26 Mart 2014 Çarşamba

TSK'dan Suriye açıklaması

Türk Silahlı Kuvvetleri'nden Suriye ile ilgili bir açıklama geldi. Açıklamada, "Suriye ile ilgili gündeme getirilen iddialar gerçek dışıdır" denildi.

Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada,  "Son günlerde çeşitli olaylar öne sürülerek, yerel seçim öncesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasi konuların içine çekme gayreti olduğu üzülerek müşahede edilmektedir" ifadeleri yer aldı. 

İşte TSK'da yer alan açıklamalar...      

1.      Son günlerde çeşitli olaylar öne sürülerek, yerel seçim öncesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerini siyasi konuların içine çekme gayreti olduğu üzülerek müşahede edilmektedir.
2.      Birçok kereler açıkladığımız gibi, Türk Silahlı Kuvvetleri; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ordusudur. Desteğini, moralini, kaynağını Yüce Türk Milletinden ve şanlı tarihinden almaktadır.
3.      Türk Silahlı Kuvvetleri; siyasi tartışmaların ve konuların dışında kalmayı, Devletimizin bekası, Yüce Milletimizin huzur ve güvenliği için gerekli olduğunu düşünmektedir.
4.      Türk Silahlı Kuvvetleri; Anayasamızda işaret edilen “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” ilkesine sadık, hukukun üstünlüğüne inanan, insan haklarına saygılı ve anti demokratik usul ve uygulamaları reddeden duruşunu muhafaza etmekte kararlıdır.
5.      Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli mensupları; görevlerinin bilincinde, sağduyulu, soğukkanlı ve her türlü tahrik ve günlük siyasi mülahazadan uzak olarak ülkemize ve Yüce Milletimize hizmete devam etmektedir. Güç ve kudretinden hiçbir şey kaybetmemiştir.
6.      Ayrıca, Türkiye ve Suriye Hava Kuvvetleri yetkililerinin uyarılarına rağmen, hava sahamızı ihlal eden bir Suriye uçağının düşürülmesi olayı ile ilgili olarak bazı basın yayın organlarında spekülatif haberler yer almaktadır.
7.      Türk Silahlı Kuvvetleri konu ile ilgili olarak kendisine verilen yetkiyi kullanarak görevini başarıyla ifa etmiştir.
8.      Faaliyet, ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak icra edilmiştir.
9.      Türk Silahlı Kuvvetlerinin Süleyman Şah Saygı Karakolu hariç, SURİYE topraklarında herhangi bir birliği bulunmamaktadır.
10.      Bu konularla ile ilgili gündeme çıkarılan haberler gerçek dışıdır.
      Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Çankaya’da 'atlı birlik' dönemi

Çankaya'da kraliyet protokolü,Çankaya’da 'atlı birlik' dönemi
Çankaya Köşkü, konuklarını Kraliyet törenlerini andıran seremoni ile karşılamaya hazırlanıyor. Danimarka’da Kraliyet atlı birliklerinin de yer aldığı seremoni ile karşılanan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, uygulamayı Türkiye’ye uyarladı.
Köşk’- teki “atlı seremoni” için ilk provayı Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül de izledi. Provada Kara Harp Okulu Atlı Birliği’ne bağlı mavi üniformalı süvarilerin bindiği atların top atışlarına hassasiyetleri de ölçüldü. Cumhurbaşkanı Gül Danimarka’daki karşılama seremonisi ile ilgili soruları yanıtlarken “Krallıklar böyledir. Seremoniler büyük önem taşır. Törenlerde mutlaka atlı birlikler kullanılır. Bu, tarihten gelen bir ritüel. Aslında bizim de tarihimize baktığımızda bu tür karşılamalar görülür. Tarihimizde atın çok önemli bir yeri var. Ben de Genelkurmay’a atlı karşılama törenleri konusunda çalışın diye söyledim. Şimdi çalışıyorlar, bir hazırlık yapıyorlar” demişti.

25 Mart 2014 Salı

Kinci değiliz savaş istemem

ÖLÜMÜN RÖVANŞI OLMAZ

 

 

 

Suriye tarafından iki yıl önce düşürülen F4 keşif uçağının şehit pilotu Hava Pilot Yüzbaşı Gökhan Ertan’ın babası Ali Ertan, “Biz kinci millet değiliz. Ölümün rövanşı olmaz. Savaş ülkeyi bataklığa sürükler” dedi. Ertan şehit oğlunun üzerinden siyaset yapılmasını istemediğini söyledi.

Önceki gün sınır ihlali gerekçesiyle bir Suriye uçağının düşürülmesiyle başlayan tartışmalar şehit Gökhan Ertan’ın evinde de yankı buldu. Malatya’da yaşayan emekli öğretmen Ali Ertan, uçağın düşürülmesiyle oğlunun öcünün alındığı yorumlarına katılmadığını belirtirken bunu bir rövanş olarak kabul etmediğini vurguladı. Ertan şunları söyledi: 
“İki yıl geçmiş üzerinden. Biz kinci millet değiliz. Bir öç olsaydı, olay 22 Haziran 2012’de meydana geldi, o zaman alınırdı. Bu devletin aldığı bir karar. Şartlar değişmiştir, sonra da böyle bir hareket olmuştur artık o devletin bileceği şey, bizim bir şey söyleme durumumuz olmaz.
LİBYA’YA, SURİYE’YE BAKIN
Savaş ülkeye bir şey kazandırmaz. Gerekliyse, ülkenin çıkarı varsa ben de giderim askere ama savaş bir ülkenin yıkımı demektir, bir bataklığa sürükleme demektir. Savaştaki ülkeleri görüyoruz. Bakın Libya ne halde; Irak, Suriye ne halde bugün. O bataklığa ülkenin saplanmasını ben kesinlikle istemem. Halk da istemez. Savaş çok kötü. Ne olsa çocuklara, halka oluyor. Siyasilere, üst düzeydekilere bir şey olmuyor. Bizim buraya, Malatya’ya Suriye’den gelenler var. Bakıyorsun fakir, hiçbir şeyleri yok. Yurdunu bırakmış gelmiş. İçlerinde hiç zengin, durumu iyi olan yok. Hep gariban insanlar. Savaş bize zarar.”
ÇOCUĞUNA SÖYLEYEMEDİK
Olayın üzerinden iki yıl geçtiği halde uçağın düşüş nedeni, kim tarafından nasıl düştüğü ile ilgili soruların cevap bulamadığını ifade eden Ertan, olayın aydınlanması için açtıkları davanın 11 Nisan’da görüleceğini söyledi. Ertan oğlunun ölümünün ardından iki yıldır ailede yaşananları ise şöyle anlattı: “Biri olaydan üç ay sonra dünyaya gelen ve adını Gökhan koyduğumuz iki çocuğu var. Öğretmen olan eşinin tayinini Malatya’ya yaptırdık. Bizimle kalıyorlar. Büyük çocuğu 8 yaşında, daha babasının şehit olduğunu söyleyemedik. Gökhanımız ise 1.5 yaşında yavaş yavaş konuşuyor. Benim de bir oğlum, bir kızım var. Küçük oğlum lisede okuyor ve asker olmayı çok istiyor. Odasında duvarının boyasını göremezsiniz, her tarafını hep uçaklarla süslemiş. Hastası. Ben de öyleyimdir. Belki diğer oğlum da benden etkilenmiştir.”

Genelkurmay'a basit bir soru / ERTUĞRUL ÖZKÖK

Genelkurmay'a basit bir soru

BU olay bir casus romanı değil. Gerçekten yaşandı.
22 Ekim 2013 günü saat 16.37’de bir savaş uçağı, Türk hava sahasına tehlikeli şekilde yaklaştı.
Bir iddiaya göre, bir miktar içeri de girdi.

***

Bu bilginin gelişinden bir dakika sonra, Merzifon’daki 5’inci Ana Jet Üssü’nden Türk F-16’ları havalandı.
Kalkan Türk uçakları, saat 17.14’te Karadeniz hava sahamızın sınırı boyunca uçan yabancı uçakla temas kurdu.
Türk hava sahasına giren veya girmek üzere olan uçak, Rusya Hava Kuvvetleri’ne ait bir Il-20’ydi.

***

Peki Türk uçakları Rus uçağına karşı ne yaptı?
Geçen pazar günü Suriye uçağını düşürdüğü gibi mi davrandı?
Bir uyarı atışı mı yaptı?
Hayır...
Sadece gözlemlemekle yetindi.
Hem de ne kadar süre... 
Rus uçağı tam dakikasıyla saat 19.05’te, tam koordinatıyla Ordu civarında Türk hava sahasından uzaklaştı.
Bu ne anlama geliyor?
Türk F-16’ları tam 1 saat 50 dakika boyunca sadece gözledi ve Rus uçağının Türk hava sahasına girmesini engelledi.

***

Evet, olayın dakikaları, koordinatları böyle.
Bu olaydan haberiniz var mı? 
Yok... Hayır, siz meraksız veya cahil biri değilsiniz.
Çünkü bu tür olaylar, ülkeler arasında çok sık rastlanan şeylerdir.
Bunları ancak uzmanlaşmış bazı internet sitelerinden öğrenebilirsiniz.

***

Ama size bu kadar kolay öğrenemeyeceğiniz bir başka bilgi vereceğim.
27 Ağustos 2013 günü Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı uçaklar Yunan hava sahasına girdi.
Havalanan Yunan uçakları, iddiaya göre Türk uçaklarını kendi hava sahası olduğunu iddia ettikleri bölgenin dışına çıkardı. 
Bu haberi nereden öğrendik?
Çok ilginç...
Yunan Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden.

***

Olayı Türk Genelkurmayı’ndan öğrenemedik, çünkü bu olaydan bir ay önce, tam tarihiyle 11 Temmuz 2013 günü Türk Genelkurmayı ilginç bir karar aldı.
O günden itibaren, Yunan uçaklarının Türk hava sahasını ihlaliyle ilgili haberleri internet sitesine koymaktan vazgeçti.
Neden? 
Bu sorunun cevabını hiçbir zaman öğrenemedik...

***

Ama bildiğimiz bir şey vardı.
Suriye, Genelkurmay’ın bu kararından bir yıl önce, 22 Haziran 2012 günü bir Türk Fantom uçağını düşürmüştü.
Bu olaydan sonra Türkiye, “yeni angajman kuralları” açıklamıştı.

***

Gelelim geçen pazar gününe...
Düşen Suriye uçağının pilotu, füze uçağına isabet ettiğinde, Türkiye sınırından 7 kilometre uzakta olduğunu söylüyor.
Uçak, Suriye tarafına düştüğüne ve pilot da kurtulup şu anda bir Suriye hastanesinde bulunduğuna göre... 
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının şu soruyu sorma hakkı yok mu:
BİR: Başka ülkelerin hava sahamızı ihlalleriyle ilgili bilgileri yayınlamaktan niye vazgeçtiniz?
İKİ: Başka ülkelerin ihlallerine hiç ses çıkarmazken, Suriye uçağını kendi sınırları içinde niye düşürdünüz?
ÜÇ: Suriye uçakları geçmişte de o mesafelere gelip bazı hedefleri bombaladığı halde, pazar günü niye müdahale ettiniz?

***

Türk Hava Kuvvetleri’nin bu başarısını ben de kutluyorum.
Darmadağın edilen Türk ordusuna duyduğumuz güvenin devam ettiğini göstermesi bakımından ilginç oldu.
Ama bunları da merak ediyoruz.
Bu ülkenin halkının yüzde 70’inin Suriye ile bir savaşa karşı olduğunu biliyoruz.
O nedenle bu soruların cevaplarını da merak ediyoruz.

Niğde’de ne oldu Reyhanlı’da ne olmuştu
İÇİŞLERİ Bakanlığı sadece “Batı uyruklu üç kişi” deyip geçti.
Okmeydanı’nda öldürülen Burak’ın katillerinin DHKP-C olduğunu olaydan üç dakika sonra bilen Başbakan, aradan geçen bunca zamana rağmen, bu üç yabancı uyruklunun hangi örgüte mensup olduğu hakkında tek kelime etmedi...
Kimdir bu adamlar...
Elini kolunu sallayarak ülkemizin içine kadar girip iki güvenlik elemanı, bir vatandaşımızı şehit eden bu adamlar...
“Esad yanlısı mı..”
“Muhaberat mı...”
Yoksa savaşın başından beri sınırımızdan girip, orada savaşıp, sonra geri gelen “dost birlikler” mi...
Suriye uçağını kendi sınırı içinde düşüren Türk güvenlik güçleri, bu olay üzerinde neden tek kelime etmez...
Yoksa bir “Besle kargayı oysun gözünü” durumu var da seçim öncesi ondan dolayı mahcup düşmeme telaşı mı...
Bilmek istiyoruz...
Bir de Reyhanlı olayı var...
Hâlâ kimin yaptığını öğrenemedik...
İnşallah seçimden sonra inandırıcı bir açıklama gelir de bu ülkenin vatandaşı olduğumuzu hissederiz.

Bakın Emine Hanım’a hediye edilen kitapta neler yazıyor
HAFTA sonu ilginç bir kitabı okudum.
Adı, “Diktatörlüğün Psikolojisi”.
Yazarı İranlı bir bilim adamı olan Fathali M. Moghaddam...
Kitabı hatırlardınız mı?
Hani 2013 yılında Amerika’ya gittiğinde Emine Erdoğan’a hediye edilen kitap.
İşte o kitap Türkçeye çevrildi ve 3P Yayıncılık tarafından yayınlandı.
Kitabın 245 ve 248’inci sayfalarında “Diktatörce liderlik” profilini anlatan bir bölüm var. Oradan birkaç cümle aktarayım:

***

Diktatörlüklerde hayatın ortak bir özelliği, toplumun genelinde özel bir suskunluğun yaygınlaşmasıdır.
Diktatörlüklerde tüm kararlar tepeden inme alınır. 
Örnek mi? 
Nazi Almanyası’nda tüm önemli kararları bizzat Hitler verir.
Söz konusu rehber, banyo yapmaktan evliliğe, iş ilişkilerini yürütmekten sosyal ilişkilere varıncaya kadar hayatın akla gelen her yönünü kapsar.
Yüce diktatör mutlak sadakat sağlamak için her şeyi kurban eder.
Kirli liderler çoğunlukla arkalarına halk desteğini alarak (kazara) iktidara gelirler.
Kadının tek rolü eş ve anne olmaktır. Doğurgan kadın ideali baş tacı edilir.
Kimin ne zaman kurban edileceğinin belli olmadığı bir korku iklimi yaratılır. İsyana yeltenenleri nasıl bir sonun beklediği durmadan tekrarlanır.
Narsisttirler; kendileri dışında kimsenin ihtiyaçlarını, hislerini, dileklerini önemsemezler.
Diktatörler, bindirilmiş kıtaların doldurdukları meydanlarda belirli bir süre destek bulabilirler, ancak bu desteği kilit konumundaki elitlerin desteği ile sürdürebilirler.

***

Tanıdık bir kişilik değil mi...
Bir de 44’üncü sayfadaki şu cümleye dikkat:
“21’inci yüzyılda demokrasi maskesi takan diktatörlükler hızla çoğalıyor.
Bugün Rusya ve İran’da bile en önemli politik ofislerin kadrolaşmaları seçimler yoluyla yapılıyor.”
Kısaca, önümüzde çok ciddi bir 
“maskeli diktatörler” tehlikesi var...
Türkiye de bunu 
her geçen gün daha 
iyi anlıyor.

24 Mart 2014 Pazartesi

3 Rus savaş gemisi, sıcak bölgeye doğru yol aldı

Çanakkale Boğazı'ndan bu sabah peş peşe 3 Rus savaş gemisi birden geçiş yaparak, sıcak bölge Akdeniz'e doğru yol aldı.

Sınır ihlali yapan Suriye savaş uçağının Türk savaş uçakları tarafından düşürülmesinin ardından, üç Rus savaş gemisi suların ısındığı bölgeye gitmek üzere yola çıktı. Karadeniz'den gelen ve bu sabah Marmara Denizi'ne giriş yapan Rus Savaş gemileri Minks, Olenegorsky ve Kaliningrad saat 08.15'te Çanakkale önlerine ulaştı. Türk Sahil Güvenlik Botu'nun eşlik ettiği 3 savaş gemisi, saat 09.15'te ise Şehitler Abidesi önünden geçiş yaparak Akdeniz'e gitmek üzere Ege Denizi'ne geçti.

Bordo Bereliler Suriye sınırına konuşlandı

Irak Şam İslam Devleti Örgütü'nün 25 Türk askerinin görev yaptığı Süleyman Şah Saygı Karakolu'nu yönelik tehditleri üzerine Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı bordo bereli askerler sınırda konuşlandı.
 
 
 
 
 
 
 
 
Halep yakınlarındaki Türkiye toprağı, yaklaşık 25 Türk askerinin görev yaptığı Süleyman Şah Saygı Karakolu, Irak Şam İslam Devleti Örgütü'nün tehditi altında.
 
SINIRA KONUŞLANDILAR
 
Örgüt, Türkiye'nin karakolu boşaltması için 3 gün süre vermişti. Tehditler üzerine Türkiye net bir tavır takındı ve Cumhurbaşkanı Gül "anavatan nasıl korunuyorsa burası da öyle korunur" dedi.
 
Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı bordo bereli askerlerin de yaşanan bu gelişmeler üzerine sınırda konuşlandığı öğrenildi.

Pars vurdu


Pars vurdu

Türkiye ile üç yıldır içsavaşa sahne olan Suriye arasındaki gerginlik, dün Türkiye’nin Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağını sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle düşürmesiyle yeniden yükseldi.

TÜRKİYE, Haziran 2012’de F-4 tipi savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi sonucu değiştirdiği angajman kuralları çerçevesinde, dün ikinci kez bir Suriye hava unsurunu vurarak düşürdü. Hatay’ın Yayladağı ilçesinin hemen karşısındaki Kesep kasabası yakınında dün saat 13.00 sıralarında Suriye Hava Kuvvetleri’ne ait bir savaş uçağı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) tarafından vuruldu. Uçağın Diyarbakır’daki 181’inci Filo’ya (Pars Filosu) bağlı F-16’lar tarafından düşürüldüğü öğrenildi. Türkiye böylece son yedi ay içinde ikinci kez bir Suriye hava unsurunu düşürmüş oldu. Eylül 2013’de de Türk F-16’ları bir Suriye helikopterini havadan havaya füzeyle vurarak düşürmüştü.

DÖRT KEZ İKAZ EDİLDİ


Genelkurmay Başkanlığı, konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı: “Suriye’ye ait iki adet MIG-23 uçağının, Suriye hava sahasında kuzeye doğru uçuşu, 23 Mart 2014 saat 13.01’den itibaren Diyarbakır’daki Birleştirilmiş Kontrol İhbar Merkezi (BİKİM) tarafından 80 deniz mili mesafeden izlenmeye başlanmış ve Suriye uçakları Türk hududuna on deniz mili mesafeden itibaren Türk hava sahasına yaklaştığına ilişkin dört kez ikaz edilmiştir. Yapılan ikazlar üzerine, Suriye uçaklarından birisi hava sahamıza girmeden bölgeden uzaklaşmış, ancak ikinci Suriye uçağı, uyarılara rağmen saat 13.13 sularında Hatay-Yayladağı’na bağlı Çamlı Tepe Hudut Karakolu bölgesinde Türk hava sahasına girerek yaklaşık bir kilometre kadar hava sahamızı ihlal etmiş, daha sonra batıya doğru yönelerek 1.5 kilometre kadar hava sahamızda uçmaya devam etmiştir. Bu esnada bölgede hava devriye görevinde (havada hazır) bulunan iki adet F-16 uçağımızdan birisi, angajman kuralları gereğince saat 13.14’de Suriye uçağına füze atmış ve isabet alan Suriye uçağı hududun 1200 metre güneyinde ve Suriye topraklarında yer alan Kesep bölgesine düşmüştür. Uçağın Kesep bölgesine düşüşü, bölgede bulunan hudut birliklerimiz tarafından gözlemlenmiştir.” Hatay Valisi Mehmet Celalettin Lekesiz de, “Sınır bölgesine intikal eden bilgilere göre Suriye’nin Kesep kasabasının batı tarafına bir Suriye uçağının düştüğü bilgisi geldi” dedi.


PİLOTLAR PARAŞÜTLE ATLADI
Suriye resmi haber ajansı SANA ise askeri bir yetkiliye dayandırdığı haberde, “Suriye toprakları üzerinde teröristleri kovalayan savaş uçağının düşürüldüğünü, pilotun paraşütle atlayıp kurtulmayı başardığını” yazdı. El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi ile Ensar ul Şam ve Fetih Tümeni unsurlarından oluşan muhalifler; Beşar Esad rejimine bağlı güçlerle üç gün süren şiddetli çatışmaların ardından dün sabah Hatay’ın Yayladağı ilçesinin karşısında yer alan Lazkiye kentindeki Kesep Sınır Kapısı’nı ele geçirmişti.

Anadolu Ajansı’na konuşan muhaliflerin komutanlarından Ebu Muhammed, sınır kapısının ele geçirilmesine rağmen çatışmaların sürdüğünü ve 10 muhalifin öldüğünü söyledi. Kesep Sınır Kapısı’nda kontrolü ele geçirmelerini tekbir getirip slogan atarak kutlayan muhalifler, sınır kapısı yakınındaki bir binaya asılı Suriye lideri Beşar Esad fotoğrafını da indirerek yaktı. Muhaliflerin sınır kapısını ele geçirmesinin ardından Esad güçlerinin Türkmen Dağı bölgesine yönelik saldırısında yaralananların bir kısmı, Hatay’daki hastanelerde tedavi altına alındı.Bu arada Kesep kasabasındaki çatışmalar nedeniyle Yayladağı ilçesi kırsal alanına üç havan mermisi isabet etti.  Öte yandan Suriye sınırındaki bazı Türk köylerinin boşaltıldığı yönündeki iddiaların sorulması üzerine Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “Güvenlik tedbiriyle... Ola ki karşı taraftan bir ateş geliyor, bu ateşten dolayı bizim vatandaşlarımız zarar görmesin diye bir güvenlik tedbiri olarak yapılmıştır. Bunu bu çerçevede görmek lazım” dedi.


İki pilotumuz şehit olmuştu
Suriye’de içsavaş başladıktan sonra Ankara ile Şam arasındaki gerginlik, Suriye’nin 22 Haziran 2012 tarihinde Türk Hava Kuvvetleri’ne ait RF-4E Phantom keşif uçağının düşürülmesi ile doruk noktaya çıktı. Malatya Erhaç 7’nci Ana Jet Üs Komutanlığı’nda konuşlu 173’üncü Filo’ya ait RF-4E Phantom tek başına, silahsız ve tanıtma sistemi açık olduğu halde sınır ihlali gerekçesi ile Suriye tarafından ihtarsız olarak düşürüldü. Bu olayda Hava Pilot Teğmen Hasan Hüseyin Aksoy ve Hava Pilot Yüzbaşı Gökhan Ertan şehit oldu. Uzun süren arama çalışmaları neticesinde 5 Temmuz 2012 günü uçağın enkazı ve şehitlerin naaşları, deniz seviyesinin bin 260 metre altında bulunmuştu. Türkiye, bu olay üzerine angajman kurallarını değiştirerek Suriye tarafından sınıra yaklaşan her askeri unsuru tehdit olarak göreceğini açıklamıştı.

