Musa
Anter'in tetikçisi Hamit Yıldırım'ın Şırnak'ta huzurlu ve zengin bir
hayat sürerken gazetecilerin çabasıyla yakalanmış olmasının üzerinde
dikkatle durmak lazım...
Sorular ortada:
Kamu otoritesi bu tür kaçak durumları varoluşları nasıl atlıyor?
Yeşil de böyle asude bir şekilde, itibarı elinde hemen yanıbaşımızda bir yerlerde yaşıyor olabilir mi?
Taraf Gazetesi sormuş, itirafcı Aygan cevaplamış, şöyle diyor:
"İki JİTEM tetikçisi devlet himayesinde yaşıyor. Ali Ozansoy, (...)
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne memur olarak atandı (...) faili meçhul
cinayetler işleyen Sefer Bildik, Akdeniz bölgesinde jandarmayla birlikte
insan kaçakçılığı yapıyor..."
Susurluk'tan bu yana kaç faili meçhul cinayet aydınlandı?
Rıdvan Özden, Eşref Bitlis, Cem Ersever, Vedat Aydın, Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve tanımış, tanınmamış daha nicesi...
Cinayetlerin faili meçhul kalmalarıyla, pekçok itirafçının, tetikçinin,
infaz memuru ve amirinin serbest dolaşması arasındaki paralellik
barizdir.
İki tür infaz memuru ve amiri olduğunu biliyoruz.
Bir kısmı hayduttan devşirme ya da itirafçılardan üretilme adamlar...
Bir kısmı ise hâlâ görevlerine devam eden güvenlikçiler, özellikle askerler...
Daha önce kaç kez vurguladım, 1990'lı yılların ortasında Doğu ve Güney
Doğu'da görev yapmış jandarma subaylarının bir kısmı bu infazlara tanık
oldu, bir kısmı da bizzat bunların içinde yer aldı. Bugün pekçoğu
ülkenin çeşitli yerlerinde görev yapıyor ya da emeklilikleri sürüyor.
Arınma, yüzleşme, değişim, sivilleşme bizzat ordu karargahının o döneme
ve o gövdeye neşter atmasını gerektirmez mi? Hukuk, demokrasi, insan
hakları bunu icap ettirmez mi?
Kaldı ki vebal var...
Örnek pekçok...
Emekli jandarma generali, Ergenekon tutuklusu Levent Ersöz. Pekçok olayın merkezinde yer almış, yer aldıkça rütbe de almıştı.
Bursa Jandarma Bölge Komutanlığı yaparken, eski pekçok JİTEM'cinin,
Yüksekova skandalı mimarlarının Bursa civarında yeniden istihdam
edildiği basında yer almıştı.
Daha sonra Jandarma İstihbarat biriminin başına atandı, Eruygur'la
birlikte çalıştı. O günlerde, makamına çağırdığı pekçok gazeteci ve
işadamının ses kayıtlarını tutmuş, daha sonra bunlar Ergenekon davasına
yansımıştı. Aynı dönemde Urfa Jandarma Alay Komutanı Sarızeybek,
Ersöz'ün Urfa üzerinden Genelkurmay Başkanı Özkök'ün özel telefonlarını
dinleme girişiminde bulunduğunu iddia etmişti. Yani Hilmi Özkök'ün kimi
kuvvet komutanları tarafından darbeye engel görüldüğü ve tasfiye
edilmeye çalışıldığı günlerde...
Biraz geriye gidelim...
25 Ocak 2001 tarihinde HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ile HADEP üyesi
Ebubekir Deniz, Şırnak'a bağlı Silopi Jandarma İlçe Komutanlığı'na
gittikten sonra ortadan kayboldular.
Resmi makamlar bu kayıpların Hizbullah'la ilgili olduğunu, bu iki
kişinin jandarma karakoluna hiç gelmediğini söyledi. Ardından tanıklar
ortaya çıkınca, karakola geldikleri, ancak on dakika kalıp çıktıkları
açıklandı.
Tanış, kaybolmasından bir ay önce Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı'na bir dilekçe yazmış ve şunları aktarmıştı:
"Halen Silopi HADEP İlçe Başkanlığı'nı yapmaktayım. Güvenlik güçleri
tarafından bu görevimden vazgeçmem için uyarılmakta ve tacize
uğramaktayım. Alay Komutanı telefonda babama, 'Serdar bugün mutlaka
(Silopi Jn. Karakolu'na) gelmeli. Gelmediği takdirde bir daha Şırnak
topraklarına ayak basmasın. Bastığı takdirde kendisini öldüreceğim. Kime
giderseniz gidin. Yerim, mekânım, rütbem bellidir' dedikten sonra
telefonu kapatmıştır. Şu anda Şırnak iline gidememekteyim. İşlerimi
yapamaz haldeyim..."
O alay komutanı bölgede daha önce kıyıcılığıyla tanınan "Sarı Levent" lakaplı Levent Ersöz'dür...
Daha sonra rütbe almış, tuğgeneral olmuştur Ersöz...
Tanış ve Deniz ise hâlâ kayıp...
Sorumluluk ve görev ortada...