31 Ocak 2012 Salı

Bir Yarbay'dan ERGENEKON İTİRAFLARI

Video paylaşım sitesi dailymotion.com'da, "Öcalan Ergenekon'un adamı" iddiasını doğrulacak şok bir ses kaydı yayınlandı. Ses kaydının bir yarbaya ait olduğu iddia ediliyor...
12 sene Özel Kuvvetler'de aktif görev yapmış Yarbay Nesimi Soner Dedeoğlu'na ait olduğu ileri sürülen ses kaydında, terör örgütü PKK ile Ergenekon'un ilişkisi konusunda tüyleri diken diken edecek itiraflarda bulunuluyor.

“ÖCALAN DERİN DEVLETİN ADAMI”
Video paylaşım sitesi dailymotion.com'da yayına konulan ses kaydı özetle, şu itiraflar içeriyor:
“Özel Kuvvetler'de maalesef Ergenekon diye bir şey var. Ergenekon'dan tutuklu olan herkesin nerde görev yaptıklarını, nerde ne şekilde kullanıldıklarını biliyorum.
Abdullah Öcalan da Murat Karayılan da devletten gayri nizami harp eğitimi almış kişilerdir.
Cem Ersever, Abdullah Çatlı'dan farkları 10 yıl görev yaptıktan sonra öldürülememiş olmalarıdır.
Korkut Eken konuşsa o da ölür.”

DAİLYMOTİON'DA YAYINA KONULAN SES KAYDI İÇİN TIKLAYIN
Şok ses kaydının dökümü şöyle:
“İÇ GÜVENLİK BİRLİKLERİNDE EĞİTİLEMEZ KAZMALARLA BİZİ OPERASYONLARA GÖNDERİYORLAR. ŞEHİT VERMEMİZ KAÇINILMAZ

İÇ GÜVENLİK BİRLİKLERİNİN ŞEYDE OPERASYONLARDA HİÇBİR ŞEYİ YOK. HİÇ OLMAZSA KOMANDO BİRLİKLERİNDEKİ ADAMLAR ÜÇ AŞAĞI BEŞ YUKARI KOMANDO EĞİTİMİ ALMIŞ OLUYOR. İÇ GÜVENLİK BİRİMİNDEKİ ADAMLARIN HİÇBİR ŞEYİ YOK Kİ. ANNESİNİN EĞİTİMİNİ ALAMAMAŞ, ANNE BABA EĞİTİMİNDEN YOKSUN, OKULA GİTMİŞ ÖĞRETMENİ EĞİTEMEMİŞ, AĞAÇ TAM HAMURKEN BUNA TAM ŞEKİL VEREMEMİŞLER, ODUNLAŞMIŞ HADİ SEN BUNU EĞİT DİYE BANA GELİYORLAR. TAMAM MI? HADİ EĞİT. BİZ DE BURDAKİ KAZMA ASKERLERLE OPERASYONA GİDİYORUZ İŞTE YAA. KAZMA ASKERLERLE GİDİYORSUN ÇATIŞMAYA. HAKKÂRİ'DE BEN ORDAYKEN 970 KÜSUR ŞEHİT VARDI. ŞİMDİ 1400 KÜSUR OLMUŞ. 2005'TE 900 KÜSURDÜ. ŞİMDİ 500 TANE DAHA ŞEHİT VERMİŞİZ. YANİ ORASI ÖYLE. NE ZAMAN ÇIKSAN OPERASYONA DURMADAN ŞEHİT VERİRSİN YAA. DAĞLICA DA ÖYLE.

ÜÇ BUÇUK SENE DAĞDA KALDIM. EVE TELEFON BİLE AÇAMADIM. GELDİĞİMDE OĞLUM 3 YAŞINDAYDI.

AMA ÖYLE YERLER VAR Kİ ARKADAŞLAR. ALLAH'LA BAŞ BAŞASIN ABİ. TEK GÖKYÜZÜ GÖZÜKÜYOR. SADECE GÖKYÜZÜ VAR. BAŞKA HİÇBİR ŞEY YOK. SAĞ, SOL HER TARAF DAĞ SİLSİLESİ. HER YER SENİN ADINA MAYINLI. 12 SENE ÖZEL KUVVETLERDE ÇALIŞMIŞ BİRİSİ OLARAK SÖYLÜYORUM BUNU SİZE. ABARTMAYIN YANİ OLAYI. ŞEHİT OLANLARA, ÖLENLERE SALAK GÖZÜYLA BAKIYORLAR. KALANLARINIZA KİMSE SAHİP ÇIKMIYOR KARDEŞİM. ÇIKMIYOR. BEN ÜÇBUÇUK SENE KALDIM ORDA ÜÇ BUÇUK SENE BOYUNCA EVE HİÇ GELMEDİM BEN. HİÇ. OĞLUM 3 YAŞINA GELMİŞTİ. BEN 3 YAŞINDAN SONRA GÖRDÜM OĞLUMU, VALLAHİ. NE BİR TELEFON, NE BİR ŞEY.

ÖZEL KUVVETLERDE DEVLETİN BEKASI DENİLEREK ÇOK FARKLI İŞLER YAPTIRTIYORLAR. ÇOK ŞEY BİLİNCEDE TEHLİKELİ BOYUTLARA GELİYORSUN.

ŞİMDİ DE TABİ BİZ O ZAMAN ÖZEL KUVVETÇİ OLMAKLA GURUR DUYUYORDUK. ŞİMDİ ÖZEL KUVVETÇİ DEDİĞİM ZAMAN ERGENEKON MU DİYORLAR BAZEN BANA. BAĞLANTIN VAR MI DİYORLAR YANİ. ÖZEL KUVVETLERDEKİ ADAMLARA ÇOK FARKLI İŞLER YAPTIRTIYORLAR. YANİ AKLINIZA GELMEYECEK HER TÜRLÜ DEVLETİN BEKASI İÇİN GEREKLİ OLAN HER TÜRLÜ ŞEYİ YAPTIRTIYORLAR ADAMA. ŞİMDİ BÜTÜN BUNLARIN HEPSİNİ BİLİRSEN TEHLİKELİ BOYUTLARA GELİYORSUN DEMEKTİR.

ERGENEKON TARZI YAPILANMA MAALESEF VAR. ERGENEKONDAN İÇERDE OLANLARIN HEPSİNİN NERDE, NE ŞEKİLDE KULLANILDIĞINI BİLİYORUM.

ERGENEKON TARZI BİR YAPILANMA VAR MI? VAR, MALESEF VAR. MESELA ŞEYİN ERGENEKON OLAYININ İÇİNDEKİ ADAMLARIN HEPSİNİN ŞU ANDAKİ GÖREVİNİN NE OLDUĞUNU BİLİYORUM BEN MESELA. AMA ADAMLARIN TAMAMINI BİLİYORUM BEN YANİ. NE İŞE YARADIKLARINI, NE YAPTIKLARINI, DAHA ÖNCE NEREDE GÖREV YAPTIKLARINI, NASIL, NERDE, NE ŞEKİLDE KULLANDIĞIMIZI FALAN BİLİYORUM YANİ. ONUN İÇİN YANİ, KENDİ ELİNLE ADAMLARI YETİŞTİRMEYECEKSİN.

GAYRİ NİZAMİ HARPTE KURAL BUDUR. YETİŞTİRİRSİN, TEHLİKELİ OLDUĞUNDA ÖLDÜRÜRSÜN. CEM ERSEVER, ABDULLAH ÇATLI BUNLAR İMHA EDİLENLER.

GAYRİ NİZAMİ HARPTE ŞU VARDIR. ÜLKENİN MENFAATİ İÇİN ADAMI EN ÜST NOKTALARA KADAR YETİŞTİRİRSİN. TEHLİKELİ OLACAĞI ZAMAN İMHA EDERSİN. YANİ BU BÖYLEDİR YANİ. CEM ERSEVER İMHA EDİLMİŞTİR. ABDULLAH ÇATLI İMHA EDİLMİŞTİR. KORKUT EKEN SESİ SOLUĞU ÇIKIYOR MU BU YAKINLARDA. İMHA EDİLİR. TAMAM, MI? BUNUN GİBİ BELLİ BAŞLI ADAMLAR. FAYDALANILIR, İSTİFADE EDİLİR, DEVLETİN BAŞINA BELA OLACAĞI ZAMAN İMHA EDİLEN ADAMLARDIR.

ABDULLAH ÖCALAN VE MURAT KARAYILAN, GAYRİ NİZAMİ HARP EĞİTİMİ ALMIŞ DEVLETİN ADAMLARIDIRLAR. KARAYILAN, KARA HARP OKULU 1988 DEVRESİNDENDİR. BİZ NİYE MÜCADELE EDİYORUZ? BU MESLEKTE KALDIKÇA DEĞER YARGIMI YİYORUM

MESELA DEVLETİN GAYRİNİZAMİ HARP YAPTIRTIP DA ÖLDÜREMEDİĞİ ADAMLARDAN BİR TANESİ DE KİMDİR? ABDULLAH ÖCALAN'DIR. DEVLETİN ADAMIDIR, YETİŞTİRDİĞİ. ABDULLAH ÖCALAN 10 SENE KADAR DEVLET İÇİN ÇALIŞMIŞ BİR ADAMDIR. 10 SENEDEN SONRA İMHA EDEMİYORLAR. DEVLETİN BAŞINA BELA OLUYOR. NİYE YAPTIRTTIK NİYE MÜCADELE ETTİK YANİ BİZ?

Kaynak: dailymotion.com
Haberin linki:http://www.dailymotion.com/video/xo78nf_nesimi

Erdoğan'dan BDP'ye 'Uludere' yanıtı

Başbakan Erdoğan, BDP Genel Başkanı Demirtaş'ın Uludere olayıyla ilgili iddialarına yanıt verdi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuşma yaptı.

BDP'YE 'ULUDERE' YANITI

Siyasetin limanı ahlaktır. Yalan, iftira ve hakaret siyasetin bir unsuru olamaz. Şiddetle buna karşı çıktık, çıkıyoruz. BDP Genel Başkanı hakkımda bir iddia ortaya attı. Güya, Uludere’de operasyon bana sorulmuş, '50 kişilik grup var, ne yapalım?' denilmiş. Ben de 'Neye mal olursa olsun vurun' demişim. Bu tarz siyaset seviyesiz, ahlaksız siyasettir. Bunlar 5 koyunu güdemez, kaybedip dönerler. Tenha bir yerde kesip kebap yapma yoluna giderler. Bu iddialarda cahillik, şark kurnazlığı var. Bu iddianın içinde siyasi ahlaksızlık var.

Bunlara talimat dağdan geldiği için böyle yapıyorlar. Biz sizi siyasi olarak muhatap aldık. Siz İmralı’dan emir gelmeden adım atamıyorsunuz. Biz sadece halkımıza sorar, halkımızdan aldığımız yetkiyi kullanırız.

