Henüz 15 yaşındayken girdiği sınavda binlerce öğrenciyi geride bırakarak önce Heybeliada'daki Deniz Komutanlığı'na bağlı askeri liseye, sonra da Deniz Harp Okulu makine mühendisliği bölümüne girmeye hak kazandı Selçuk Yayla... 260 öğrencinin arasından 104'üncü olarak mezun olan bu genç deniz teğmenin ilk görev yeri Bartın'a giderken gurur ve sevinçten ayakları yere basmıyordu adeta... Bu gurur ve görev heyecanı onu başarıdan başarıya taşıyor ve amirlerinden sürekli tam not alarak sınıf atlıyordu genç teğmen. 2 yılın sonunda önce 49'unculuğa yükseliyor, sonra da çarkcıbaşı (Başmühendis) olarak Amasra Sahil Güvenlik Gemisi'ne tayin ediliyordu. İşte bu başarılı genç subay tam kendi sınıfında 24'üncülüğe yükselmiş ve Amasra'da ki görevinin sonlarına yaklaşmışken kendisini şoke eden bir haber alıyordu Ankara'dan...
Dilerseniz bundan sonrasını onun ağzından okuyalım hep beraber: "Yıl 2007'ydi...Tayinim Çanakkale'ye çıkmıştı... Ancak Ağustos ayında toplanan Yüksek Askeri Şura'dan;' 'Disiplinsizlik nedeni' ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden re'sen emekliye sevkedildiniz!' haberini aldım...Hiç anlam veremediğim, nedenlerini, niçinlerini sıralayamadığım bu haber karşısında dünyam karardı... Gözyaşları içerisinde askeri kimlik kartımı ve sağlık cüzdanımı yetkililere teslim ederek görev yaptığım gemiyi terk ettim...Gemi ile gelmiş olduğum yerden evime minibüsle dönerken 15 yaşında binbir hevesle girdiğim kurumun beni 27 yaşında yargılamadan, hesabını görmeden sokağa terk edişine nelerin sebep olabileceğini düşündüm tek tek...' Görev süresi boyunca hiçbir disiplin cezası almayan birisi, nasıl olur da disiplinsizlik nedeni ile ordudan atılabilir?' sorusunun cevabını aradım... Hiç vakit kaybetmeden sırasıyla Askeri Yüksek İdare Mahkemesine, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'na ve TBMM'ye başvurdum. Ve YAŞ'ın hakkımda verdiği kararın yok hükmünde sayılmasını istedim... Tüm dilekçelerime olumsuz cevap alınca ister istemez; 'Terör örgütü başı Abdullah Öcalan'a bile adil yargılama hakkı tanıyan benim devletim neden bana bu hakkı tanımak istemiyor!' diyerek isyan ettim... Yılmadım ve önceki dava dilekçelerini emsal alarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdum... Bu trajediyi yaşarken yaşlı anneme ve babama, "Beni ordudan attılar" diyemedim... Çünkü ben onların nazarında hala Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda görev yapan, gurur duydukları deniz subayı biricik evlatlarıydım. Buna rağmen yaşadığım travmayı bir kenara bırakıp sarıldım dört elle yeni sivil yaşamıma. Tam, 'Her şey yoluna giriyor, alışıyorum bu hayata' derken yeniden beni şoke eden bir ihtarname aldım TSK'dan! 'Mecburi hizmet sürenizi tamamlamadan ayrıldığınız için Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 151 bin lira tazminat ödemek zorundasınız' deniliyordu... İnanamadım... 'Beni ordudan re'sen emeklilik adı altında atan sizsiniz. Buna rağmen benden ödeyemeyeceğim bir tazminat talep ediyorsunuz. Param yok ama eğer uygun görürseniz yarım bırakmak zorunda bırakıldığım görevimi tamamlamaya hazırım!" dedim... Bu son dilekçeme de cevap alamadım... Anlayacağınız, benim durumum tam bir Aziz Nesin öyküsü...Yani, 'Yaşar ne yaşar, yaşamaz' halleri...Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemiyorum...Tüm bunlara rağmen bilinmeli ki hiçbir kuruma veya kişiye küs değilim. TSK'dan bu şekilde ay-ı-rılmama rağmen onu ilk girdiğim günkü gibi seviyorum. Çünkü o kurum, kişilerin ya da belli bir zümrenin değil, bu halkın kurumu...Yani bizim...Benim..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder