıntepe Köyü'nde, dün gece saat 21.30 sıralarında sınırı yasadışı geçmeye çalışan bir grubu fark eden askerler, gruba 'dur' ihtarında bulundu. İhtara uymayan grup, yanlarındaki silahlarla askerlere ateş açtı. Açılan ateşe, sınır hattındaki askerlerde ateş açarak karşılık verdi.

Çatışma çıkması üzerine silahlı grup, tekrar Suriye'ye döndü. Bu sırada kurşunların hedefi olan askerlerden Adem Dövüşken, Yiğit Şahan ve Berat Sağırkaya yaralandı. Yaralı askerler, hemen çağrılan ambulanslarla Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Acil serviste tedaviye alınan yaralılardan er Adem Dövüşken, doktorların çabasına rağmen kurtarılamayarak şehit oldu. İlk müdahalesi yapılan Yiğit Şahan, Şanlıurfa Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'ne, Berat Sağırkaya ise Viranşehir Devlet Hastanesi'ne sevk edildi.


HELİKOPTERLE GAZİANTEP'E GÖNDERİLDİ
Viranşehir Devlet Hastanesi'nde tedaviye alınan Berat Sağırkaya hayati tehlikesi bulunduğu gerekçesiyle 20'nci Zırhlı Tugay Komutanlığı'ndan gelen helikopterle Gaziantep'e sevk edildi. Ancak Berat Sağırkaya da tedavi gördüğü hastanede kurtarılamayarak şehit oldu. Böylece çatışmada er Adem Dövüşken'in ardından şehit sayısı 2'ye yükseldi. Diğer yaralı asker Yiğit Şahan'ın tedavisi ise Şanlıurfa Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi'nde sürdürülüyor.


VALİ: SALDIRGANLARIN ZAYİATLARI ÇOK
Viranşehir Devlet Hastanesi'ne gelerek yetkililerden bilgi alan Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük, çıkışta gazetecilere açıklama yaptı. Küçük, "Saat 21.30 civarlarında Ceylanpınar'a 10-15 kilometre uzaklıktaki Altıntepe Köyü'nde, Suriye tarafından Rasulayn'dan silahlı unsurların geçiş yapmaya çalıştığını bizim sınır birlikleri farkına vardı. Bu farkına varma sonucunda silahlı çatışma çıktı" dedi.

Sınırı geçmeye çalışan gruptakilerin çok zayiat verdiğini söyleyen Vali İzzettin Küçük, "Silahlı çatışma sonucunda pek çok zayiatın olduğunu biliyoruz. Yaralılarımız için dualar ediyoruz. Herkesin dua etmesini istiyorum" diye konuştu.

Silahlı grubun geçiş amacının belirlenmesi için çalışma başlattıklarını açıklayan Vali Küçük, "Silahlı unsurlar olduğunu biliyoruz. Bunların ne tür amaçla sınırı geçmeye çalıştığını tespit etmeye çalışıyoruz. Sınır komutanızım da burada, onlarda inceleme yapıyorlar. Olay henüz taze ve sıcak bir hadise. Silahlı grupların amacı, geçme nedenleri nedir tabi ki inceleniyor, değerlendiriliyor" diye bilgi verdi.


ŞEHİT ASKER MERSİNLİ
Şehit Adem Dövüşken'in 21 yaşında ve Mersinli olduğu, yapılacak törenin ardından cenazesinin memleketine gönderileceği öğrenildi.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon Habertürk'e konuştu

"Malatya'da olacağımı bildikleri için o cinayeti denk getirmiş olabilirler"

hurşit tolon, zirve yayınevi katliamı, zirve yayınevi davası, tilman geske, suzanne geske, malatya, kübra par, röportaj
ÖZEL RÖPORTAJ: Kübra PAR / HABERTÜRK
FOTOĞRAFLAR: Ayhan Yıldız

NEDEN KONUŞTUM?

Bundan tam dört ay önce Malatya'daki Zirve Yayınevi katliamında öldürülen Alman Asıllı Tilman Geske'nin karısı Suzanne Geske ile röportaj yapmıştım. Tutukluluk süresini 5 yıla indiren yasal düzenlemeyle Malatya'daki korkunç cinayeti işleyen 5 sanık tahliye edilmişti ama cinayetin arkasında olduğu iddia edilen Hurşit Tolon hâlâ cezaevindeydi. Suzanne Geske Hurşit Tolon'un suçlu olduğuna ve mahkemede yalan söylediğine inanıyordu, "katiller ordudan emir aldı" diyordu. O gün Hurşit Tolon ile konuşmayı aklıma koymuştum.

Gayrimüslimlere yönelik saldırıların arkasında TSK içinde kurulmuş bir gizli örgütün parmağı mı vardı? Tolon'un cinayetin işlendiği gün Malatya'da olması tesadüf müydü? Geçtiğimiz haftalarda sessiz sedasız tahliye olan Tolon Paşa ile İzmir'de buluştum, cinayet gününü ve sonrasını tüm ayrıntılarıyla anlatmasını istedim...

Zirve yayınevi cinayeti emrini sizin verdiğiniz iddia ediliyor...

Bu menfur cinayet 18 Nisan 2007'de işlendi ve failleri olay yerinde suçüstü yakalandı. Yargılandılar ve hüküm giydiler. Olaydan üç buçuk yıl sonra, günümüzde artık yaptıkları deşifre olmuş bir grup Emniyet ve Yargı Mensubu; kırk ayaklı Ergenekon kumpasının bir ayağını da Malatya'ya taşıyıp, beni somut hiçbir delil olmamasına rağmen, bu menfur cinayet ile irtibatlandırmaya çalıştılar.

Cinayetlerin işlendiği gün neden Malatya'daydınız?

Olaydan yaklaşık bir ay önce Prof. Fatih Hilmioğlu aradı ve üniversitede konferans vermem için Malatya'ya davet etti. Daha önceden tanışmıyorduk, konferans içeriğini belirlemek üzere birkaç kez kendisi ile telefonda konuştuk. Konferansı 18 Nisan'da yapmamızı teklif etti, ben de kabul ettim. 17 Nisan 21:30'da eşimle birlikte Malatya havalimanına indim. O sırada ordu komutanı olan Hasan Iğsız ve Malatya Üniversitesi Rektörü eşleri birlikte bizi havalimanında karşıladılar.

Cinayet saatinde neredeydiniz?

Dakika dakika anlatayım... Havalimanından ayrıldıktan sonra akşam yemeği için Orduevine gittik. 6 kişilik yemeğin fotoğrafları mevcut. Sonra istirahate çekildik, Orduevi'nden hiç ayrılmadım. Sabah Hasan Iğsız ve eşiyle birlikte yine Orduevi'nde kahvaltı ettik. Hasan Iğsız, askeri teamüller uyarınca Ordu Karargahındaki karşılama törenine hazırlanmak için yanımızdan 5-10 dakika erken ayrıldı. Ben de, peşinden ordu karargâhına gittim. Karşılama töreninden sonra şeref defterini imzaladım. 1 saat kadar sohbet ettikten sonra konferans için üniversiteye gittim. Önce yemek yedik sonra saat 14'te konuşma için kürsüye çıktım. Saat 16.30'da konuşmam bitti. Kampüs içindeki yemek salonuna geçtik. Hasan Iğsız, kurmay başkanı ve eşlerimiz geldi. Hep birlikte yemek yedik. Akşam 20.00 gibi bizi havalimanına uğurladılar. Savcı bu cinayeti önceden bildiğimi, olayı yerinde izlemek için Malatya'ya gittiğimi öne sürüyor...

