HSYK 1. Daire Başkanı İbrahim Okur, Gülen cemaatine yönelik soruşturma için, 'İnsanlara cemaatçi olmadığını kanıtla diyemeyiz' dedi
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 1. Daire Başkanı İbrahim Okur,
Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” gerekçesiyle Balyoz Davası
hükümlülerine tahliye kararı vermesi hakkında, “AYM’nin yaptığını keşke
Yargıtay yapsaydı da yargı ayaklar altına düşmeseydi” dedi.
Okur, Gülen cemaati ve 17 Aralık soruşturmaları hakkında da, “Paralel diye tanımlanan cemaat mensubiyeti ölçülebilir bir durum değil. Kimin hangi cemaate veya gruba mensup olduğunu, kendisi ikrar etmedikçe veya somut delillerle ortaya çıkarmadan bilemezsiniz. Bunun bir cihazı yok” ifadelerini kullandı
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e konuşan İbrahim Okur, dünkü röportajında, Balyoz ve Ergenekon hâkimlerini “maça çıkan takip psikolojisi içinde” olduğunu söyleyerek, “Gerçekten bu davalarda adaletsizlik yapıldığına inanıyorum. Haksızlık ve zulüm kimden gelirse gelsin haksızlıktır, zulümdür” demişti.
Utku Çakırözer’in “Bu davadan ‘darbe’ çıkmaz” başlığıyla yayımlanan (27 Haziran 2014) İbrahim Okur röportajı şöyle:
Balyoz ile ilgili “darbeye teşebbüs suçu” olmaz kanısındayım. Ses kayıtları doğruysa çok sınırlı bir kısmı için “görevi kötüye kullanma”, bir kısmı için fişleme iddialarına ilişkin belki “kişisel verilerin korunması kanununa muhalefet” denebilir. Geriye kalanlar için ise suç unsuru olmaz diye düşünüyorum. Nasıl bir teşebbüs bu? İcrai hareket nerede? Bunlar konuşma ve planlamadan öteye geçmiş mi? Bu konudaki kuşkularımı en baştan beri medyada ve mesleki toplantılarda söylüyorum.
İnsanların farklı düşünceleri, aidiyetleri olabilir. Önemli olan bunun işine yansıtıp yansıtmadığıdır. Bu dönem “paralel” diye tanımlanan cemaat mensubiyeti ölçülebilir bir durum değil. Kimin hangi cemaate veya gruba mensup olduğunu, kendisi ikrar etmedikçe veya somut delillerle ortaya çıkarmadan bilemezsiniz. Bunun bir cihazı yok.
Bugün de aynı toptancı yöntemlerle “hadi sen bunu yaptın, ben de sana bunu yapıyorum” denilmesini doğru bulmuyorum. Hukukçunun yapması gereken şu. Somutlaştıracağız ve delillendireceğiz. Ve diyeceğiz ki: “Sen şunu şunu yaptın. Aklınla, vicdanınla, kanunla değil. Aldığın talimatla hareket ettin. Bunun belgesi delili de budur. Gereği de budur.” Bunu demediğimiz sürece çok ezbere hareket etmiş oluruz.
Okur, Gülen cemaati ve 17 Aralık soruşturmaları hakkında da, “Paralel diye tanımlanan cemaat mensubiyeti ölçülebilir bir durum değil. Kimin hangi cemaate veya gruba mensup olduğunu, kendisi ikrar etmedikçe veya somut delillerle ortaya çıkarmadan bilemezsiniz. Bunun bir cihazı yok” ifadelerini kullandı
Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’e konuşan İbrahim Okur, dünkü röportajında, Balyoz ve Ergenekon hâkimlerini “maça çıkan takip psikolojisi içinde” olduğunu söyleyerek, “Gerçekten bu davalarda adaletsizlik yapıldığına inanıyorum. Haksızlık ve zulüm kimden gelirse gelsin haksızlıktır, zulümdür” demişti.
Utku Çakırözer’in “Bu davadan ‘darbe’ çıkmaz” başlığıyla yayımlanan (27 Haziran 2014) İbrahim Okur röportajı şöyle:
Bu Davadan ‘Darbe’ Çıkmaz
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 1. Daire Başkanı İbrahim Okur ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) Balyoz davasında çıkan ihlal kararını ve bunun olası sonuçlarını konuştuk. Bugünkü ikinci bölümde ise yargıda cemaat iddialarını ve 17 Aralık sonrasında yaşananlara ilişkin değerlendirmelerini aktarıyoruz.‘AYM Yargıtay’ı yerle bir etti’
AYM’nin bu kararıyla hem ilk derece mahkemesi hem de Yargıtay yerle bir oldu. “Siz bu işi beceremediniz yanlış yaptınız” demiş oldu mahkeme. Yargıtay Başsavcısı 5 No’lu harddisk ile ilgili son TÜBİTAK raporu sonrasında davayı genel kurula götürebilseydi iyi olurdu. Bizim gördüklerimizi Yargıtay’daki meslektaşlarımız, başsavcılık görmedi mi? AYM’nin yaptığını keşke Yargıtay yapsaydı da yargı ayaklar altına düşmeseydi.Belli daireler belli görüşte
Yargıtay’da belli dairelerde belli görüşün egemen olduğu kanısı var. Bu kanıyı dağıtmadılar. Oysa Yargıtay kendisi bunu yapabilmeliydi. Şimdi yasayla dağıtılıyor. Son kanunda Yargıtay’daki dairelerin yapısının değişmesi söz konusu. Yargının içine düştüğü bu durumdan çıkması gerekiyor.Dava gelmeden üye değiştirildi
Balyoz davasına bakan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kıdemli bir üyesi, dava gelmeden 6 ay önce başka bir daireye başkan olmak üzere dilekçe verdi. Ben buna tepki göstermiştim. Onun 9. Ceza’dan ayrılmasına itiraz ediyordum. İyi bir hukukçuydu. Bir kişi ne yapabilirdi? En azından muhalif kalıp dikkat çekebilirdi. Bu yer değiştirme de Yargıtay sürecinin de çok sağlıklı işlemediğini gösteriyor.Balyoz ile ilgili “darbeye teşebbüs suçu” olmaz kanısındayım. Ses kayıtları doğruysa çok sınırlı bir kısmı için “görevi kötüye kullanma”, bir kısmı için fişleme iddialarına ilişkin belki “kişisel verilerin korunması kanununa muhalefet” denebilir. Geriye kalanlar için ise suç unsuru olmaz diye düşünüyorum. Nasıl bir teşebbüs bu? İcrai hareket nerede? Bunlar konuşma ve planlamadan öteye geçmiş mi? Bu konudaki kuşkularımı en baştan beri medyada ve mesleki toplantılarda söylüyorum.
