196 kişinin "sanık" sıfatıyla yer aldığı Balyoz soruşturmasında 102 kişiyle ilgili tutuklama kararı çıktı. Eski Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek ve eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın da tutuklanması talep edilen isimler arasında yer aldığı bildirildi. Hakkında tutuklama kararı çıkarılan 102 kişiden 52 tanesi generallerden oluşuyor. 52 generalin ise 26'sı emekli, 26'sı muvazzaf. İlk duruşma 16 Aralık'ta Silivri Cezaevi'nde yapılacak.
Harbiye, askerlik, askeriye, savunma ile ilgili tüm gelişmeler, eleştiriler, asker-siyaset ilişkisi, askeri operasyonlar, gibi ve benzeri haberler, köşe yazıları, dosyalar buradan aktarılmaya çalışılacak.
23 Temmuz 2010 Cuma
Kamuoyu Heron iddiaları konusunda aydınlatılmalı / Sedat Ergin
TÜRKİYE, yaklaşık 1 haftadır Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli iki subayın PKK ile işbirliği yaptığı iddiasını konu alan bir haberi tartışıyor.
Üç yıla yakın bir süredir sürmekte olan bu konudaki soruşturmaların tam bir yetki karmaşasına sahne olarak uzayıp gitmesi ve bir türlü sonuca bağlanmaması da başka soru işaretlerine yol açıyor. Sonuçta ortaya atılan iddialar ve birbiri ardına gelen spekülasyonlar dallanıp budaklanarak kamuoyunun karşısına ciddi bir rahatsızlık konusu olarak çıkıyor.
Peki olan nedir?
2007’DEN BERİ SÜRÜYOR
Konu, ilk kez geçen hafta (15 Temmuz) Bugün Gazetesi’nin “Bağrımızdan Çıkan İhanet” manşetiyle verdiği bir haberle Türk kamuoyunun dikkatine geldi.
Habere göre, olayın kaynağında 10 Ekim 2007 tarihinde Ankara’da iki asker arasında gerçekleştiği ileri sürülen bir telefon konuşması yatıyor. Bu askerlerden biri, “komutanım” diye hitap ettiği diğerine “Heronların PKK elemanı olan kendi adamlarına çok zayiat verdirdiğini” bildiriyor, “Heronların koordinatlarının ya değiştirilmesini, olmuyorsa düşürülmesini” istiyor. “Komutanım” diye hitap edilen ikinci kişi, “bir çaresine bakacakları” yanıtını veriyor.Bu konuşma MİT’in dinlemesine takılır. MİT, konuşmayı ham haliyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bildirir. Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, konunun soruşturulması talimatını verir.
İşte bu soruşturma 2007’den bu yana ucu açık bir şekilde hâlâ sonuca bağlanamamıştır.
Geride bıraktığımız günlerde bu konuda çıkan haberler ve yapılan açıklamalar bir araya getirilip değerlendirdiğinde, bulanık fotoğraftaki ana çizgiler şöyle beliriyor:
MİT KONUŞMAYI NASIL ELDE ETTİ?
- MİT’in KKK’ya telefon konuşmasını ham haliyle verdiği, konuşan şahısların isimlerinin sonradan askerler tarafından tespit edildiği anlaşılıyor.
- Bir süre dosyaya bakan savcıdan gelen bilgilere göre, MİT’in tespit ettiği konuşmada yalnızca Fırat ismi geçmiştir. Bunun üzerine TSK’da Fırat isimli bütün subayların ses kayıtları alınır, telefondaki sesle karşılaştırılır ve Havacı Pilot Üsteğmen Fırat Ç’nin sesine benzediği sonucuna varılır. Bunun üzerine dosya Hava Kuvvetleri Komutanlığı Savcılığı’na gönderilir.
- Hava Kuvvetleri Savcısı Albay Zeki Üçok, yaptığı incelemede, Fırat Ç’nin söz konusu tarihte Eskişehir üssünde görevli olduğunu ve konuşmanın yapıldığı ileri sürülen saatte F-4 uçağıyla eğitim uçuşunda olduğunu tespit eder. Suçlanan diğer Yarbay Selami Selçuk Ç’nin de o tarihte aslında Napoli’de kurmay subay akademisinde görevli olduğu ortaya çıkar.
Bu arada, bu tartışmaya, havacı üsteğmenle ilişkili olduğu ileri sürülen ve o tarihte Genelkurmay’ın istihbarat bölümünde görev yapan Deniz Kuvvetleri’nde görevli Alaettin S. adındaki amiralle ilgili iddialar da eklenir, bir ihbar üzerine. Burada ilginç olan nokta, iddialara adı karışan yarbayın sonradan Karargah Evleri soruşturması çerçevesinden 11 ay süreyle tutuklu kaldığının öne sürülmesidir.
İşler bundan sonra daha da karışıyor. Çünkü Hava Kuvvetleri Savcısı Albay Zeki Üçok, soruşturmayı yürüttüğü sırada sahte çürük çetesine mensup olduğu iddiasıyla tutuklanır, dosya başka bir savcıya geçer.
Yeni savcı, soruşturma bu kez amirale yöneldiği için yetkisizlik kararı verip dosyayı Genelkurmay Askeri Savcılığı’na gönderir. Genelkurmay Savcılığı da geçen nisan ayında yetkisizlik kararı verir. Dosya ortada kalır.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün Taraf’tan Lale Kemal’e yaptığı açıklamaya bakılırsa, dosya Hava Kuvvetleri ile Genelkurmay Savcılıkları arasında ortada kalınca, Milli Savunma Bakanlığı Askeri Adalet İşleri Başkanlığı devreye girer ve meseleyi çözüme bağlar. Bulunan çözümde dosya için Genelkurmay Askeri Savcılığı yetkili kılınır.
GENELKURMAY’A DÜŞEN GÖREV
Görüleceği gibi, her aşaması yeni soru işaretleri yaratan, garip bir olaylar ve iddialar dizisi var karşımızda. İddialara konu olan üç subay da halen görevlerinin başında.
İddialar ne ölçüde doğru? Bunu bilebilecek durumda değiliz. Ancak mutlaka aydınlatılması gereken bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikar. Gerek iddiaların ciddiyeti gerek soruşturmanın uzaması, kamuoyunda büyük tereddütlere ve rahatsızlığa yol açmıştır.
Gerçeklerin hangi yönde olursa olsun gün ışığına çıkartılıp, kamuoyuna doyurucu bir açıklama yapılarak toplumda belirmiş olan istifhamın giderilmesi elzem hale gelmiştir.
Ergenekon soruşturmacıları da rahatsızlar… / Mehmet Ali Birand
Hemen herkesin merak ettiği soruların başında, Ergenekon davalarının ne zaman bitebileceği konusu geliyor. Zira alınacak sonuca göre, kimin haklı kimin haksız olduğu anlaşılacak. Son durum ne? Yeni iddianame hazırlığı var mı? Ergenekon soruşturma ve yargılama sürecine dahil olmuş kişilerin ruh halleri ne? İktidar ve Asker’in bu davaya yaklaşımları nasıl? Fethullah Gülen taraftarları gerçekten polisi kontrolleri altına aldılar mı? Bu soruların yanıtlarını öğrenmek istiyorsanız, bu yazıyı mutlaka okuyun.
Ergenekon davasında şu veya bu şekilde rol alan ve kendi deyimleriyle “kelle koltukta” mücadele edenlerin, şu sıralarda pekte rahat ve mutlu olduklarını söyleyemeyiz. Bu davanın kendi geleceklerini yani meslek hayatlarını büyük oranda etkileyeceğini çok iyi biliyorlar ve doğrusu rahatsızlar. Zira tünelin sonunda karşılaşacakları manzara konusunda kötümserler.
Özellikle de, kamuoyunun, bu davanın çok uzaması durumunda tüm ilgisini kaybedeceği ve davanın gerçekten de bir yalan rüzgarı olduğu kanısına varabileceğinden kaygılılar.
Belki de bu kaygı ve kuşkuların da etkisiyle, Ergenekon’un operasyon süreci, olağanüstü bir durum ortaya çıkmadığı taktirde şimdilik durdurulmuş durumda. Yani, bir süre önce olduğu gibi, her soruşturmanın yeni bir soruşturmaya yol açması, ardından yeni gözaltılar ve yeni iddianameler hazırlanması süreci kesildi. Olağanüstü bir gelişme olmazsa, yeni soruşturma olmayacak. Savcılar, ellerindeki ek iddianameleri hazırlamakla yetinecek.
Peki bu davalar ne zaman biter?
Tahminlere göre, yeni davalar açılmadığı taktirde, eldekilerin 2012’de bitmesi ve temyizin de 2013 sonuna kadar tamamlanması bekleniyor. Daha fazla süremeyeceği konuşuluyor, ancak yine de kesin bir tarih vermek imkansız.
Ben 6-7 yıl süreceğini sanıyordum, “olmaz, sürdürülmez” dendi.
AKP İÇİNDE ERGENEKON DAVASINA KUŞKUYLA BAKAN ÇOKMUŞ
Merak ettiğim konulardan biri de, bu soruşturma ve dava sürecine AKP’ nin nasıl baktığı idi. Bizler dışarıdan, partinin tüm gücüyle destek verdiği ve elinden gelen yardımı da esirgemediği gibi bir izlenim edinmiştik.
İlginçtir, Ak Parti kadrolarının içinde Ergenekon konusuna çok kuşkuyla bakan ve destek vermeyen çok insan varmış. Soruşturma ve dava sürecinin içindeki kişiler, içişleri bakanlığının dahi, dışarıdan sanıldığı gibi destek vermediği görüşündeler.
En büyük manevi destek ise, Başbakan Erdoğan’dan geliyormuş.
Bu süreci yönlendirenler Ergenekon konusuna çok içten inanmış durumdalar. Zaten başka türlü hareket edemezlerdi, ancak yine de böylesine inançlı konuşmaları, çalışmalarını büyük oranda etkiliyor.
FETHULLAH GÜLEN CEMAATİNİN KATKISI NE ORANDA?
Diğer merak edilen sorulardan biri de, Fethullah Gülen Cemaatinin rolüdür, değil mi?
Bu cemaat mensuplarının, büyük oranda polis teşkilatını kontrolü altına aldığı, hatta askerden sızan belgelerin büyük bir bölümünün de onlardan çıktığı yazılır ve çizilir.
Bu konuda kimse kesin bir bilgi sahibi değil.
Bu kişilerin alınlarında Fethullah Gülen yazmadığından dolayı da, hangi kurumun neresinde ne kadar Gülen sempatizanı var, bilinemiyor. Hele işin askeri cephesi konusunda kimselerin bir fikri yok. Hatta askerin kendisi dahi kesin konuşamıyor. Sadece tahminlerde bulunabiliyorlar.
ASKER KÖSTEK OLMUYOR, ANCAK DESTEK DE VERMİYOR
Ergenekon soruşturmasına askerin bakışı son derece soğuk. İddianameleri dayanaktan yoksun buluyor, sürecin komplo olduğuna inanıyor ve hakimlerin verecekleri kararları bekliyorlar.
Buna rağmen, soruşturmayı engellemiyorlar. Ama kişisel bazı desteklerin dışında, kurumsal olarak destek de vermiyorlar.
Bilgi belge akışında ise, biraz isteksiz davranıyorlar.
Örneğin, Kafes soruşturmasında, dosyayı ellerinde dört ay süreyle tutmuşlar.
Soruşturmanın asker tarafından yapılması için dosyalar önce askeri savcılığa yollanmış, ancak sonunda bakılmış ki hiç bir kıpırdanma yok, tekrar bırakılan yerden devam edilmiş.
2009 Temmuz’unda ki Harp Akademileri Mezuniyet resepsiyonunda, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un İstanbul valisine “Gölcük’teki Amirallere Suikast Operasyonu” konusunda kendisine bilgi verilmemesi nedeniyle çıkışması ve resepsiyondan hemen sonra İstanbul Vali ve Emniyet Müdürünün 2.5 saat süren bir brifing vermesi ardından, Başbuğ’un eldeki delilleri hayretle “Vay canına” diye karşılamasını hatırlatanlar, Genelkurmay Başkanı’nın herşeye rağmen, elinden geldiği kadar soruşturmayı engellememeye çalıştığına dikkat çekiyorlar.
İşte Ergenekon sürecinde gelinen nokta.
MUŞ'TA, SİLAHI KAZAYLA ATEŞ ALAN ASKER HAYATINI KAYBETTİ
Muş'ta, devriye görevi yaparken, silahı kazayla ateş alan asker hayatını kaybetti. Edinilen bilgiye göre, Muş merkeze bağlı Yaygın beldesi Boğulan Geçidi'nde devriye görevi yapan Er Serdar Açık, silahının kazaran ateş alması sonucu ağır yaralandı.
Ambülansla Muş Devlet Hastanesine götürülen Jandarma Komando Er Açık, yolda öldü. Açık'ın cenazesi, otopsi için Muş Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Darbecilerle hesaplaşan kim / Kurtuluş Tayiz
İktidar, 12 Eylül’le hesaplaşır gibi yapıyor ama aslında darbecileri koruyor...
“Hayır”cı cephenin belli başlı argümanlarından biri bu.
Kafayı, darbe lideri Kenan Evren’e takanlar, hızını alamayıp Anayasa değişiklik paketinin 12 Eylül’ü meşrulaştıracağını savunanlar bile var.