Cinayet saati kaç?


Dosyadan anladığım kadarıyla öğlene doğru işlenmiş.

Siz saat kaçta duydunuz?

Saat 18 civarı akşam yemeği esnasında duydum.

O saate kadar duymamanız biraz garip değil mi?

Üniversitedeydim. Akşam yemeğinde rektör " Üç yabancı öldürülmüş" dedi. Biz, ilk etapta üç turist öldürüldü zannettik.

Peki 3 buçuk yıl sonra ne oldu da, cinayetlerden sorumlu tutuldunuz?

Cinayet 18 Nisan 2007'de işlendi. 24 Aralık 2010'da bir gizli tanık Zekeriya Öz'e ifade verdi. Kod adı Deniz Uygar, asıl adı İlker Çınar olan bu şahıs, Hurşit Tolon tarafından TUSHAD adında bir teşkilat kurulduğunu ve yönetildiğini, kendisinin de bu teşkilatta çalıştığını iddia etti.

TUSHAD'ın açılımı nedir?

Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi'ymiş.

Kendisi nasıl katılmış?

Güya Kara Kuvvetlerine gizli belgeler getirip götürüyormuş. Kara Kuvvetlerine gittiğinde böyle bir gizli teşkilatın kurulacağını duymuş, müracaat etmiş, hemen kabul etmişler. İlker Çınar isimli bu şahıs, her ifadesinde bambaşka şeyler anlatıyor. "Ordudan atılmadım" diyor, atıldığı ortaya çıkıyor. "Hapis yatmadım" diyor, yattığını kanıtlıyoruz. Üstelik sözde TUSHAD isimli gizli teşkilat için çalıştığını iddia ettiği dönemde hapiste olduğu da anlaşıldı. Ayrıca Ergenekon olarak bilinen davanın sanıklarından Levent Ersöz'ün Güvercinlik'te kendisini misyoner olarak eğittiğini iddia etti. Oysa, Jandarma Genel Komutanlığı'nca dosyaya gönderilen resmi yazıya göre Levent Ersöz Güvercinlik'te hiç görev yapmamış. Askeri mahkeme dosyasında, sicil raporuna bu adamın yalancı, sahtekar, menfaatçi olduğunu kaydeden Mahir Akça isimli bir bölük komutanı yeni mahkeme tarafından dinlendi, "45 yıllık askerlik hayatımda böyle problemli bir adam görmedim" dedi. Bir de yakın arkadaşının defterine yazdığı "Biz uzaydan kovulmuş birer uzaylıyız aklımız her türlü muzur işe çalışır, gün gelecek uzaylı dostlarımız bir UFO gönderip bizi alacak" gibi saçma beyanları var! Bu güne kadar birbiriyle çelişen 15 farklı ifade verdi. Hepsi düzeltmeler ve çelişkilerle dolu. Aldığı bilgiler ve kendisine öğretilenlerle, her seferinde bir önce verdiği ifadedeki açıkları kapatmaya, çelişkileri gidermeye çalıştı. Bu adam tedarik edilmiş bir müfteri! Önce gizli tanık, sonra tanık, şimdi de sanık oldu.

Peki, orduda böyle gizli daireler var mıdır normalde?

TSK'da hiçbir zaman gizli daire olmaz çünkü her kuruluş Genelkurmay Başkanlığı'ndaki Plan Harekat dairesindeki kuruluş defterine kayıtlıdır ve Genelkurmay Başkanının onayıyla kurulur. Hem Genelkurmay bilmeyecek, hem Kara Kuvvetleri bilmeyecek, hem Özel Kuvvetler bilmeyecek, mümkün değil.... Tüm resmi makamlar ve MİT TUSHAD diye bir kuruluş olmadığını mahkemeye defalarca bildirdi. Ayrıca bir ayrıntı söyleyeyim; TSK'da adı Türkiye ile başlayan hiç bir alt birim olmaz; çünkü kuruluş kanununa aykırıdır. Hareket Dairesi de olmaz. Bunlar, uydurma isimler.

İlker Çınar'ın Zirve Cinayeti ile ilişkisi nedir tam olarak?

Bu şahıs, ordudan atıldıktan sonra Hristiyan olmuş ve Efes'teki bir papaz okuluna gitmiş. Tarsus'ta 10-15 kişilik bir kilise kurmuş. Sonra Türkiye'deki Hristiyan faaliyetlerini yürütenlerle arasında bir problem doğmuş ve onlardan kopmuş. 30 Ocak 2005'te Hulki Cevizoğlu'nun programına başında bir kese kağıdıyla çıkmış, Türkiye'de misyonerlik yapanlara verip veriştirmiş. O programdan sonra Tarsus'ta kimliği açığa çıkmış. Jandarma bu adamı para karşılığı haber elemanı olarak kullanmış. Hristiyan olduğu bilindiği için Malatya'daki cinayetten sonra bilgisine başvurmak için çağırmışlar, "hiç kimseyi tanımıyorum, bilgim yok" demiş ama 2010'da Zekeriya Öz'e gidip malum ifadeyi vermiş.

Cinayet emrini, o mu vermiş?


Hayır, Malatya'daki jandarmaların, onları etkilediğini ileri sürüyor.

Asıl amaç neymiş?


Bu şahsın iddiasına göre menfur cinayeti işletenlerin esas amacı AK Partiyi karalamak, Fethullah Gülen Cemaati'yle ilgili olumsuz düşünce yaratmak ve Ramazan Akyürek'i suçlamakmış. "6-7 Eylül olaylarından başlayarak Türkiye'deki tüm toplumsal olayları, Çorum, Kahraman Maraş, Gazi mahallesi, 1 Mayıs Taksim, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok gibi faili meçhul cinayetleri, Eşref Bitlis suikastı bu çok gizli teşkilat yaptı. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve E-muhtıra... Hepsi teşkilatın işidir. Bu Ergenekon örgütüdür" diyor.

ZİRVE CİNAYETİNİN ARKASINDA PARALEL YAPI VARDI

Peki, sizce Zirve cinayetinin arkasında kim vardı?


Çok net, paralel yapı vardı. Dış mihraklı grupların da destek verdiği inancındayım.

Cinayet günü, Malatya olmanız tesadüf mü? İleride sizi bu olaya dâhil etmeye göre ayarlanmış olabilir mi?