Bir çuvalda tasfiye operasyonu
Bir potanın içine, çuvalın içine hepsi dolduruldu. Kurtulmak istenen, tasfiye edilmek istenen vatansever subayların tasfiyesine dönük büyük operasyonun parçası haline getirilmeye çalışıldı bu dava. Bu amaçla birilerini de kullanmış olabilirler. Taşeronluk yapanlar olabilir. Emniyet’in içinde, TSK’nin içinde ve yargının içinde eğer varsa onların da bulunması lazım.Başsavcı Emniyet’e gider mi hiç
Nedim Şener’in bu konudaki açıklamalarına dikkatle bakmak gerekir. Kendi ismini Başbakan’a “Oğlunuza suikast düzenleyecekler” listesinde vermişler. Emniyet İstihbarat müdürünün (Ali Fuat Yılmazer’i kastediyor) açıklamaları dehşet verici. Güya Başbakan, İlker Başbuğ’un alınması için başsavcı vekiline talimat vermiş. İstihbarat müdürü “Başsavcı vekili bana geldi, Başbakan’ın böyle bir talimatı var dedi. Ben de hukuk ne gerektiriyorsa o yapılsın dedim” diyor. Türk hukuk sisteminde emniyet müdürü savcıya bağlı çalışır. Başsavcı gidip “ne yapalım” diye müdüre sormaz. Sorduysa vahim. Böyle bir şey olmadıysa ve istihbarat müdürü öyle söylüyorsa o daha da vahim.Devlet iradesi dışında bir yapı
Ben gerçekten Türkiye’de devletin iradesi dışında bir oluşumun varlığına inanıyorum. Özellikle yargıda son 7-8 yıldır birilerinin devlet aklının, devlet iradesinin dışında bir şeyler yapmaya çalıştığını düşünüyorum. Bazı davalar kurgulandığına, gizli tanıklık adı altında yalan tanıklıklar yapıldığına, birilerinin ceza kanunu anlamında suç sayılamayacak eylemlerinin zorlama yorumlarla suç yapılmaya ve gerçekten suç işleyenlerin yanına suçsuz insanların monte edilmeye çalışıldığına tanık oluyoruz.17 Aralık Sonrası...
İbrahim Okur ile hükümetin, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları sonrasında yargıdaki Gülen cemaati üyelerine yönelik operasyonlarını da konuştuk. Onlara bakışı şöyle:İnsanların farklı düşünceleri, aidiyetleri olabilir. Önemli olan bunun işine yansıtıp yansıtmadığıdır. Bu dönem “paralel” diye tanımlanan cemaat mensubiyeti ölçülebilir bir durum değil. Kimin hangi cemaate veya gruba mensup olduğunu, kendisi ikrar etmedikçe veya somut delillerle ortaya çıkarmadan bilemezsiniz. Bunun bir cihazı yok.
Cemaatçi olmadığını kanıtla diyemeyiz
O nedenle dün belli davalarda insanlara “suçsuzluğunuzu ispatlayın” denildiği gibi, bugün de başka insanlara “cemaatçi olmadığını ispatla” dememeliyiz. Dün yapılan ne kadar yanlışsa bugün yapılan da o kadar yanlıştır. Biz hukukçular konuya hukukçu duyarlılığı içerisinde yaklaşmak zorundayız. Konjonktüre göre “bugün güç buradan yana, aman buraya yönelelim” diyemeyiz.Bugün de aynı toptancı yöntemlerle “hadi sen bunu yaptın, ben de sana bunu yapıyorum” denilmesini doğru bulmuyorum. Hukukçunun yapması gereken şu. Somutlaştıracağız ve delillendireceğiz. Ve diyeceğiz ki: “Sen şunu şunu yaptın. Aklınla, vicdanınla, kanunla değil. Aldığın talimatla hareket ettin. Bunun belgesi delili de budur. Gereği de budur.” Bunu demediğimiz sürece çok ezbere hareket etmiş oluruz.