AKP’yi samimi bulmuyorlar.
Darbelerle, darbecilerle hesaplaşma görüntüsünün bir aldatmacadan ibaret olduğunu düşünüyorlar.
“Hayır”cı cephenin başını CHP çekiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, kendisinden önceki yönetimin belirlediği “Hayır” kararının devamcısı durumunda.
Kucağında bulduğu bu topu, hiç değilse demokratik çıkışlarla götürmeye çalışıyor; mesela 12 Eylül’ün ürünü olan YÖK’ün kaldırılmasını istemesi önemli. TSK’nın İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin değiştirilmesi teklifi de devrim niteliğinde.
MHP’nin durumu vahim. Asker cenazeleri üzerinden gerginlik çıkararak AKP’yi karalama peşindeler. Politikalarını oy kapma yerine AKP’nin oy kaybetmesi üzerine kurmuşlar.
AKP kaybederse bu Bahçeli’yi biraz tatmin edebilir ama bunun onlara bir getirisi olmaz. MHP oylarını arttıramazsa bu, Devlet Bahçeli’nin de gördüğü son genel başkanlık olur.
BDP, düştüğü “Hayır”cı cephenin utangaç çocuğu. İçine düştüğü utancı gizlemek için de bol keseden demokratlığa soyunmuş; bir yandan ideal anayasa tarifleri yaparken diğer yandan değişlik paketinin aslında 12 Eylül’ü meşrulaştırmak gibi artık yerçekiminden kopmuş teoriler geliştirmeye çalışıyor.
“Hayır”cı cephenin yargı ayağı ise en büyük yarılmayı Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla aldı. Mahkeme paketi reddetmeyince, başta Danıştay ve HSYK olmak üzere eski sistemin muktedirleri umutlarını referanduma bağladı. En büyük hayalkırıklığını sanırım referandumda yaşayacaklar.
Bu cephenin koçbaşını oluşturan, medya. Onlar canla başla “Hayır” için çalışıyorlar. 12 Eylül’ün idam ettiği gençler için ağlayan Başbakan’ın gözyaşlarını bile tartışmaya açtılar...
Hangi cephe samimi, hangisi değil...
Bunu anlamak o kadar çok zor değil. Son yıllardaki darbe soruşturmalarına bakmak yetiyor.
1. Ergenekon İddianamesi: 92 sanıklı davada emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile dokuz subay ve yeraltı dünyasının önemli isimleri bulunuyor. Suikast vb. suçlamaların yanısıra TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmekle suçlanıyorlar.
2. Ergenekon İddianamesi: 56 sanıklı davanın sanıkları arasında emekli Orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur, emekli Tuğamiral İlker Güven ile emekli Tuğgeneral Levent Ersöz, JİTEM’in kurucusu emekli Albay Arif Doğan, yedi subay ile emekli savcı ve hâkimler bulunuyor.
3. Ergenekon İddianamesi: 52 sanıklı dosyada Genelkurmay eski Müşaviri Erdal Şenel, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, MGK eski Genel Sekreteri emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Yarbay Mustafa Dönmez, Emekli Albay Levent Göktaş, Özel Harekât Dairesi eski Başkanı İbrahim Şahin ile altı subay var.
Poyrazköy Davası: 17 sanıklı dosyada Tuğamiral Levent Görgeç’le birlikte dokuz denizci subay yer alıyor.
Kafes Davası: 33 sanıklı dosyada Koramiral Ahmet Feyyaz Öğütçü, Koramiral Kadir Sağdıç, Tuğamiral Mehmet Fatih Ilğar ve 30 subay yargılanıyor.
İrticayla Mücadele Eylem Planı: Yedi sanıklı dosyada Genelkurmay Karargâhı’nın önemli ismi Albay Dursun Çiçek dikkat çekiyor.
Erzincan Ergenekon’u: 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk bir numaralı sanık.
Balyoz Davası: Saydığım tüm bu dosyaların en büyüğü ve en kapsamlısı Balyoz.
196 askerin sanık sandalyesine oturacağı davanın 1 numaralı sanığı Emekli Orgeneral Çetin Doğan. Emekli Oramiral Özden Örnek 2, Emekli Orgeneral Halil İbrahim Fırtına 3 ve emekli Orgeneral Ergin Saygun 4 numaralı sanık.
Sanıklar arasında halen görevde bulunan Kuzey ve Güney Deniz Saha Komutanları dâhil 28 muvazzaf general var. Bu sayı, 303 generalin görev yaptığı TSK’daki neredeyse 10 generalden birinin sanık olması anlamına geliyor.
Bu tabloya bakarak darbeler ve darbecilerle hesaplaşmada kimin daha samimi olduğunu anlayabiliriz. “Hayır”cı cepheyi şöyle bir gözden geçirin, mümkünse tek tek yüzlerini hatırlamaya çalışın. Medyadaki aktörleri sakın unutmayın. Yukarıda dökümünü yaptığım, bütün enerjisini darbe ve darbecileri korumaya adamış bu “Hayır”cı cephenin darbeyle hesaplaşmada samimi, AKP’nin ise takıyeci olduğunu düşünüyorsanız o zaman iç rahatlığıyla referandumda “Hayır” oyu verebilirsiniz.
Başbakan Erdoğan'dan önemli açıklamalar
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yalova Marina'da toplu açılış törenine katıldı. Erdoğan açılışta gündeme dair açıklamalarda bulundu. İşte Erdoğan'ın açıklamasından satır başları:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bize diyorlar ki 'Siz 12 Eylül'de ne gördünüz, ne yaşadınız?' Bunu bize söyleyenler önce aynaya baksınlar. Biz 12 Eylül'ün öncesinin acılarını da yaşadık, biz 12 Eylül zulmünü de yaşadık, biz 12 Eylül sonrasının baskılarını da bütün ruhumuzda, bedenimizde hissettik” dedi.
Yalova Marina'da toplu açılış törenine katılan Başbakan Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, devlet-millet kaynaşmasını tesis ettiklerini belirterek, buyurgan, hükümran bir devlet yapısını ellerinin tersiyle ittiklerini vurguladı.
Milletle bütünleşen, milletle kucaklaşan, millete hizmetkarlık yapan bir devlet anlayışını ülkeye kazandırdıklarını ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:
“Bir ülkede demokrasi yoksa, demokrasi eksikse, demokrasi modern standartlarda değilse o ülkede yatırım olmaz, üretim olmaz, istihdam olmaz. Bunu biz çok uzun yıllarca yaşadık. Bir ülkede hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku hakimse orada yoksulun derdine çare bulunmaz, fakir-fukaranın sorunu çözülmez, yetim-öksüzün feryadı duyulmaz. On yıllar boyunca hukuk sistemindeki sorunlar nedeniyle biz bunu iliklerimize kadar yaşadık. Bir ülkede söz milletin değilse, karar milletin değilse, siyaset vesayet altındaysa, çeteler siyasete yön veriyorsa o ülke büyümez, kalkınmaz, ilerlemez.
Biz ülke olarak ne yazık ki bunu da yaşadık. Çetelerin provokasyonlarında nice gençlerimizi yitirdik. Askeri darbelerde nice delikanlılarımız dar ağacında sallandırıldı, asıldı. Siyasete yapılan müdahalelerle Türkiye her 10 yılda bir geriye gitti, tüm kazanımlarını heba etti. Şimdi bize diyorlar ki 'Siz 12 Eylül'de ne gördünüz, ne yaşadınız? Bunu bize söyleyenler önce aynaya baksınlar. Biz 12 Eylül'ün öncesinin acılarını da yaşadık, biz 12 Eylül zulmünü de yaşadık, biz 12 Eylül sonrasının baskılarını da bütün ruhumuzda, bedenimizde hissettik. Bizi sadece 12 Eylül vurmadı. 27 Mayıs'ı da biz yaşadık, 28 Şubat'ı da biz yaşadık, 27 Nisan'ı da biz yaşadık. Bunlarda da biz hedef olduk.”
27 Mayıs'a çanak tutanların kendilerinin neler yaşadığını anlayamayacaklarını vurgulayan Erdoğan, şöyle devam etti:
“28 Şubat'a alkış tutanlar bizim neler yaşadığımızı anlayamazlar, 27 Nisan'da dut yemiş bülbüle dönenler bizim neler yaşadığımız bilmezler. Ama bizim bir farkımız var. Biz onların 12 Eylül'den sonra yaptıkları gibi mağduriyet edebiyatına sığınmadık. Darbeleri kendimiz için, şahsi çıkarlarımız için ranta çevirmedik, darbelerden nemalanmadık. Biz bütün darbelere karşı nasıl onurlu, nasıl dik bir duruş sergilediysek, bugün de yeniden müdahaleler yaşanmaması için dik ve onurlu bir duruş sergiliyoruz.
“GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYENLER AYDINLIK BİR GELECEK İNŞA EDEMEZLER”
Bizi samimiyet testine tabi tutanlara ben Yalova'dan sesleniyorum. Madem 12 Eylül'ün acısını yaşadığınızı, bedelini ödediğinizi söylüyorsunuz, neden 12 Eylül öncesi meydanları kan gölüne çeviren çetelerle, mafyayla, hukuk dışı örgütlenmelerle, onların benzerleriyle, onların uzantılarıyla mücadeleyi bugün desteklemiyorsunuz? Neden o çetelerin avukatlığını yapıyorsunuz? İşte 12 Eylül 2010 iki seçenek önümüze koyuyor. Ya darbecilerin anayasasından yana olacağız, ya milletten yana olacağız. Onun için diyoruz ki, sevdamız millet, kararımız evet. Bizim derdimiz bu. Bugün tek tek ortaya çıkan o kirli senaryoların üzerine neden bizim kadar gitmiyorsunuz? Hadi bu kirli senaryoların üzerine gitmiyorsunuz, hadi bu cesareti gösteremiyorsunuz, neden yargıya bu konuda yardımcı olmuyorsunuz?
12 Eylül'de acı çekmiş bir insan, bedel ödemiş, fatura ödemiş, o acıyı yüreğinde hisseden bir insan kalkar da Danıştay saldırganlarının yargılandığı davada avukatların bölümüne oturur mu? 12 Eylül'den gerçekten rahatsız olanlar kalkıp da Ergenekon'a avukatlık yapar mı? Madem 12 Eylül'ün acısını yaşadınız neden bugün 12 Eylül ile hesaplaşmıyorsunuz? Niçin askeri vesayet yerine milli iradenin üstünlüğüne vurgu yapmıyorsunuz? Niçin her sıkıştığınızda askere davetiye çıkaran yorumlar yapıyorsunuz? Madem 12 Eylül'de bedeller ödediniz, neden bugün yeniden 12 Eylül'lerin yaşanmaması için Anayasa değişikliğine 'Evet' demiyorsunuz? Çünkü siz rantını yersiniz, rantını yediniz. Siz istismar edersiniz, siz edebiyatını yaparsınız, ama biz samimi bir şekilde mücadele ediyor, acılarla yüzleşiyor, tekrar bu acıların yaşanmaması için samimi bir irade ortaya koyuyoruz. Geçmişle yüzleşmeyenler aydınlık bir gelecek inşa edemezler.”
Darbe girişimine terfi ve emeklilik var mı
Milli Savunma Bakanı Gönül, kritik YAŞ toplantısı öncesi değişik darbe planları nedeniyle gündemde olan askerlerin terfisine ilişkin açıklamalar yaptı. Gönül, yargılanan askerler için nasıl bir yol izlenebileceğini açıkladı.
İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Balyoz Darbe Planı iddianamesini kabul etmesi, terfi sırasında bulunan ve ağustos ayı başında Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplantısında durumları ele alınacak 12 general ve amiral ile bazı albayların durumunu tartışmaya açtı.
Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın 65. maddesinin ‘e’ bendine göre “tutuklu bulunan ya da tahliye edilmekle beraber kovuşturma veya duruşması devam eden veya hakkında verilen hüküm henüz kesinleşmemiş bulunanların terfi ve kademe ilerlemeleri yapılamıyor.” Bu durumda Balyoz ve benzeri davalarda kovuşturması devam eden subayların terfisi mümkün olmayacak.
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, dün Cumhuriyet Gazetesi'nden Utku Çakırözer'e bu hazırlıkları doğruladı. Kamuoyunda değişik darbe planları nedeniyle gündemde olan isimler hakkında tek tek konuşmasının mümkün olmadığını belirten Gönül, davaları süren TSK personeline ilişkin YAŞ’ta uygulanacak genel işlemle ilgili olarak “Davaları devam ettiği için bu kişilerin terfisi mümkün olamıyor. Ama emekli de edilmeyecekler. O rütbedeki son bekleme yılı olsa dahi emekli edilmeyecekler. Personel Kanunu’muzda bu konudaki kurallar uygulanacak” açıklamasını yaptı.
Gönül, “Yani bu personelin durumu dava sürdüğü sürece ‘dondurulmuş’ olacak diyebilir miyiz?” sorusuna ise “Böyle bir tanımımız yok ama, anlam olarak tabii öyle” cevabını verdi.
BAŞBUĞ'DAN GÖRKEMLİ VEDA
30 Ağustos'ta görev süresi sona erecek olan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, giderayak bir ilke daha imza atacak. Başbuğ, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner ile gerçekleştireceği devir-teslim törenini, Genelkurmay kampüsü içinde yeni inşa edilen ve içinde 1000 kişilik konferans salonu bulunan binada yapmayı planlıyor. Devir-teslim törenleri daha önce Ana Karargah Binası içinde yer alan Orbay Salonu'nda düzenleniyordu.
Patlamada yaralanan Yüzbaşı öldü
Hakkari'nin Yüksekova İlçesi’nde 5 gün önce yaşanan patlamada ağır yaralanan Yüzbaşı İbrahim Barış Yurtsever, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde öldü.
Yüksekova ilçesinde 18 Temmuz 2010 günü 21'inci Sınır Jandarma Tugay Komutanlığına 200 metre mesafede bulunan İpekyolu Caddesi’ndeki Karayolları 117 Şube Şefliği binası önünde yaşanan patlamada ağır yaralanan Yüzbaşı İbrahim Barış Yurtsever, tedavi gördüğü Ankara Gülhane Tıp Akademisi'nde öldü.
Ali Nesin'den Başbuğ'a matematiksel PKK cevabı
"Terörü matematiksel olarak 5 defa bitirdik" diyen Org. İlker Başbuğ'a Türkiye’nin en önemli matematikçilerinden Prof. Dr. Ali Nesin'den cevap geldi. Nesin, "5 defa bitirdiysen demek ki 6 defa da doğurmuşsun demektir" dedi.
Türkiye’nin önemli matematikçilerinden biri olan Prof. Dr. Ali Nesin, Org. Başbuğ'un 'terörü 5 kez bitirdik' şeklindeki eleştirilerine matematiksel açıdan akıl dolu bir cevap verdi.
Prof. Dr. Ali Nesin, dün akşam Nuriye Akman’ın TRT Haber’de sunduğu “Akılda Kalan” programına konuk oldu.
Nuriye Akman’nın “İlker Başbuğ’un, ‘Matematiksel olarak baktığımızda 26 yılda, güvenlik kuvvetleri 5 defa bu PKK terör örgütünü bitirmiş. Bu bir tespittir’ şeklindeki sözlerini hatırlatarak dğeerlendirme yapmasını istemesi üzerine Ali Nesin, "Hangi anlamda bitirmiştir? 5 defa bitirdiysen demek ki 6 defa da doğurmuşsun demektir. Yeni baştan başlamışsın demektir. Bunlar politika. Birtakım demogojiler yapılacak” şeklinde yanıt verdi.
Canan / Ahmet Altan
Resmi olmayan çocuklar bunlar.
Bu ülkede mermiler ve bombalar genellikle resmi çekilmemiş çocukları buluyor.
Dağlarda ölen Türk çocuklarıyla Kürt çocuklarının aileleriyle çekilmiş, bebekliklerini, büyümelerini, arkadaşlarıyla oynamalarını gösteren resimleri kalmıyor geriye.
Ya elde çapraz tüfekle üniformalı resimler, ya yeşil gerilla yeleği, sırtta kalaşnikof, dağlarda kötü bir makineyle çekilmiş resimler.
Geriye onlardan sadece bunlar kalıyor.
Onların büyüdükleri yerlerde fotoğraf makineleri yok.
Oğlunun cenazesine giyecek gömleği olmayan babalar, erken yaşlanmış anneler, ıssız mezralar, kıraç toprağı karasabanla yarılmış tarlalar, dar pencereli ışıksız kulübeler, çamurlu yollar, erken basan geceler var onların kısa hayatlarında.
Resmî bir kayıt için çekilmiş bir vesikalık bir de.
Ceylan, evinin önünde hayvan otlatırken bir roket mermisiyle paramparça olduğunda geriye sadece gözleri kocaman açılmış bir vesikalık resmi kalmıştı.
Başka bir resmi yoktu.
Bir kasaba fotoğrafçısında, kendisini ürküten o koca körüklü makineye gözlerini iri iri açarak bakan bir çocuk.
O gözler, bu ülkede savaşın yarattığı acıların sembolü oldu.
Kısacık ömründen geriye alan o koca gözlü resim, bu savaşın hepimize yaşattığı kederin keskin izi olarak kazındı içimize.
Şimdi de Canan’ı vurdular.
Canan on altı yaşında.
Onun da sadece tek bir resmi var.
Küçük bir çocukken çekilmiş bir resmi.
Büyük bir ihtimalle ilkokula başlarken çekilmiş.
Okutmuşlar Canan’ı, okula göndermişler, o da okumuş.
Sevinmiştir okula gittiği için, hayaller kurmuştur, umutlar beslemiştir.
Bütün hayatının minicik bir vesikalık resmin içine sığacağını hiç düşünmemiştir.
Dedesinin mezarını ziyarete gitmişler.
Eğer biliyorsa bir Fatiha okumuştur dedesinin mezarının başında, bilmiyorsa o da büyüklerle birlikte dudaklarını kıpırdatıp sonra iki eliyle yüzünü sıvazlamıştır.
Su dökmüşlerdir mezara.
Belki çiçek ekmişlerdir, ayrıkotlarını ayıklamışlardır.
Bir ölünün başında ölüm çok uzak gözükmüştür on altı yaşındaki kıza.
Sonra pikniğe gitmişler.
Askerî kışlanın biraz ilerisinde yanlarında getirdikleri bir yaygıyı yere serip üstüne yerleşmişlerdir, Canan annesine yardım etmiştir domatesleri kesmek, ekmeği dilimlemek için.
Belki annesiyle şakalaşmışlardır.
Tam kalkarken Canan kısacık bir “oyyy” demiş.
Yıkılmış yere.
Son sözü bu olmuş genç kızın, “oyyy.”
Ensesinden bir kurşunla vurulmuş.
Kurşunun kışladan atıldığı tahmin ediliyor.
Bütün Kürtleri “düşman” gören, bütün Kürtlerden kuşkulanan bir asker bilerek mi vurdu bilmiyorum, böyle biri olamayacağını düşünüyor insan ama Muğla’da gencecik üniversite öğrencisi Şerzat’ı nişan alarak vuran polisi düşününce, savaşın çıldırttığı bu ülkede her şeyin mümkün olabileceğinden korkuyorsunuz.
Ya da acemi bir askerin şaşıran kurşunu girmiştir Canan’ın ensesine.
Bunlardan hangisinin doğru olduğu Canan için fark etmiyor artık.
O ne olduğunu bile anlamadı.
Ensesinde keskin bir darbe hissedip “oyyy” dedikten sonra çimlerin üstüne yıkılıp öldü.
On altı yaşında bir kız.
Ensesinden vuruluyor.
İç savaş budur işte, sadece cephelerde ölmez insanlar, mezralarda, otobüslerde, arabalarda, piknik yerlerinde ölürler.
Fotoğrafları olmayan çocuklar ölür.
Hayatında hiç lokantada yemek yememiş, belki hiç sinemaya gitmemiş, tiyatro görmemiş, kendine ait bir odası, bir bilgisayarı, bir kitaplığı olmamış, doğum günlerinde kendisine bir oyuncak alınmamış çocuklar ölür.
Söğüt dalından düdük, tahtadan at, çaputtan bebek yapan çocuklar ölür.
Ceylan inlemeye bile vakit bulamadan parçalanarak ölür, Canan “oyyy” diye inleyerek ölür.
Öldürüyorlar çocukları.
Parçalayarak öldürüyorlar, ensesinden vurarak öldürüyorlar, yakarak öldürüyorlar.
Küçücük bir vesikalık fotoğraf kalıyor geriye.
“Oyyy” diyen bir inilti kalıyor.
Kendi çocuklarını öldüren, kendi vahşetiyle kanayan, yaralı bir toplum kalıyor.
Bir de “savaşta olur böyle şeyler” diyen vicdansız ihtiyarlar kalıyor.
Vurulduğunda sadece bir “oyy” demiş o küçücük Kürt kızı.
Saçları kanlanmış, çimenlerin üstüne yıkılıp ölmüş.
Minicikken çekilmiş bir resminden başka resmi kalmadı annesine, sadece bütün insanlığı titreten bir solukluk “oyyy” sesi var ondan bize kalan.
GENELKURMAY'IN BASIN BİLGİLENDİRME TOPLANTISI (3)
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, bazı il ve ilçe merkezlerindeki olayların, terörün sadece kırsal alanda değil, yerleşim merkezlerinde de var olduğu ve yayılma eğilimi içinde olduğunu gösterdiğini söyledi. Genelkurmay Başkanlığı Karargahında yapılan basın bilgilendirme toplantısında konuşan Tuğgeneral Gürak, 25 Hazirandan bugüne kadarki dönem içerisinde, terör örgütünün Pervari ile Yüksekova gibi ilçe merkezlerinde gerçekleştirdiği terör eylemlerinin dikkati çektiğini belirtti.
Terör örgütünün dağ kadrosundan şehir merkezlerine sevk edilen teröristler ve işbirlikçileri tarafından yapılan eylemlere işaret eden Tuğgeneral Gürak, 14 Temmuz 2010 tarihinde, Yüksekova ilçesinde mesaiye gitmek üzere yaya olarak ilçe merkezinden geçmekte olan bir uzman çavuşun, arkadan silahlı saldırıda bulunulması sonucu şehit edildiğini hatırlattı.
Tuğgeneral Gürak, 18 Temmuz 2010 tarihinde de, yine Yüksekova ilçe merkezinde, bölgeye yeni atanan ve birliğine katılmak üzere seyahat eden bir yüzbaşının takip edildiğini, yüzbaşının yolu üzerindeki bir iş yerinin önünde ve yol kenarında bulunan mazgal demirinin altına yerleştirilen el yapımı patlayıcının infilak ettirildiğini, yüzbaşının ağır şekilde yaralandığını, hayati tehlikesinin devam ettiğini anlattı.
Bu olayların yanı sıra, 16 Temmuz 2010 tarihinde, Siirt'in Pervari İlçe Emniyet Müdürlüğü binasına terör örgütü mensuplarınca, roketatar ve uzun namlulu silahlarla bir saldırı girişiminde bulunulduğunu ifade eden Tuğgeneral Gürak, olayda 5 polis memuru ile seken şarapnel parçaları sonucu İlçe Emniyet Müdürlüğü yanında konuşlu Jandarma Asayiş Komando Bölük Komutanlığı emniyet nöbetçisi 3 erin hafif şekilde yaralandığını kaydetti.
Tuğgeneral Gürak, ''Bazı il ve ilçe merkezlerinde, özellikle de Yüksekova ilçe merkezinde, her gün yaşanan sivil itaatsizlik olayları, bir uzman çavuşumuzun şehit edilmesi, bir subayımızın el yapımı patlayıcıyla ağır şekilde
yaralanması ve Pervari ilçe merkezinde güvenlik güçlerine yapılan saldırı, terörün sadece kırsal alanda değil, yerleşim merkezlerinde de var olduğu ve yayılma eğilimi içinde olduğunu göstermektedir'' dedi.
-YÜKSEK ASKERİ ŞURA-
Yüksek Askeri Şura'nın olağan toplantısının 1-4 Ağustos 2010 tarihlerinde yapılacağını da hatırlatan Tuğgeneral Gürak, şöyle devam etti: ''Devam eden yargı sürecinde adı geçen Türk Silahlı Kuvvetleri personeline nasıl bir işlem yapılacağı, Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu'nun 65'inci maddesinde yazılıdır. Bu kanun gizli değildir. Her yerde bulunup okunabilir. Çok net olan bu kanun okunmadan yapılan yorumlar ve ortaya atılan iddialar gayri ciddidir. Yasadaki sınırlamalar dışındaki tüm diğer konular, Yüksek Askeri Şuranın takdirinde olan konulardır.''
GENELKURMAY'IN BASIN BİLGİLENDİRME TOPLANTISI (2)
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, son dönemde terör örgütü mensuplarının giriştikleri eylemlerde, fazla sayıda zayiat verdiklerinin tespit edildiğini ifade ederek, ''Etkisiz hale getirilen teröristlerin çoğunun bölücü terör örgütüne yeni katılan teröristlerden olduğu ve ailelerin bu durumdan bölücü terör örgütünü sorumlu tutması sonucu, ailelerle bölücü terör örgütü arasında problemler yaşandığı belirlenmiştir'' dedi.
Genelkurmay Başkanlığı Karargahında yapılan basın bilgilendirme toplantısında konuşan Tuğgeneral Gürak, 18 Haziran 2010 tarihinde yapılan bilgilendirme toplantısında, terör olaylarının artmasının muhtemel olduğunu
belirttiklerini ve nedenlerini açıkladıklarını söyledi.Halen, terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı bir sürecin içerisinde bulunulduğuna dikkati çeken Tuğgeneral Gürak, 25 Haziran 2010 tarihinden bugüne kadar geçen süre içerisinde, meydana gelen iç güvenlik olayları hakkında bilgi verdi.
Dönem içerisinde meydana gelen olaylarda; 19 güvenlik görevlisinin şehit olduğunu, 47 güvenlik görevlisi ve 5 vatandaşımız yaralandığını bildiren Tuğgeneral Gürak, aynı dönemde 45 teröristin etkisiz hale getirildiğini ayrıca, 13 terör örgütü mensubunun da kendiliğinden güvenlik güçlerine teslim olduğunu kaydetti.