Bu bir soru işareti olarak ortada duruyor. O gün orada olacağımı bildikleri için cinayeti o güne denk getirmiş olabilirler. Çünkü, benim o tarihte Malatya'da konferans vereceğim aylar öncesinde yerel basında ve üniversite kampüsünde duyurulmuştu.

Özel yetkili mahkemeler kapatıldı. Yeni yargılama sürecinin adil olacağına inanıyor musunuz?

Umutlu olmak istiyorum. Adalete olan inancın derinden sarsıldığı bir dönemde, mahkemenin ülkemizde hâlâ sağ duyu sahibi, fikri hür, vicdanı hür yargıçların olduğunu bizlere ve tüm kamuoyuna kanıtlamasını temenni ediyorum.

Balyoz, Ergenekon, Zirve... Sizce bütün bu davalarda zihniyetler mi yargılandı yoksa darbeler mi?

Hanımefendi, darbe olsaydı kokusu elli bin defa çıkardı. Balyoz denilen davada 350 kişi yargılandı, aralarında tek bir kişi çıkıp "evet, maalesef biz de hata ettik" dedi mi? Darbe girişimi olsaydı pişmanlıktan yararlanmak için mutlaka derdi! Düzmece bir senaryo ve yapay delillerle, TSK'nin şerefli emekli ve muvazzaf askerleri ile ülkemizin aydınları, gazetecileri, sivil toplum temsilcileri ve siyasileri karalanarak; toplum sindirilmeye çalışıldı.

CEZAEVİNDE DİZİ SEYREDİP, KATI YUMURTADAN MENEMEN YAPARDIK

Cezaevine konmak ağırınıza gitti mi?

Biz savaş koşulları için yetiştiriliyoruz ama eğilip bükülmeseniz de kendi ülkenizde, hukuk vasıta kılınarak tutsak edilmekten, daha ağır bir şey yoktur. Bunu hafızanızdan atamıyorsunuz.

Cezaevinde bir süre İlker Başbuğ ile birlikte kalmışsınız. Koğuşta günleriniz nasıl geçti?

Kuleli'deki okul günlerinden beri çok sevdiğim bir arkadaşım. Bol bol gazete okuyup televizyon, dizi seyrettik.

Hangi diziler?


İlker Paşa ile Karadayı, Güneş'i Beklerken ve Kuzey Güney'in müdavimiydik.

Temizlik, çamaşır gibi işler?

Büyük parçaları ailem yıkayıp getiriyordu. Çorap çamaşır gibi şeyleri leğende yıkıyordum.

Zor geldi mi?


Hayır, ben öyle şartlarda da yaşarım. Ben kendi işini görmeye küçük yaşında alışmıştım, çamaşır da yıkarım, ütü ve yemek de... Zaten cezaevinde yemek benim sorumluluğumdu.

Koğuşta yemek mi pişiriyordunuz?

Cezaevinin dağıttıklarından yeni yemek üretiyordum. Mesela haşlanmış yumurtayı rendeleyerek kaynayan suyun içinde benmari usulü omlet, menemen gibi şeyler yapıyordum.

İlker Başbuğ ne yapıyordu?

Cezaevinde ortak yaşamın gereğini yine birlikte yerine getiriyorduk. İlker Paşa bulaşıkta durulama işini iyi yapardı. Ben yıkardım o durulardı!

ASELSAN'dan dev hamle

ASELSAN, dünya savunma, uzay ve havacılık sanayi devlerinden Thales'e radar modülü üretecek.


Edinilen bilgiye göre, dünyanın önde gelen savunma firmalarından Thales, pek çok ülkenin Deniz Kuvvetleri tarafından tercih edilen 3 boyutlu arama radarının üretiminde kullanacağı gönderme/alma modüllerini Aselsan'dan tedarik edecek. Bu kapsamda ilk olarak 100 adetlik modül siparişi alan Aselsan, teslimatlara 2015 yılında başlayacak.
 ASELSAN, yeni nesil radar ve elektronik harp sistemlerinin yapısında kullandığı mikrodalga modülleri 10 yılı aşkın süredir üretiyor.

'Sarı öküzü vermeyecektin'


'Sarı öküzü vermeyecektin'

İlker Başbuğ'dan olay yaratacak açıklamalar. Gazeteport yazarı Mete Yarar herkesin dilinde doladığı ancak soramadığı soruları sordu, Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ yanıtladı.
 
Hepimizin bildiği bir deyim vardır ya hani. “Ah o sarı öküzü vermeyecektik” diye. Bu deyimi çoğunlukla da olayların başlangıcında yapılan ilk hata için kullanırız. Görünen o ki, toplum olarak hatayı bulmaktan çok suçluyu bulmayı seviyoruz. Bu nedenle de feda edilen ilk kişiyi ve feda edeni bulmak magazinsel olarak daha fazla ilgimizi çekiyor. Peki, TSK’nın son yedi yılda yaşadığı derin travmanın asıl suçlusu sizce kimdi? Yazı dizimizin ilk bölümünde ben de büyük çoğunluğun isteğine uyarak, Sayın İlker Başbuğ’a daha medeni bir şekilde sorumu sordum. “Bu olayların başlamasında ve buraya doğru evrilmesinde personeli feda ettiğinizi düşünüyor musunuz” diye… Gözlerinde acı bir ifade varken dudaklarında küçük bir gülümseme ile anlatmaya başladı. O anlattıkça ben de sormaya devam ettim.

-
 Ben yalnızca kendi dönemimle ilgili sorumluluk alabilirim, ama benim dönemimde yaşanan büyük sorunların ana kaynağı benim dönemimle ilgili değildi. Bu yaşanan süreçlerin doğru anlaşılması ve birilerinin personelini feda etmesinden çok, benim yapabileceğim ne vardı, istersen ona bakalım.

- Hangi konuları kastediyorsunuz?

2005’te Şemdinli olayları oldu. Savcı tarafından hazırlanan iddianame adeta Ergenekon iddianamesinin bir prototipi gibiydi.
Sonuçta, adli mahkemeler ağır cezalara hükmetti. Emekli ve muvazzaf askeri personelin adli mahkemelerde yargılanmasına ilişkin yakın tarihteki ilk örnekler, 18 Şubat 2006’da “Sauna Çetesi” ile 31 Mayıs 2006’da “Atabeyler” adlı davalardır. Böylece belki de, ilk defa muvazzaf askerler sivil yargı karşısına çıktı ve yargılandı.

18 Eylül 2008’de, yani ben Genelkurmay Başkanlığı görevine başladıktan neredeyse iki hafta sonra; Teğmen Mehmet Ali Çelebi Ergenekon davası kapsamında gözaltına alındı. Onun durumu K.K.K.lığı tarafından incelendi, maalesef bilgi yetersizliğinden dolayı, durumu net olarak anlaşılamadı.