Terör örgütleriyle mücadele eder, siyasi temsilcileriyle de müzakere ederiz. Kim illegaliteye bulaşırsa kim hak-hukuk tanımazsa yargı gereğini yapar. Terör olduğu sürece terörle mücadele kesintisiz sürecektir. Terörle etkin bir şekilde mücadele etmeyi sürdüreceğiz.

Diyarbakır ve Tunceli’de kazılar yapılıyor. Kışlalar içinde aramalar yapılıyor. Bizden önce niye yapılmıyordu? AK Parti bir farkın partisidir. CHP’nin yaşattığı hukuk facialarını millete izah edeceğiz."

181 ASKERLİK ŞUBESİ KAPATILIYOR

181 askerlik şubesini kapatarak, 41 milyon lira kar edeceğiz. Buradaki kadroları da yoğunluğu daha fazla olan ilçelere nakledeceğiz. Bu 181 askerlik şubesinin binasının uygun olanlanlarını Milli Eğitim Bakanlığı'na devredeceğiz.

33 Kurşun’a bir Fatiha çok mu Sayın Başbakan / Emre Uslu

Allah rahmet eylesin, annenizin cenazesinde döktüğünüz gözyaşları ve okuduğunuz Kur’anlar ve Fatihalar hepimizi hüzünlendirmişti. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyen sizin yönettiğiniz devlet de keşke sizin kadar müşfik olsaydı Sayın Başbakan. Eminim haberiniz yoktur; haberiniz olsa, bir mezar taşından çoktan vazgeçmiş, sadece babalarının öldürüldüğü yerde bir Fatiha okumak için 65 yıldır uğraşan insanların Fatiha okumalarına izin verirdiniz.

1943 yılında yaşanan “33 Kurşun” olayından söz ediyorum. Benim de bilmediğim ve beni çok derinden yaralayan bir trajediyi öğrendim dün. Yazı gününü bekleyemedim ve bu gün yazmaya karar verdim. “33 Kurşun” olayının yaşandığı yerin yakınına Koçkıran Karakolu kurulmuş. Olayın olduğu alan da Karakol’un güvenlik alanı içine alınmış. “33 Kurşun” olayının yaşandığı 1943 yılında zaten cenazeler ailelere verilmemiş, yani o 33 insanın Fatiha okunacak bir kabri dahi yok. Aileler 1943 yılından bu yana, –mezarları bulunmadığından– babalarının, akrabalarının öldürüldüğü yerde bir Fatiha okumak için çabalamışlar ama tam 65 yıldır devlet kapısı yüzlerine çarpılmış.

Öldürülen o 33 insanın mezar taşı olmadığından sadece olayın olduğu yerde, gidip bir Fatiha okumak için Avukat Hasan Özkaplan ve Milan Aşireti lideri yazılı başvurularda bulunmuşlar sonuç çıkmamış. Aşiret lider Ali İhsan, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı’yken kendisine iletmiş taleplerini, sonuç çıkmamış. Hikmet Çetin devreye girmiş, olmamış. Hikmet Çetin dâhil bir çok kişi ailelere “AİHM’e gidin kazanırsınız” demişler ama aileler gitmemiş AİHM’e.

Bundan bir kaç yıl evvel BDP’liler bir minibüs dolusu insanla gelip “33 Kurşun olayını anmaya geldik” demişler. Aileler bunları “60 yıldır neredeydiniz, acımızı neden istismar ediyorsunuz” diye kovmuşlar. Ailelerden biri Fatih Altaylı’nın ailesiyle 27 yıl ortaklık yapmış ve aileyi yakından tanıyormuş. Durumu Altaylı’ya iletmişler yazması için ama o da kulağının üstüne yatmış ve görmezden, duymazdan gelmiş.

Şu anda yaşları 70’lere dayanmış
 o olayda öldürülmüş Mehmet Zeki Ozkaplan’ın çocuğu Naif ve Kinyas Özkaplan ve diğer akrabaları, yine öldürülenlerden Cellat Uzuntaş’ın çocuğu Yusuf, Celal ve Hüseyin Uzuntaş’ın bir tek istekleri var; medyasız, gürültüsüz, gösterişiz on-onbeş kişilik hayatta kalan çocukları olarak gidip babalarının öldürüldüğü yerde bir Fatiha okumak istiyorlar. Ne medya görsün ne bir parti gelip acılarını istismar etsin istiyorlar. Sadece bir Fatiha. Askerî alansa üstümüzü arasınlar, güvenlik riski oluşturmuyoruz sadece gidip orada bir Fatiha okumamıza izin versinler istiyorlar hepsi bu.

Sayın Başbakan, nasıl sizin muhtereme annenizin mezarında Fatiha okuma hakkınız varsa o insanların da babalarının olmayan mezar yerlerinde bir Fatiha okuma haklarının olduğunu en iyi siz anlarsınız.
 O insanların 33 kurşunla öldürüldükleri yetmiyormuş gibi bir mezar taşını bile o insanlara çok görmüş bu devletin bir Fatiha’yı da çok görmesine artık son verin Sayın Başbakan. Ölenin ardından okunacak Fatiha’yı engelleyen başbakan olarak mahşerde o insanların karşısına çıkmayın Sayın Başbakan.

Hatırlatmak isterim; O insanlar askerler tarafından toplanıp götürülürken namaz vakti gelir. Askerlere dönüp “Biz Müslüman’ız ve namazımızı kılacağız, elimizi çözün” derler. Askerler ellerini çözer, etrafını sararlar. Onlar da askerlerin sardığı çemberin içinde abdest alıp namazlarını kılarlar. Heyhat ki son kurşuna abdestli giden bu insanlara bu gün devlet bir Fatiha’yı çok görüyor. Hem de Müslüman değerlere önem veren bir partinin on yıldır yönettiği devlet...

Durun daha zulüm bitmedi. Olayın bir de siyasi yönü var. Geçenlerde büyük haber olarak gazetelere yansıdı. Mustafa Muğlalı’nın adı kışladan silinmişti hani (4 Kasım 2011). Bu olaydan dört gün sonra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve beraberindeki bir grup CHP’li nereyi ziyaret etti dersiniz: O 33 insanın öldürülüp yakınlarının bir Fatiha dahi okumasına izin verilmediği Koçkıran Karakolu’nu. Aileler “O ziyaretin neden yapıldığını anladık hemen” diyor. Mustafa Muğlalı’nın ismi kışladan silinince o damarı temsil eden devlet “biz ölmedik buradayız mesajını vermek için getirdiler Kemal Kılıçdaroğlu’nu oraya” diyor. Hakikaten de o Kılıçdaroğlu’nun ziyaret ettiği karakolun terörle mücadele ile hiçbir ilgisi yok. Zaten Kılıçdaroğlu da ziyaret sonrasında “burası çok güvenli” diye açıklama yapıyor. İşteErgenekon’un gücü bu Sayın Başbakan. Siz Muğlalı’nın ismini kaldırtıyorsunuz, Ergenekon, Kılıçdaroğlu’nu 33 insanın öldürüldüğü yere sembolik ziyarete götürüyor. Kılıçdaroğlu, Ergenekon ofisi aramayı bırakıp gittiği karakola neden gittiğini açıklasın.

Sahi Kılıçdaroğlu, Mustafa Muğlalı Kışlası’nın ismi kışladan kaldırıldıktan dört gün sonra durduk yere neden o insanların öldürüldüğü yere kurulan karakolu ziyaret etti? Uludere’de öldürülen 34 insan için “33 Kurşun” olayı diye yorum yapan Kılıçdaroğlu’nun hiç olmazsa samimiyet adına o karakolu ziyaret etmesindeki maksadı neydi, o ziyareti kim organize etti ve kim ayarladı; bunu kamuoyuna açıklamak durumunda.

“33 Kurşun”un acısı bununla da bitmedi. O insanların isimlerini birer birer valiliğe yazdırıp veren ve onların öldürülmesini sağlayan Sahlet isimli şahsın öz torunu Günay Aslan, bugün dedesinin yediği haltı hiç görmeden timsah gözyaşı döküyor. 33 insan için Roj Tv’nin hazırladığı belgeseli sunuyor. Haliyle o aileler de buna isyan ediyor. Nerden baksan zulüm...

Sayın Başbakan bu zulme dur deyin ve o insanların bir Fatiha okumasına izni verin. 65 yıllık zulmü bir Fatiha götürür mü bilinmez ama yönettiğiniz devletin zulmüne ortak olup “33 Kurşun”a bir Fatiha’yı çok görmeyin...

Bakan Yılmaz, Brüksel'de yapılacak toplantıya katılacak

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, NATO Savunma Bakanları toplantısına katılmak üzere Belçika'ya gidecek.
Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliğinden yapılan açıklamada, Yılmaz'ın beraberindeki bir heyetle NATO Savunma Bakanları Toplantısına katılmak için Brüksel'e gideceği bildirildi.
Yılmaz'ın 1 Şubat Salı günü Brüksel'e gideceği ve 3 Şubat Cuma günü Türkiye'ye döneceği belirtilirken, Brüksel'de meslektaşları ile görüşmeler yapacağı da kaydedildi.

Zirve Davasında Astsubay'dan Şok İtiraf

Hrant Dink davası duruşma savcısı ile soruşturma savcısının istediği Zirve Yayınevi cinayetleriyle ilgili soruşturma dosyasından Astsubay Göktürk’ün şok itirafları çıktı.
Malatya Zirve Katliamı soruşturmasında, Başçavuş Murat Göktürk’ün sorgusu sırasında 107 soruya verdiği 21 sayfalık cevaplarda Zirve Katliamına doğru ilerleyen süreci adım adım anlattığı iddia edildi.
Jandarmanın katliamdan bir yıl önce Malatya’da misyonerlik faliyetlerini takibe başladığını belirten Göktürk, kendisine de Zirve Yayınevi çalışanlarına ilişkin bilgi toplatıldığını söyledi. O dönemde, 2. Ordu Karargahı’nda da her hafta misyonerlik toplantısı yapıldığını belirten Göktürk, katliam günü Ergenekon davası sanığı Hurşit Tolon’un da Malatya’da olduğunu iddia etti.

İki şehre farklı görev verildi
Zirve Katliamı’nı soruşturan savcıya ifade veren Astsubay Murat Göktürk, ‘misyonerlik faliyetlerine’ ilişkin toplantıların 2006’da Kayseri Jandarma Bölge Komutanı Harun Ocaklı’nın yazılı emriyle başladığını ve “Niğde’ye Hizbullah, Malatya’ya Misyonerlik” konusu verildiğini söyledi. Malayta İl Jandarma Alay Komutanı Albay Mehmet Ülger’ın talimatıyla 2007’de Mersin’de Ruhi Abat, Abdullah Atılgan ve İlker Çınar’la toplandıklarını ve Abat’ın misyonerlik seminerleri verdiğini verdiğini söyledi.