Terörist zayiatlarıyla ilgili bazı bilgileri de paylaşan Tuğgeneral Gürak, şunları kaydetti: ''Son dönemde bölücü terör örgütü mensuplarının giriştikleri eylemlerde, fazla sayıda zayiat verdikleri belirlenmekte ve aralarında yaptıkları telsiz konuşmalarında 'halimiz kötü', 'zor durumdayız' şeklinde içinde bulundukları durumu anlatan ifadelerine sık olarak rastlanmaktadır. Ayrıca, etkisiz hale getirilen teröristlerin çoğunun bölücü terör örgütüne yeni katılan teröristlerden olduğu ve ailelerin bu durumdan bölücü terör örgütünü sorumlu tutması sonucu, ailelerle bölücü terör örgütü arasında problemler yaşandığı belirlenmiştir.''
-ELE GEÇİRİLEN SİLAH VE MÜHİMMAT-
Tuğgeneral Gürak, 25 Hazirandan bugüne kadar ele geçirilen silah ve mühimmata ilişkin de bilgi verdi. Buna göre, ''16 el yapımı mayın bulunarak, etkisiz hale getirildi. Bir havan, 8 roketatar, 4 makineli tüfek, 50 kaleşnikof piyade tüfeği, 3 M-16 piyade tüfeği, 4 G-3 piyade tüfeği, 1 bombaatar, 3 LAW, 6 tabanca, 37,850 kilo plastik patlayıcı madde, 107 el bombası, 20 roketatar mühimmatı, 11 bin 566 Kaleşnikof piyade tüfeği mermisi, 5 bin 340 Bixi makinalı tüfek mermisi, 12 telsiz ile bol miktarda yaşam malzemesi'' ele geçirildi.
Tuğgeneral Gürak, dönem içinde ele geçirilen silah ve malzemenin cins ve miktarlarının da dikkat çekici olduğunu vurguladı.
-TERÖRİST SALDIRILAR-
Dönem içinde meydana gelen Pervari Doğanköy Sarıyaprak, Şemdinli Beyyurdu, Çukurca Hantepe bölgeleri ve Pervari ile Yüksekova ilçe merkezlerindeki olayların, öne çıkan önemli olaylar olduğunu ifade eden Tuğgeneral Gürak, 30 Haziran 2010 tarihinde bir grup terör örgütü mensubu tarafından, Pervari'nin Doğanköy Sarıyaprak ileri üs bölgesinde konuşlu bulunan birliklere beş noktadan roketatar ve uzun namlulu silahlar ile saldırı girişiminde bulunulduğunu hatırlattı.
Bu saldırı ile eş zamanlı olarak, diğer bir terörist grup tarafından Doğanköy Sarıyaprak'da yol emniyeti için görevlendirilmiş olan geçici köy korucularından oluşan time de silahlı saldırıda bulunulduğunu belirten Tuğgeneral Gürak, şunları kaydetti: ''Bu olayda, teröristlerin bulunduğu bölgeye insansız hava aracı sevk edilmiş, alınan görüntüler değerlendirilmiş, terörist grupların kaçmasını engellemek maksadıyla; bir taraftan tespit edilen hedefler ateş destek vasıtaları ve taarruz helikopterleri ile ateş altına alınırken, diğer taraftan bölgeye takviye birlikler sevk edilerek, teröristler ısrarla takip edilmiş ve 12 terörist silah ve teçhizatlarıyla etkisiz hale getirilmiştir. Çıkan çatışmalarda, teröristlere yönelik manevra yapan birliğin başındaki üsteğmenimiz ile açılan ilk ateş sonucu 1 uzman erbaşımız ve 3 geçici köy korucumuz şehit olmuş, 1 astsubayımız ile 1 erimiz yaralanmıştır.''
Tuğgeneral Gürak, dönem içerisinde, Irak'ın kuzeyinde başta Kandil Dağı ve Hakurk Bölgesi olmak üzere, 1-2 Temmuz 2010 gecesi, tespit edilen terör örgütüne ait hedeflere hava harekatı yapıldığını hatırlattı. Bir diğer önemli olayın ise 5 Temmuz 2010 tarihinde, Şemdinli'nin Beyyurdu köyündeki ileri üs bölgesine teröristler tarafından düzenlenen saldırı girişimi olduğunu belirten Tuğgeneral Gürak, bu olayda, güvenlik güçleri tarafından, bir grup terör örgütü mensubunun, üç ayrı noktadan üs bölgesine yönelik taciz ve saldırı girişiminde bulunmak üzere olduğu tespit edildiğini söyledi. Terör örgütü mensuplarının ateş altına alındığını ifade eden Tuğgeneral Gürak, hedeflerine ulaşamayacaklarını anlayarak kaçmaya çalışan terörist grupların, insansız hava aracı vasıtasıyla tespit edilerek, bölgeye sevk edilen birliklerce ısrarla takip edildiğini ve ateş destek unsurlarıyla ateş altına alındığını kaydetti.
Tuğgeneral Gürak, ''Bunların neticesinde; üs bölgesine sızma girişiminde bulunan gruptan 12 terörist silah ve teçhizatları ile birlikte etkisiz hale getirilmiş, ayrıca bir gün sonra bu silahlı saldırıya katılan teröristlerden birisi kendiliğinden teslim olmuştur. Aynı olayda 3 erimiz şehit olmuş, 3 erbaş veya erimiz de hafif şekilde yaralanmıştır'' diye konuştu. Bu olayların, son zamanlarda terör örgütünün düzenlemiş olduğu silahlı saldırı sonrasında aldıkları darbeleri ve verdikleri zayiatı göstermesi bakımından oldukça çarpıcı olduğuna işaret eden Tuğgeneral Gürak, ''Teröristlerin bu olaylar sonrasında, çok büyük bir telaş ve kargaşa içerisine girdikleri gözlenmiştir'' dedi.
-HANTEPE SALDIRISI-
Son günlerde meydana gelen diğer bir önemli olayın ise 20 Temmuzda Çukurca Hantepe üs bölgesine yönelik silahlı saldırı girişimi olduğunu belirten Tuğgeneral Gürak, bu olayda teröristlerin üs bölgesinde bulunan unsurlara ağır kayıp verdirmek amacıyla, üs bölgesine hakim noktada yer alan ileri emniyet mevzilerine taciz ve sızma girişiminde bulunduğunu söyledi. Bu ileri emniyet mevzilerinde görevli personelin, takviye amacıyla gönderilen birliklerin de desteğiyle terör örgütünün amacına ulaşmasına engel olduğunu vurgulayan Tuğgeneral Gürak, çatışmalarda 1 üsteğmen, 4 uzman erbaş ve 1 onbaşının şehit olduğunu, ayrıca 9 erin hafif şekilde yaralandığını kaydetti.
Eylemin 20 Temmuz 2010 tarihinde, 02.00-03.00 saatlerinde gerçekleştiğini, bölgede başlatılan takip operasyonunun, gün boyu devam ettiğini ifade eden Tuğgeneral Gürak, bölgedeki hareketliliğin akşam saatlerine kadar, hatta gece de devam ettiğini belirtti. Daha sonra yapılan bölge aramasında etkisiz hale getirilen dört teröristin bulunduğunu bildiren Tuğgeneral Gürak, ''Ancak; Hantepe'ye saldıran teröristlerin yapılan teknik takibinden ve resmi kanallardan intikal eden istihbarat raporlarından teröristlerin en az dokuzunun etkisiz hale getirildiği, ayrıca çok sayıda yaralılarının da bulunduğu, diğer taraftan ölü ve yaralılarını
bölgeden uzaklaştırma ve mümkünse hudut ötesine aktarma yönünde talimat aldıkları, bu taşımayı yaparken zorlandıkları ve taşıma yapmak üzere katır talebinde bulundukları tespit edilmiştir'' diye konuştu.
GENELKURMAY'IN BASIN BİLGİLENDİRME TOPLANTISI (1)
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, TSK içindeki bazı askeri personelin HERON insansız hava araçlarını düşürmeye çalıştıklarıyla ilgili iddialar konusunda, bu konunun basında yer aldığı gibi ne isim ne rütbe ne de kimliğini belli edecek hiçbir bilgi olmayan belirsiz iki kişi arasında geçen bir konuşma metni olduğunu belirterek, halen Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın konu üzerindeki delil tespiti işlemleriyle ilgili çalışmasını çok yönlü olarak sürdürdüğünü bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı Karargahında yapılan basın bilgilendirme toplantısında konuşan Tuğgeneral Gürak, son günlerde bazı basın yayın organlarında TSK içindeki bazı askeri personelin kamuoyunca HERON diye bilinen ve Güneydoğu'da görev yapan insansız hava araçlarını düşürmeye çalıştıklarıyla ilgili iddialara yer verildiğini hatırlattı.
Tuğgeneral Gürak, ''Öncelikle bu konu basında yer aldığı gibi ne isim ne rütbe ne de kimliğini belli edecek hiçbir bilgi olmayan iki belirsiz kişi arasında geçen bir konuşma metnin MİT'ten Genelkurmay Başkanlığına 25 Ekim 2007 tarihinde gönderilmesiyle başlamıştır'' dedi. Konuşma metninin Genelkurmay Başkanlığınca incelendiğini ve 26 Ekim 2007 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderildiğini bildiren Tuğgeneral Gürak, metnin Kara Kuvvetleri Komutanlığına gönderilme sebebinin ise o tarihte İsrail'den kiralanan tek insansız hava aracının Kara Kuvvetlerinin kontrolünde Batman'da konuşlu bulunması olduğunu söyledi.
Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından 28 Ekim 2007 tarihinde verilen soruşturma emrinin ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından derhal soruşturmaya başlandığını, olayla ilgili olarak aynı gün dinleme kararları alındığını ve soruşturmanın genişletildiğini anlattı. Tuğgeneral Gürak, şunları kaydetti: ''Bugün itibarıyla soruşturmanın uzun sürmesi elbette eleştiri konusu olabilir, ancak soruşturmanın uzun sürmesinde kasıt olduğunu ileri sürmek yanlıştır. Geniş bir yelpazede olayla ilgisi olabileceği düşünülen tüm şahıslar mahkeme kararıyla dinlenecek, ses analizleri yapılacak, kimlikleri tespit edilecek ifadeleri alınarak ve neticede bir sonuca ulaşılacaktır. Bu işlemler ise doğal olarak zaman almaktadır. Ayrıca bu süreçte istihbarat kaynaklarından ilave bilgi talep edilmiştir.
Soruşturmanın Kara Kuvvetleri Komutanlığından Hava Kuvvetleri Komutanlığına aktarılmasının nedeni ise soruşturma kapsamında belirlenen iki askeri personelin Hava Kuvvetleri Komutanlığında görevli olmalarıdır. Nitekim soruşturmayı devralan Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı da ilave bir takım araştırmalarla soruşturmayı daha da derinleştirmiştir.'' Ancak konuşma metnin bütün uğraşılara rağmen delillendirilememesi nedeniyle soruşturmada istenilen mesafenin alınamadığını vurgulayan Tuğgeneral Gürak, diğer taraftan soruşturmayı yürüten savcıya 26 Mart 2009 tarihinde gelen bir ihbar CD'sinin incelenmesi neticesinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından 19 Şubat 2010 tarihinde verilen yetkisizlik kararından sonra ilgili dosyanın Milli Savunma Bakanlığınca 18 Mayıs 2010 tarihinde görevli savcılık olarak belirlenen Genelkurmay Askeri Savcılığına intikal ettirildiğini kaydetti. Tuğgeneral Gürak, ''Halen Genelkurmay Askeri Savcılığı konu üzerindeki delil tespiti işlemleriyle ilgili çalışmasını çok yönlü olarak sürdürmektedir'' diye konuştu.
-''AMİRAL YASAL HAKLARINI KULLANACAKTIR''-
Bazı medya organlarında sürekli olarak adı belirtilen bir amiralin ise o tarihte bulunduğu karargahta insansız hava araçlarıyla ilgili bir görevi olduğunu bildiren Tuğgeneral Gürak, bu amiralin 5 Kasım 2007 tarihinden sonra Ankara'daki Savunma İşbirliği Ofisinde (ODC) ABD ile istihbaratın paylaşımı maksadıyla görevlendirildiğini söyledi. Tuğgeneral Gürak, ''Adı geçen amiral elbette bu insafsız iddiaları ortaya atanlar hakkında yasal haklarını kullanacaktır'' dedi.
Yine bazı medya organlarında İsrail'den kiralanan HERON insansız hava aracının 14 Temmuz 2008 tarihinde düşmesiyle ilgili çeşitli iddiaların ortaya atıldığını ve bu olayla ilişkilendirilmeye çalışıldığını ifade eden Tuğgeneral Gürak, o tarihte İsrail'den kiralık olarak alınıp kullanılan HERON insansız hava aracının İsrailli personel tarafından kullanıldığını ve HERON'un iniş esnasında meydana gelen kırım sonucu kullanılmaz hale geldiğini bildirdi.
-''TSK'NIN BÜTÜN PERSONELİ GÖREVİNİN BAŞINDADIR''-
Tuğgeneral Gürak, Hakkari Çukurca Hantepe'deki terörist saldırı sonrasında saldırı haberini alan Tümen Komutanı ve Tugay Komutanı'nın çatışma çıkan bölgeye helikopterle inmek istediğini, ancak sıcak temas devam ettiği için bunu yapamayarak, her türlü riski göze alarak olay yerindeki personele karadan ulaştıklarını belirtti. Tuğgeneral Gürak, ''Bu olayda da görüldüğü üzere, yargı sürecinde sanık bile olsalar, bazıları tarafından masumiyet karinesi ayaklar altında çiğnenerek suçlu olarak gösterilseler dahi bütün bu şartlar altında bile Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bütün personeli görevinin başındadır. Bizim için vatan, şeref, dürüstlük, vazife ve sevgi herşeyin önündedir'' diye konuştu.
Silahlı Kuvvetlerde görev yapan general ve amirallerin listesi...
Halen;
Kara kuvvetlerinde 199,
Deniz kuvvetlerinde 55,
Hava kuvvetlerinde 65,
Jandarma komutanlığında 33,
GATA'da 13,
Askeri mahkemelerde 2,
olmak üzere fiili olarak 367 general ve amiral görev yapmaktadır.
RÜTBESİ ADI VE SOYADI (Rütbeye Atanma Yılı) (Boyalı olanlar Ağustos 2010 Şurasında durumu görüşülecek olanlar)
KARA KUVVETLERİ
DENİZ KUVVETLERİ
HAVA KUVVETLERİ
JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
GATA
Kara kuvvetlerinde 199,
Deniz kuvvetlerinde 55,
Hava kuvvetlerinde 65,
Jandarma komutanlığında 33,
GATA'da 13,
Askeri mahkemelerde 2,
olmak üzere fiili olarak 367 general ve amiral görev yapmaktadır.
RÜTBESİ ADI VE SOYADI (Rütbeye Atanma Yılı) (Boyalı olanlar Ağustos 2010 Şurasında durumu görüşülecek olanlar)
KARA KUVVETLERİ
- ORG. MEHMET İLKER BAŞBUĞ 2002
- ORG. SEBAHATTİN IŞIK KOŞANER 2004
- ORG. HASAN IĞSIZ 2006
- ORG. AVNİ ATİLA IŞIK 2006
- ORG. NECDET ÖZEL 2007
- ORG. SALDIRAY BERK 2007
- ORG. ERDAL CEYLANOĞLU 2007
- ORG. ASLAN GÜNER 2008
- ORG. HAYRİ KIVRIKOĞLU 2008
- ORG. BEKİR KALYONCU 2009
- ORG. HASAN NUSRET TAŞDELER 2009
- KORG. SELAHATTİN UĞURLU 2004
- KORG. HASAN MEMİŞOĞLU 2004
- KORG. SERVET YÖRÜK 2005
- KORG. YALÇIN ATAMAN 2005
- KORG. HİLMİ AKIN ZORLU 2005
- KORG. EYÜP KAPTAN 2005
- KORG. ÖMER NECATİ ÖZBAHADIR 2006
- KORG. NEJAT BEK 2006
- KORG. ABDULLAH ATAY 2006
- KORG. İSMAİL HAKKI PEKİN 2006
- KORG. MUZAFFER ŞEN 2006
- KORG. HULUSİ AKAR 2007
- KORG. GALİP MENDİ 2007
- KORG. MUSTAFA KORKUT ÖZARSLAN 2007
- KORG. ABDULLAH YAŞAR CİHANSIZ 2007
- KORG. AHMET TURMUŞ 2007
- KORG. MEHMET EMİN ALPMAN 2008
- KORG. YURDAER OLCAN 2008
- KORG. TEVFİK ÖZKILIÇ 2008
- KORG. RAİF AKBAŞ 2008
- KORG. MEHMET ERÖZ 2008
- KORG. NAZIM ALTINTAŞ 2009
- KORG. SALİH ZEKİ ÇOLAK 2009
- KORG. ADEM HUDUTİ 2009
- KORG. ÜMİT DÜNDAR 2009
- KORG. YAŞAR GÜLER 2009
- TÜMG. SALİM ERKAL BEKTAŞ 2005
- TÜMG. ALİ ERDİNÇ 2005
- TÜMG. ORHAN AKBAŞ 2005
- TÜMG. KENAN KOÇAK 2005
- TÜMG. HÜSMEN AKDENİZ 2005
- TÜMG. AHMET YAVUZ 2005
- TÜMG. İSMAİL SERDAR SAVAŞ 2005
- TÜMG. MUHARREM MUTLU ARIKAN 2006
- TÜMG. HÜSEYİN KENAN HÜSNÜOĞLU 2006
- TÜMG. ZAFER ÇAMLICA 2006
- TÜMG. BÜLENT DAĞSALI 2006
- TÜMG. ABDULLAH DALAY 2006
- TÜMG. NECDET SEZGİNER 2006
- TÜMG. ABDULLAH RECEP 2006
- TÜMG. İHSAN BALABANLI 2006
- TÜMG. KAMİL BAŞOĞLU 2006
- TÜMG. GÜRBÜZ KAYA 2006
- TÜMG. İBRAHİM ONBAY 2006
- TÜMG. ALAEDDİN ÖRSAL 2006
- TÜMG. YILDIRIM GÜVENÇ 2007
- TÜMG. YAŞAR BAL 2007
- TÜMG. MUSA AVSEVER 2007
- TÜMG. ÖMER BAYRAKLI 2007
- TÜMG. BERKAY TURGUT 2007
- TÜMG. ORHAN TURFAN 2007
- TÜMG. SELAHATTİN KISACIK 2007
- TÜMG. TAHİR BEKİROĞLU 2007
- TÜMG. YÜKSEL ÖZTEKİN 2007
- TÜMG. İHSAN UYAR 2007
- TÜMG. MEHMET ÇETİN 2007
- TÜMG. RAŞİT ATİLA ONKÖK 2007
- TÜMG. ERDAL ÖZTÜRK 2008
- TÜMG. ATİLLA GÜRDERE 2008
- TÜMG. FERİT GÜLER 2008
- TÜMG. HASAN FEHMİ CANAN 2008
- TÜMG. MEHMET DAYSAL 2008
- TÜMG. METİN İYİDİL 2008
- TÜMG. ÖMER PAÇ 2008
- TÜMG. A. TAMER BÜYÜKKANTARCIOĞLU 2008
- TÜMG. VEYSİ SUNAL 2008
- TÜMG. BEKİR MEMİŞ 2008
- TÜMG. ALPASLAN ERDOĞAN 2008
- TÜMG. ABDULLAH BARUTÇU 2009
- TÜMG. FAHRİ KIR 2009
- TÜMG. İLHAN TALU 2009
- TÜMG. MUHARREM YAVAŞ 2009
- TÜMG. ERGÜDER TOPTAŞ 2009
- TÜMG. MUSTAFA BAKICI 2009
- TÜMG. UĞUR TARIK ÖZKUT 2009
- TÜMG. TANER DÜVENCİ 2009
- TÜMG. NURETTİN IŞIK 2009
- TÜMG. HALUK CUMALİ ÇETİNKAYA 2009
- TÜMG. SEZAİ BOSTANCI 2009
- TUĞG. ŞAHİN TARLAN 2004
- TUĞG. ORHAN KÖPRÜ 2004
- TUĞG. HIFZI ÇUBUKLU 2004 (hukukçu, adli müşavir)
- TUĞG. MUSTAFA SERDAR EKİZOĞLU 2005
- TUĞG. İSMAİL METİN TEMEL 2005
- TUĞG. SADIK ÇELİKÖRS 2005
- TUĞG. ÖMER ESENYEL 2005
- TUĞG. İSMAİL ÇEVİKBAŞ 2005
- TUĞG. FAHRİ ERENEL 2005
- TUĞG. TURGAY BAKKAL 2005
- TUĞG. ERCAN OKAN 2005
- TUĞG. MEHMET FARUK ŞENGÜN 2005
- TUĞG. İSHAK CEYLAN 2005
- TUĞG. NAMIK KEMAL ÇALIŞKAN 2005
- TUĞG. İBRAHİM YILMAZ 2006
- TUĞG. UĞUR TARÇIN 2006
- TUĞG. TAYFUN ÖZDEN 2006
- TUĞG. TACETTİN COŞKUN 2006
- TUĞG. HAMZA KOÇYİĞİT 2006
- TUĞG. SATI BAHADIR KÖSE 2006
- TUĞG. OSMAN GAZİ KANDEMİR 2006
- TUĞG. KASIM ERDEM 2006
- TUĞG. OSMAN AYDOĞAN 2006
- TUĞG. ŞENOL ALPARSLAN 2006
- TUĞG. SALİH ULUSOY 2006
- TUĞG. PAŞA ÖZEN 2006
- TUĞG. GÖKTÜRK GÖKBAYRAK 2006
- TUĞG. ŞENDOĞAN KARAKUŞ 2006
- TUĞG. YILMAZ UYAR 2006
- TUĞG. MUSTAFA CANATAN 2006
- TUĞG. ZAFER ÇELİKİN 2006
- TUĞG. AZMİ UTFAN CİNEK 2006
- TUĞG. SÜLEYMAN BAYSAL 2006
- TUĞG. NAİM BABUROĞLU 2006
- TUĞG. MEHMET ALİ YILDIRIM 2006
- TUĞG. ŞEREF ÖNGAY 2006
- TUĞG. ASIM BÜLENT AKER 2006
- TUĞG. METİN GÜRAK 2006
- TUĞG. LEVENT ÇOLAK 2007
- TUĞG. MUSTAFA GÜLER 2007
- TUĞG. ŞEREF OGUŞ 2007
- TUĞG. OSMAN ÜNLÜ 2007
- TUĞG. MUAMMER BAYRAM 2007
- TUĞG. MUSTAFA ÖZSOY 2007
- TUĞG. MUSTAFA KÜÇÜKAYAN 2007
- TUĞG. ALİ DOĞAN İNCE 2007
- TUĞG. METE SALT 2007
- TUĞG. MEHMET ŞAHİNGÖZ 2007
- TUĞG. LEVENT GÖZKAYA 2007
- TUĞG. YAVUZ TÜRKGENCİ 2007
- TUĞG. ERDOĞAN AKYOL 2007
- TUĞG. ERSUN ALTUNSOY 2007
- TUĞG. İLYAS BOZKURT 2007
- TUĞG. İZZET ÇETİNGÖZ 2007
- TUĞG. OKTAY BİNGÖL 2007
- TUĞG. ÖZHAN AYAŞ 2007
- TUĞG. TAYYAR SÜNGÜ 2007
- TUĞG. İLHAN BÖLÜK 2007
- TUĞG. MURAT ÜÇÜNCÜ 2007
- TUĞG. FEVZİ CÖMERT 2007
- TUĞG. YAKUP BATTAL 2007
- TUĞG. VELİ YILDIRIM 2008
- TUĞG. ALİ GÜNDOĞAN 2008
- TUĞG. ETHEM BÜYÜKIŞIK 2008
- TUĞG. SALİH SEVİL 2008
- TUĞG. İSMAİL GÜMÜŞTEKİN 2008
- TUĞG. OSMAN ERBAŞ 2008
- TUĞG. BURHANETTİN AKTI 2008
- TUĞG. MÜJDAT UZUN 2008
- TUĞG. HALİT GÜNBATAR 2008
- TUĞG. MUZAFFER DİRİK 2008
- TUĞG. NEVZAT KILINÇ 2008
- TUĞG. ALİ RIZA KUĞU 2008
- TUĞG. ABDULBAKİ KAVUN 2008
- TUĞG. ÖMER FARUK KÜÇÜK 2008
- TUĞG. LOKMAN EKİNCİ 2008
- TUĞG. MUHİTTİN YENİKEÇECİ 2008
- TUĞG. GÜRSEL ÖZTÜRK 2008
- TUĞG. CENGİZ DEMİRCİ 2008
- TUĞG. TACİ KURUL 2008
- TUĞG. ALİ SİVRİ 2008
- TUĞG. FERHAT ÖZGEN 2008
- TUĞG. SADIK PİYADE 2008
- TUĞG. GÖKHAN GÖKAY 2008
- TUĞG. ORHAN ÇINAR 2008
- TUĞG. YILDIRIM ALEL 2009
- TUĞG. FERHAT ÖZSOY 2009
- TUĞG. SUAT DÖNMEZ 2009
- TUĞG. SELÇUK BAYRAKTAROĞLU 2009
- TUĞG. MUSTAFA ŞENOL 2009
- TUĞG. MEHMET OKKAN 2009
- TUĞG. OĞUZ SERHAD HABİBOĞLU 2009
- TUĞG. AHMET CAN ÇEVİK 2009
- TUĞG. ALİ ŞAHİN İŞLEYEN 2009
- TUĞG. SELİM MERT 2009
- TUĞG. İSMAİL HAKKI ÖNDER 2009
- TUĞG. AVNİ ANGUN 2009
- TUĞG. NEJDET YATGIN 2009
- TUĞG. MEHMET KAYA 2009
- TUĞG. BAHADIR ÖZGEN 2009
- TUĞG. METİN KEŞAP 2009
- TUĞG. HAKAN AKKOÇ 2009
- TUĞG. MEHMET FARUK ALPAYDIN 2009
- TUĞG. NEHİR AYDIN 2009
- TUĞG. YÜCEL KARAUZ 2009
- TUĞG. ZEKAİ AKSAKALLI 2009
- TUĞG. ORHAN BÜYÜKGÜNGÖR 2009
- TUĞG. FATİH BENGİ 2009
- TUĞG. ALİ AKİF VURUCU 2009
- ORA. UĞUR YİĞİT 2007
- ORA. EMİN MURAT BİLGEL 2009
- KORA. MEHMET OTUZBİROĞLU 2006
- KORA. NUSRET GÜNER 2007
- KORA. KADİR SAĞDIÇ 2008
- KORA. BÜLENT BOSTANOĞLU 2009
- KORA. ABDULLAH CAN ERENOĞLU 2009
- TÜMA. HÜSEYİN YALÇIN KAVUKÇUOĞLU 2005
- TÜMA. İZZET ARTUNÇ 2006
- TÜMA. HALİT ÖZKOÇ 2006
- TÜMA. DENİZ CORA 2006
- TÜMA. VEYSEL KÖSELE 2007
- TÜMA. ATİLLA KEZEK 2007
- TÜMA. HAYDAR MÜCAHİT ŞİŞLİOĞLU 2007
- TÜMA. RAMAZAN CEM GÜRDENİZ 2008
- TÜMA. FİKRET GÜNEŞ 2008
- TÜMA. SERDAR DÜLGER 2008
- TÜMA. HASAN UŞAKLIOĞLU 2009
- TÜMA. SONER POLAT 2009
- TÜMA. ALİ SEMİH ÇETİN 2009
- TUĞA. AHMET SERDAR AKINSEL 2004
- TUĞA. DOĞAN BOZKURT 2004
- TUĞA. NACİ TAYFUN TANSAN 2005
- TUĞA. MUSTAFA KARASABUN 2005
- TUĞA. ABDULLAH GAVREMOĞLU 2005
- TUĞA. ERHAN AKPORAY 2005
- TUĞA. ERDEM CANER BENER 2006
- TUĞA. MUSTAFA İPTEŞ 2006
- TUĞA. NURHAN KAHYAOĞLU 2006
- TUĞA. AHMET SİNAN ERTUĞRUL 2006
- TUĞA. TÜRKER ERTÜRK 2006
- TUĞA. MUSTAFA DOĞAN DENİZMEN 2006
- TUĞA. AHMET TÜRKMEN 2006
- TUĞA. NADİR HAKAN ERAYDIN 2007
- TUĞA. KEMALETTİN GÜR 2007
- TUĞA. ERCÜMENT TATLIOĞLU 2007
- TUĞA. SUALP TAYFUN ATILIR 2007
- TUĞA. EMİN SAMİ ÖRGÜÇ 2007
- TUĞA. İSMAİL TAYLAN 2007
- TUĞA. ALAETTİN SEVİM 2007
- TUĞA. HASAN ŞÜKRÜ KORLU 2007
- TUĞA. TURGAY ERDAĞ 2008
- TUĞA. MUSTAFA EKMEL ÖZDENGİL 2008
- TUĞA. CEM AZİZ ÇAKMAK 2008
- TUĞA. SERDAR OKAN KIRÇİÇEK 2008
- TUĞA. LEVENT ERKEK 2008
- TUĞA. MEHMET FATİH İLGAR 2008
- TUĞA. ADNAN ÖZBAL 2008
- TUĞA. GÜNDÜZ ALP DEMİRUS 2009
- TUĞA. MACİT ARSLAN 2009
- TUĞA. AHMET İSKENDER YILDIRIM 2009
- TUĞA. LEVENT GÖRGEÇ 2009
- TUĞA. HAKAN ÜSTEM 2009
- TUĞA. MESUT ÖZEL 2009
- TUĞA. OSMAN KAYALAR 2009
HAVA KUVVETLERİ
- ORG. HASAN AKSAY 2007
- ORG. BİLGİN BALANLI 2009
- KORG. RASİM ARSLAN 2005
- KORG. ZİYA GÜLER 2006
- KORG. KORCAN POLATSÜ 2006
- KORG. MEHMET ERTEN 2007
- KORG. ABİDİN ÜNAL 2008
- KORG. MEHMET VEYSİ AĞAR 2008
- KORG. AKIN ÖZTÜRK 2009
- KORG. RIDVAN ULUGÜLER 2009
- TÜMG. ŞİRİN ÜNAL 2004
- TÜMG. ÖZDEN BAYRAM ARGÜZ 2005
- TÜMG. FUAT ÖZAKDAĞ 2005
- TÜMG. SEMİH BİRDOĞAN 2006
- TÜMG. TURGUT ATMAN 2006
- TÜMG. NEJAT BİLGİN 2006
- TÜMG. ATİLLA ÖZLER 2007
- TÜMG. BEYAZIT KARATAŞ 2007
- TÜMG. MEHMET ÇETİN 2007
- TÜMG. NEZİH DAMCI 2007
- TÜMG. ATİLLA GÜLAN 2008
- TÜMG. NEDİM GÜNGÖR KURUBAŞ 2008
- TÜMG. HASAN KÜÇÜKAKYÜZ 2008
- TÜMG. MEHMET ŞANVER 2008
- TÜMG. AHMET BERTAN NOGAYLAROĞLU 2009
- TÜMG. MEHMET YILMAZ ERDOĞAN 2009
- TÜMG. İSMAİL TAŞ 2009
- TÜMG. TAYFUR FİKRET ERBİLGİN 2009
- TÜMG. YALÇIN ERGÜL 2009
- TUĞG. KAZIM ÖNDÜL 2005
- TUĞG. HALUK TERZİ 2005
- TUĞG. MUAMMER AKPINAR 2005
- TUĞG. ALİ DEMİRAL 2006
- TUĞG. ADNAN DEMİRCİ 2006
- TUĞG. AYHAN GÜMÜŞ 2006
- TUĞG. HASAN HÜSEYİN DEMİRARSLAN 2006
- TUĞG. NİHAT KÖKMEN 2006
- TUĞG. BÜLENT KOCABABUÇ 2006
- TUĞG. İSMAİL HAKKI DOĞANKAYA 2006
- TUĞG. AHMET BARLAS 2006
- TUĞG. MUSTAFA İLHAN 2007
- TUĞG. ATİLLA ÖZTÜRK 2007
- TUĞG. ZİYA CEMAL KADIOĞLU 2007
- TUĞG. YILMAZ ÖZKAYA 2007
- TUĞG. MUHİTTİN FATİH SERT 2007
- TUĞG. ATEŞ MEHMET İREZ 2007
- TUĞG. HAŞMET CİHANGİR KADAKAL 2007
- TUĞG. CEMAL SANCAK 2007
- TUĞG. AHMET LEVENT TAŞTAN 2008
- TUĞG. HALUK SELVİ 2008
- TUĞG. KUBİLAY SELÇUK 2008
- TUĞG. MEHMET ÖZLÜ 2008
- TUĞG. SAMİ FINDIKOĞLU 2008
- TUĞG. MUSTAFA AVCI 2008
TUĞG. ERDOĞAN ARSLANTAŞ 2008- TUĞG. CEVAT YAZGILI 2008
- TUĞG. MURAT YILDIRIM 2009
- TUĞG. ALİ ÇETİNKAYA 2009
- TUĞG. MEHMET TÜMAY ÖZER 2009
- TUĞG. MUSTAFA ERHAN PAMUK 2009
- TUĞG. İSMAİL GÜNEYKAYA 2009
- TUĞG. HALUK ŞAHAR 2009
- TUĞG. SALİM CÜNEYT KAVUNCU 2009
- TUĞG. MEHMET ARGUN 2009
- TUĞG. RECEP YÜKSEL 2009
- KORG. MUSTAFA BIYIK 2006
- KORG. FİKRET DEMİRTAŞ 2007
- KORG. OSMAN EKER 2008
- TÜMG. HÜSEYİN GÜÇLÜ 2005
- TÜMG. HALİL HELVACIOĞLU 2005
- TÜMG. İBRAHİM YAŞAR 2006
- TÜMG. TUNAY BİLGEN 2007
- TÜMG. MEHMET ÇÖRTEN 2008
- TÜMG. MUSTAFA KEMAL ALATAŞ 2008
- TÜMG. MUSTAFA İHSAN BATI 2009
- TÜMG. HARUN OCAKLI 2009
- TUĞG. OSMAN BAYKURT 2004
- TUĞG. ALİ AYDIN 2005
- TUĞG. ERHAN GÜDER 2005
- TUĞG. ATA KALKAN 2005
- TUĞG. YUSUF KAYA 2006
- TUĞG. SÜLEYMAN KAYA 2006
- TUĞG. ERGÜN KOÇAK 2006
- TUĞG. VAHDETTİN BERECELİ 2006
- TUĞG. ÜMİT YILMAZ 2007
- TUĞG. ARİF ÇETİN 2007
- TUĞG. ALİ LAPANTA 2007
- TUĞG. MUSTAFA KIRKAYA 2007
- TUĞG. İSMAİL SALİM OLGUNER 2007
- TUĞG. ÜNAL KARAOSMANOĞLU 2008
- TUĞG. ZEKİ ES 2008
- TUĞG. İBRAHİM AYDIN 2008
- TUĞG. BULUT ÖMER MİMİROĞLU 2008
- TUĞG. NECDET KÖSE 2009
- TUĞG. MUSA ÇİTİL 2009
- TUĞG. SEYFULLAH SALDIK 2009
- TUĞG. ALİ ÖZKARA 2009
- TUĞG. ŞAFAK KARAKOÇ 2009
GATA
- TUĞG. ERSOY IŞIK 2004
- TUĞG. HARUN TATAR 2004
- TUĞA. CEMİL TURGUT TUFAN 2004
- HV.TUĞG SADETTİN ÇETİNER 2005
- TUĞG. YUSUF ZİYA YERGÖK 2005
- TUĞA. OKAN ÖZCAN 2006
- TUĞG. MUSTAFA KUTLU 2006
- TUĞG. MEHMET ZEKİ BAYRAKTAR 2006
- TUĞG. MEHMET TAHİR ÜNAL 2007
- TUĞG. MUSTAFA BAŞBOZKURT 2008
- TUĞA MEHMET ALİ ÖZGÜVEN 2008
- TUĞG. DİLAVER ERŞANLI 2008
- TUĞA HAYATİ BİLGİÇ 2009
ASKERİ MAHKEMELER
- TUĞA. AHMET ALKIŞ 2005
- TUĞG. TURGUT ARIBAL 2005
(internet sitelerinden derlenmiştir)
PKK baskınları, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nda masaya yatırılıyor
İstanbul Valisi Muammer Güler'in başına getirildiği Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı, bugün önemli bir zirveye ev sahipliği yapıyor.
İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın davetiyle Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu, müsteşarlıkta toplanıyor. Bakan Atalay'ın başkanlığında yapılacak terör zirvesine, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş, Müsteşar Muammer Güler, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Aslan Güner, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Atila Işık, Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kağan Köksal, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral İzzet Artunç, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu katılacak.
Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu'nun ana gündem maddesini 1 Haziran'dan itibaren tırmanış gösteren bölücü terör örgütü PKK'nın eylemleri oluşturacak. Terör zirvesinde MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi ile Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanlığı'nın PKK terör örgütü hakkında elde ettikleri istihbari bilgiler değerlendirmeye alınacak. Zirvede, alınan istihbaratların anında değerlendirilerek muhtemel eylemlerin önlenmesi ve güvenlik tedbirlerinin en üst seviyeye çıkartılması planlanacak. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nda gerçekleşecek ve ilk kez gerçekleştirilecek Terörle Mücadele Koordinasyon Kurulu toplantısı ile müsteşarlığın daha etkin görev yapması da hedefleniyor.
Zirve nedeniyle Bakanlıklar'daki Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nda olağanüstü güvenlik tedbirleri alınacak. Atatürk Bulvarı üzerindeki eski TOBB binasına konuşlanan müsteşarlığın çevre güvenliği Ankara Emniyet Müdürlüğü'nce alınacak. Bomba imha ekipleri muhtemel saldırılara karşı bomba araması yapacak. Dinlemelere karşı müsteşarlığın çevresine jammer cihazları yerleştirilecek.
Bütün yüreğimle evet diyeceğim / Hüseyin Gülerce
CHP ve MHP, referandumu, AK Parti için bir güvenoylamasına çevirme çabası içindeler. Seçim öncesinde bir fırsat yakaladıklarını düşünüyor ve "AK Parti'yi istemeyenler, hayır desin" kampanyası yürütüyorlar.
Bu yüzden oylanacak maddelerden hiç bahsetmiyorlar. Yapılan değişiklikleri küçümsüyor, sıradan gösteriyorlar. Daha önce de 1982 Anayasası'nda 85 maddenin değiştirildiğini hatırlatıyor ve "ortada zaten darbe anayasası falan kalmadı" diyorlar... "AK Parti'ye, fırsatını yakalamışken iyi bir ders verelim, hayır diyerek hükümetin burnunu sürtelim" çağrısı yapıyorlar.
Yaptıkları siyasî etik açısından bir saptırmadır. Ve doğruyu söylemiyorlar.
Çünkü daha önce yapılan bütün anayasa değişiklikleri, vesayet sistemini tahkim eden darbe anayasasının özüne dokunmayan değişikliklerdi. Hatırlayınız, Sayın Baykal, öze dokunan maddeleri kastederek, "çıkarın üç maddeyi, biz de evet verelim" demişti. Parti kapatmayı zorlaştıran madde, yeterli oyu alamadığı için düştü. Ama HSYK ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili maddeler referandumda oylanacak.
Önce şunu bir daha soralım. Bu iki madde CHP ve MHP'yi neden rahatsız ediyor? Çünkü referandumda evet çıkarsa, yüksek yargıdaki kast sistemi çöküyor. Yüksek yargı, ideolojik cendereden kurtarılıyor. Vesayetin en önemli payandası çöküyor. Mesela HSYK'nın 21 üyesinin üçte birini, kürsü hâkim ve savcılarının seçtiği üyeler oluşturuyor. Böyle bir HSYK, Kara Kuvvetleri komutanının talebi ile Savcı Ferhat Sarıkaya'yı mesleğinden atar mıydı? Onun avukatlık yapma hakkını bile elinden alır mıydı? Yeni yapısı itibarıyla, artık askerlerin baskısıyla meslektaşlarına kıymaz/kıyamaz. Ayrıca, yapılan değişiklikle, HSYK'nın, "meslekten çıkarma" cezasına ilişkin kararlarına itiraz yolu getirilmektedir.
Vesayetin özüne dokunan bir başka değişiklikle, Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ile Jandarma genel komutanına, görevleriyle ilgili suçlardan dolayı, Yüce Divan'da (Anayasa Mahkemesi'nde) yargılama yolunun açılmasıdır. Böyle bir hükmün varlığı bile, komutanlara, asli vazifelerinin dışına çıkmamaları için ciddi bir caydırıcılık taşıyacaktır.
Bunlardan başka, askerî vesayetin özüne dokunan iki madde, cuntacıları en fazla sıkıntıya sokan değişikliktir. İşini gücünü, askerlik görevini bir kenara bırakıp ömrünü darbe hazırlığı ile geçiren, bünye içinde sürekli himaye gören, cuntalaşan, kendilerine dokunulmaktan korkulan hale gelen rütbeliler, bundan sonra kırk defa düşüneceklerdir.
Bu maddelerin ilki, "12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi'nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddenin, yürürlükten kaldırılması"dır. Referandumdan evet çıkması halinde, 12 Eylül'de işkence gören, haksızlığa uğrayan bütün mazlumlar haklarını arayacaktır. Yeni bir hukuki süreç başlayacaktır. CHP ve MHP'nin; "yargılanmayacaklar, bu madde göstermelik" demelerine asla inanmayınız. Bir tartışma yaşansa bile, o başvurular, o hak aramadaki cesaretli duruşlar, hâlâ darbecilik peşinde olanların gözünü korkutacaktır.
İkincisi; devletin güvenliğine, anayasal düzene ve düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar, askerî mahkemelerde değil, her durumda adli mahkemelerde görülecek. Siviller, savaş hali dışında askerî mahkemelerde yargılanamayacak. Cuntacıların, askerî mahkemelerden medet umması, bir daha söz konusu olamayacaktır.
Yapılan değişiklikler AK Parti'yle asla ilgili değildir. Partiler yolcu, millet hancıdır. Partiler geçici, hukukun üstünlüğü ve herkesin hesap veriyor olması kalıcıdır.
Statükoculara kulak vermeyelim. Türkiye, referandumla, vesayetten kurtulmak adına altın bir fırsat yakaladı. Bu referandum, geleceğimiz adına hayat memat meselesidir. Bugün vatandaşlık sorumluluğunu yerine getirmeyenlerin, yarın söyleyeceği tek bir sözü olamaz.
Ben, bütün yüreğimle, umudumla evet diyeceğim...
Geçici 15. madde / Mümtazer Türköne
Referandum tartışması, 82 Anayasası'nın geçici 15. maddesine odaklandı. CHP ve MHP, bu maddenin referandum ile kaldırılmasının 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açmayacağını iddia ediyorlar.
Muhalefetin gerekçesi ise zamanaşımı.
Önce 15. maddeyi hatırlayalım. Bu madde Milli Güvenlik Konseyi'nin, 1983'te demokratik hayata geçene kadar görev yapan hükümet üyelerinin ve Danışma Meclisi mensuplarının karar ve tasarruflarını ve bunların uygulanmasında görev alan kamu görevlilerini "cezaî, malî ve hukukî" açıdan yargılamadan muaf tutuyor.
Sami Selçuk, nazik bir notla bana ilettiği yorumunda farklı bir içtihatta bulunuyor. Bu yoruma göre 15. madde bir "af normu". Hatta "Daha da ötesidir. Zira sadece ceza hukuku alanında değil, malî ve medenî hukuk alanında da sorumsuzluk getiriyor" diye ekliyor. Sami Selçuk'un verdiği hüküm şöyle: "Geçici 15. maddenin kaldırılması ahlâk ve hukuk açısından yerindedir. Böyle bir normu kimsenin onamadığını göstermesi bakımından yerindedir. Sağlıklı bir hukuk düzeninde böyle bir maddeyi yaşatmak yanlış. Ama 12 Eylül'ü yapanlar yargılanamazlar. Keşke yargılanabilselerdi."
Konu önemli. Ama sadece "12 Eylül'ü yapanların yargılanması" meselesinden ibaret değil. Zira 12 Eylül mağdurlarının açtıkları bütün davalar ve tazminat talepleri bugüne kadar bu madde gerekçe gösterilerek mahkemeler tarafından reddedildi. Geçici 15. madde Millî Güvenlik Konseyi üyeleri ile başlayıp, dönemin bakanlar kurulu ve Danışma Meclisi üyeleri ile devam eden ve buralardan çıkan karar ve tasarrufları uygulayan "12 Eylülcülere" bir dokunulmazlık zırhı getiriyor. Mesele sadece anayasa hükmü değil. Mahkemeler bütün davaları reddederken bu maddeyi gerekçe göstermek yerine, davaları görüp tazminatlara hükmedip, sonra 12 Eylülcülere rücû ederken bu maddeyi uygulayabilirdi. Zira madde kararlara ve tasarruflara değil, bu karar ve tasarrufları verip uygulayanlara yargı muafiyeti getiriyor.
Dostum Ramazan Akgün, 16 yaşında cezaevine girip tam yedi yıl kalan ülkücülerden biri. Beraat ettikten sonra açtığı tazminat davaları geçici 15. madde gerekçe gösterilerek reddedildi. Ramazan Akgün'ün dile getirdiği önerilerden biri şöyle: "Yeni sosyal güvenlik yasası herhangi bir suçtan tutuklu yargılanıp suçsuzluğu anlaşılıp beraat edenlere, tutuklu kaldıkları sürelerde askerlikteki gibi borçlanma hakkı getirmektedir. Ancak tutuklu bulunduğu süreden önce herhangi bir yerde SSK'lı olma zorunluluğu vardır. 12 Eylül'de yargılanan kişilerin yaş ortalamaları 20 civarıdır ve çoğunluğu öğrenci kesimidir. Bu düzenlemeden yararlanılamamaktadır. Sadece MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak'ın verdiği yasa tasarısı Meclis gündemine gelse, birçok 12 Eylül mağduru bu yasa kapsamında emekli olma hakkına kavuşacaktır."
Referandum paketi yasalaşmadan maksat büyük ölçüde hasıl oldu. Bu kadar yüksek yoğunlukta 12 Eylül mağduriyetlerinin gündeme gelmesi en azından gelecekte benzerlerinin yaşanmasına engel olmaz mı? 12 Eylül'ün tartışılması, paketi yeterli bulmayan ve bu yüzden karşı çıkanları harekete geçmeye zorladı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun 35. madde önerisi çok kritik bir adım. O kadar kritik ki hükümet, bu geri pasa dokunup zahmetsiz bir gol atabilir.
Kılıçdaroğlu, darbelerin gerekçesi olan İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesinin değiştirilmesi önerisinde bulunuyor. Bu öneri gerçekleşirse hiç olmazsa psikolojik açıdan belki referandum paketi kadar önemli bir adım atılmış ve askerî vesayet düzeninin tabutuna sağlam bir çivi çakılmış olacak.
Referandum paketi AK Parti için stratejik bir hamle idi. Bu hamle Kılıçdaroğlu'nu karşı hamleye sevk ediyor ve işte bu 35. madde önerisi ortaya çıkıyor. Sandık ortaya konulunca siyaset ne kadar verimli oluyor öyle değil mi?
12 Eylül ve bütün askerî diktalarla hesaplaşma elbette sadece bu paketin üstesinden geleceği bir iş değil. Geçici 15. maddeden sonra önümüzde kısalan bir yol var. Muhalefet "şuyu buyu eksik" tartışmasını bırakıp şu soruya cevap vermeli: Bu paket topyekün bir hesaplaşma için en doğru adım değil mi?
Türkeş'ten Evren'e: Bize yaptığınızı gelecek nesiller unutmayacak
Merhum Alparslan Türkeş, 12 Eylül döneminde Kenan Evren'e yazdığı mektupta işkencenin boyutlarını gözler önüne seriyor. Sağ ve sol kesimden gençleri idam sehpasına götüren darbe, referandum sürecinde yeniden tartışmaların odağına yerleşti. "Mensuplarımızın ciğerlerine hava pompalıyorlar." diyen Türkeş, ülkücülerin bölücülükle itham edilmesine de sert tepki gösteriyor: "Bu, gelecek nesiller tarafından unutulmayacaktır."
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, darbe anayasasının değiştirilmesi için destek isterken okuduğu, 12 Eylül'de idam edilen gençlerin mektupları o dönem yaşanan dramı yeniden gündeme getirdi. Ülkücülerin efsanevi lideri merhum Alparslan Türkeş'in 12 Eylül 1980 darbesinden sonra dönemin Milli Birlik Konseyi Başkanı Kenan Evren'e yazdığı mektup da, yapılan işkencelerin boyutlarını gözler önüne seriyor. Yıllar sonra ortaya çıkan mektubunda Türkeş, "Yurdun birçok yerinde mensuplarımıza ve gözaltına alınan bazı kimselere işkenceler yapılarak bizleri suçlamaya matuf ifadeler alınmaya çalışılmaktadır. Özellikle Ankara ve Adana'da işkencenin kesif olduğu ve ciğerlere hava pompalanmaya kadar vardığı ifade edilmektedir." diyor. Başbuğ, bölücü akımlarla mücadele eden ülkücü gençlerin bölücülükle itham edilmesine ise şu uyarıyla tepki gösteriyor: "Bu, gelecek nesiller tarafından unutulmayacaktır." Zora dayanan beyanlar ve zorlama yorumların adaleti gölgeleyeceğine de dikkat çeken Türkeş, işkenceyle elde edilen ifadelerin mahkemelerce ciddiye alınmayacağına inandığını vurguluyor. Kamu vicdanının ve tarihin bu konuda vereceği hükme işaret ediyor.
Türkeş'in Evren'e gönderilmek üzere yazdığı mektup, dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan'ın 'O Yıllar' kitabıyla birlikte gün yüzüne çıkmış oldu. Okuyan, mektubun hikâyesini kitabında şöyle aktarıyor: "Türkeş, Evren'e bir mektup göndermeye karar verdi. Türkeş'in gönderdiği ve daha sonra yayımlanan mektup, aslında Kenan Evren'e gönderilecek asıl mektup değildi. Çünkü birincisi Evren'e hiç ulaşmadı. Mektubu Türkeş Bey'le düzelttik ve o mektup 1 Kasım 1980'de Evren'e gitti."
Kirazlıdere Dil Okulu'nda Alparslan Türkeş'le birlikte MHP kadrolarından Nevzat Köseoğlu, Sadi Somuncuoğlu, MSP kanadından Necmettin Erbakan, Recai Kutan, sol kanattan Bülent Ecevit, Doğu Perinçek ve Ertuğrul Günay gibi isimler yatıyordu. Türkeş, tutukluyken yazdığı mektubunda, Kenan Evren'e hitaben şunları söylüyor: "... Zora dayanan beyanlar ve zorlama yorumlar adaleti gölgeler. Bu usullerle elde edilen ifadelerin mahkemelerce ciddiye alınmayacağı muhakkaktır. Ne var ki kamu vicdanı ve tarihin böyle bir hazırlık tahkikatı hakkında vereceği hükümler ve bu gibi tutumların kamuoyunda yaratacağı gerilimi şer kuvvetlerin istismar etmesinden endişe ederim."
Türkeş, ülkücü gençlerin ülkeyi bölen akımlarla mücadele ederken bölücülükle itham edilmesinin çelişki olduğunu anlatmaya çalışıyor mektubunda. "Allah bir, devlet bir, vatan bir, bayrak bir" şiarını yücelten siyasi ve fikri bir hareketi yürüttüğünün altını çizen Alparslan Türkeş, milleti bölmek ithamından duyduğu rahatsızlığı, "Böyle bir hareketin milleti bölmek gibi bir ithama konu yapılması herhalde gelecek nesiller tarafından unutulmayacaktır." cümleleriyle ifade ediyor.
Ülkücüleri cezalandırma gayretinin komünist akımların etkisiyle yapıldığına dikkat çeken Türkeş, 27 Mayıs darbesiyle ilgili, "27 Mayıs hareketi yapıldığında uzak veya yakın dahli olan hiç kimse bu kurtarıcı hareketin Marksist emperyalizm propagandasına ortam hazırlayacağını düşünmemiştir. Komünizm, bu hareketin açtığı gediklerden yararlanarak hayatımıza girdi. Atatürk'ün Türk milli eğitimine gösterdiği muhteva ve hedefler canlı tutulabilmiş olsaydı, 27 Mayıs sonrası bu kadar beklenmeyen neticeler vermezdi." itirafında bulunuyor.