15 Haziran 2009’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Alb. Dursun Çiçek’i ifade vermeye çağırdı. İtiraz ettik. İstemlerini geri çektiler.
Emekli personelin gözaltına alınmalarını medyadan öğreniyorduk. Muvazzaf personelin durumu ise farklıydı. İddianameler açığa çıkmadan, onları görmeden açık tavır alınması zordu. Unutmayın iddianameleri gördükten sonra net tavır aldığımız olaylar çoktur. Örneğin, Erzincan soruşturmasında, 3.Ordu Komutanına açıkça kefil olduğumuzu söyledik.
Muhtemelen hatırlarsınız amirallere suikast diye bir dava açılmıştı. Bu dava da halkımıza bir grup genç subayın üstlerine karşı suikast planladığı şeklinde aktarılmıştı. Bu davanın iddianamesi elimize geldiğinde ben de başından sonuna kadar okumuştum. Okuduğumda hayretler içinde kaldım. İddianamenin bir yerinde amirallere suikast ile ilgili bir bölüm bulunmasına rağmen, sanıklar ile ilgili istenen ceza istemleri içinde suikast ile ilgili bir ceza istenmemişti. Bu ve buna benzer durumlarda bizler de hukukun içinde kalarak gerektiğinde konuşarak, gerektiğinde muhatapları ile görüşerek personelimizin haklarını korumaya çalıştık. Defalarca bir komplodan bahsetmiş olmamıza rağmen o dönemde maalesef muhataplarımız tarafından olayları büyütmek ve abartmakla suçlandık.

Anladığım kadarıyla görev döneminizle ilgili olarak siz elinizden geleni yaptığınızı söylüyorsunuz. Peki, bu kadar mücadele ederken bu tutuklamalar nasıl gerçekleşti? (Sayın Başbuğ uzun bir süre cevap verip vermemeyi düşündükten sonra bana dönerek anlatmaya devam etti)


İlk konuşmamda size bir şey söylemiştim. “Bütün süreçleri kronolojik bir şekilde bakarak değerlendirin” diye boşuna söylemedim. O dönemde değişen ceza hukuku ile ilgili maddeleri, bir şekilde okumanızı tavsiye ederim. Hangi kanunlar değişmiş ve ne zaman değişmiş bir baksınlar isterim. Personelin lehine her itirazımız da baktık ki çok kısa bir süre sonra bunu bertaraf eden bir kanun çıkarılmış.  Benim bu değişiklikten sonra yapabileceğim tek şey kalmıştı, onu tarihe not düşmek. Bu anlamda sık sık basın toplantıları düzenleyerek halkımızı birinci ağızdan bilgilendirmeye çalıştım.


Sanırım siz şunu söylemeye çalışıyorsunuz. Aslında sarı öküz hepimizindi. “Sahip çıkamadıysak bizler çıkamadık” diyorsunuz. Doğru mu anladım? (Sayın Başbuğ bu sorum üzerine yalnızca gülümsedi)
-Sizlere söyleyebileceğim tek şey ben görevi bıraktığımda cezaevinde çok az sayıda personelimiz tutuklu bulunuyordu. Karar halkımızın.

Ben de kendimce bir yorum yapma hakkımı kullanacağım. Dönemin Genelkurmay başkanları içinde en ağır bedeli ödeyen, 26 ay hapiste yatan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan bir insana sizin zorunuzla bu soruyu sorduğum için kendime biraz kızıyorum. Ama Sayın Başbuğ’un yanıtlarının en azından bir kapıyı aralayacağını, bir kurumun kendini iyileştirmesini başlatacağını umuyorum.
YARIN: KOZMİK ODA’YA GİRİLMESİNE NEDEN İZİN VERDİ?

16 Temmuz 2014 Çarşamba

TSK: PKK 130 küçükbaş hayvanı gasp etti

TSK: PKK 130 küçükbaş hayvanı gasp etti
Hakkari'nin Yüksekova İlçesi'nde 4 PKK'lının 130 küçükbaş hayvanı gasp ettiği açıklandı.
Genelkurmay Başkanlığı resmi internet sitesinde yapılan açıklamada, Hakkari 'nin Yüksekova İlçesi'nde 11 Temmuz'da saat 16.00'da 130 hayvanın PKK2lılar tarafından yağmalandığı belirtildi.

Açıklamada, "Bölücü terör örgütü mensubu silahlı 4 terörist tarafından, Hakkâri / Yüksekova Büyükçiftlik Köyü mülki sınırlarında, bir şahsa ait 130 adet küçükbaş hayvan yağmalanmıştır. Olay, 12 Temmuz 2014 günü Yüksekova / Büyükçiftlik Jandarma Karakol Komutanlığına bildirilmesi ile öğrenilmiştir.Cumhuriyet Savcısının talimatıyla adli tahkikata başlanmıştır" denildi.

Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel'i kabul etti

TSK'da yine ailevi sorun yine intihar iddiası

Bolu'nun Dörtdivan ilçesi'nde bulunan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda askerlik yapan 25 yaşındaki er Ş.F'nin, tüfekle intihara kalkıştığı iddia edildi. Ağır yaralanan asker tedavi altına alındı

Dörtdivan İlçe Jandarma Komutanlığı'nda dün akşam saatlerinde ailevi sorunlarından dolayı bunalıma girdiği iddia edilen er Ş.F'nin,görev yaptığı ilçe jandarma komutanlığı'nda tüfekle intihara kalkıştığı ileri sürüldü. Silah sesi üzerine olay yerine koşan arkadaşlarının kanlar içerisinde bulduğu iddia edilen Ş.F, kaldırıldığı Bolu Köroğlu Devlet Hastanesi'nde tedavi altına alındı. Ş.F'nin sağlık durumunun ciddiyetini koruduğu öğrenildi.

Bolu İl Jandarma Komutanlığı olayla ilgili soruşturma başlattı.

15 Temmuz 2014 Salı

Askeri hâkim Roboski için takipsizlik kararına neden karşı oy kullandı?

Hâkim Albay Pürtaş, karşı oyuyla, başkanlığını yaptığı mahkeme heyetinin Roboski kararında azınlığa düştü

Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın, 6 Ocak 2014 tarihinde Roboski katliamıyla ilgili verdiği “kamu davası açılmasına gerek olmadığı” yönündeki kararını Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne taşıyan mağdurların itirazları oyçokluğuyla reddedildi.
Karşı oyu kullanan Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin Başkanı Hava Hâkim Albay Oğuz Pürtaş, kararının gerekçesinde “Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının kamu vicdanını tatmin etmeyeceği, kısa vadede maslahata uygun ve kamu yararına uygun gözükse de uzun vadede mülkün temeli olan adalet duygusuna ve devlete zarar vereceği düşüncesi ile çoğunluk kararına karşı oy kullandım” dedi.
Hürriyet yazarı Sedat Ergin, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin Roboski katliamı için aldığı takipsizlik kararına karşı imza koyan Hava Hâkim Albay Oğuz Pürtaş’ın gerekçesini bugünkü köşesine taşıdı.
Sedat Ergin’in Hürriyet gazetesinin bugünkü (15 Temmuz 2014) nüshasında yayımlanan, “Askeri hakimden Uludere konusunda ilginç bir çıkış” başlıklı yazısı şöyle:

‘Askeri hakimden Uludere
konusunda ilginç bir çıkış’

“Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararının kamu vicdanını tatmin etmeyeceği, kısa vadede maslahata uygun ve kamu yararına uygun gözükse de uzun vadede mülkün temeli olan adalet duygusuna ve devlete zarar vereceği düşüncesi ile çoğunluk kararına karşı oy kullandım.”
Karşı oy gerekçesinin en sonunda yer alan bu cümlenin hemen altında Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin Başkanı Hava Hâkim Albay Oğuz Pürtaş’ın imzası yer alıyor. Hâkim Albay Pürtaş, karşı oyuyla, başkanlığını yaptığı mahkeme heyetinin Uludere kararında azınlığa düşmüş oluyor.
Çoğunluk kararının altında ise mahkemenin diğer iki üyesi Hava Hâkim Yüzbaşı İlhan İpek ile Hava Hâkim Üsteğmen Doğan Kartal’ın imzaları var.
Hava Kuvvetleri Askeri Mahkemesi, Uludere faciası hakkında “dava açılmasına gerek olmadığı” hususunda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı ile aynı çizgiyi benimsemiş oluyor, kıdemsiz iki üyesinin çoğunluk görüşüyle.
Bu kararla birlikte, 28 Aralık 2011 tarihinde Şırnak Uludere’de 34 vatandaşımızın Hava Kuvvetleri’nin bombardımanı sonucu hayatlarını kaybetmesi hadisesiyle ilgili dosyanın bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesinin önü de açılmış oluyor. Ancak bunu değerlendirmeden önce dosyanın bu noktaya nasıl geldiğine bakalım kısaca.
* * *

Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı, 6 Ocak 2014 tarihinde verdiği kararda, biri korgeneral, biri tümgeneral, ikisi tuğgeneral ve biri kurmay albay rütbesinde toplam beş subayın “görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri, dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren sebep bulunmadığı” kanaatine varmıştı.
Mağdurların ailelerinin Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın bu kararına itiraz edebilecekleri yargı mercii Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi idi. Nitekim ailelerin avukatları, ocak ayı sonunda itirazlarını bu mahkemeye iletti. Askeri Mahkeme ise yaptığı inceleme sonucunda 11 Haziran 2014 tarihinde oyçokluğu ile bu itirazı reddetti.
Askeri mahkemenin kararında, Genelkurmay Savcılığı’nın kararında “herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı” hususunda detaylı bir gerekçelendirme yapılıyor. Kararda “Hava harekâtı silahsız siviller olduğu bilinen bir gruba yönelik olarak değil, mevcut istihbari bilgiler çerçevesinde silahlı terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen bir gruba yönelik icra edilmiştir” deniliyor, “Özellikle sivillere yönelik bilinçli ve kasıtlı bir harekâtın söz konusu olmadığı” belirtiliyor. Askeri mahkeme, Genelkurmay Savcılığı gibi, bu noktada hava harekâtı düzenlenmesine karar veren askerlerin “kaçınılmaz hataya düştüklerini”, bu durumda Ceza Kanunu’na göre “kusurlu sayılamayacaklarını” belirtiyor.
Hava Kuvvetleri Mahkemesi, keza şikâyetin etkili bir şekilde soruşturulmadığı yolundaki itirazı da kabul etmiyor, Genelkurmay Savcılığı’nın “Herhangi bir şüpheliyi aklamaya çalışmadığını, olayın üzerini örtmeye çabasına girmediğini, aksine olayı en küçük detaylarına kadar incelediğini, karanlık bir nokta bırakmadığını” kaydediyor.
* * *

Mahkeme heyetinin iki üyesi savcılığın kullandığı takdir yetkisinde hukuka aykırılık görmezken, heyet başkanı karşı görüş belirtiyor. Hâkim Albay Pürtaş, “Kamu davasın açılması için yeterli şüphe nedeni mevcut olup, mecburilik ilkesi gereğince savcının dava açması zorunludur. Bu hususta savcının takdir yetkisi bulunmamaktadır” diyor. Pürtaş, bu çerçevede, kusurluluğun olup olmadığının yargılama sonucu ortaya çıkması tezini savunuyor.
Başkan, ayrıca “kaçınılmaz hataya düşülüp düşülmediği hususunda karar verilebilmesi için salt genel ve hukuki bilgi yeterli olmayabileceğini” de belirtiyor, bu çerçevede “bilirkişi görüşünün alınması gerektiğini” savunuyor.
Görüleceği gibi mahkeme başkanı ile diğer iki üyesi taban tabana zıt görüşler savunuyorlar.
* * *

Gelinen noktada top artık AYM’nin sahasına girmek üzeredir. Ailelerin AYM’ye hak ihlali başvurularını önümüzdeki günlerde yapması bekleniyor. Anayasa Mahkemesi, böylelikle tutuklu milletvekilleri, Balyoz, Ergenekon, Twitter ve YouTube gibi bir dizi kritik karardan sonra Türkiye’nin çok yakın tarihinin en çok el yakan dosyalarından birini sonuca bağlayacaktır.
Bu dosyada Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ikinci maddesinde tanımlanan “yaşam hakkı”nın –diğerlerinin yanında- bu dosyadaki en hassas başlığı oluşturacağı söylenebilir.
Neresinden bakılırsa bakılsın, AYM’nin Uludere dosyasında vereceği karar 34 insanın ölümünü konu alacağı için yalnızca adalet duygusunu değil, Türkiye’nin vicdanını da çok yakından ilgilendiren bir hüküm olacaktır.

Türk T129 ATAK taarruz ve taktik keşif helikopteri Avrupa'da görücüye çıktı


Türk helikopteri Avrupa'yı salladı!

İngiltere'nin Farnborough kentinde düzenlenenen uluslararası havacılık fuarında, Türk mühendislerinin hazırladığı yerli yapım taarruz ve taktik keşif helikopteri ATAK ile insanız hava aracı ANKA MALE tanıtıldı.

Türk Havacılık ve Uzak Sanayi (TUSAŞ)'nin katıldığı fuarda bu yıl, T129 ATAK taarruz ve taktik keşif helikopteri ve ANKA insansız hava aracı (İHA) sistemi ile birlikte diğer hava araçlarının sergilendiği statik alanda görücüye çıktı. Fuarda ATAK bir de uçuş gösterisi gerçekleştirdi.
Avrupa'da ilk, dünyada ise ikinci kez uçuş gösterisinin gerçekleştirildiği ATAK helikopteri sergi alanında oldukça ilgi topladı.
Farnborough Uluslararası Havacılık Fuarı'nda stand açan TUSAŞ, hava araçlarının tanıtımının yanısıra  Martin Baker firmaları arasında "Fırlatma Koltuğu Alt Sözleşme İmza Töreni ve ardından bir resepsiyon düzenledi.
Dünyanın en etkin taarruz helikopteri olma ünvanını elinde bulunduran T129 ATAK helikopteri, taarruz ve taktik keşif görevleri için çok amaçlı olarak Türk mühendisleri taradından tasarlanarak tamamlandı.
Orta irtifa uzun havada kalışlı, insanız hava aracı ANKA ise gece ve gündüz, her türlü hava koşulunda, keşif, gözetleme, sabit/hareketli hedef tespit, teşhis ve gerçek zamanlı görüntülü istihbarat görevleri ve bir çok uçuş yeneteneği ile donatıldı.

