İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı Erol Mütercimler, birkaç gün önce mahkeme salonunda, Ergenekon'un varlığını ilk olarak emekli Tümgeneral Memduh Ünlütürk'ten duyduğunu söyledi.
Ünlütürk'ün kendisine; bu yapının içinde, "Meclis'te her partiden
politikacılar olduğunu", bu politikacılar için "biz seçtirirdik"
ifadesini kullandığını, ayrıca "önemli valiler var, bize hizmet
ederlerdi, bu valilerin içinden çok sayıda politikacı ve senatör çıktı"
bilgisini verdiğini anlattı.
Mütercimler'in en çarpıcı ifadeleri ise şunlar oldu:
"Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Kemal Kayacan'ın da bu
konuda anlatımları oldu. Bir defasında, 'Sen bizim güçlü olduğumuzu mu
düşünüyorsun? Bizden yukarıda öyle bir örgüt var ki sen bizim rütbemizin
'Or' olmasının bir önemi olduğunu mu sanıyorsun?' dedi. Ben de
'Ergenekon' diye bir oluşum duyduğumu, fakat ciddiye almadığımı
söyledim. O da, 'O örgütü ciddiye alacaksın, her şeyi tezgâhlayan
örgütün adı odur.' diye karşılık verdi."
Demek ki, silahlı kuvvetler içinde, cuntacıların teşkilatlı gücü
karşısında, rütbelerin bir önemi yokmuş. İşte anlatmak istediğimiz de
tam bu. Şu anda devam eden darbe teşebbüsü davalarında yargılanan, Türk
Silahlı Kuvvetleri değildir. Silahlı kuvvetler içindeki cuntacılar,
hukuk dışı yapılar sorgulanmaktadır. Hukuk içinde kalmak isteyen
generalleri, amiralleri, subayları sindiren, susturan, tasfiye eden yapı
ortaya çıkarılmak isteniyor. Ergenekon dostları, onların medyadaki,
politikadaki adamları ısrarla bu davaların Türk ordusunu yıpratmak,
teslim almak için açıldığını iddia ediyorlar. Bu, davaları
itibarsızlaştırmak, yargılamaları engellemek için yürütülen kara bir
propagandadır. Ordu, kurum olarak bizim ordumuzdur. TSK'nın yıpranması,
sadece düşmanları sevindirir. Ancak içindeki cuntacılık uru alınmadığı
sürece, TSK güçlenemeyecek, zaafa uğramaya devam edecektir. Bu kurumun
içinde fuhuş çeteleri kurup, şantajlar yapılmasını kim seyredebilir?
Çok önemli bir husus daha var. Askerî mahalde yaşanan şaibeli komutan suikastlarının çoğu askerî yargıda açıklığa kavuşamadı.
Adana Bölge Jandarma Komutanı Tuğgeneral Temel Cingöz, Tunceli İl
Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu, Diyarbakır Bölge Jandarma
Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, Mardin Jandarma Alay Komutanı
Rıdvan Özden ve Albay Vural Berkay gibi komutanlar askerî mahalde görev
başındayken hayatını kaybetti. Yine Jandarma Genel Komutanı Eşref
Bitlis'in ölümü de hâlâ akıllarda soru işareti olarak duruyor. Dikkat
ediniz, bu ölümlerin hepsi jandarma ile ilgili...
Önceki gün, çok önemli bir gelişme oldu. İntihar ettiği öne
sürülen ve dosyası kapatılan Albay Kazım Çillioğlu'nun mezarından alınan
örnekler üzerinde inceleme yapan Adli Tıp Kurumu, raporunu özel yetkili
savcılığa gönderdi. Raporda, saç köklerinde arseniğe rastlanan
Çillioğlu'nun, kürek kemiğinde kurşun yarası olduğu, kaburgalarında
kırık bulunduğu tespit edildi.
Bir de emekli iken suikasta uğrayanlar var. Mesela Mütercimler'in
isimlerini zikrettiği Memduh Ünlütürk 7 Nisan 1991'de, Kemal Kayacan 29
Temmuz 1992'de kurşunlanarak öldürülmüştü. Cinayetleri Dev-Sol
üstlenmişti. Kayacan, 1991'de başlayan saldırılar zincirinin altıncı
halkasıydı. Güneydoğu'da Asayiş Bölge Komutanlığı yapmış olan emekli
Korgeneral Hulusi Sayın, 30 Ocak 1991'de, yine Güneydoğu'da Asayiş Bölge
Komutanlığı yapmış emekli Korgeneral İsmail Selen 23 Mayıs 1991'de
öldürüldü. Aynı gün, Adana Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Temel
Cingöz de Adana'da vuruldu. 13 Ekim 1991 günü Genelkurmay 2. Başkanlığı
yapmış emekli Orgeneral Adnan Ersöz öldürüldü. Bu cinayeti de Dev-Sol
üstlendi.
Bu insanlar, TSK içinde neyi savunuyorlardı ki, taşeron silahlı örgütler marifetiyle devre dışı bırakıldılar?
Tünelin sonundaki ışık göründü diye ısrar ediyorum. Karanlık koyulaştığında şafak sökmüyor mu?