Şüpheli Generale Ordu Teslim Edilir Mi? / İhsan Dağı \ Zaman
Meğer Balyoz darbe planı sandığımızdan da ciddiymiş. Mahkemenin kabul ettiği iddianameyle iki yüze yakın asker 'sanık' pozisyonuna düştü.
İsnat edilen suç: Zor kullanarak hükümeti devirmek ve anayasal düzeni değiştirmek. Suç sabit görülürse cezası, ağırlaştırılmış müebbet hapis. İdam cezası kaldırılmadan önceki ceza karşılığı ise idamdı. Plan, darbeye 'eksik teşebbüs' olarak nitelenirse ceza biraz hafifliyor; yirmi yıla kadar hapis.
Sanıkların 28'i halen görevde olan general. Yani şu anda TSK'nın her on generalinden biri 'sanık'. Bu, akıl almaz bir tablo. Bir ülkenin ulusal savunması ve güvenliği için daha büyük bir risk düşünemiyorum. Ordunun tepe yönetiminin bu oranda 'suçlandığı', zan altında olduğu bir ülkede ulusal güvenlik ciddi zafiyet gösterir.
Bu duruma Genelkurmay Başkanı, eğer o olmazsa hükümet mutlaka el koymalıdır. 'Şüpheli' generallerin yönettiği bir ordu, ordu olmaz.
Darbe zanlılarının ordu içindeki varlığına tahammül gösterilemez. Halkın meşru temsilcilerine silahını doğrultan bir ordudan daha büyük bir tehlike yoktur; çünkü böyle bir durumda artık 'ordu'nun varlığından söz etmek mümkün değildir. Oysa bu ülkenin orduya ihtiyacı var, işini hukuk içinde ve etkin bir şekilde yapan bir orduya...
Gelecek hafta toplanacak olan Yüksek Askerî Şûra gerekli tedbirlerin alınması için bir fırsat. Bu halka ait silahlar 'darbe sanıkları'na teslim edilmemelidir. İddialar yabana atılır türden değil. Balyoz, şimdiye dek hazırlanan en kapsamlı darbe planı. Ellinci yılında lanetlediğimiz 27 Mayıs, Balyoz darbe planının yanında çocuk oyuncağı kalır. 27 Mayıs'ta 35 kişilik cuntada sadece üç general vardı. Onlar da darbenin son günlerinde devşirilmişti...
Oysa Balyoz planında tam 28 muvazzaf general sanık sandalyesinde. Ayrıca ikisi kuvvet komutanı 26 emekli general... Anlaşılan, hazırlandığı dönem neredeyse ordunun tümünü sarmış Balyoz... Boşa değil, 12 Eylül modeline göre yapılanmışlar.
Balyoz, en az Ergenekon davası kadar önemli. İlk kez bir darbe teşebbüsü yargılanıyor. Şu tuhaflığa bakınız; bir yandan gencecik insanlar görevleri başında şehit düşüyor, öte yandan her on generalden biri mahkemelerde darbeye teşebbüsten yargılanıyor.
Dağlarda teröre karşı mücadele veren askerler komutanlarının bir kısmının Ankara'da iktidar peşinde koşmasına ne derler? Onlar kelle koltukta mücadele verirken 'yıldız'lı birileri 'ikbal ve iktidar' peşinde.
Haklarında çok ağır iddialar bulunanların ellerinde silah, emirleri altında tank ve savaş uçağı, savaş gemisi bulundurmaları kabul edilemez. Bu devlet ve demokrasi için en büyük tehlike budur. Ordu, ülkeyi korumakla görevliyse bu işi 'sanık' sandalyesinde oturanlarla yapamaz.
Artık YAŞ içinde bulunan MSB ve Başbakan'ın kararlara 'şerh' koymasının bir anlamı yok. Hükümeti şiddet kullanarak devirmek iddiasıyla 'sanık' sandalyesinde oturanların terfilerine ve hatta görevlerinde kalmalarına aynı hükümet imza atamaz.
YAŞ'ta cuntanın devamına seyirci kalmanın bedeli çok ağır olur. Sadece hükümet için değil, halk ve demokrasi için...
Mahkemenin üzerinde savaş uçakları uçurtan, tankları yollara döken, yargıyı tanımayan bir ordu komutanının da Jandarma Genel Komutanlığı'na getirilebileceğinden söz ediliyor. Bu nasıl düşünülebilir inanamıyorum. Mahkemeye, halka, hukuka meydan okuyan bir kişinin emrine silahlı yüz binleri nasıl teslim edebilirsiniz?
Hükümet, demokrasiye ve hukuka bağlı bir komuta kademesi oluşması için tercihini ortaya koymalıdır. Türkiye kritik süreçlerden geçiyor. Bu ağustos şûrasında şekillenecek komuta kademesi ya demokrasinin yerleşmesinden, ordunun profesyonelleşmesinden ve hukuka tabi olmasından yana bir ekip olacaklar ya da 'yıkım' pahasına cunta işlerini sonuca bağlamaya teşebbüs edecek bir ekip... Sonucu hükümetin ve özellikle başbakanının vizyonu ve kararlılığı belirleyecek.
Başbuğ'un Yeni Fotoğrafları Da Var
Ordu Komutanı Org. Ergin Saygun'un, 13 Nisan 2009'da İstanbul Emniyeti'ne gerçekleştirdiği esrarengiz ziyaretin perde arkasında, Murat Başbuğ'la fotoğrafı ortaya çıkan PKK sanığı Hasan Lala'nın gözaltına alınması olayının olduğu öğrenildi.
İlker Başbuğ'un, Hasan Lala'nın evinden oğlu Murat Başbuğ'la çekilmiş fotoğraflar çıktığından haberdar olunca, olayın basına sızmaması için Saygun'u İstanbul Emniyeti'ne gönderdiği belirtiliyor.
BAŞBUĞ DA İSTANBUL'DAYDI
Ergin Saygun'un İstanbul Emniyetini İlker Başbuğ'un talimatıyla ziyaret ettiği iddia ediliyor. Başbuğ'un o gün İstanbul'a oğluyla ilgili durumu öğrenince gittiği ileri sürülüyor. Ergin Saygun, İlker Başbuğ'u havaalanında karşılamıştı. Saygun'un Cerrah'la görüşmesinde, Hasan Lala'nın evinden çıkan fotoğrafların basına yansımaması konusunda ricada bulunduğu belirtiliyor. Nitekim bu ziyaretin meyvelerini verdiği, PKK üyesi olmakla halen yargılanmakta olan Hasan Lala ile Başbuğ'un oğlu Murat'ın arkadaşlığı basından bugüne kadar özenle gizli tutuldu.
CEVAP BEKLEYEN SORULAR
- Lala 9 Nisan 2009 tarihinde yakalanıyor. Ergin Saygun 13'ünde Cerrah'ı ziyaret ediyor. Aynı gün Başbuğ da İstanbul'da. Genelkurmay açıklamasında ise, “Kişiye ilişkin iddialar 16 Nisan 2009 tarihli İstanbul Emniyet Müdürlüğünün yazısından öğrenilmiştir” deniliyor. Bu bir çelişki değil midir?
-Ergin Saygun'un ziyareti Lala-Murat fotoğrafıyla ilgili değil miydi?
-Genelkurmay'ın “Emniyet haber verdi” açıklaması büyük bir itiraf değil mi? Polis haber vermese Genelkurmay Başkanı'nın oğluna PKK'nın sızma yaptığından haberdar olunamayacaktı. Burada büyük bir askeri istihbarat skandalı yok mu?
-Hasan Lala'nın dosyasında Murat Başbuğ'la çekilmiş sadece bir fotoğraf yok. Çok sayıda fotoğraf var. Hepsi farklı zamanlarda farklı mekanlarda çekilmiş. Ayrıca aralarında görüşme ve yazışmalar var. Bu, aralarındaki ilişkinin 3 yıl öncesinde arkadaş grubunda çekilmiş bir fotoğraftan ibaret olmadığını göstermez mi?
-Lala'nın reklam ajansında çok sayıda manken var. Bunlarla Murat Başbuğ'un uygunsuz görüntülerinin çekilip şantaj yoluyla kullanılma riskinden söz ediliyor. Bu konuda bir açıklamanız olacak mı?
-Bu olay, bu iddialar öyle “Bu fotoğraf, üç yıl önce bir arkadaş grubu ortamında çekilen bir resimdir” denilerek, geçiştirilebilecek bir olay mı?
-”Haberde yer alan hususlar ise gerçeği yansıtmamaktadır” deniliyor. Gerçek olmayan nedir?
-Hasan Lala adlı şahsın, PKK'ya üyelikten yargılanan biri olduğu yalan mı?
-Lala'nın 12 ay hapiste yattığı, bugün halen PKK'ya üyelik iddiasıyla tutuksuz yargılandığı yalan mı?
-Murat Başbuğ'un Hasan Lala adlı kişiyle arkadaş olduğu yalan mı?
-PKK'ya üyelikten yargılanan Lala, emniyet ve savcılıktaki ifadesinde bazı asker yakınlarıyla ilgili Murat Başbuğ'dan taleplerde bulunduğu iddiasını doğruluyor. Bugün PKK'ya üyelikten yargılanan bir ismin asker yakınlarıyla ilgili talepleri yerine getirilmiş midir?
22 Temmuz 2010 Perşembe
PKK neden Hakkari'yi hedef alıyor?
Eski Özel Kuvvetler Alay Komutanı Mithat Işık, PKK'nın asıl amacının Hakkari'deki bölgeyle Kandil ve Hakurk arasında irtibat sağlamak olduğunu belirtti. Işık ilk ateşi hep PKK'nın açtığını, birliklerin hareketsiz kalmaması gerektiğini kaydetti.
Son dönemde artan terör saldırılarının daha çok Hakkari il sınırları içinde yoğunlaştı.
PKK, Irak sınırından sızarak Hakkari'nin Şemdinli ve Çukurca bölgelerinde birçok saldırı düzenledi.
1995-1998 yılları arasında Özel Kuvvetler'de alay komutanlığı yapan ve Irak'ın kuzeyinde çok sayıda operasyona katılan Mithat Işık, saldırılarda bu bölgenen neden sıklıkla seçildiğini NTV canlı yayınında değerlendirdi
Işık şunları söyledi: "Hakkari İran, Türkiye, Irak sınırında bulunuyor. Hakkari örgütün ana kampının bulunduğu yer olan Kandil Dağı'na Hakurk, Zap gibi kamplara en yakın bölge. Kandil Dağı'ndan eylem için hareket eden gruplar, bir-bir buçuk ay önce Hakurk'a geliyorlar. Burada dinleniyorlar. Türkiye sınırına yakın teröristlerle buluşup istihbarat doğrultusunda eylem yapacakları bölgeye hareket ediyorlar. Eylem grupları Kandil'den yaklaşık 200 kilometre mesafe kat ediyorlar. Seçtikleri hedefe intikalleri 20-25 kişilik gruplarla oluyor, Hakurk'a yerleşiyorlar. Bundan sonra da sınıra intikal ediyorlar, eylem yapıyorlar. Son günlerde eylemlerini bu bölgede yoğunlaştırdı. Esas amaç Hakkari'deki bölgeyle Kandil ve Hakurk arasında irtibat sağlamak. Bu bölgede özerk yer hedefini gerçekleştirmeyi düşünüyor.
SAVUNMADA KALDIĞIMIZ SÜRECE...
Burada bizim handikapımız hareketsiz kalma durumu. Teröristleri beklemek zordur. Birliklerimizin konsept değiştirerek hareketli alan savunmasına geçmesi gerekir. Sabit bir karakolu korumakla görevlendirdiğiniz tim devamlı o tepede bulunmayacak. Tepelerin 200-300 metre ötesine çekilmek suretiyle örgütü yanıltmak gerekir. Örgüt bizim hareketsiz olduğumuzu bildiği için keşif yapıyor ve ilk ateşi daima onlar atıyor.
Biz intikal halinde olup, Irak sınırına yakın yerde hareketli olsak, belki onları pusuya düşüreceğiz. Devamlı savunmada kaldığımız sürece, mevzide beklediğimiz sürece daha güçlü gruplarla geleceklerdir. Bunu önlemek için bizim de hareket halinde olmamız lazım.
İNSANA DAYALI İSTİHBARAT GEREKLİ
Türkiye'nin kangrenleşmiş yarası istihbarat. Bunu hava fotoğraflarıyla, İHA'larla sağlayabilirsiniz. Ama burada insana dayalı bir istihbarat gerekli, karşınızda insan var. Burada insan istihbaratına ihtiyaç var. Onlarca yıldır Irak'ta olmamıza rağmen insani istihbarat oluşturamadık. NATO tipi komutanlarla bu mücadeleyi yapamazsınız. PKK da profesyonel değil. Ama bizim istihbaratı sorgulamamız lazım. İstihbarat veriliyor da gereği yerine getirilmiyorsa biz de bunu öğrenelim.
ZAP'IN DOĞUSUNU HEDEFLİYORLAR
Kara harekatı olursa hiçbir şeyle karşılaşmayabilirsiniz. Örgütün esas hedefi Dağlıca-Aktütün-Gediktepe bölgesidir. Burası Zap'ın doğusu. Türkiye 1997 yılında Zap'ın batısında bir güvenlikli bölge oluşturdu, o bölgeden gelemiyorlar. Örgütü Kandil'den çıktıktan sonra Hakurk'ta karşılamadığımız sürece bu bölgede eylemler sürecektir."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)