PARS’TAN İKİNCİ VURUŞ


Dün Suriye’ye ait savaş uçağını düşüren ve “Pars Filo” olarak bilinen Diyarbakır’da konuşlu 181. Filo’ya ait F-16’lar, geçen eylülde de Suriye helikopterini füzeyle vurarak düşürmüşlerdi. Türk F-16 uçakları, 16 Eylül 2013’te Türkiye sınırını ihlal eden M-17 tipi bir Suriye helikopterini vurmuş, helikopter Suriye tarafına düşmüştü. Değişen angajman kuralları gereği 3 Ekim 2012 tarihinde Suriye tarafından Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşen top mermisi nedeniyle 5 Türk vatandaşı hayatını kaybetmesi üzerine, Türkiye anında misilleme olarak Suriye’de tespit edilen askeri bölgeleri top atışına tutmuştu.
SURİYE: EŞİ GÖRÜLMEMİŞ DÜŞMANLIK
Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Suriye’de yaşanan krizin başlangıcından bu yana, Türkiye’nin devam ettirdiği tutum bugün Kesep bölgemizde Suriye’nin egemenlik hakkını ihlal ederek girişilen askeri saldırganlığa kadar uzanmıştır. Suriye bu tutumu reddetmektedir. Türkiye, Suriye’nin egemenlik haklarına karşı şimdiye kadar eşi görülmemiş ve açıklanamaz bir düşmanlık sergiliyor. Bu saldırı, yolsuzluğa batmış ve halkı tarafından istenmeyen Erdoğan’ın başarısızlığının ve iflasının ilanından başka şey değildir. Suriye, Erdoğan hükümetinden saldırganlığa ve teröre desteğe son vermesini ve uluslararası yasalara uygun davranmasını istiyor.
Muhaliflerin sınır kapısını ele geçirmesinin ardından Esad güçlerinin Türkmen Dağı bölgesine yönelik saldırısında yaralananların bir kısmı, Hatay'daki hastanelerde tedavi altına alınmıştı.

14 Mart 2014 Cuma

TÜRK ASKERİNE "VUR" EMRİ VERİLDİ

Suriye'de Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi'nin etrafın IŞİD ve El

Suriye'deki Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi'nin bulunduğu Karakozak köyü çevresinde IŞİD ile ÖSO arasında çatışmalar yaşandığı bildirildi. Çatışmaların yoğunlaşması üzerine Süleyman Şah Türbesi çevresindeki Türk askeri sayısı artırıldı. Türbede görev yapan yaklaşık 25 askere, türbeye bir saldırı olması halinde "vur emri" verildi.

Suriye'nin Halep kentinde Türk askerinin koruduğu Süleyman Şah Türbesi çevresinin Irak Şam İslam Devleti'nin eline geçtiği bildirildi.

Çatışmaların yoğunlaşması üzerine Suriye'de Türk toprağı olan Süleyman Şah Türbesi çevresindeki Türk askeri sayısının artırıldığı ve saldırı ihtimaline karşı güvenlik önlemlerinin alındığı öğrenildi.

İKİ GRUP ARASINDAKİ ŞİDDETLİ ÇATIŞMA SÜRÜYOR

Rakka'daki Türkmen aşiretlerinin ileri gelenlerinden Süleyman et-Türkmani, Türk askerinin koruduğu Süleyman Şah'ın türbesinin bulunduğu Karakozak köyü çevresinde IŞİD ile ÖSO arasında şiddetli çatışmaların yaşandığını belirtti.

Türkmani, Haseke'deki Nakşibendi tarikatının önemli isimlerinin türbeleri ile Tel Abyad'daki Hazreti İbrahim makamını yıkan IŞİD'in kontrol altına aldığı bölgelerde türbeleri tahrip ettiğini hatırlatarak uyarıda bulundu.

TÜRKİYE HÜKÜMETİNE ÇAĞRIDA BULUNDU

Vatan'ın haberine göre; Karakozak Köprüsü'nde süren çatışmada IŞİD'in üstünlük sağlaması halinde bölgedeki gücünün ve nüfuzunun artacağına dikkati çeken Türkmani, bu gelişmenin Süleyman Şah Türbesi ve onu koruyan Türk askerleri içinde tehlike arz edebileceğini söyledi.
Türkmani, Türkiye hükumetini ve Suriye Türkmen Konseyi'ni Türk ve İslam mirasıyla, Türkmenlerin yaşadığı bölgeleri rejim ve IŞİD'in saldırılarından korumak için acilen önlem almaya çağırdı.

OSMAN GAZİ'NİN DEDESİ SÜLEYMAN ŞAH'IN TÜRBESİ
Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin dedesi olan Süleyman Şah'ın türbesi Suriye'de Halep ili sınırları içerisindeki Karakozak köyünde bulunuyor. Türbe, Türk toprağı olarak kabul ediliyor.

TEYAKKUZA GEÇTİLER
Genelkurmay, bir saldırı olması halinde sınırdaki kara ve hava güçlerine türbenin korunması için IŞİD'e yönelik operasyon yapılması, türbedeki askerlere de vur emri verildi. Genelkurmay'dan gelen bu emir üzerine sınırdaki kara ve hava güçleri teyakkuz durumuna geçirildi.

1921'DEN BERİ TÜRK TOPRAĞI
Fransa ile Türkiye arasında 1921 yılında yapılan Ankara Antlaşması uyarınca Suriye içerisindeki bu bölge Türk toprağı olarak kabul edilmiş, Süleyman Şah Türbesi'nde Türk askerlerinin nöbet tutmasına karar verilmişti. Karakozak'taki Süleyman Şah Türbesi, Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak parçası olma özelliği taşıyor.

12 Mart 2014 Çarşamba

VELİ KÜÇÜK DE CEZAEVİNDEN ÇIKTI

Ergenekon'da tahliye sayısı 38'e ulaştı


Hükümetin tutukluluk süresini 5 yıla düşüren ve özel yetkili mahkemeleri kaldıran düzenlemeyi yasalaştırmasının ardından Ergenekon terör örgütü davası sanıklarının tahliyesi devam ediyor. İlk gün 19 sanığı serbest bırakan nöbetçi mahkemeler dün de Veli Küçük, Levent Ersöz ve Hurşit Tolon’un da aralarında bulunduğu 18 sanığı tahliye etti. Böylece tahliyelerin sayısı iki günde 37, İlker Başbuğ ile birlikte 38’e ulaştı. Mahkeme, Fikri Karadağ'ın da tahliyesine karar verdi. Ancak Karadağ, Balyoz davasından dolayı cezaevinden çıkamayacak.
AK Parti'nin yaptığı özel yetkili mahkemeleri kaldıran, azami tutukluluk süresini de 5 yıla indiren yasanın ardından Ergenekon silahlı terör örgütü davasında iki gün içinde 37 hükümlü tahliye oldu. Geçtiğimiz cuma günü eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. İlker Başbuğ salıverilmişti. Çağlayan Adliyesi'ndeki nöbetçi mahkemeler, önceki gün de 19 Ergenekon hükümlüsü hakkında tahliye kararı vermişti. Dün ise Ergenekon'dan hüküm giyen 18 kişi tahliye edildi.
Çağlayan Adliyesi'ndeki tahliye furyası dün de devam etti. İlk tahliye kararı, Cumhuriyet Gazetesi'ne molotof atılması olayının azmettiricisi olduğu iddia edilen Boğan Kaan Murathan hakkında alındı. İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 Aralık 2008'den beri tutuklu olan Murathan'ın 5 yıllık süreyi doldurmasını gerekçe gösterdi. Aynı mahkeme, Semih Tufan Gülaltay'ın tahliye talebini ise reddetti. Mahkeme, Ocak 2012'de tutuklanan Gülaltay'ın 5 yılı doldurmadığını ifade etti. Ardından İstanbul 21. Ağır Ceza Mahkemesi emekli Orgeneral Hurşit Tolon ile Durmuş Ali Özoğlu'nun tahliyelerine karar verdi. Ancak Tolon, Malatya'daki Zirve Yayınevi katliamı davasında tutuklu yargılandığı için cezaevinden çıkamayacak.
İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi de emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Korgeneral Mehmet Eröz, Aykut Metin Şükre ve Kemal Şahin'in; 7. Ağır Ceza Mahkemesi, emekli Orgeneral Nusret Taşdeler, Deniz Yıldırım ve Mustafa Dönmez'in; İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Fikret Emek ve İsmail Yıldız'ın; İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi de Kemal Alemdaroğlu ve Ergun Poyraz'ın tahliye taleplerini kabul etti. Başvuruları önceki gün reddedilen Veli Küçük, Levent Ersöz ve Serdar Öztürk de İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye edildi. Mahkeme, Fuat Selvi’yi de serbest bıraktı. Bu kararlarla birlikte iki gün içinde 37 hükümlü hakkında tahliye verilirken, 5 hükümlünün başvurusu reddedilmiş oldu. 6 yıldır Silivri Cezaevi'nde tutuklu bulunan Durmuş Ali Özoğlu, öğle saatlerinde salıverildi. Cezaevi çıkışında basın mensuplarına açıklama yapan Özoğlu, “Bundan sonra iktidar istediği gibi at koşturamayacak. Vatan hainlerine bu ülkede yer olmayacak.” dedi.
Öte yandan Cumhuriyet Gazetesi, Mayıs 2006'da gazeteye 3 el bombası atılmasının azmettiricisi ve Danıştay cinayetinin faili olan Alparslan Arslan'ın tahliye kararına itiraz edeceğini açıkladı.