TÜRK MÜHENDİSLERİ HAZIRLADI
Fuara katılan TUSAŞ Grup Başkanı Bekir Ata Yılmaz, DHA muhabirine yaptığı açıklamada, TUSAŞ'ın her yıl bu fuara katılmasına karşın bu yıl diğerlerinden farklılık gösterdiğini belirterek ilk kez kendi üretim ve tasarımları ile tamamlanan ürünleri sergilediklerini kaydetti. Yılmaz; ''İlk kez Türk mühendislerinin tasarladığı ürünler dünya fuarında görücüye çıktı. O bakımdan mutluyuz. Bundan sonra da özgün Türk çözümleri görülmeye devam edecek. Biz sadece Türkiye'nin ihtiyaçlarına çözüm üretmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda dünyanın önde gelen havacılık firmalarına da çok ciddi tasarım artı üretim ortağı olma vizyonumuzu da muhafaza ediyoruz diye konuştu. Yılmaz, büyük havacılık firmaları ile ilişkileri geliştirme hem de milli çözümler açısından TUSAŞ bugün önemli bir noktayı yaşadığını ifade etti.

ATAK helikopterinin test uçuşu pilotları Arif  Ateş ve Gökhan Korkmaztürk de uçuş gösterisinin ardından hava araçlarının sergilendiği alanda DHA'nın sorularını yanıtladı.

Helikopterin ilk test uçuşlarını gerçekleştirdiklerini ve şu anda aracın kullanıma hazır olduğunu belirten test pilotu Gökhan Korkmaztürk, helikopter hazır olduğu için artık yurt dışında da tüm fuarlara katılabildiklerini belirterek hali hazırda ilk üç adetinin Türk Silahlı Kuvvetleri'ne verildiğini ifade etti.

''TUSAŞ ve Türkiye olarak havacılık sektöründe varız demek istiyoruz'' diye konuşan test pilotu Arif Ateş ise, Avrupa'da ilk dünyada ise ikinci kez gösteri uçuşunu gerçekleştirdiklerini belirterek bu uçuşta helikopterin manevra kabiliyetini kısıtlı olarak gösterdiklerini ancak helikopterin gerçekte çok yüksek manevra kalibiyetine sahip olduğunu kaydetti.

Dünyanın farklı ülkelerinden çok sayıda hava ve savunma sanayi firmalarının katıldığı fuar, 20 Temmuz'a kadar devam edecek.

Balyoz tanığı Aytaç Yalman: Mahkemede söyleyeceklerimi kitaplaştırdım

Yalman, kimseye haksızlık yapmak istemediğini, yargılamaya az zaman kalmışken konuşmasının haksızlık doğurabileceği endişesiyle susmayı tercih ettiğini söyledi

Balyoz davasında tanık olmasına karar verilen Kara Kuvvetleri eski Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman evinde mahkemenin davetini bekliyor. Vatan gazetesine konuşan Aytaç Yalman, söyleyecekleri konusunda açıklamalarını merakla bekleyen geniş bir kesimin varlığının hatırlatılması üzerine, “Mahkemede anlatacaklarımı kitap haline getirdim. Çok yakında baskısı tamamlanıp satışa çıkacak” dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin Balyoz Davası’yla ilgili geçtiğimiz ay verdiği ‘hak ihlali’ kararının ardından davaya bakan Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi Orgeneraller Çetin Doğan, İbrahim Fırtına, MHP Milletvekili emekli Korgeneral Engin Alan ve emekli Oramiral Özden Örnek’in de aralarında bulunduğu 236 sanığın yargılanma tarihini 3 Kasım olarak belirledi. İlk celsesi 09.30’da görülecek davada eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ise tanık olarak dinlenecek.

‘Ete soğan doğramam’

Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesi’nin ‘hak ihlali’ kararı doğrultusunda 236 kişinin tahliyesine ve yeniden yargılanmasına karar vermişti. Özkök 2008’de ‘Ergenekon’ soruşturması ve darbe günlükleri konusunda “Ben kasaptaki ete soğan doğramam. Günü gelir konu olursa o zaman bakılır” demişti.  Öte yandan Balyoz Davası’nda aldıkları mahkumiyet kararları Yargıtay’ca bozulan 88 sanığın yargılandığı davada, mahkeme 25 sanığın beraatına, 62 sanığın dosyasının ayrılmasına hükmetmişti. Bu dava ise 10 Kasım 2014 tarihine ertelenmişti. Yalman ve Özkök bu duruşmada da tanık olarak dinlenecek.

‘Kitap yazdım’

Balyoz davasında tanık olmasına karar verilen Kara Kuvvetleri eski Komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman evinde mahkemenin davetini bekliyor. Söyleyecekleri konusunda açıklamalarını merakla bekleyen geniş bir kesimin varlığını hatırlatarak, bugünden bu merakı tatmin etmeyi düşünüp düşünmediğini soran muhabire Yalman şu karşılığı verdi: “Mahkemede anlatacaklarımı kitap haline getirdim. Çok yakında baskısı tamamlanıp satışa çıkacak.”

“Peki sayın komutan, davaya konu olan ve 2003 Martında gerçekleştirilen semineri darbe girişimi değil emre itaatsizlikten kaynaklanan bir disiplin olayı gördüğünüzü söylemiştiniz; düşüncenizi koruyor musunuz?” sorusu üzerine Yalman, kitabın bu konuyu ayrıntılı işlediğini belirterek “Kamuoyuyla son olarak yeni paylaştığım bir açıklamada sorduğunuz soruların cevabı var. Daha fazla görüş açıklamak istemiyorum” dedi.
Yalman, kimseye haksızlık yapmak istemediğini, yargılamaya az zaman kalmışken konuşmasının haksızlık doğurabileceği endişesiyle susmayı tercih ettiğini söyledi.

Yalman daha önce söz konusu seminerle ilgili olarak, "Konu İç Hizmet Kanunu kapsamında değerlendirilecek bir konudur. Askeri mevzuata göre emre itiaatsizlik suçu disiplin suçudur. Emre itaatsizlikte ısrar etme suçu ise askeri yargıyı ilgilendiren suçtur. Bu olayda emre itaatsizlik söz konusudur. Böyle olduğu için de disiplin hukukunu ilgilendirir” demişti.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Balyoz Davası'nda flaş gelişme


Anayasa Mahkemesi'nin haklarında "hak ihlali var" kararı verdiği 236 sanıklı Balyoz Davasının yeniden yargılanmasına 3 Kasım 2014 tarihinde başlanacak.
Mahkeme, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve eski Kara Kuvvetteri Komutanı Aytaç Yalman'ı 3 Kasım 2014 tarihinde yeniden yargılanmasına başlanacak balyoz davasına "tanık sıfatıyla" çağırdı

Balyoz ve Ergenekon'dan tahliye olan askerlere TSK'dan sürpriz

Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk gibi davalardan tahliye olup görevlerine dönen muvazzaf subayların pasif göreve alındığı belirtildi
Anayasa Mahkemesi’nin ‘hak ihlali’ kararının ardından Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk ve Şantaj davalarında peş peşe gelen tahliyelerin ardından 199 muvazzaf askerin durumunun ne olacağı merak konusu olmuştu. Bu askerlerden bir kısmı TSK’da çalışmaya yeniden başlarken, bazıları da bir aylık izin haklarını kullanıp temmuz sonunda iş başı yapmak üzere tatile çıktı. Subaylara ‘beraat’ kararına kadar terfi alamayacakları, generallikte 4 yılını dolduranlarınsa emekli olmak zorunda kalacakları bildirildi.
‘SAKINCALI SUBAYLAR’
Vatan gazetesinden Çağdaş Ulus'un haberine göre, göreve başlamak için birliklerine giden subayların çoğu, yerine yerlerine başka subayların atandığını ve kendilerinin Genelkurmay Başkanlığı’nın emriyle ‘sakıncalı’ statüsüne alınıp pasif göreve çekildiklerini öğrendi.  Bu askerlere bulundukları birliklerde kendilerine bir oda ve telefon verildiği mesai arkadaşlarının da olmadığı belirtildi.
13 GENERAL VE AMİRAL
Tahliye olup TSK’da yeniden göreve başlayan muvazzaflardan en kıdemlileri; Koramiral Deniz Cora ile Hava Korgeneral Turgut Atman. Diğer bazı isimler şöyle: Tümamiral Erdem Caner Bener, Tümamiral Ahmet Sinan Ertuğrul, Hava Tümgeneral Ayhan Gümüş, Tümgeneral Gürbüz Kaya, Hava Tümgeneral Bülent Kocababuç.

Yunan donanmasına ait gemi Çanakkale Boğazı'ndan geçti

Yunanistan Donanması'na ait gemi, Çanakkale Boğazı'ndan geçti.

Marmara Denizi'nden Ege'ye doğru ilerleyen P 266 borda numaralı "HS Machitis" isimli askeri geminin geçişine, sahil güvenlik botu eşlik etti.

Geminin gideceği liman hakkında bilgi verilmedi.

11 Temmuz 2014 Cuma

Kuleli'de mezuniyet sevinci

Kara Harp Okulu'na personel yetiştiren en önemli okullardan biri olan İstanbul'daki Kuleli Askeri Lisesi'nde mezuniyet sevinci yaşandı. 10 ülkeden 18'i yabancı toplam 195 mezun veren okulun mezuniyet töreninde aileler çocuklarının diploma törenini büyük sevinçle izledi. Eğitim ve Doktrin Komutanı (EDOK) Orgeneral Salih Zeki Çolak, "Şanlı yuva Kuleli'den çok değerli komutanlarımız ve büyüklerimiz yetişmiştir." diyerek okulun silahlı kuvvetlerin gurur kaynağı olduğunu ifade etti.

Hazırlık sınıfı ile birlikte 5 yıllık eğitim sürecini tamamlayan öğrenciler Kuleli'deki tarihi okulda mezuniyet coşkusunu aileleri ile birlikte yaşadı. Okul bahçesinde düzenlenen tören İstiklal Marşı'nın okunması ve ardından okul komutanı Kurmay Albay Erdoğan Alp'in konuşması ile başladı. Alp, okul komutanlığı görevini Kurmay Albay Muammer Aygar'a devrederken yeni komutana başarı diledi.

Törene katılarak öğrencilere ve velilere seslenen Eğitim ve Doktrin Komutanı (EDOK) Orgeneral Salih Zeki Çolak 'şanlı yuva' olarak adlandırdığı Kuleli Askeri Lisesi'nin kurulduğu günden bugüne kadar geçen 169 yıllık süre içinde çok kıymetli komutanlar ve büyükler yetiştirdiğini söyledi. Okulun kuruluşundan bugüne kadar hizmeti olanları şükranla andığını belirten Çolak, okul komutanlığı görevini iki yıl süre ile yürüten Kurmay Albay Alp'in hem mesleki hem de aile olarak okulda başarılı hizmetler verdiğini ifade etti. Lisenin son dönemde hem yurt içinde hem de yurt dışında katıldığı bilimsel organizasyonlarda başarılı sonuçlar aldığını hatırlatan Çolak, okulun silahlı kuvvetlerin haklı gururu olduğunu belirtti.

Mevcut okul komutanı Kurmay Albay Erdoğan Alp, görevi törenle devralan Kurmay Albay Muammer Aygar'a birlik sembolü verdi. Okul komutanlığı görevini devralan Aygar da Alp'e komutanlık forsu verdi.

Dönem birincisi Kerem İlhan ise, törene katılan askeri yetkililer ve ailelere hitap etti. 14 yaşında henüz küçükken başladıkları ancak hayalleri ve ufuklarının büyük olduğu günlerden buyana Türk Silahlı Kuvvetlerinin istediği ruhsal ve bedenen seviyeye gelmeyi amaç edindiklerini söyledi. Okulun kendileri için çok önemli bir eğitim kurumu olduğunu söyleyen İlhan, zaman zaman sevinç ve hüzünleri arkadaşları ile birlikte paylaştıklarını söyledi.

Tören sırasında aileler de kendi çocuklarını görebilmenin heyecanını kurulan tribünden takip etti. Protokol konuşmalarının ardından dönem birincisi İlhan, okulun yaş kütüğüne dönem plaketini çaktı.

Tören sonunda dereceye giren öğrencilere diplomaları öncelikli olarak verildi. Dönem Birincisi İlhan diplomasını Emekli Orgeneral Hikmet Bayar'dan, ikinci olan öğrenci Emekli Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu'ndan üçüncü olan öğrenci ise EDOK Komutanı Salih Zeki Çolak'tan aldı. Tören, diplomalarını alan öğrencilerin, komutanları ve ailelerinin önünden geçerek yaptıkları resmi geçit töreni ile son buldu. Öğrenciler geçit töreninde Kuleli Marşı'nı hep birlikte söyledi.

195 mezun veren okulun bu eğitim öğretim döneminde 9 ülkeden 100 öğrencisi bulunuyor. Bu yıl mezun olanlar arasında 177 Türk, 10 Azeri, 4 Kazak, 2 Afgan, 1 Arnavut ve bir Kıbrıslı öğrenci bulunuyor.

Yolsuzlukla büyük mücadele: TSK’da tuz operasyonu! / Umur Talu



Bottom of Form
 Bir yıl kadar önce burada “Yolsuzlukla büyük mücadele: Türk Silahlı Omletleri Davası”nı yazmıştım.
O sırada ne tapeler vardı; ne ak kasalar, ne kara kutular, ne sıfırlar, ne montaj-dublaj kısık sesler.
Olay şuydu:
Bir astsubay, kışlada kendisine “düğün çorbası için ayrılmış” kafileden dört yumurta kırdırıp omlet yaptırarak, böylece mutfaktaki kap kacak, yağ ve tuzu da kullanarak “Hazine’yi 0.91 TL (doksan bir kuruş) zarara uğratmakla suçlanmış; bu zararı ödemeye, belli haklardan mahrum bırakılmaya ve 6 ay hapse mahkum olmuştu.

