16 Eylül 2011 Cuma

Engellenen Savunma Komutan Kasasında

15 Eylül’de kararını açıklayan mahkeme heyeti, sanıkların savunmalarını dinlemiyordu bile. Hatta yapılan savunmalar da irtibat subayının kasasından çıkmıştı.
Bugün Adnan Menderes’in yol arkadaşları Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 50. ölüm yıl dönümü. İdam kararının üzerinden daha 24 saat geçmeden ve haklarında verilen hükmün gerekçesini dahi öğrenemeden sehpaya çıkarıldılar. Çünkü mahkeme kararı yeni olsa da infaz kararları eskiydi. Darbeden hemen sonra geçici bir madde ile yasama görevi verilen Milli Birlik Komitesi’nin çıkardığı ilk yasa idam yetkisiydi. Yasal düzenlemeler 12 haziranda yapılmasına rağmen 27 Mayıs’ta yapılmış gibi kayda geçirildi. Geçici bir maddeyle de Yassıada yargılamalarını yapacak olan Yüksek Adalet Divanı adıyla bir mahkeme oluşturuldu. Salim Başol’un başkanlığındaki mahkemenin verdiği kararların temyiz olanağı da yoktu.

Yüksek Adalet Divanı Yassıada duruşmalarına 14 Ekim 1960’ta başladı. 11 ay süren yargılamalar Köpek, Bebek, Barbara gibi dava isimleri ile tarihe geçti. Adına yargılama dense de aslında yapılan şey yargısız infazdı. Sanıkların sürekli aşağılandığı, hakarete uğradığı, azarlandığı duruşmalarda en temel hakları olan kendilerini savunmalarına da izin verilmiyordu. Adnan Menderes itiraz ettiğinde Mahkeme Başkanı Salim Başol’un “Sizi buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri kayıtlara geçiyordu. Polatkan’ın sözlü savunması ise Başol’un “Öyle şey olmaz, kısa kes, az konuş!, Sizi on beş dakikadan fazla dinleyemeyiz.” sözleri ile son bulmuştu. Polatkan bu sözler karşısında sadece “İdam istenilen bir davada kendimi müdafaa etmeyeyim mi?” diyebildi. Menderes’in 6 Ağustos 1961 tarihli, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 26 Temmuz 1961 tarihli ve Hasan Polatkan’ın 2 Ağustos 1961 tarihli yapamadık son savunmaları sonradan çeşitli vesilelerle ortaya çıkacaktı. İdama mahkum edilen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın 175 sayfalık savunması yıllar sonra, dönemin Yassıada İrtibat Bürosu Müdürü albay Ömer Faruk Erus’un kasasında bulunmuştu.

15 Eylül 1961 tarihinde açıklanan kararda da adalet yoktu. Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 50 yıl önce bugün sabaha karşı idam edildi. Adnan Menderes’in idamı ise kararın açıklandığı gün komada olduğu için bir gün gecikecekti. Görgü tanıklarına göre infazların gerçekleştirildiği İmralı’da mezarlar aylar öncesinden hazırdı.

Sanıklar savunma yaparken Hakimler

Yassıada’nın bir kurgu olduğunun en önemli kanıtlarından biri bu karalamalar. Yassıada’da muhafızlık yapan Mehmet Nuri Taşdelen karalamaların hikayesini şöyle anlatıyor: “Bir gün Yüksek Adalet Divanı üyelerinin oturduğu kürsüde nöbet tutarken bir hakimin dikkatle önündeki kağıda bir şeyler yazdığını gördüm. Duruşma sonunda hakimin önündeki kağıdı çöpe attığını görünce merak ettim. Gittikten sonra çöpten kağıt parçalarını çıkarıp birleştirdiğimde gördüm ki adam sanığı dinlemiyormuş bile. Vakit geçirmek için kara kalem resim çiziyormuş. ”

NİLGÜN POLATKAN ANLATIYOR:

İdam ne demek bilmiyordum 
Hasan Polatkan idam edildiğinde henüz 46 yaşındaydı. 31 yaşında genç bir müfettişken 1946 seçimlerinde meclise girdi. Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında oturduğu Maliye Bakanlığı koltuğunda 10 yıl ekonomiye yön verdi. İdam edildiğinde geride iki kız çocuğu ve gözü yaşlı bir eş kaldı. Darbe olduğunda henüz 5 yaşında olan küçük kızı Nilgün Polatkan Atlı o günleri ve babasını anlattı: “Darbe olduğu zaman 5 yaşındaydım. Biz o zaman Ankara’da iki katlı mebus evlerinde kalıyorduk. Evin etrafını yan yana duran ve elinde tüfekler olan askerlerce sarılmıştı. Eve sürekli askerler girip çıkıyordu. Askerlerin bize karşı tavrı çok kötüydü. Askerler eve girip çıktıkça annem 11 yaşındaki ablamla beni o ortamdan korumaya çalışıyordu ancak o da kendinde değildi zaten.
İki kez Yassıada’ya görüşmeye götürdüler bizi. Babamı iki askerin arasında geldiğini hatırlıyorum. İdam nedir, onu bile bilecek yaşta değildik. Ben babamın idam edildiğini yıllar sonra anlayabildim. İnsanlara güvenimi kaybettim. Yani babam eğer adil bir mahkemede yargılanıp ceza alsaydı yine üzülürdük ama en azından bu zulüm hissi olmazdı. Kendisini savunmasına dahi izin vermediler. Çünkü tüm suçlamalar yalandı, iftiraydı. Kendisini ülkesine adamış bir insanı büyük bir zulümle astılar. Yaşadığımız travma bununla da bitmedi. Bir ömür boyu takip etti bizi. Ablam sınavla girilen okullara bile sırf soyadından dolayı alınmadı. Çok şeyler yaşadık. Okula başladığımızda Yurttaşlık Bilgisi diye bir ders vardı. O derste darbe övülüyor, idamlar haklı gösteriliyor bizim babalarımız da kötüleniyordu. 27 Mayıs’ın bir bayram olarak kutlanmasına şahit olarak büyüdük. Bizim babamızın ölümünü başkaları sevinçle kutluyordu. Bir de o dönemde Halk Partili komşularımızın sevinçlerini unutamıyoruz. Geriye dönüp baktığımda büyük bir acı ve kayıp görüyorum. Türkiye darbe günü 50 yıl geriye gitti. Tüm yatırımları durdurdular. Demokrat parti döneminde başlatılan hamleler kesintiye uğradı.”

CEMAL GÜRSEL’İN İTİRAFI:

İhtilali yaparken ilk kararım bunları temizlemekti

Darbeden bir gün sonra Yüksek İcra Vekilleri Heyeti adıyla Cemal Gürsel başkanlığında bir hükümet kuruldu. Teknisyenlerden oluşan hükümet yasama ve yürütme yetkililerini elinde bulunduruyordu. Artık her sözleri yasa hükmündeydi. Tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak’ın ortaya çıkardığı 27 Mayıs Hükümetlerine ait bakanlar kurulu tutanakları dönemin perde arkasını aralayan çok önemli bilgiler içeriyor. Cemal Gürsel’in darbeden iki hafta sonra, 14 Haziran 1960’ta yapılan bakanlar kurulu toplantısına ait tutanaklarda yer alan sözleri Adnan Menderes ve arkadaşları hakkında en başından infaz kararının verildiğini gösteriyor. Üstelik yargı zorlamasında İsmet İnönü ve partisi CHP’nin baskısı olduğu anlaşılıyor. Cuntanın başı Cemal Gürsel CHP’nin yargılama baskısına şöyle tepki gösteriyor: “Bu muhakeme işlerinin süratlendirilmesi hakkında umumi bir arzu var. Benim hissiyatıma göre bu tahriki yapan Cumhuriyet Halk Partisidir. Açıkça konuşayım... Bunun hedefi de şudur: Bütün işler bizim tarafından halledilsin, temizlensin... Kendileri muhakkak kazanacaklarına emin oldukları için, işin başına geldikleri zaman diyecekler ki, ‘işte biz sizi ikaz ettik. Dinlemediniz. Başınıza bu geldi. İhtilal hükümeti de bunları gördü ve sizi cezalandırdı. Bunda bizim hiçbir sui taksirimiz yoktur.’ Neticede güzel koltukları onlara takdim edip ayrılacağım. Şimdi bu gayri hukuki ve gayri ahlaki bir taktiktir.”

İnönü ve CHP’nin iktidar hırsı karşısında koltuk endişesine giren Cemal Gürsel yargılama safhasını olabildiğince uzatma düşüncesindedir: “Şu halde biz bu muhakeme işlerini bir iki ayda yapıp, tam geliştirip, icra vaziyetine düşmemeliyiz. Bir adi katil için bile bir senede hüküm alınamıyor. Sipahi Pala (Sipahi Kandemir) adında birisi için, suçu o kadar meydanda olduğu halde kaç senedir hükme varılamadı.” Gürsel’in şu sözleri ise infaz kararının en başta verildiğini ortaya koyuyor: “Burada yapılacak iki iş vardı: İhtilali yaparken bunları temizlemek... İlk kararım bu idi. Fakat bir çok arkadaşlar bu yola gitmek istemediler. Ben de onların bu noktai nazarını kabul ettim.” Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Menderes ve arkadaşları darbe ürünü olan bir mahkeme tarafından yargılanarak idam edildi.