2. Ordu’da misyonerlik toplantıları
Malatya’da kaç misyonerin bulunduğu ve bunlara ait olduğu belirtilen kilise evlerin sayısı hakkında Jandarma istihbaratının çalışmalarını da anlatan Göktürk “Misyonerlikle ilgili kişi bazında değil bölgesel anlamda bir çalışma yaptık. Haber alma elemanlarından alınan bilgilere göre biz 30-40 tane ev olduğunu yazdık. Ayrıca 2. Ordu Komutanlığı’nda düzenli olarak yapılan haftalık toplantılarda da bu konular gündeme geliyordu. O dönemde Ordu Komutanı Şükrü Sarıışık’tı. Bu toplantılara MİT ve Emniyet mensupları da katılırdı. Ancak İlker Çınar’ın Malatya’ya gelip eski İl Jandarma Komutanlığı binası içerisinde Haydar Yeşil, Mehmet Ülger ve Ruhi Abat’la bir araya geldiğini biliyorum. Ben bu görüşmeye katılmadım” dedi.

Abat, Ülger’le birlikte rapor yazdı
Astsubay Göktürk “Ruhi hoca (Abat) bazı yazıları getirirdi, Mehmet Ülger’le kendi odasında konuşup bazı raporlar yazardı. Bu raporları biz görmezdik, hatta üst yazı orada yazılırdı. Ruhi Abat benim kayıtlı elemanım değildi, ancak bizzat Alay Komutanı ve Haydar Yeşil ile yaptığı görüşmeler sonucu kendisine para verildiğini duydum” dedi. Albay Mehmet Ülger’in misyonerlik ile ilgili tüm çalışmalarını Ruhi Abat ile beraber organize ettiklerini kaydeden Göktürk, “Biz hizmet gereği yapıyorduk. Ancak Ruhi Abat’la samimi olduktan sonraki süreçte beni görevlerden soğuttu” diye konuştu.

Zirve çalışanlarının bilgisi istendi
Mehmet Ülger, Haydar Yeşil, Ruhi Abat ve İlker Çınar’ın katıldığı İl Jandarma Komutanlığında düzenlenen Misyonerlik çalıştayına alınmadığını anlatan Göktürk, “Ben toplantıda yoktum, ancak bana misyonerlikle alakalı görevlerin tamamını istihbaratçı olmamız sebebiyle Haydar Yeşil tarafından verilirdi. Zaman zaman da Alay Komutanı da çağırıp bu konuda görev veriyordu. Toplantıdan sonra bu Zirve Yayınevinin çalışanların kim olduğuna dair benden bilgi istediler. Ben de yazıp verdim, Necati Aydın ve Uğur Yüksel’i tanımam. İsimlerini orada Zirve Yayınevi’nde çalıştıkları için duymuştum, kendilerini tanımam” şeklinde konuştu.

Birbirlerini ziyaret ederlerdi
Ergenekon tutuklu sanığı Hurşit Tolon’un Malatya Zirve Yayınevi cinayetinin olduğu gün Malatya’da olduğunu da doğrulayan Göktürk “Hurşit Tolon’un cinayet günü seminer dolayısıyla Malatya’da İnönü Üniversitesi’nde olduğunu duydum. Niye geldiğini bilmiyorum. Rektör Fatih Hilmioğlu ile görüşürdü. Mehmet Ülger de Fatih Hilmioğlu ile çok samimiydi. Birbirlerini ziyaret ederlerdi. Ayrıca Rektör Fatih Hilmioğlu Ordu Komutanı Hasan Iğsız’la da sık sık görüşürdü” dedi.

Sinan Aygün Ergenekon davasında mahkemeye ifade verdi

CHP Ankara Milletvekili Aygün mahkemeye verdiği ifadesinde ''Ankara'da neler konuşuluyor neler. Bir anlatsam yer yerinden oynar. Mesela bugünlerde Başbakan'ın kanser olduğu konuşuluyor'' dedi


Sinan Aygün Ergenekon davasında mahkemeye ifade verdi ERGENEKON davasının tutuklu sanığı , Eski 1. Ordu Komutanı Emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Yaşar Büyükanıt ile Fikri Sağlar’ın mahkemelik olmasına neden olan Dolmabahçe görüşmelerine ilişkin yer alan iddialara yanıt verdi. "İddialar aslı esası olmayan CD’ye dayandırılmaktadır " diyen Tolon, "Yaşar Büyükanıt ile ilgili tek bir kayıt tutmadım, muhafaza etmedim. Dosya içeriğinde bayan Büyükanıt ile ilgili bir tek çay fişi dahi bulunmamaktadır. Heyetinizden yasal haklarımın korunmasını istirham ederim" dedi.

İkinci Ergenekon davasının tutuksuz sanığı CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün de savunmasını tamamladı. Aygün, "Ben kapitalizmin temsilcisiyim" diye konuştu.
18’i tutuklu 118 sanığın yargılandığı ikinci Ergenekon davasının 151. duruşmasında tutuksuz sanık CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün’ün yarım kalan savunması alındı. Hakkında "Askerleri darbeye teşvik ettiği, AKP’nin kapatılması için çalıştığı" suçlamalarının olduğunu belirten Aygün şöyle devam etti: "27 Nisan e-muhtırası verilmiş, Türkiye toz duman, muhtıradan sonra ne olur darbe. Biz ne yapmışız? Basına ’Siyaset çözüm üretme sanatıdır’ diye açıklamalar yaptım. Tüm siyasi partilere itidal çağrısında bulundum. AKP’nin kapatılmasına karşı olduğumu da birçok yerde söyledim" diye konuştu.

"LİBOŞ OLMADIM"

"Liboş" olmadığını "milliyetçi-muhafazakar" olduğunu ifade eden Aygün, "Milletin hayrına gördüğüm işler için bütün hükümetlere muhalefet ettim. O yüzden muhalif kişi olarak tanındım" dedi. Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’in olduğu iddia edilen günlükte, "Sinan Aygün’ün darbe yapılmasını istediğine ilişkin ifadeler bulunduğunu belirten Aygün "Özden Örnek’e ’niye darbe yapmıyorsunuz?’ demişim. Zaten Özden Örnek de o günlükleri reddetti. Ben ’Türk siyaseti çözüm üretebilecek olgunluğa sahiptir’ diye konuşmalar yaptım" dedi.

"ERDOĞAN’DAN SONRA BAŞBAKAN BELLİ"

Dinlenen telefon görüşmelerinden anlamlar çıkarılmaya çalışıldığını ifade eden Aygün, "Ankara’da neler duyuyoruz, neler konuşuyoruz, bir anlatsam yer yerinden oynar. Bugünlerde Başbakan’ın kanser olduğu konuşuluyor. Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra yerine başbakanın kimin olacağı çoktan belli. Kimlerin bakan olacağı bile belli. Ankara kulislerinde bunlar hep konuşulur" ifadesini kullandı. Tolon, "Buraya geldiğimde Tuncay Özkan bana soruyor, ’Abdullah Bey (Abdullah Gül) nasıl’ diye, ben Ankara’da herkesi tanırım. Ben Bush, Putin ve Medvedev’i de tanıdım. Ancak bunları tanımış olmam aramızda örgüt olduğu anlamına gelmiyor. Ben darbelerin çözüm getireceğine inanmıyorum" dedi.

"BEN KAPİTALİZMİN TEMSİLCİSİYİM"

Darbeye kesinlikle karşı olduğunu ifade eden Aygün şöyle konuştu: "Ben kapitalizmin temsilcisiyim. Beni para ilgilendirir. Krizin gelebileceği uyarısında bulundum. O gün 50 milyar dolar borcum vardı. Dolar 1 lira artsa çok kötü şeyler olurdu. Benim borcum katlanırdı. Karşılıksız çekten içeride olurdum"

"PARTİ KAPATILMASIN ŞAHISLAR CEZALANDIRILSIN"

"Ben partilerin kapatılmasına karşıyım" diyen Aygün "Bir tek sektör bu durumdan memnun olur. Onlar da tabelacılardır. Ak Parti’nin kapatma davası açıldığında ben ’Türkiye parti mezarına döndü’ dedim. Parti kapatılmasın şahıslar cezalandırılsın. Terörle ilgili olmadığı sürece, o lanet kelimeyi söylemedikleri sürece ben hiçbir partinin kapatılmasını istemiyorum. BDP’liler Meclis kürsüsünden ’Kürdistan’dan geldim diyorlar. Zaten parti kapatmalardan sadece boyacılar ve tabelacılar kazançlı çıkıyor. Biri kapatılıyor,yerine yenisi kuruluyor. Ak Parti’nin kapatılmaması gerektiğini söylediğim 40 telefon tapem var" diye konuştu.

"BİLGİSAYAR KULLANMAYI BİLMEM"

Aygün, bu davada yargılandığı bazı kişilerle internette konuştuğu iddiasına da değinen Aygün, "Ankara Ticaret Odası başkanlığım süresince bana 700 bin adet mail gelmiş. Bunlardan sadece 2 tanesi özeldir. Onların dışındakiler spam ya da grup maillidir. Bunları da engellememe imkan yoktur. Benim dışımda gelişen bir konu. Kimseye yolladığım bir mail yok. Ben bilgisayar kullanmayı bile bilmiyorum. Mail adreslerimin şifresini bile bilmiyorum. Oysa ki bu davada yargılandığım kişilerle msn’de konuştuğum söyleniyor. Benim maillerimi bile danışmanlarım kontrol eder. Telefonda mesaj yazmasını bile bilmem"

"DEVLETLE HİÇ KARŞI KARŞIYA GELMEDİM"

İnsanlar adını her yere not olarak düştüğünü söyleyen Aygün, "Bu önüme örgüt bağlantısı olarak çıkıyor. Bazı listelerde ulusalcıyım, bazı listelerde liberalım. Benim 50 bin esnafta telefon numaram var. Benim adımın yanına not düşerek, "fikirlerimiz uyuşmasa bile faydanılabilir" diyorlar. Benim örgütle örgütçülerle işim olmaz. Trafik kurallarını bile ihlal etmemişimdir. Devletle hiç karşı karşıya gelmedim" dedi.

"MÜVEKKİLİM ZAN ALTINDA BIRAKILDI"

Eski 1. Ordu Komutanı emekli orgeneral Hurşit Tolon’un avukatı İlkay Sezer, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın eski bakanlardan Fikri Sağlar’a "Dolmabahçe’de Büyükanıt’a dosya verildi mi" başlıklı yazısından dolayı açtığı tazminat davasında konu edilen CD’ye ilişkin söz istedi. Yaşar Büyükanıt ile Fikri Sağlar arasında Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada, Tolon’da bulunduğu iddia edilen CD’lerin söz konusu edildiğine dikkat çeken Avukat İlkay Sezer "Sizin mahkemenizin başka bir mahkemeye gönderdiği, içeriğini kabul etmediğimiz CD’ye ilişkin müvekkilim Tolon’a suç isnadı yapılmaktadır, basında zan altında bırakılmaktadır" dedi.