F-35, F-16 ve B1'lerin parçaları Çin malı çıktı!

ABD ve NATO Türkiye gibi ülkelere Çin'den füze alımı konusunda türlü engeller çıkartırken, Amerika'da üretilen F-16'larla stratejik B-1 bombardıman uçaklarının bazı parçalarının Çin yapımı olduğu ortaya çıktı.
Washington Times'ın haberine, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon tarafından yapılan bir araştırma, federal yasaların yasaklamasına rağmen ABD'de imal edilen F-35'ler ve Savaşan Şahinler ile B-1 bombardıman uçaklarının bazı parçalarıyla imalatta kullanılan bazı hammaddelerin Çin'den alındığını ortaya çıkardı. Buna göre, F-35 savaş uçaklarını üreten Lockhehed Martin şirketi bu uçakların yeni radar sisteminde, yasak olmasına rağmen Çin malı mıknatıslar kullandı. Pentagon tarafından hazırlanan raporda, F-35'lerin yanı sıra, F-16 savaş uçakları, B-1 bombardıman uçakları ve SM-IIA füzelerde de Çin malı parçalara ve hammaddelere rastlandı. Pentagon, bu uçak ve füzeleri üreten firmaların kendilerine verilen bütçeleri aşmamak adına ucuz Çin malı parçalara yöneldiklerini bildirdi. Amerikan federal yasaları, Amerikan yapımı silahlarda Çin malı parça ve hammadde kullanımını kesinlikle yasaklıyor.

Parlamento askerî ihaleleri mercek altına almalı / Lale Kemal

Son zamanlarda ortaya çıkan ses kayıtlarıyla devlet ihalelerinde usulsüzlükler yapıldığı iddiaları yeniden ayyuka çıktı. Aslında toplumun önemli bir kesimi, ihale usulsüzlüklerindenhaberdar ama yargının görevini yerine getirmesinin önlendiği ve parlamentonun, vatandaş adına sorgulama kültürünün eksik olması, bu türden iddiaların her dönemde üstlerinin kapatılmasıyla sonuçlanıyor.

Başbakan Erdoğan’ın, Sedef gemi inşaat firması sahibi işadamı Metin Kalkavan’ı, 1,5 milyar dolarlık milli savaş gemisi Milgem ihalesinde yönlendirdiğinin iddia edildiği ses kayıtları, geçen hafta basında yayımlandı. Erdoğan, Kalkavan ile yaptığı görüşmeyi doğrulamakla birlikte içeriğindeki yönlendirme bölümlerine değinmedi ve ülkeyi projede zarardan kurtardıklarını iddia etti.

CHP’li Sezgin Tanrıkulu, Milgem’deki iddialara ek olarak Kalkavan’ın Sedef firmasına ihale edilen ve İspanyol Navantia firmasıyla ortaklaşa kısaca LPD olarak anılan Havuzlu Çıkarma Gemisi’nin inşa edilmesi projesinde fiyatın 800 milyon Euro’dan 1,2 milyar Euro’yaçıkartıldığı iddialarına da hükümetten yanıt istedi.

Ses kayıtlarına göre, Erdoğan, Kalkavan’a, Milgem projesinde ihaleye alınmadığına dair Başbakanlık Teftiş Kurulu’na şikâyette bulunmasını da istiyor. Enteresandır, Kalkavan, aynı ses kayıtlarında, bu ihaleye yazılı bir başvuruda bulunmadığını, dolayısıyla şikâyetinin anlamsızlığı mealinde cümleler sarfediyor.

Ses kayıtları geçen hafta yayımlanmadan önce, kimi gazeteciler, daha geçen yaz, Koç grubuna ait RMK Marine firması ile Savunma Sanayii Müsteşarlığı arasında Milgem için sözleşme görüşmeleri tamamlanmak üzereyken Kalkavan firmasının yaptığı şikâyet üzerine Teftiş Kurulu’nun, projenin, serbest rekabet ortamında yapılmadığı ve kamu zararına yol açtığı iddiasıyla iptal edilmesi yolunda rapor hazırladığını yazmışlardı. Kalkavan’ın, Milgem’in ihale edilmesinden iki yıl sonra geçen yaz teftiş kuruluna şikâyette bulunmuş olmasına bir anlam verilememişti.

Milgem ihalesi, 26 Eylül 2013 tarihli icra komitesinde iptal edildi.

Bu konuda, “Koç’un savaş gemisi ihalesine durdurma,” başlığıyla 31 Temmuz 2013’te yazdığım yazıda detaylar bulunuyor.

Yargı, geçmişte olduğu gibi bugün de özellikle askerî ihalelerle ilgili iddialarda harekete geçmiyor. Keza, ne yazık ki geçmişte de, F-16’larda Şahinkaya olayı ile 2003’lerde, envantere ancak yeni katılan erken uyarı ve kontrol uçakları AEW&C’ler ve İsrail’in gerçekleştirdiği M60 tanklarının modernizasyonu projelerinde devletin zarara uğratıldığı iddialarına ilişkin dosyalar, parlamento komisyonlarına geldikten hemen sonra kapatılmışlardı.

Türkiye’nin askerî harcamalarının, gayri safi yurtiçi hasıla içinde payının yüzde 2,4 ile27 üye ülkesi bulunan NATO toplamı olan 2,9’a yaklaştığını söylersek askerî harcamalar ve askerî ihalelerin, toplumsal yarar dolayısıyla ülke ekonomisi adına mercek altına alınması gereğini daha iyi kavramış oluruz. Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Nurhan Yentürk’ün, merkezi İsveç’teki SIPRI adlı düşünce kuruluşu için Türkiye’nin askerî harcamaları ve bunun ölçümlerine ilişkin yazdığı makale son derece aydınlatıcı. (SIPRI Insights on Peace and Security, No. 2014/1, March 2014, Measuring Turkish Military Expenditures, Nurhan Yentürk).


DÜZELTME

5 Mart 2014 tarihli, “Ankara Karadeniz’i boş mu bırakacak”, başlıklı yazımda 1944 yılında Stalin’in Kırım Tatarları’nı Osmanlı topraklarına sürgün ettiğini yazmıştım. Dikkatli bir okuyucu, bu sürgünün, o dönem Sovyetler’e bağlı olan Özbekistan olduğunu belirtirkenSibirya’ya da sürüldüklerini hatırlatmakta yarar var.

Bu hatayı düzeltir, özür dilerim.

Bir tarafta sevinç bir tarafta hüzün

 Özgür son 24 saati
 SİLİVRİ Cezaevi’nin önü ard arda gelen tahliyelerle 2 gündür adeta bir bayram yeri. Bir taraftan Ergenekon sanıklarının, özgürlükle, sevdikleri ile kucaklaşmasına tanıklık ederken, bir taraftan da İstanbul’daki bir evde 8 yaşındaki kızı Öykü Duru ve eşi Oya hanım ile birlikte cezaevine girmeden önce son 24 saatini geçiren İstanbul Askeri Casusluk davasının Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir ile ailesinin hüznüne, tanıklık ediyoruz.
Emekliliğinin dolmasına henüz 1,5 sene olan Deniz Lisesi Yabacı Diller Bölüm Başkanı Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, İstanbul merkezli Askeri Casusluk davasında haklarında cezai hüküm verilen ve kendilerine cezaevi yolu gözüken 42 subaydan sadece biri. Bu satırları okuduğunuzda cezaevinde olacak. 2 yıl 8 aylık kesinleşmiş cezasını çekmek için teslim olacak. Cezası kesinleştiği için mesleğinden atılacak.

YARBAY ALİ TATAR İLE BENZER KADER
Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, Amirallere suikast davasında tutuklanıp serbest kalmasının ardından tekrar tutuklandığında intihar eden ve cenaze törenine katıldığı, çok sevdiği ve saygı duyduğu Öğretmen Yarbay Ali Tatar ile benzer kaderi 1’er yıl araya ile yaşadı. 2009 yılında kimi tarafından gönderildiği belli olmayan bir ihbar mailinde, Öğretmen Yarbay Ali Tatar’ın, uyuşturucu şebekesi ile bağlantısı olduğu, Deniz Harp Okulu öğrencilerine uyuşturucu temin edilmesine göz yumduğu öne sürülmüştü. Bundan tam 1 yıl sonra 2010 yılında, Deniz Kuvvetleri’nin eğitim birliklerinde Yarbay Ali Tatar ile 10 yıl beraber çalışan Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir ağır suçlamalarla karşı karşıya kaldı. Askeri Casusluk operasyonu bağlamında yapılan aramalarda bilgisayarlarda bulunduğu iddia edilen dijital verilerden dijital verilerde Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir’in şüpheli olmasına sebep olacak, swinger( eş değiştirme) partileri düzenlediği, hayat kadınlarını amirallere servis ettiği, amirallerin terfi düzenlemesini sağladığı gibi ibareler yer aldı. Bu iddiaların kim tarafından yazıldığı 4 yıllık dava süresince bulunamadığı gibi, hiç bir zaman aynı Yarbay Ali Tatar’da olduğu gibi delillendirilip, ispatlanamadı.
KIZI TRAVMA GEÇİRDİ
Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, 25 Elim 2010’da, Heybeliada’daki Deniz Lisesi’nden o günlerde hasta olan 4 yaşında olan kızı Öykü Duru’nun durumunu öğrenmek için evini telefonla aradığında 15-20 kadar polisin eve baskın yaptığını öğrendi. 
O tarihte 4 yaşında olan Öykü Duru, polisin evde yaptığı aramayı, anneannesinin bacaklarına sarılarak korkuyla izledi. Polislerin evden cd’leri, bilgisayaları, bir takım eşyaları götürmesine tanıklık etti. Ondan sonraki günlerde evde ne zaman bir şey bulamasa, bir eşyasının kaybolduğunu görse, ‘Oyuncaklarımı polisler almıştır. Arayalım getirsinler’ diye konuştu. Tramvatik durumu atlatması için ailesi psikolijik destek aldı bir süre.
ÇİRKİN İFTİRALAR
26 Ekim 2010’da savcı Fikret Seçen’in karşısındaydı Kubilay Şükrü Özdemir. İfadesini verdikten sonra tutuklanma talebi ile hakim karşısına çıktı. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Savcı Fikret Seçen’in sorgulama sırasında yönelttiği, “Hayat kadınlarını, amirallere servis etmek vs.” gibi suçlamalar o kadar büyük bir tahribat yaptı ki Yarbay Kubilay Özdemir’de, savcı Fikret Seçen’e dönerek “Bunlar akla bile gelmeyecek derecede çirkin iftiralar. Bir tane hayat kadını ile irtibatım bulunsun, bu iddialardan teki doğrulansın. Bir Türk subayı olarak yaşamamayı tercih ederim” dedi.
ÇOCUK PORNOSUNDAN BERAAT
4 yıllık dava süreci sonunda Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir’in suçsuzluğunu ispatlamak zorunda kaldığı tek şey bu iddialar olmadı. Evdeki bilgisayarında ele geçtiği iddia edilen1, 5 dakikalık çocuk ve hayvan pornosunda kendisine ait olmadığını ispatlamak zorundaydı. Sonradan ortaya çıkacaktı ki bu porno film sadece kendisinde değil, benzer davalarda yargılanan bir çok subayın bilgisayarlarında da bulunmuştu. Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, bu suçlamadan yargılandığı mahkemede sonrasında beraat etti. Ancak kendisine bu suçlamayı yöneltenlere öfkesi hiç bitmedi: ‘ Mahkeme salonun kapısındaki duvarda asılı olan kağıtta, isminizin karşısında, ‘Hayvan ve çocuk pornosu bulundurmak’ suçlamasının yazılı olması nasıl bir şey biliyor musunuz ? Ben bir kız çocuğu sahibiyim. Bana bunu nasıl yaptılar’ diyor.
Eşi Oya Özdemir ise, ‘Diğer iddialar saçma sapandı. Tabi ki hem eşimi hem de beni çok üzdü. Tüm hayatımızı olumsuz etkiledi. Ancak çocuk pornosu ile ilgili iddia iğrençti. Bu kadar nasıl alçaldılar. Bu çok belden aşağı bir hareketti. Bunu bilgisayarımıza yerleştirenleri ve tuzağı kuranları hayatım boyunca affetmeyeceğim’
BABASININ CEZAEVİNE GİRECEĞİNİ BİLMİYORDava sonunda, fuhuş, amirallere kadın servisi gibi iddiaların hepsi düştü. Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, bir çoğunu ilk kez duruşma günü tanıdığı, telefon irtibatı dahi olmayan kişilerle aynı örgütün bir üyesi olduğu iddiası ile 2 yıl 8 ay hapse çarptırıldı. Yargıtay’ın bu kararı onamasından sonra ise Kubilay Şükrü Özdemir’e cezaevi yolu gözüktü. Evindeki son 24 saatte bizi misafir eden Kubilay Şükrü Özdemir, 8 yaşındaki kızı Öykü Duru’ya cezaevine gideceğini söylemedi. Öykü Duru, babasının ‘özel ve önemli’ bir göreve gideceğini biliyor. Yarbay Kubilay Şükrü Özdemir, özgürlükteki son günlerini kimi zaman kızı ile oynayarak, kimi zaman derslerine yardım ederek geçiriyor.
HERKES BERAAT ETMELİ
Son sözleri ise şunlar oluyor; “Hayatını, çağdaş, modern ve ileriyi gören Türk subayları yetiştirmek için adamış bir öğretmen subaydım. Öğrencilik yıllarında bile ceza almamış ender bir subaydım. 2010 yılında ise hepsi birbirinden mesnetsiz, yüz kızartıcı suçlamalarla karşı karşıya kaldım. Bunları bize yapanlar, yalnızlaştırmak, itibarımızı kaybetmemiz için yaptılar. TSK’nın her tarafında şerefli subaylara çamur attılar. Bugünlerde insanlar cezaevinden çıkarken ben giriyorum. Ben suçsuzum. Suçsuz yere hapse giriyorum. Çok sevdiğim ve ailemden ayrılarak hapse giriyorum. Buradaki davalardaki insanların hepsi beraat etmelidir. Davalar iyi incelendiğinde kurulan kumpaslar ortaya çıkacaktır...”
RAHAT UYUYABİLECEKLER Mİ? 
Eşini cezaevine yollamaya hazırlanan Oya Özdemir ise, “Bu 4 yıl içinde maddi ve manevi o kadar çok şey kaybettik ki. Bir tek aile olarak bizim birbirimize olan inancımızı yıkamadılar. Bunu da başaramadılar. Eşim 8 yaşındaki kızını ve eşini bırakıp cezaevine giriyor. Bu suçlamaları bize yönelten insanlar rahat uyuyabilecekler mi ? Vicdanları rahat edecek mi ?” diye soruyor.

Silivri’de bıraktığım arkadaşlar da suçsuz



Evinde geçirdiği 2 yıl 7 ayın ardından koğuş arkadaşlarını bırakan ve onların ismi geçtiğinde gözleri dolan emekli komutan, 3 noktayı özellikle vurguladı: “1- Silahlı Kuvvetler nizami şartlar için yetişmiş. Harp eğitimini bile nizami şartlarda almış bir kurumdur. Belden aşağı yapılan saldırıların eğitimini almış bir kurum değildir. 2- Yeniden yargılama yapılırsa bu halkın önünde yapılsın ki halk yaşananları görsün, TV’de yayınlansın. Hangi hâkimlerin olduğu önemli değil. 3- Silivri’de, cezaevindeki bıraktığım silah arkadaşlarımın hepsi suçsuz. Bunu biliyorum. Balyoz vb davalarda yatan bu insanların 1 dakika bile cezaevinde kalması ne hukuka ne insanlığa ne de vicdana sığar.”
YENİLERDEN ARAYAN YOK

Cezaevinde kaldığı süre içinde 280 kitap okuduğunu anlatan Iğsız, bu sırada çalan telefondaki kişinin ‘Geçmiş olsun’ dileklerini, “Teşekkür ederim Sayın Cumhurbaşkanım” şeklinde yanıtladı. “Arayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül müydü?” sorusuna ise tebessümle, “Hayır. Yenilerden arayan yok. 10. Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’di” yanıtı verdi. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in de aradığını söyleyen Iğsız, Ergenekon, Balyoz vb davaların bir kurgu içinde planlı olarak gerçekleştirildiğini savunarak şöyle konuştu: “Bu yargılamaların Silivri’de yapılması tesadüf değil. Hepsini bilerek yaptılar. Yargılamayı kamuoyundan kaçırdılar. Balyoz davasında Deniz Kuvvetleri büyük zaafiyete düşürüldü. Deniz Kuvvetleri bu davalarda büyük ve ciddi bir yara almıştır. Gerçek olarak hissettiğim ama söyleyemediğim duygularımsa bundan daha ağırdır.” 

BAŞBUĞ İLE KIRGINLIK YOK

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ile arasının bozuk olduğu iddialarını ise Hasan Iğsız kesin bir dille yalanlıyor: “Öyle bir kırgınlık, dargınlık yok aramızda. Cezaevinden çıktıktan sonra henüz görüşmedik ama en kısa zamanda kucaklaşırız. Tahliye olduğu gün hepimiz İlker Paşa’nın adına çok sevindik.”

İlker Başbuğ: 5 No'lu CD'yi Gölcük'e kimlerin yerleştirdiği bulunmalı


Ergenekon davasından tahliye olan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ '17 Aralık olmasaydı tahliyeler olur muydu?' tartışmanın bugün çok da anlamlı olmadığını belirtti

Ergenekon davasında tutuklu bulunan ve geçtiğimiz günlerde eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ,  "Gölcük’te bulunan ve davalara kaynaklık teşkil eden “5 No’lu CD” konusunda Genelkurmay Başkanlığı kapsamlı ve sonuç alıcı bir araştırma yapmalı. O CD’yi oraya yerleştirenler bulunmalı... Kim ya da kimler yerleştirmiştir o CD’yi. İlk somut bulgu oradan çıkacaktır" dedi
Hürriyet gazetesinden Ahmet Hakan'a konuşan Başbuğ, "17 Aralık olmasaydı bunlar olur muydu?" sorusuna, "Bunların şimdilik bir önemi yok. Şimdilik önemli olan zulmün bitmesi" şeklinde karşılık verdi.
Ahmet Hakan'ın "3 gün önce emekli olmuş gibi" başlığıyla köşesine taşıdığı (12 Mart 2014) söyleşi şöyle:
Üç gün önce cezaevinden çıkmış gibi değil de üç gün önce Genelkurmay Başkanlığı görevinden istifa etmiş gibiydi:
Vakur, huzurlu ve intizamlı...
Evde bir bayram havası var.
Ama öyle dışavurumcu bir bayram havası değil bu.
Coşkuyu fazla belli etmemeye çalışan ama olumlu bir şeylerin döndüğünü düşündüren bir hava...
İlker Başbuğ’un eşi Sevil Başbuğ, iki yılı aşkın bir kâbusun ardından ilk kez mutlu ve umutlu.
Sohbete katılıyor, çay-kahve servisi yapıyor ve sürekli dua ediyor:
“İnşallah diğerleri de kurtulur.”
Başbuğ, Genelkurmay Başkanı iken Balıkesir’de bir konuşma yapmıştı.
Hafif sert bir konuşmaydı bu...
Ben de bu konuşmanın ardından “Genelkurmay Başkanı’nı dinlerken kendimi bir anda hazır ola geçerken, balkona bayrak asarken
yakaladım” diye dalga geçen bir yazı yazmıştım.
“Geçmiş olsun” faslının bitmesinin ardından...
Başbuğ, bana döndü ve şöyle dedi:
“Cezaevinden çıktığımda yaptığım konuşmayı sert buldunuz mu? Kendinizi balkona bayrak asarken yakaladınız mı?”
Güldüm.
Cevabım şu oldu:
“Hayır, hayır... Bu sefer korkmadım.”
İntikamcı bir ruh halinde değildi İlker Başbuğ.
Yapılanların hesabının sorulmasını istiyor tabii ki...
Ama şartını da ortaya koyuyor:
“Adil yargılama olmalı, başka türlü olmaz.”
Uzun bir sohbet yaptık Başbuğ ile...
Sohbetimiz bittiğinde “Ne yapacaksınız bundan sonra?” diye sordum.
Cevabı şu oldu:
“İstanbul dışına çıkıp biraz dinleneceğim.”
Dış güçler operasyon mu yaptı?
İlk hedef
İlker Başbuğ’un “ilk hedefler beyannamesi”ni açıklıyorum.
Şöyle diyor Başbuğ:
“Bana soruyorlar: 7 Şubat olmasaydı böyle neticelenir miydi? 17 Aralık olmasaydı bunlar olur muydu? Bence bu sorular bugün için çok da anlamlı değil... Bugün için önemli olan zulmün bitmesini sağlamaktır. İçerideki masum insanların çıkmasıdır önemli olan... Hepimiz buna odaklanmalıyız. Nasıl oldu, hangi vesileyle oldu, şu olsaydı böyle olur muydu? Bunların şimdilik bir önemi yok. Şimdilik önemli olan zulmün bitmesi.”
En önemli soruyu sordum İlker Başbuğ’a...
Dedim ki:
“Türk ordusuna bir dış operasyon mu yapıldı? Dış güçler var mı bu işin arkasında?”
Cevabı şu oldu:
“Elimde bir veri olmadan bir suçlama yapamam. Bir bulgu yok, bir veri yok bu konuda. Ancak değerlendirmeler yapılıyor. Birçok şey söyleniyor. 1 Mart Irak tezkeresinin Meclis’te kabul edilmemesinin doğurduğu sorunlardan söz ediliyor mesela... Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, tezkere konusunda olumlu tutum almadığı söyleniyor. Milli Güvenlik Kurulu, tezkerenin Meclis’te görüşülmesinden bir gün önce toplanmıştı, o toplantıdan ‘Tezkere kabul edilsin’ görüşünün çıkmaması doğruydu. Aksi takdirde MGK, Meclis’in iradesine yön vermiş olacaktı, bu olmazdı. Bunu tezkerenin çıkması gerektiğini düşünen biri olarak söylüyorum.”
Şu iki şey mutlaka yapılmalı
İlker Başbuğ iki konunun üzerinde önemle duruyor.
“Şu iki şey mutlaka yapılmalı” diyerek...Başbuğ’un “yapılmalı” dediği iki şey şu:
-Bir: Türkiye Büyük Millet Meclisi mutlaka yaşanan bu süreci ele almalı... Bu davalardaki yargısal süreç, Meclis’te kurulacak bir komisyonla enine boyuna incelenmeli, araştırılmalı ve soruşturulmalı... Bu konuda neden hâlâ adım atılmıyor, anlamış değilim.
- İki: Gölcük’te bulunan ve davalara kaynaklık teşkil eden “5 No’lu CD” konusunda Genelkurmay Başkanlığı kapsamlı ve sonuç alıcı bir araştırma yapmalı. O CD’yi oraya yerleştirenler bulunmalı... Kim ya da kimler yerleştirmiştir o CD’yi... İlk somut bulgu oradan çıkacaktır.
Dizilere vurdum kendimi
Karadayı... Kuzey Güney
İflah olmaz bir sinema izleyicisiymiş İlker Başbuğ...
Cezaevinde televizyonda yayınlanan sinema filmlerini hiç kaçırmamış.
Bazı dizileri de merak ve ilgiyle izlemiş.
“Karadayı” mesela...
“Kuzey Güney” mesela...
Kitap yazmak...
Yazarak zenginleşmek...
İlker Başbuğ’un cezaevinde keşfettiklerinden biri de bu...
Yazmaktan söz edilince...
Sevil Başbuğ da söze karışıyor. Ve “Senin her zaman kompozisyonun iyi ve güzeldi İlker” diyor.
Cezaevindeki tehlikeli üçgen
“Cezaevinde günler nasıl geçiyor” bahsi açıldığında...
Şöyle dedim:
“Herhalde gazete okuyarak, televizyonlardaki tartışma programlarını izleyerek geçirmişsinizdir günlerinizi.”
Başbuğ şunu söyledi:
“Cezaevinde insanın iki şeyi koruması şart: Beden sağlığını ve ruh sağlığını.”
Ardından da “tehlikeli üçgen”den söz etti.
Şunları anlattı:
“Cezaevinde tehlikeli bir üçgen vardır: Gazetelerde yayınlanan haberleri okumak, televizyonda tartışma haber programlarını izlemek ve dava dosyasının ayrıntılarına dalmak... Bu tehlikeli bir üçgendir. Yıpratıcı, sinir bozucu bir üçgen... Buna teslim olmamak gerekir. Ben ve arkadaşlarım mümkün olduğunca bu üçgene teslim olmamaya çalıştık. Ruh sağlığımı korumak adına.”

Ergenekon boruymuş meğer... / Emre Uslu

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, tutukluluk süresini beş yıla indiren düzenlemeden Balyoz ve Ergenekon sanıklarının yararlanamayacağını söylemişti.

Oysa AKP 2011 seçimlerinde yüzde 50 oy almasının hemen akabinde Ergenekon ve KCK sanıklarını serbest bırakacak formüllerin üzerinde çalışıyordu.

AKP, 2011 yılından sonra “demokratikleşme paketi” adı altında attığı tüm adımlarla KCK ve Ergenekon sanıklarını serbest bırakmayı hedefledi. AKP’nin sessiz ve derin gücü Beşir Atalay, Ergenekon ve KCK davalarının siyasi iklimi gerdiğini bu gerilimi gidermek için Ergenekon ve KCK sanıklarının serbest bırakılması gerektiğini düşündü. Bunun için planlı adımlar attı.

KCK ve Ergenekon sanıklarını serbest bırakacak formülün sırrını ilk defe 27 Aralık 2011 tarihinde Sabah açıkladı.

Özel Yetkili Mahkemeleri kaldırarak Ergenekon ve KCK sanıklarını serbest bırakmayı hedefleyen o düzenleme muhafazakâr kitlelerden tepki alınca adım adım uygulamaya kondu. Yani muhafazakâr kitleler kurbağa gibi yavaş yavaş ısıtılarak alıştırıldı ve sonunda KCK ve Ergenekon sanıkları serbest bırakıldı.

2011 yılında o plan ilk açıklandığında “Beşir Atalay’ın Ergenekon Açılımı” başlıklı bir yazı yazmış demokratikleşme paketi denen paketin demokratikleşme veya Kürt haklarının iadesiyle ilgisi olmadığını belirtip “Bu açılımın adı net olarak Ergenekon Açılımı’dır. Ergenekon sanıklarını kurtarmak için düzenlemiştir” yazmıştım.

O yazıda altını çizdiğim konuları yeniden hatırlatmakta yarar var:

Uzun tutukluluk süreleri de tartışmaya açılacak. Yargılamayı hızlandıracak bazı mekanizmalar devreye girecek. Şu aşamada tutukluluk süreleri kısaltılmazsa bile yargılamanın hızlanmasıyla bu sorun kısmen aşılmış olacak. Düzenlemede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da dikkate alınacak. ‘Yasa önünde eşitlik, adil yargılama hakkı’ ilkelerine aykırılık teşkil eden maddeler süzgeçten geçirilecek. 

Ergenekon sanıkları ile birlikte KCK sanıkları da serbest kalacak. Ergenekon yapılanması, siyasal bir amaç için şiddet kullansalar bile, terör suçu sayılmayıp özel mahkemelerden alınacak. ...Ergenekon’dan yargılananlar suçlu bulunsa bile örgütün takibi yapılamayacağı için Ergenekon faaliyetleri ve suçluları mahkemeler sonrasında, güvenlik birimlerinin gözetimi-denetiminden kurtarılmış olacak. 

...PKK’ya fiili bir af çıkacak ama bu yasanın verimli sonuç vermesi ancak Öcalan veya PKK liderleri ile yapılacak bir anlaşmaya bağlıdır. Öcalan veya PKK liderleri işaret etmediği sürece dağdan kimse inmez. Zaten PKK ile gönül bağı kopmuş olanlar dağdan inip aktif pişmanlık yasasından yararlanıyor. PKK ile gönül bağı devam edenler dağdan inmez. Eğer bu düzenleme Öcalan ve PKK liderliği ile varılan bir anlaşma sonucu çıkıyorsa o zaman bambaşka bir süreçten söz ediyoruz demektir. Bu durumda Öcalan’ın ev hapsi de ‘sürpriz adımlar’ arasındadır. Öcalan’ı övmek Sayın Öcalan demek serbest olacak. Örgüt sembolleri taşınabilecek.” 

Bunları yazdığımda Beşir Atalay’ın yancıları ile bazı AKP’liler o kadar da olmaz demiş bana saldırmıştı. Geldiğimiz nokta net: Kara Türkler, muhafazakârlar Ergenekon’un serbest bırakılması fikrine alıştırıldıktan sonra Ergenekon ve KCK serbest bırakıldı...

AKP için Ergenekon boş bir boruymuş meğer. İktidarını sağlamlaştırana kadar kullanılacak bir boru. Danıştay saldırısı, el bombaları, gömülü lawlar, Zir Vadisi’nde çıkartılan cephaneler, birer boruymuş. Darbe planları, Sarı Kız, Eldiven, birer boruymuş...

En önemlisi E- Muhtıra bir boruymuş.Muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı mahkemeye bile çıkarılmadı. Muhtırayı yiyen Başbakan muhtıraya muhtıra bile diyemedi. O komutan şimdilerde çevresine Dolmabahçe Görüşmesi’nin sırlarını anlatıyormuş. Dolmabahçe’de, Erdoğan’la Cemaat’in bitirilmesi için dershanelerin kapatılması konusunu konuştuğunu söylüyormuş. Bu konuda kaynağımın sağlam olduğunu bilmenizi isterim.

Geçmiş olsun Türkiye...