***

Daha tape-darbesi olmadan şöyle yazmışım o vesileyle:
Bu ülkede bu titizlik, bu yetim hakkı aşkı olduğu sürece sırtımız yere gelmez.
En ufak şeyin hesabı soruluyor.
Hükümet ve Meclis marifetiyle, kamu ihalelerine fesat karıştıranın “Fesed” sayılmadığı dönemde…
Ne çarşıda, ne devlette, ne kışlada milim yolsuzluğa, usulsüzlüğe, istismar ve kayırmaya rastlanan; ahlaki seviyenin zirvede bulunduğu, tüyü bitmemiş yetimin baş tacı olduğu memlekette…
Buyurun bir iddianame kırayım size.
Dilerseniz katı, kayısı, rafadan olsun; isterseniz kırın sahana, sucuklu olsun; ister menemen, ister omlet olsun; ister ortaya karışık “scrambled” kalsın gülüm!

***

İşte gülüm, o sucuk da geldi.
Bir başka astsubay da, “Dışarıdan satın alıp getirdiği, kendine ait sucuk, salam gibi bir takım malzemeleri, böyle bir görevi olmamasına rağmen, pişirmesi için karakol aşçısı er…’e emir vermek;
Baharat, yağ, tuz gibi malzemeleri karakol mutfağından faydalanarak bunları pişirtmek” suçlarından mahkum oldu.
Bunun içinde “memuriyet nüfuzunu suistimal” de var; emre itaatsizlik de; Hazine’yi zarara uğratmak da; “Erleri hizmetçiliğe vermek suçu” da.
Temyize gitti.
Askeri Yargıtay daha da ağır ceza için kararı bozdu.
Belki tamamen atılacak ordudan.

***

Bakın, öyle bir memleket olur ki, ben bunların hepsine “Başım üstüne” derim.
Yani, erler asla kimse tarafından, bırakın rütbelileri, onların eş-rütbeli eşleri tarafından da “Hizmetçi, uşak” gibi çalıştırılmaz;
Orduda ve her köşede “angarya” denen Anayasal suç takip edilir, cezalandırılır ve ortadan kaldırılır;
Devlette ve orduda, kimse için hiçbir şey peşkeş çekilmez, kimsenin menfaatine kullanılmaz, kimsenin eşine, dostuna, havuzuna dağıtılmaz;
Kimse orduevlerini, askeri tesisleri, kantin ve gazinoları, vakıfları, dinlenme tesislerini belli bir zümre ve kast için, içindekileri de “Hizmetçileştirerek” kullanmaz;
Sıfırların, kasaların, kutuların, saatlerin, arazilerin, rantların, ihalelerin, ihalesiz hediyelerin, askeri veya sivil ihale ve alımlardaki her kuruşun hesabı sorulur ve verilir…
İsrail’e tank ihalesinden Havuzum tersaneciye, müteahhitlere kanka nevalesine kadar her şey didiklenir…
O vakit…
91 kuruşluk dört yumurta kıran “omlet yolsuzluğu” da hapis yatsın…
“Kendi satın aldığı sucuk” için devletin tuzunu, yağını kullanan, bir de eri “hizmetçi-aşçı” yapan “tuz yolsuzluğu” da kovulsun.

***

Lakin Adalet’iniz ve adaletiniz, cumhuriyetiniz, demokrasiniz ve hukuk devletiniz; bağımsız sivil ve askeri yargınız; “zimmet, yolsuzluk, yetim, hak, Hazine hassasiyetiniz” sadece alttakilerin yumurtasına bir tekme, sucuğuna bir yumruktan ibaretse…
Afiyet olsun size!

***

O yazıdaki ifadeyi tekrarlayayım ki artık “Sucuklu omlet” olsun:
Cephaneliğe asker tıkıp paramparça edenler, yargısız infaz emri verenler, astlara tokat atanlar, alttakileri intihara sürükleyenler, ‘biz başız, siz .öt’ diyenler, ‘siz kölesiniz” diyen ve erleri hizmetçi gibi kullananlar, OYAK’ı kendine yontanlar, vakıfları çiftlik yapanlar, zorla-tehditle bağış alanlar, kantin-gazino vesaire omletleyenler…
Asker veya sivil, kamu kaynaklarını dolaptan alıp editenler; fesat, hile, üç kağıt, kayırma, dümende üstün hizmet ödülü elde edenler; bilumum asker-sivil soyguncu;
Memuriyeti, makamı, rütbeyi, otoriteyi, hiyerarşiyi baskı, nüfuz, menfaat ve imtiyaz kılanlar…
Hepsi ayıklandı…
Sıra 91 kuruşa geldi!
Yaşasın Adalet!
Yaşasın Omlet!

***

Tabii o yazıdan sonra biz daha neler yemiştik.
Kasalar, kutular, sıfırlar.
Kimine kendi cebinden de olsa lanetli sucuk…
Kimine cebinde trilyonlarla şerbetli çocuk düşmüştü.
O yüzden, “Zümre egemenliği olmayan, imtiyazsız cumhuriyet ile namuslu demokrasi” bir de şudur:
Kilerde kirli bir ast yakalar…
Sandıktan tertemiz başkomutan çıkarır!



Not: Bu gibi vakalarda da alttakinin hakkını aramaya çalışan derneklerden, emekli astsubay örgütü TEMAD “sandık” iradesiyle kimi tüzük değişikliği yaptı.
Fakat Milli Savunma Bakanlığı bir “demokratik sivil toplum örgütü”nü azarlayıp “Şunu yap bunu yapma” diyerek ve elbette bir kanuna dayanan “askeri” müdahaleyle onları yerine çiviledi.
Demokrasiden ve askeri vesayetten bir de bunu anlayın:
Genelkurmay’ın bağlı olmadığı…
Ama emekli astların sivil derneğinin bile bağımlı olduğu bir Milli Savunma Bakanlığı.
O vakit, sen de bu düzenin ne olduğunu bileceksin…
Ne yumurta kırdıracaksın…
Ne sucuk getirip yiyeceksin.
Haddini bileceksin.
Büyük kasalara teğet geçmenin darbe sayıldığı…
Küçük insanların yumurtasına da, sucuğuna da, çoluk çocuğuna da her gün darbe vurulan…
Cephanelikte 25 askeri kıran, paramparça edenlerin serbest olduğu…
Dört yumurta kıran, bir tutam tuz ekenlerin derdest olduğu bir düzendir bu.
O yumurta ve tuz ve baharat ve sucuk da bir nevi suçtur, tamam, olabilir…
Suç sadece alttakilerin esareti ve kefareti ise bu tamah ve günah düzeninde!