Başkan Hasan Hüseyin Özese ise "Mahkeme dışı beyanlar bizi bağlamaz" diye konuştu. Tutuklu sanık Hurşit Tolon söz alarak şunları söyledi: "İki gündür basın organlarında devam eden yayınlarda kişisel haklarıma, Anayasal haklarıma saldırılmaktadır. İki kişi arasındaki (Yaşar Büyükanıt-Fikri Sağlar) hukuk davasında delil olarak bir CD’den bahsedilmekterir. Davayı gören mahkemeye CD heyetinizce gönderilmiş. Fikri Sağlar , beyanlarıyla kişisel onurumu, haysiyetimi rencide etmektedir. Sanık sıfatı taşımam benim şeref ve haysiyetimle oynanabileceği anlamına gelmez"

"BAYAN BÜYÜKANIT’LA İLGİLİ TEK BİR ÇAY FİŞİ DAHİ YOK"

Tolon, kendisinde bulunduğu ve içeriğinde Yaşar Büyükanıt ile ilgili bazı bilgilerin olduğu iddia edilen CD’ye ilişkin "Adil yargılamayı etkileme teşebbüsünde bulunulmaktadır. İddialar aslı esası olmayan CD’ye dayandırılmaktadır. Ben Yaşar Büyükanıt’ı 50 yıldır tanırım. Yaşar Büyükanıt ile ilgili tek bir kayıt tutmadım, muhafaza etmedim. Dosya içeriğinde bayan Büyükanıt ile ilgili bir tek çay fişi dahi bulunmamaktadır. Heyetinizden yasal haklarımın korunmasını istirham ederim" dedi. Tolon, "CD’nin içeriğinde cinayet diye bir klasör bulunduğu iddia edilmektedir. Benim hiçbir konutumda böyle bir CD bulunmadığı gibi, oğlumun evinde yapılan yasadışı aramada bulunduğu ileri sürülen kayıtlarda da bulunmamaktadır. Bende bulunan 111 CD’den 18’inin adli emanette bulunduğu tutanaklarda yer alırken 21 CD bulunduğu iddia edilmektedir" dedi.

ÇAPRAZ SORGU YAPILMADI

Aygün savunmasını tamamladıktan sonra soruları yanıtlamaya hazır olduğunu ifade edince Başkan Özese "Mahkeme bütün sanıkların savunmaları alındıktan sonra gerekirse soru sormayı kararlaştırdı. Çapraz sorgu yapılmayacak" diye açıklama yaptı. Duruşmada, tutuksuz sanık Erol Mütercimler’in savunmasına geçildi.

EROL MÜTERCİMLER: BÜYÜKANIT BANA ARTIK KİMSE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'NDEN BİR HAREKET BEKLEMESİN DEDİ

"Ergenekon" davasının tutuksuz
sanıklarından Erol Mütercimler, eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar
Büyükanıt’ın kendisine, "Artık halk Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir hareket
beklemesin. Biz kenara çekilmişiz. Balkonda bile değil, sanala geçtik. Hiç yokuz.
Halk isterse sivil toplum örgütlerini harekete geçirsin" dediğini belirtti.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza ve İnfaz Kurumları
Yerleşkesi’ndeki küçük salonda görülen duruşmada savunma yapan Erol Mütercimler,
Şener Eruygur ile Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olduğu dönemde
tanıştığını söyledi.

Mütercimler, Eruygur ile 18 Mart 2005 tarihinde İzmir’deki bir programa
katıldığını, kendisinin iki bayramını ve bir yılbaşısını kutladığını,
tanışıklığının bu kadar olduğunu belirtti.

Mustafa Balbay ile hiç bir etkinlikte birlikte olmadıklarını, Ankara’da
gazetede bile kendisini ziyaret etmediğini, sadece 3 defa telefonda
konuştuklarını söyleyen Mütercimler, "Birinci konuşmamızda kendisine köşesinde
yazdığı yazı için teşekkür ettim. 2 defa da kitabımın ulaşıp ulaşamadığını sormak
için aradım. Ne benim cep telefonum onda var, ne de onun bende vardır" dedi.

Mütercimler, Sinan Aygün’ün televizyon programları için aranan bir isim
olduğunu, kendisini çok aradığını ifade ederek, "Telefon ile konuşma
yoğunluğumuz 2007 yılında başladı. Ankara Ticaret Odası yayınları bana
gönderiliyordu. Kendisine teşekkür etmek için arardım" şeklinde konuştu.

Bir televizyon programında "darbe" ile ilgili yaptığı konuşmaya ilişkin
de Mütercimler, şunları kaydetti:

" ’Ordu, artık çekildi ve balkondan izliyor’ dedim. ’Bu ordu ile
uğraşmayın, bu ordu eski ordu değil’ dedim. ’Zorlamayın, gelirlerse 25 yıl
gitmezler’ dedim. Bu söylediğim konuları bana Yaşar Büyükanıt söyledi. Büyükanıt,
’Artık halk Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bir hareket beklemesin. Biz kenara
çekilmişiz. Balkonda bile değil, sanala geçtik. Hiç yokuz. Halk isterse sivil
toplum örgütlerini harekete geçirsin’ dedi bana. Bunu Yaşar Büyükanıt, kendi
hanımının da aralarında bulunduğu bir ortamda söyledi" şeklinde konuştu.

Bu davanın Türkiye’nin ikinci önemli büyük davası olduğunu belirten
Mütercimler, "Türkiye’nin ilk önemli davasının 1926 yılında paşalar suikastı
davasıydı. İkinci önemli davası ise bu davadır" dedi.

Daha sonra Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, hava koşulları nedeniyle
duruşmayı yarına erteledi.

Yarman: Tutuklanarak kariyerim bitmiştir!


İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Balyoz Davası’nda savunma yapan tutuklu sanık HAVELSAN eski Genel Müdürü Ömer Faruk Ağa Yarman hakkındaki suçlamalara ilk kez cevap verdi. Dava kapsamında 5 aydır tutuklu bulunduğunu söyleyen sanık Yarman, artık HAVELSAN Genel Müdürü olmadığını uzun süre tutuklu kaldığı gerekçesiyle iş akdinin fesh edildiğinin tarafına bildirildiğini söyledi. Kimlik tespiti yapıldığında aylık gelirinin 16 bin olduğunu söylediğini hatırlatan sanık Yarman, "Artık bir gelirim yok. İşsizim. Lütfen kayıtlara geçsin" dedi. Havaalanında Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan ile birlikte yurtdışına toplantı için gidecekleri sırada gelen telefon üzerine savcılığa gittiğini söyleyen sanık Yarman, kaçma şüphesi üzerine tutuklandığını söyledi.

"DAVANIN TEK TUTUKLU SİVİL SANIĞIYIM"

Sanık Yarman, Balyoz davası kapsamında hazırlanan iddianamelerin hepsini tek tek okuduğunu söyleyerek, "3. Balyoz Davası kapsamında hazırlanan iddianamenin sadece 205-208 sayfalarında şahsımla ilgili iddialar yer almaktadır. İddianmeyi okuduğumda bir anlam veremedim. Suç ile kendim arasındaki bağlantıyı bir türlü anlayamadım" ifadelerini kullandı. Davanın tek tutuklu sivil sanığı olduğunu belirten sanık Yarman, askeri darbe iddisıyla bir yargılama yapıldığını ve dava sanıklarının çoğunun asker olduğunu hatırlatarak, "Savunma sanayinde bir kariyerim var. Avrupa’da ve NATO’da yönetim kurulunda üyeliklerim bulunmaktadır. Bunları anlatıyorum. Balık bilmezse halik bilir" dedi. 9 Ocak 2003 tarihinde ’F. Yarman’ isimli kullanıcı adıyla ’Savunma Sanayi’ isimli bir belge oluşturulduğu iddiasına da değinen sanık Yarman, "2003 tarihinde ben HAVELSAN Genel Müdürü bile değilim. O tarihte benim kendime ait bir bilgisayarım da yok. 5 Mart 2003 tarihinde HAVELSAN’da çalışmaya başlıyorum" diye konuştu.

"DİJİTAL VERİLER SUÇLAMANIN İSPATI DEĞİLDİR"

Sanık Yarman, "Kim tarafından, ne maksatla hazırladığı belirsiz bir sanal veride adım geçiyor diye tutuklu olarak yargılanıyorum. Dijital veriler suçlamanın ispatı değildir. Balyoz Davası’nda HAVELSAN’ın adı kullanılarak yıpratılmaya çalışıldığını düşünüyorum. Bunu devlet memurlarını suçlamak için söylemiyorum. Birileri benimle ve HAVELSAN ile oynuyor. Darbecilerin darbe için HAVELSAN’a ihtiyacı yok. ’Bunu nereden biliyorsun’ diye soracak olursanız eğer darbelerin tarihini okuduğunuzda bunu anlayabilirsiniz" ifadelerini kullandı.

"SAVUNMA SANAYİ ALTIN YILLARINA GELMİŞTİR"

"İddianamede yer alan ’illegal faaliyet içinde’ olduğum ifadesi kanıma dokunmuştur. Şiddetle reddediyorum" diyen sanık Yarman, "Devirmeye çalışıldığı iddia edilen hükümet döneminde sivil savunma çok gelişti. Türk savunma sanayi altın yıllarına gelmiştir. Biz her fırsatta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e, Milli Savunma Bakanı’na teşekkürlerimizi sunduk. Onların ve TSK’nın desteğiyle bu başarılara ulaştığımızı kendiklerine de her fırsatta ilettik" dedi.

"ASKERİ DARBE VARSA BUNUN İÇİNDE SANIK YARMAN OLMAZ"

İddianamede kendisiyle ilgili somut bir suçlamanın bulunmadığını söyleyen sanık Yarman, "Benimle ilgili somut bir delil yok. Olamaz da zaten. Nedeni çok açık ben böyle bir suç işlemedim" dedi. Duruşmada bulunan savcıya ve hakimlere seslenen sanık Yarman, "İşiniz çok zor. İşinizin zorluğunu anlıyorum. Dijital çöplükte gerçekle hayali ayırt etmeniz zor. Gerçi görünen köyde kılavuz istemez. Meramımızı size anlatıyoruz" dedi. Sanık Yarman sözlerini şöyle tamamladı:
"HAVELSAN’ın başında bulunduğum 8 yılda bütün savunma sanayi alanında dünyaya ihracat yaptık. Tutuklanarak kariyerim bitmiştir. Balyoz askeri darbe planı varsa eğer bunun içinde Ömer Faruk Ağa Yarman olamaz. "Ben neden buradayım" diye soruyorum. Cezaevi duvarlarından cevap yok. Meslek yaşamım boyunca şerefimle görev yaptım. Bütün suçlamaları reddediyorum. Tahliyeme ve beraatime karar verilsin."

