1 Haziran 2012 Cuma

Çetelerin sosyolojisi ve Erdelhun Paşa / Mümtazer Türköne

İki amiralin medyaya düşen ses kayıtları, şayet doğru ise Türkiye'yi bekleyen tehlikeyi haber veriyor. Darbecilik ve askerî vesayet, zorbalıkla ülkeyi yönetme alışkanlığı demek.

50 yıldır zorbalıkla bu saltanatı sürenlerin kolay vazgeçmeyeceği aşikâr. Canavar bir yerlerde uykuya yatmış bekliyor. Üstelik bir de görülecek bir hesap var. Konuşan amiraller intikam duygularını kontrol edemedikleri için tedbiri elden bırakıp kin kusuyorlar.

Çete, ince hesaplar yapıp, derinlerde tezgâhlar hazırlayıp bir sabah ansızın ülkenin başına çöreklenebilir mi? Olmayacağının garantisi yok. Bir anlık rehavet, boşluk, gaflet; her ne derseniz deyin, üç beş -Türkeş'in tabiriyle- "ne idüğü belirsiz Yeniçeri bozuntusu" Genç Osman'ı türlü hakaretlerle Yedikule zindanına sürükleyebilir. Çılgın Türkler, çılgınca bir planı uygulamaya sokabilir.

Zaman Gazetesi büyük bir gazetecilik olayını başardı. Rüştü Erdelhun'un tuttuğu notlar, tam da bugün sorduğumuz bu sorunun cevabını veriyor. Harbiyeliler üzerinden tezgâhlanan nümayişler ve sonrasında olaylara karışanların serbest bıraktırılmasını alalım. Daha nice işler. Bugün, Genelkurmay'da Balyoz sanıklarını dışarıya çıkartmak üzere bir kanun taslağı gerçekten hazırlanıyorsa, aynı yöntemler işlemiyor mu? Amiral "aç bırakacağız" diyor. "Çocuklarına kadar" diyor. Üzerime alınıyorum; ama daha önemli bir şey var. Bu iş darbecilerle benim aramda bir meseleden ibaret değil. Ülkeyi iç savaşa sürüklemekten, ülkeyi derin bir ekonomik krize sokmaktan bahsediyorlar. Elinde benzin bidonu ülkeyi ateşe verecek. İç savaş hangi taraflar arasında çıkacak? PKK, eylem yapmayı bırakıp bu generallerin önünü açsa, kısa zamanda maksadına ulaşmaz mı?

Çetelerin sosyolojisine, hatta psikolojisine eğilmemiz lâzım. Burada marazî şeyler var. Ülkeyi ateşe vermekle, askerin üzerindeki şerefli üniforma ile, askerlik mesleğinin onuru ile en küçük bir bağlantı kurabilir misiniz? Tam tersine bunlar en fazla çelişen şeyler değil mi? Öyleyse bir şeyi anlamamız lâzım. Çete, çetedir. Örgütlü biçimde suç işleyerek çıkar sağlayanlar kim olursa olsun, hangi sıfatı taşırsa taşısın aralarında zerre mikyas fark yoktur. Üzerinde üniforma bulunması, ordunun "girilmez" yazılan odalarına saklanarak gizlilik içinde iş yapmaları, ellerindeki silahlar, yetkiler ve imkânlar sadece verecekleri zararı büyütür. Küçük bir kasabadaki çete, sadece o kasabanın ahalisine hayatı zindan eder. Genelkurmay karargâhına sızmış olanı ise bütün ülkeyi ateşe verir.

27 Mayıs'ta bir çete önce orduyu, sonra Türkiye'yi ele geçirdi. 235 generale karşı 15 generalin kalması, darbe yapan 37 askerin 6 bin subayı ordudan atması, durumu açıklamak için yeterli değil mi? Birilerini aç bırakmaktan bahseden amiralin söyledikleri de gerçekleşti. 27 Mayıs'ın öncelikle asker üniforması taşıyan mazlumu çoktur. Bir İstiklal Harbi gazisi ve meslek hayatı kırıksız olan Orgeneral Rüştü Erdelhun'un rütbelerinin sökülerek er statüsüne indirilmesi, tam olarak "aç bırakmaktan" bahseden amiralin kinini ve nefretini yansıtmıyor mu? Allah'tan Rüştü Erdelhun Paşa'nın çocuğu yokmuş.

Bu işler asker işi değil, çete işi. Bu ayırıma dikkat etmemiz, Türkiye'yi çetelere teslim olmaktan kurtaracak hassas çizgiyi veriyor. Türkiye'nin bir orduya ihtiyacı var. Üstelik işini hakkıyla yapan ve caydırıcılığı yüksek bir orduya. Güçlü bir orduya sahip olmanın yolu da, askeri siyaset batağından çekip çıkarmaktan ve orduyu çetelerden temizlemekten geçiyor. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının, "içerden" gelen belge ve bilgilerle bugünkü olgunluğa ulaşması, bu bilincin orduda mevcut olduğunu göstermiyor mu?

Askerî vesayet düzeni, kronik iktidar boşluğu ile paralel yürüdü. Ordu örgütlüydü, iyi eğitimliydi ve NATO şemsiyesi altında siyasetle uğraşacak boş vakti vardı. Bugün Türkiye her sektörde ordusundan daha ileri bir noktada. İktidar geride boşluk bırakmıyor. Bize düşen, askeri bir kenara bırakıp çetelere odaklanmak. Bildiğimiz türden çetelere.