"BEN KURUYEMİŞ SATMIYORUM"

Söz alan tutuklu sanık emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri "Yarman, oluşturduğu iddia edilen dosyayı bana göndermiş, ben de son kaydedicisi olarak görünüyorum. Beni tanıyor mu? Benim yerime dosyayı 1. Ordu’ya göndermiş olamaz mı?, Kendisine 1. Ordu’da herhangi bir görev verildi mi?" diye sordu. Sanık Yarman da Tanyeri ile dava nedeniyle bu mahkemede tanıştıklarını anlatarak, "Bizim muhatabımız, müşterimiz TSK bile değildir. Bizim muhatabımız Milli Savunma Bakanlığı’dır. Ben kuruyemiş satmıyorum. Bir ülkenin kendi kaderini tayin edebilecek silahlı kuvvetlerinin yazılımını satıyorum. Ne 1. Ordu HAVELSAN’a, ne de HAVELSAN 1. Ordu’ya gelir" diye konuştu. Sanık Tanyeri’nin, "Bana birileri hakaret ediyor. ’Teröristsin, darbecisin’ diyor. Kovuşturma savcısının görevi nedir. Benim hakkımı korumak mı, bana iftira atan savcının hakkını korumak mı?" dedi.
Bu sözler üzerine Mahkeme Heyeti Başkanı Ömer Diken, kelimeleri dikkatli kullanması konusunda Sanık Tanyeri’nin uyarıda bulundu.

"YURTDIŞINDA GÖREVLİ OLUP DA TUTUKLU OLAN TEK SUBAY BENİM"

14 yaşından beri askeri üniforma giydiğini belirteren tutuklu sanıklardan Albay Önder Çelebi de hakkında disiplin soruşturması bile yapılmadığını belirtti. Girit Hanya’da NATO görevinde bulunurken savcılığın çağrısı üzerine ifadeye gelen Çelebi, "Yurt dışında görevli olup da tutuklu olan tek subay benim. Aynı suçlarla yargılanan yurt dışına görevli olan mesai arkadaşlarım tutuksuz yargılanmaktadırlar. Bu eşitsizliği dikkate alınarak tahliyeme karar verilmesini istiyorum" diye konuştu. Hava muhalefetinden dolayı duruşmayı bir saat erken bitiren mahkeme heyeti, duruşmayı yarına erteledi.

Genelkurmay'ın yeni hedefi!


Genelkurmay Başkanlığı’nın GATA
Komutanlığı’nda kurulmasını planladığı Tıp Teknokent’inin ilk aşaması olan
Medikal Tasarım ve Üretim Merkezi faaliyetlerini sürdürüyor.

Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde yer alan ve iç güvenlik
operasyonlarında yaralanan gaziler başta olmak üzere hak sahibi Türk Silahlı
Kuvvetleri personelinin ihtiyaç duyduğu ortez ve protezlerin bazı kısımlarının
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Japonya gibi ülkelerden tedarik
edildiği belirtilen açıklamada şu bilgilere yer verildi:

"Türk Silahlı Kuvvetleri personeli ile sivil vatandaşların kişiye özel
doku ve uzuv kayıplarındaki protez, ortez ve implantların ülkemizde ileri
teknoloji ürünü cihazlarla üretilmesi için gerekli olan Medikal Tasarım ve Üretim
Merkezi, GATA Komutanlığı yerleşkesinde 3 Ekim 2011 tarihinde hizmete açılmıştır.
Merkezde 9 mühendis ve 11 tabip görev yapmaktadır.

Medikal Tasarım ve Üretim Merkezi’nde hızlı imalat ve hızlı prototipleme
sistemlerinin kullanılmasıyla, bu alanda Türkiye’de ilk merkez olma özelliğine
sahiptir. Medikal Tasarım ve Üretim Merkezi ile terör, doğal afet, trafik
kazaları tehdidine maruz kalan ülkemizde bu teknolojiye ihtiyaç duyulduğunda
parçalı doku kaybı, kanser cerrahisi, plastik cerrahisi, ortopedi ve adli tıp
konularında yaygın olarak kullanılacak.

Gazilerimizin kişiye özel ortez, protez ve implantlarının üretimi ve
geliştirilmesinde etkinlik sağlanacaktır. Ulusal ve uluslararası düzeyde hizmet
verebilecek kabiliyette yapılandırılan bu merkez, GATA Komutanlığı’nda kurulması
planlanan Tıp Teknokent’inin çekirdeğini oluşturacaktır."

Fiziği kusursuz çellist alıyor

TSK, ‘vücut yapıları düzgün, fiziki görünüşü kusursuz’ bir çellist ile viyolonist alacak

Fiziği kusursuz çellist alıyor Sivilleşme adımlarına hız veren TSK, bir ilke daha imza atacak. Sanatçı alımı yapacak TSK, ‘vücut yapıları düzgün, fiziki görünüşü kusursuz’ bir çellist ile viyolonist alacak.

KARA Kuvvetleri Komutanlığı’nın muvazzaf astsubay ihtiyacını karşılamak amacıyla, en az iki yıl süreli yüksekokul, meslek yüksekokulu veya fakülte mezunları arasından sınavla, bando sınıfı 1 viyolin (keman) ve 1 çello (viyolonsel) branşlarında muvazzaf astsubay statüsünde kadın personel alınacak.

1.60 boy, 48 kilo

En fazla 25 yaşındaki kadın adayların başvuracakları alımda, asgari boy 1.60 cm, asgari kilo standardı ise 48 kg olarak belirlendi. Bando sınıfı viyolin (keman) ve çello (viyolonsel) branşları için TSK’da sivil memur ve işçi olarak görev yapmakta olan kadınların başvurabilecekleri belirtildi. Başvurular 26 Ocak’ta başladı, 10 Şubat’a kadar devam edecek. Yazılı sınav, 19 Şubat’ta Ankara’da yapılacak.

Manken gibi olacak

Adaylardan, ‘vücut yapıları düzgün, her bakımdan sağlam ve fiziki görünüşü kusursuz olanlar’ kadroya alınacak. Yazılı sınavda başarılı olan adayların ön sağlık, fiziki kabiliyet ve yeterlilik testleri yapıldıktan sonra uygulamalı sınav ve mülakatları ise 5-7 Mart tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Başarılı olanlar 30 Ağustos’ta astsubay çavuş rütbesiyle işe başlayacak.

Askerlik yoklaması kalkıyor!

Arınç, Askerlik Kanunu’nda yapılan değişikliğe ilişkin basın mensuplarının sorularına yanıt verdi. Kanunda teknik düzenlemeler yapıldığını ifade eden Arınç, bu düzenlemelerle ilgili şu bilgileri verdi:

“Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi ve Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sistemi’nin yürürlüğe girmesi ile yoklama faaliyetleri ve yedeklik yoklamasına ihtiyaç kalmadı. Onunla ilgili prosedür tamamen ortadan kaldırılıyor. Askerlik meclisleri uygulaması var. Askerlik meclislerinin artık kurulmaması gerektiği düşünülüyor. İlk yoklama ile yedeklik yoklama işlemleri kaldırılarak askerlik çağına girenlerle, askerlikleri geçen yıldan bu yana bırakılmışların yoklamaları ve sayire devam ediyor. Onlar kaldırılıyor.

Sağlık muayeneleri ile ilgili hükümler var. Asker hastanesi bulunmayan yerlerde yapılabilecek işlemler var. Yükümlülerin aile hekimi, resmi sivil sağlık kuruluşları ve askeri hastanelerdeki muayene işlemlerinde herhangi bir ücret veya katkı payı alınmaması var.

Yoklama kaçağı sayısının azaltılması planlanıyor. İlçe idare kurumlarına verilen görevler kaldırılıyor.

Kardeşlerin askere sevk tehirinde bir çocuğun aile bütçesine katkı yaşı dikkate alınarak 15 yaşından küçük kardeşler yerine 20 yaşından küçük kardeşler dikkate alınacaktır deniyor. Türk Medeni Kanunu gereği, aile reisi olarak hem baba hem de anne tanımlandığından kardeş sevk tehirine müracaat edecek annenin dul olması şartı ortadan kaldırılıyor.

Günümüzde birçok üniversitede okula devam mecburiyetinin bulunmaması ve sınıf geçme ile ders geçme uygulamasına geçilmesi nedeniyle fakülte ve yüksekokul öğrencilerinin askerlik ertelemesi şartlarından olan okula devam mecburiyeti ve iki yıl üst üste sınıfta kalmama zorunluluğunun kaldırılması amaçlanıyor.

Tamamen teknik bir düzenleme. Teknolojik olarak kontrollerin ve nüfusa kayıt sisteminin bilgisayarda yapılabildiği günümüzde bir takım prosedürlerin ortadan kaldırılması planlanıyor."

30 Ocak 2012 Pazartesi

Koşaner ve 3 komutan tutuklanacak iddiası

Takvim gazetesi yazarı Ergün Diler, çok konuşulacak bir iddiada bulundu.

Uzun süre MGK ve Genelkurmay'da görev yapmış asker tanıdığının iddiasını köşesine taşıyan Diler, Genelkurmay eski Başkanı emekli Org. Işık Koşaner ve 3 komutanının tutuklanacağını ileri sürdü.

İşte o iddialar

Birkaç gün İstanbul dışına çıktım ya arayan arayana... Yıllarca MGK'da ve Genelkurmay'da önemli makamları işgal eden DOSTUM mesaj bırakmış, "Ararsan sevinirim. Çok ilginç gelişmeler var" diye...
Elimdeki valizleri indirmeden aracı bir kenara çekip çaldırdım..."Aramayacağından korktum ya...
Nerelerdesin?" diyerek telefonu açtı...
Tam araya girecekken "Seni bilmez miyim! Hal hatır sormayı bile zaman kaybı olarak görürsün" dedi...
İlk ve tek antibakteriyel klima parfümü 19 TL

IŞIK PAŞA VE KOMUTANLARI TUTUKLANACAK

Kısa bir sessizlikten sonra BOMBAYI patlattı: Işık Paşa ve birlikte çalıştığı tüm komutanlar ifadeye çağrılacak.
Ve galiba tutuklanacak.
Donup kaldım. Bu kadar keskin bir çıkış beklemiyordum. Ne diyeceğimi bilemedim. Baktım soru BEKLİYOR BEN DE ÜZERİME DÜŞENİ YAPTIM...
-Nereden çıktı şimdi bu?
Neden tutuklanacaklar?
Bütün askeri mahallerde ve özellikle orduevlerinde MANŞET bu... İstifa eden Işık Koşaner ve Kuvvet Komutanlarının tutuklanacağı konuşuluyor. İlker Paşa'dan sonra Silivri'ye giden ikinci ismin Işık Paşa olacağı söyleniyor..
-İstifa ettiği için mi? Suçu ne?
Hayır istifa ettiği için değil tabii ki... Ergenekon terör örgütüne yardım ve yataklık ettiği için...
-Ne yapmış ki Işık Paşa?
Nasıl yataklık etmiş?
Koşaner, BALYOZ sanıklarını kuvvet komutanlarıyla birlikte ziyaret etmişti...
-Ne var bunda? Silah arkadaşları değil mi? Vefa gösterme hakkı yok mu? Öyle değil... İşin arka planı var...
-Nasıl yani?

IŞIK PAŞA'NIN SES KAYDI

Işık Paşa'nın internete düşen ses kaydını hatırlıyor musun?
-Evet hem de çok iyi... Son derece DEMOKRAT sözlerdi...
Belki geneli için öyle ama başını ağrıtacak cümleler de var.
-Hangi cümleler bunlar? "Ergenekon hakkında ben de bir şey bilmiyorum. Ama Balyoz hakkında bir şeyler söyleyebilirim.
Balyozla ilgili, bizde her şey imha edilmişti. Her şeyi iddianameden öğrendik. Şimdi Balyoz denen yani 1. Ordu Komutanlığıkarargâhında 2003 yılında yapılan bir plan seminerinden dolayı ortaya atılan bu iddialar hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. Arkadaşlar, bu olayla ilgili, seminerle ilgili evrakların hepsi imha edilmiş olduğu için olay ortaya çıkınca bir şey bulamadık.
Araştırdık Genelkurmayı, Kara Kuvvetleri'ni, 1. Ordu'yu, ya nedir bu, ne diyorlar bunlar filan. Balyoz malyoz hiçbir evrak bulamadık. Bir tane mesaj çıktı. Bunun için bir girişim yapamadık. Beklemek zorunda kaldık. Ne zaman ki iş iddianame hazırlandı vs. Bu bilgiler elimize geçtiği zaman olayın ne boyutta olduğunu neyin iddia edildiğini açık açık anladık.

NAMERDİN ELİNE MALZEME VERDİK

Balyoz'da, bizi üzen taraf, neyimiz var neyimiz yok çaldırmışız. Konuşmalarımız dahil ne konuşuyorsak var adamların ellerinde, namerdin eline malzeme verdik. Şimdi bizi üzen taraf arkadaşlar, Birinci Ordu'da her şeyimizi çaldırmışız." Işık Paşa'nın işte bu sözlerden dolayı başı ağrıyabilir...
-Peki Koşaner hakkında bildiğim kadarıyla bir soruşturma yok. Bu nasıl olacak?
BALYOZ'daki üçüncü iddianameye 'Açık kaynaklardan temin edilen ses kayıtları' başlığı altında KOŞANER'in ses kaydı konuldu. Yani mahkemede bu iş...
-Ya nasıl olur. Daha geçtiğimiz günlerde Başbakan Erdoğan Işık Paşa'ya ZIRHLI araç verdi. Yani DARBECİ bir PAŞA'ya bu jest niye yapılsın ki?
Demek o zaman Başbakan'ın dışında başka bir güç var...
-Kim bu güç Allah aşkına?

ERDOĞAN MENDERES'İN YAPTIĞINI YAPMADI

YARGI... İşin özünde Erdoğan, MENDERES'in yaptığını yapmadı.
Devlet geleneği adına bazen DARBECİLERE bile tahammül etti.
Menderes budamıştı çünkü...
Erdoğan çok daha akıllı ve olgun bir devlet adamı... Siyasetle asker birlikte çalışırken YARGI işin gereğini yaptı. Baktığında görürsün.
YARGI çok hızlı. Boşluk bırakmıyor.
-Aklım iyice karıştı.
Koşaner'le birlikte görev yapan Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay hükümete destek vermiyor muydu?
Hiçbiri Hilmi Paşa gibi değildi.
Korkuyorlardı. "Durum her an değişebilir" diye etrafı kolluyorlardı.
-Neyi kolluyorlardı?
Ya bir gün makamına gittiğimde masasının üzerinde CUMHURİYET, MİLLİYET ve HÜRRİYET vardı...

DİNLENME KORKUSU VARDI

-Ne var bunda, gazete okumayacak mı? Ya da bize mi soracak ne okuduğunu?
Dinle lütfen... Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanıydı. Yaşar Paşa ile ilgili olumsuz bir şeyler söylemeye başladım, ellerini ağzına götürdü, sus dedi. Dinlenme korkusu vardı. AK Parti'yi kapatma tehlikesi devam ediyordu. "Parti kapatılacak ve LAİKLİK zarar görmeyecek" dedi. LAİKLİK anlayışlarının YANLIŞ olduğunu söyleyince de "SEN DE Mİ BRÜTÜS" dedi...
-E askerin LAİKLİK anlayışının böyle olduğu sır değil ki!
Elbette sır değil. Ordu olaya böyle bakar. Ama Bilgin Balanlı ile Hasan Aksay'ın DEVRE arkadaşı olduğunu da unutma.
-Ne yani her devre arkadaşı aynı şeylere inanmak ve aynı şeyleri savunmak zorunda mı?
Tabii ki değil... Sadece hatırlatmak istedim. Ama AKSAY, en büyük keyfi olan BÜYÜK PATRONLA Golf OYNAMAKTAN MAHRUM KALIRSA ÇOK ÜZÜLÜR...
-Kim bu patron? Şimdi bunlara girmeyelim istersen... İnan uzun zamandır ORDUEVLERİNDE böylesine HARARETLE konuşulan bir başka konu duymadım, görmedim...
İnşallah sadece DEDİKODUDUR...
-Son soru... Sadece bu mu konuşuluyor?
Hayır, bir de Amerikalılar'ın Türkiye ve Ürdün'ün doğusunda GİZLİ ÜS KURACAKALARI dedikodusu yapılıyor. Wall Street Journal'ın "Daha fazla insansız hava aracı ve daha az asker' başlığıyla verdiği haber ikinci MANŞET...
Gerçi Amerikalılar bunu yalanladı ama anlayacağın herkes diken üstünde... HAYIRLISI...

SEN BU İDDİALARA İNANIYOR MUSUN?

-Peki son dedim ama bir soru daha... Sen inanıyor musun birlikte çalıştığın isimlerin ERGENEKON'a yardım ve yataklık ettiğine?
Kaç tane Genelkurmay Başkanıyla birlikte çalıştım. Askeri okullarda SÜNNET olanını bile biliyorum. Devlet bize ADAM OLMAYI öğretti. Her şeyimizi DEVLETE ve bu millete borçluyuz.
Bunca yılda öğrendiğim bir ilke var; "Büyük lokma ye büyük laf etme..." Tekrar ediyorum İNŞALLAH hepsi kuru dedikodudur, kuruntudur... Böyle ise çok sevineceğim...

PKK'nın Eruh'taki ilk eyleminde MKE'nin bombaları kullanıldı

Emekli bomba uzmanı başkomiser Nazmi Nuri Çelik, 1984'te sürgüne gönderildiği Siirt Eruh'ta şahit olduğu ilk PKK eylemini anlattı. Şüphelilere, 'Bunlar, askerî patlayıcı, nereden aldınız?' diye sorunca, emniyet müdürü tarafından sert şekilde uyarılmış. Çelik, "Ergenekon davasından sonra birçok şeye yeni yeni anlam verebiliyorum." diyor.
 
İstanbul Emniyet Müdürlüğü eski Bomba İmha Büro Amiri Başkomiser Nazmi Nuri Çelik, PKK'nın 1984'te Siirt'in Eruh ilçesinde gerçekleştirdiği patlamanın olduğu yere sabah 06.00'da ilk giden isimlerden biri. Ona göre, terör örgütü PKK'nın ilk eyleminde Ergenekon'un parmağı var. Bu tespitini, olayın ardından yaşadığı ancak o dönem bir anlam veremediği gelişmelere dayandırıyor. Çelik, teröristleri sorgularken, "MKE yapımı bombaları nereden aldınız?" diye sorduğunu, ancak idarî makamların, kendisini "Bombacı, sen böyle soru soramazsın!" diye uyardığını anlatıyor.

"O zaman PKK'nın adı cinsi yok. El bombaları, fişekler hep askerî patlayıcı. Şüphelilere bunları sordum. İl Emniyet Müdürü Mustafa Tatar sorguda kolumdan tuttu, tepki gösterdi. Bu Makine Kimya'nın bombası teröristin elinde ne geziyor? Kim veriyor? Soramadım. Demek ki o zamanlar uyanamamışız." diyor. Sürgüne gönderildiği Siirt'te PKK'nın ortaya çıkarılışına tanıklık eden Çelik, Ergenekon davasından sonra kafasındaki şüphelerin cevap bulduğunu söylüyor.



1980'de bomba eğitimi alan 45 polisten biri olan Çelik, emekli olduğu 2004 yılına kadar bomba imha komiseri olarak çalıştı. "Sivri dilli bir memurdum. O yüzden sık sık sürgün edildim." diyen Çelik, 1984'te yine böyle bir sebeple önce Kütahya'ya sonra da Siirt'e sürülmüş. Şehre ilk geldiğinde, tayini Kütahya'ya çıkan bir ilköğretim müfettişiyle tanışmış. Müfettişle Kütahya hakkında konuşurlarken şöyle söylemiş: "Bombacı seni sevdim, kendine çok dikkat et. Yakında bir örgüt patlak verecek. İnşallah sağ salim şark görevini bitirir dönersin." Bu sözler üzerine Çelik, şunları söylemiş: "'Ne örgütü?' dedim. 'Kürt örgütü' dedi. Köylerde geziyor görünüyor. Valiye, emniyet müdürüne, jandarma komutanına söylemiş, onlar eşkıya demişler."

GENELKURMAY'DAN CEVAP ALAMADIM
Bu sürede sayısız bombayı patlamadan etkisiz hale getiren Çelik, güvenlik güçlerine devlet izniyle üretim yapan Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu'na ait bombaların nereden ve nasıl teröristlerin eline geçtiğini çözmek için defalarca kuruma yazı yazmış. Bombaların seri numaralarını da eklediği resmî yazılarına cevap; "Genelkurmay Başkanlığı'na" diye geliyormuş. Bu yazının kopyasıyla birlikte seri numaraları olan bombaların hangi birliğe verildiğine dair bir yazı da Genelkurmay Başkanlığı'na gönderen Çelik, "Bugüne kadar hiçbir yazıma cevap alamadım. Örgüt mü gidip alıyor Makine Kimya'dan bu bombaları?" diyor.

GİZLİ BELGEDEN PERİNÇEK NASIL HABERDAR OLUYOR?
Nazmi Nuri Çelik, tanık olduğu olaylar sonucunda bir yapıdan şüphelendiğini ama bunu Ergenekon olarak değerlendirmediğini söylüyor. Bu sistemin içinde olanlar içinse, "Ya sıhhatleri bozuluyor ya da fazla yaşatılmıyorlar. Eninde sonunda tokadı vuruyorlar. Hepsi gümbürtüye gidiyor." diyor. İstanbul Bomba İmha Şube Müdürlüğü'nde bomba uzmanlığı yapan Çelik, çoğu zaman, ancak gizli belgelerde yer alan olayları Doğu Perinçek'in televizyona çıkıp konuşmasını şaşkınlıkla karşıladıklarını anlatıyor: "Çoğu şeyi biz duymadan, hatta olacak olaylar Aydınlık'ta yayınlanınca şubede birbirimizden şüpheleniyorduk. Doğu Perinçek çıkıp çok gizli belgelerdeki bilgileri televizyondan söylüyor. Çok tartıştık bunu."

Orduevleri ve askerî kamplar / Namık Çınar

Genelkurmay, “TSK mensupları arasındaki dayanışmayı arttırmak, moral ve motivasyona katkıda bulunmak” amacıyla, orduevleri, askeri gazinolar, kamplar, vb. gibi sosyal tesislerde, ifratlara varan ayrıcalıkları ve “kast” ilişkilerini nispeten törpülemek üzere bir emir yayınlamış. Daha ziyade, genel kullanıma açık olan ortak alanlarda, statüleri öne çıkaran bölümlemelerin yapılmamasını, buna yol açan her türlü yazı ve işaret tabelâlarının kaldırılmasını istemiş. Bu uygulama ile, personel arasındaki sevgi, saygı ve bağlılığı yoğaltmanın yanı sıra, orduevleriyle ilgili kamuoyunda dile getirilen tepkileri yatıştırmanın da hedeflendiği anlaşılıyor.

İşte bunu duyunca, sayısız örnekten biri olarak, yüzbaşıyken yaşadığım bir anı geldi aklıma. Şark’tayken, yıllık izne ayrılmış, eşim ve henüz bir yaşındaki bebeğimizle Patnos’tan Babaeski’ye doğru otomobille yola koyulmuştuk. Ankara’ya vardığımızda, o güne kadar kalmanın hiç nasip olmadığı orduevine yorgun argın kapağı atmış, gecelemek için bir oda istemiştik.

O yıllarda tüm orduevlerine hep “torpilliler” dolduruldukları için, görevli erler şımarık olurlar, tüm o yerleri sanki ele geçirmişlercesine, kimseyi adam yerine koymazlardı. Çalışan konumundaki subay ve astsubaylar da onlardan aşağı kalmazlar, birkaç üst komutana yalakalık yaparak yerlerini korurlar, ama o işletmelerin de içine ederlerdi.
Bir vakitler kışlalarda ortalığı haraca-berece kesmişlikleri yüzlerinden okunan kimi emekli albayların, şimdi üç paralık konforları uğruna, buralarda böyle süt dökmüş kedi gibi dolanmalarına tanık olur, öfkelenirdim.

Daha sonraki yıllarda ise, bu hâlleri gidermek üzere, bu sefer de “yok subaydı, yok kızıydı-kızanıydı, misafiriydi” diye ayırt dahi etmeyerek; işi, görevli erlerin her önüne gelene“komutanım” diyecekleri bir başka ifrata kadar vardırmışlardı.
Tabii, sadece Ankara’nın tuzu kuru yerleşiklerinin çevremizde güle oynaya fink attıkları züppe damatlarından, küstah gelinlerinden yer ve fırsat kalıp da, onca yol tepmiş olan bizlerle doğru dürüst ilgilenen dahi çıkmayınca, tahmin edeceğiniz üzere, onun yerine çıngar çıkmıştı. Ardından da dışarıda, kesemize uygun ve o yüzden de berbat bir yerde konaklamak zorunda kalmıştık.

Bu alan, çoğu kimsenin bitmez tükenmez orduevi hikâyelerindeki şikâyetleriyle doludur. Çünkü o tesisler, “kolaylık tesisleri” olmaktan çok, subay ve astsubayları sivillerden ayrıştırarak, sanki onları ayrıcalıklı imişler gibi göstermeye yaramıştır. Bu yalandan ayrıcalıklar, izolasyon yoluyla, geniş ordu kitlesinin gözlerinde “katarakt”a, muhayyilelerinde “üstünlük duygusu”na kapılmalarına ve böylece de anlamsız yere “şişinmelerine” yol açmıştır.

Oysa ayrıcalıklı ve üstün olanlar, bir avuç general ile, sadece konformizmin tadına varmış bulunan üst subaylar ve onların emeklileridir.

Anadolu’nun ve Trakya’nın özellikle küçük kentlerinde, merkezî konumları ve “özel” oluşlarıyla sırıtan bu mahfiller, sivil halkın indinde, kıskançça ve mesafeli olunan, müphem bulunup soğuk bakılan bir etkiye sahiptirler. O yüzden tek iyi yanları, askerliğini genellikle er olarak yapmış, kentli ya da köylü, geniş mütedeyyin kitlelerin militerizasyonunda olumsuz rol oynadıklarıdır. Çünkü, sivillerin de askerileşmesi demek olan militerleşme, daha çok devletin çeşitli eğitim tezgâhlarından geçirilip, biçimlendirilmiş olan “okumuşlar”ına has bir şeydir.
Aslında bu tesisler, haklarında konuşulanlara değecek düzeyde lüks ya da zevkli filan da değildirler. Onları çekici kılan, herkesin giremedikleri yerler olmalarında yatar. Eğer kendi parasal kaynaklarıyla yaratılmış ve işletilmiş olsalardı, berikilerde bu denli böbürlenmeler, karşıkilerde de bu ölçüde homurdanmalar olmazdı. Olanakların “Genel Bütçe”den karşılanması, elde edilen yavanlığa lezzet katmakta; “seçkinlik”leri, resmî bir mahiyet almaktadır.

Düşünsenize; örneğin her yerde olan deterjanlardan alıyorsunuz, ama buradaki markette KDV ödemiyorsunuz. İngilizler Hindistan’da bile yapmamışlardı, bunu. Oralarda üç-beş kuruşa içilen bir bardak çayın Türkiye halkına siyasal maliyeti, dudak uçuklatacak pahadadır.
Kaldı ki bu tesisler, ordunun tüm yükünü omuzlarında taşıyor olan kışla emekçisi genç subayların ve astsubayların leylek oldukları bir sofrada, tilkilerin ağız anatomilerine göre tanzim edilmiş tabaklar gibidir.

Bütün yazını biraz Gümüldür’de, biraz Karpuzkaldıran’da, sonra da Side yahut Bodrum’da, veya Kıbrıs’ta; uydurabilirse kışın da Uludağ’da; geri kalan zamanını da, genel olarak yerleşik olduğu büyük kentlerin namütenahi tesislerinde geçirerek yaşayan; yaşarken de bu olanakları vergilerinden elde etmiş oldukları o topluma demediklerini bırakmayan, bir avuç askerî rantiyenin bozulacak olan çıkarlarıdır, esasen konuştuklarımız.

O nedenle, kendilerini sivil toplumdan soğutagelen bu müesseselere, her biri halk çocuğu olan genç subay ve astsubayların zerre kadar ihtiyaçları yoktur. Bu kurumlar tümüyle kaldırılmalı, onun yerine, o ödeneklerle örneğin, genç subay-astsubayların yıllık izinlerinin bir bölümünü eşleriyle birlikte Paris’te, Barselona’da, Roma ya da Amsterdam’da geçirmeleri sağlanmalıdır. Genç yaşlarda edinilen gözlemler, Türkiye’nin demokratikleşmesine şaşılası ölçülerde katkı sağlayacaktır.

Uludere’de korkunç ve trajik bir hata var / Lale Kemal


ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Francis Ricciardone, bu göreve geldikten bir yıl sonra basının karşısına çıktı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, kendisine “Acemi elçi” yakıştırması yapmasına yol açan sözlerini yine tekrarladı: “Özgürlüğe önem veren bir ülkede, nasıl olur da aydınlar, gazeteciler demir parmaklıklar arkasında olur, onlar bomba atmadılar.” Yeni Anayasa çalışmalarının pek çok açıdan önemli olduğunu ve teşvik ettiklerini vurgulayan Ricciardone, 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere katliamı ile için “Belli ki korkunç, trajik bir hata oldu” ifadesini kullandı.

Ricciardone, Aydınlık, Akit ve Sözcü gazetelerinin dışındaki basın kuruluşlarının Ankara temsilcilerini önceki gün konutunda ağırladı. Büyükelçi, üzerinde ABD Başkanı Barack Obama’nın politikasının özetlendiği diğer yüzünde ise Ankara’daki büyükelçilik misyonunun amaçlarını anlatan küçük karvizitleri basına dağıttıktan sonra Türkçe olarak yaptığı kısa konuşmasına, “Türkiye gibi demokratik ülkelerde basının rolünün çok önemli olduğunu biliyoruz” diyerek başladı.
 

Aydınlar özgür olmalılar

“Türkiye gibi demokrasi yolunda inanılmaz adımlar atmış, özgürlüğe önem veren bir ülkede aydınlar, gazeteciler demir parmaklıklar arkasında nasıl olur” diye soran Büyükelçi, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu insanlar bomba atmış olsalar anlardım ama insanların söyledikleri nahoş da olsa, öfkeli bile olsa hapse atılmazlar. Aydınlar özgür olmalılar, fikirlerini test edebilmeliler. Türkiye bunlara ‘terörist’ dedi biliyorum.”

Riccardone’nin ifade özgürlüğüne ilişkin eleştirel sözleri, Türkiye’nin, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde, 179 ülke arasında 138’nci sırada iken 148’nci sıraya yükselmesi, diğer bir deyişle, bu alandaki sicilinin daha da kötüleştiği bir döneme rastlıyor. Hatırlanacağı üzere Ricciardone’nin, göreve gelir gelmez ayağının tozuyla verdiği demeçte, Odatv baskınında bazı gazetecilerin, Ergenekon darbe teşebbüsü soruşturması kapsamında tutuklanmalarıyla ilgili sorular üzerine, “Bir yanda gazeteciler gözaltına alınıyor, bir yanda basın özgürlüğü deniyor. Biz anlamıyoruz onun için sizlere soruyoruz. Türklerin görüşleri önemli. Ama ifade ve basın özgürlüğü Türkiye, ABD ve bölge için hayati öneme sahip” demişti. Ricciardone’nin, o tarihteki bu sözleri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sert tepkisine yol açarken, kendisini “Acemi elçi” olmakla da suçlamıştı.

Ancak Erdoğan’ın, önceki gün Zaman gazetesinin kuruluş yıldönümünde, polise saldırı düzenleme gibi bir dizi suçlara karıştıkları için gazetecilerin tutuklu ya da mahkûm oldukları yolundaki açıklamalarını yineleyip, “gazeteciler hapse atılıyor,” kampanyası yapıldığı şeklindeki sözleri sarf ederken, Ricciardone, aynı saatlerde, basın özgürlüğü üzerine yaptığı eleştirel açıklaması ile Başbakan’ı yine kızdıracağa benziyor. Ricciardone, ülkesinin Türkiye’de yeni Anayasa yazılmasına verdiği önemi, yeni Anayasa çalışmalarının pek çok açıdan önemli olduğunu vurgulayarak ve teşvik ettiklerini de belirtti. Büyükelçi; “Türkiye, 1982 Anayasası’nı geride bırakarak temiz sayfa açtı. Bu beni cesaretlendirdi” dedi.


Kapımız 24 saat açık

ABD elçiliği, Amerikan güçlerinin 2003 Mart’ında Irak’ı işgali başlamak üzereyken Türkiye’nin, toprakları üzerinden ikinci cephe açılmasını son dakikada tezkere ile reddetmesine paralel olarak basınla ilişki düzeyini de kademeli olarak düşürmüştü. Büyükelçi Ricciardone, önceki gün basınla buluşmasında, Türk medyası ile kendisi ve diğer elçilik görevlilerinin daha sık biraraya geleceği sözü vererek, “24 saat, haftanın 7 günü bize ulaşabilirsiniz” dedi. “Belki önyargılıyım ama yazılı basını tercih ediyorum” diyen Ricciardone, “Yazılı basın ile detaylı görüşebiliyoruz, Twitter’da olduğu gibi kısa bilgiler olmuyor” dedi.

Obama yönetimi altında Türkiye ile ilişkileri yenileme sürecinde, “Birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu biliyoruz” diyen Ricciardone, Türkiye ve ABD arasındaki ikili ekonomik ilişkileri, iki ülke arasındaki diplomatik ve stratejik işbirliği düzeyine getirmek için adımlar attıklarını anımsattı. Büyükelçi, Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerinde, son rakamlar geldiğinde bunun yüzde 35 ya da daha fazla artmış olduğunun görüleceğini belirterek, “Bu yıl düzeyi daha da artırmak istiyoruz, bu alanda büyük planlarımız var” dedi.


Uludere’de trajik bir hata oldu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, önceki gün CNNTürk’te, 34 kaçakçının öldürüldüğü Uludere olayındaki istihbarat bilgisini, ABD ya da İsrail’in verdiği yolundaki sözlerinin hatırlatılması üzerine Ricciardone, “Genelinde ve Uludere özelinde ABD, Türkiye’nin hedef saptama kararlarında yer almıyor, bu Türk tarafınca belirleniyor. PKK konusunda Türkiye’ye verebildiğimiz kadar istihbarat desteği veriyoruz” diyerek yanıtladı. Uludere olayında ölenlere başsağlığı dileyen Ricciardone, şöyle konuştu: “Birçok kişi hayatını kaybetti, olmamalıydı. İstihbarat toplamada kimsenin mükemmel bilgisi olmaz. Amerikan askeri birlikleri bu anlamda çok iyi çalışır. Bir köyde insanlar nasıl çalışır diye araştırır mesela. Afganistan’da maslahatgüzar iken bir olay nedeniyle özür dilemişimdir. Türk hükümetinin yaptığı açıklamalardan anladığım kadarıyla Uludere olayında belli ki trajik bir hata oldu, belli ki korkunç bir hata oldu. Başbakan Erdoğan da yanılmıyorsam bu olay için operasyonel bir hata” dedi.


İstihbarat bilgisi veriyoruz

Operasyonel ve istihbarat konularında yorum yapmadıklarına işaret eden Ricciardone, “Bunu ‘ABD’nin spesifik katılımı var (Türk operasyonlarına)’ diye almayın. Predatörlerle ilgili istihbarat bilgisi veriyoruz zaten onların kalkışlarını görüyorsunuz, bu sır değil. Bu (faaliyetleri de) sizin askerlerin iyiliği için yapıyoruz ki PKK yerlerini öğrenmesin.”

Riccardone, Türkiye’nin, sınırdışı operasyonlarını her zaman sınırlı tutmasını ve sivil ölümlerinin olmamasını istediklerini belirtirken belli süredir sınırdışına kara harekâtı olmadığını kaydetti ve Irak’ın toprak ve hava sahası egemenliğine saygı duyduklarının altını çizdi. ABD’nin, PKK konusunda Türkiye’ye istihbarat, kolluk gücü desteği ve uyuşturucu trafiğine karşı destek vermeye çalıştığını belirten Ricciadone, PKK’nın yayın organı olan Roj TV ‘nin yayınlarının durdurulması da dahil olmak üzere Avrupa ile yakın temas halinde olduklarını anımsattı.

Ergenekon ve Balyoz gibi darbe teşebbüsü davalarına girmek istemediğini belirten Ricciardone, ancak, tüm davaların şeffaf bir biçimde görülmesini ve adaletin zamanında sağlanmasını istediklerini belirtti.


Radar Türk halkını güvende tutar

İran’ın, nükleer silah geliştirme kapasitesini önlemek için uygulanmakta olan AB yaptırımlarını Türkiye’nin de uygulayacağını söylediğini aktaran Ricciardione, “Türkiye’ye (uymayacağını söylediği) ABD’nin tek yanlı yaptırımlarını anlattıklarını belirterek, Türk firmaları ve bankaları, AB ve ABD’nin yaptırımlarını dikkatle takip etmeye devam ediyorlar” demekle yetindi. Malatya Kürecik’te, ABD önderliğinde ve NATO şemsiyesi altındaki füze kalkanı radarının tam olarak operasyonel hale geldiğini belirten ABD Büyükelçisi, “Bu sistem, savunma amaçlı ve kötü niyetli düşmancıl füzelerden koruma amaçlıdır. Türk halkı kendini güvende hissedecektir” diye konuştu. Ortadoğu’da, şiddet içermeyen barışçıl demokratik geçiş istediklerini belirten Ricciardone, bu konularda Türkiye ile ülkesi arasında yakın istişareler olduğunu, Türkiye’nin analizlerini de aldıklarını belirtti. Suriye’ye bu noktada bir askerî müdahale öngörmediğini söyleyen Ricciardone, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın ABD nezdinde inandırıcılığını ve itibarını yitirdiğini söyledi.

Uludere bombalaması PKK içindeki şahinleri güçlendirdi / Emre Uslu

Geçen nisan ayından bu yana defalarca belirttiğim gibi PKK içindeki şahin kanat Öcalan’a gündem dayattı.  Ortadoğu’da devrimlerin olduğu dönemde barış görüşmesi yapmanın yanlış olacağını ve devrimci halk savaşı çıkararak daha fazla kazanım elde edebilecekleri düşüncesinden hareket eden şahin kanat Öcalan’a rağmen savaş başlattı. Öcalan’ın önünde iki opsiyonun olduğunu,  liderliğini sorgulatmamak için ya şahinlere yanaşıp onların sözcülüğüne soyunacağını ya da şahinleri tasfiye edip barış yanlıları ile barış görüşmelerini yeniden başlatacağını belirtmiştim.

21 Aralık 2011’de Çukurca saldırısından sonra geliştirilen nokta operasyonu konseptiyle birlikte PKK içindeki ılımlı kanadın güçlenmeye başladığı ve başta Cemil Bayık olmak üzere şahin kanadın temsilcileri Mustafa Karasu ve Duran Kalkan’ın görünürlüklerinin giderek azaldığını ve bunun PKK içindeki çatlağın tasfiyeye dönüşmeye başladığını belirtmiştim.
Ancak Uludere’de 34 köylünün kendi uçaklarımızdan sonra bombalanması PKK içindeki dengeleri değiştirip şahinleri güçlendirdi. Çukurca’dan sonra geliştirilen nokta operasyonları konsepti bıçak gibi kesilip durduruldu. Bence zaten amaç da buydu. PKK içindeki şahin kanat ile Ankara’daki derin damarın ortak operasyonu ile PKK içinde zayıflayan şahin kanadın önü yeniden açıldı. Şimdi şahinler güvercinleri tasfiye ediyor. Bunu ben söylemiyorum bizzat PKK Meclisi’nin açıklamasında var bu bilgi.

Buna göre PKK, Silvan saldırısından sonra Murat Karayılan’ın Taraf’a gönderdiği mektupta inkâr ettiği şahinlerin stratejisi Devrimci Halk Savaşı stratejisine geri dönüyor ve açıkça ve yeniden “Devrimci Halk Savaşı başlatacağız” deniyor:  “AKP-Gülen Cemaati iktidarının uluslararası sermayeyi de arkasına alarak, Kürt ulusunun statüsüz kılınması ve köleleştirilmesi anlamına gelen Lozan’ı güncelleştirme amaçlı topyekûn savaşı sürdüreceği, Roboskî’de görüldüğü gibi halkımıza karşı katliam ve soykırımı sürdürme siyasetinde ısrar edeceğini değerlendirmiştir. Bu topyekûn yok etme savaşına karşı Önderliğimiz, halkımız ve Kürt siyaseti direnirken, hareketimizin de daha üst düzeyde ‘Devrimci Halk Savaşı’ perspektifi çizgisinde derinleşmesi gerektiğini tesbit etmiştir. Toplantımız, bunun dışında hiçbir yol bırakmayan ve kirli ittifaklar temelinde dayandığı uluslararası güçlerin desteğiyle bizlere ve halkımıza onursuzca bir yaşamı ve teslimiyeti dayatan AKP faşizmine karşı kapsamlı bir direnişle cevap verilmesinin tarihî bir görev haline geldiğini karar altına almıştır.”

Bu değerlendirmeler PKK Meclisi’nin açıklamaları kamuoyuna yansımadan yazdığım, bir önceki yazımda yer alan analizle örtüşüyor. Yani PKK 15 şubattan itibaren kendi içinde oluşturduğu derin damarın yönlendirmesiyle şiddet eylemlerini tırmandırmayı deneyecek. Bunun için de özellikle şahinler Uludere bombalamalarından sonra inisiyatif alarak kendi içinde pasif gördüğü güvercin kanadın temsilcilerini tasfiye etmeye başlamış. PKK Parti Meclisi toplantı tutanaklarına bu tasfiye şu şekilde yansıyor:
“2011 yılında yürütülen mücadelenin tam bir başarı kazanmaya yetmediğinin altını çizmiştir. Bunun kaynağında öncülükte yaşanan ciddi yetersizliklerin bulunduğunu belirleyen toplantımız, komuta ve militan yapıda dönem görevlerini yerine getirmede yaşanan darlığın aşılmasının öncelikle doğru partileşmeyle mümkün olduğunu tesbit etmiştir. Önderlik çizgisinin zenginliği ve halkımızın büyük fedakârlığına rağmen, ortaya çıkan bütün olanakları zengin taktiklerle değerlendirme yerine, birçok yerde taktiğe girmeme ya da taktik çizginin dışına çıkma pratikleri yaşanmıştır. Pratik süreç içinde yaşanan tüm yetersizlikleri aşmaya dönük örgüt içi bir hamlenin geliştirilmesini gerekli görmüştür. Bu temelde pratik içerisinde çıkan yetmez ve geri tüm yaklaşımları mahkûm [etmiştir].”
Yani PKK içindeki yetersiz gördüğümüz kişileri tasfiye ettik yerine yenilerini getirip yeni bir hamle başlatıyoruz deniyor. Tasfiye edilenlerin başında da muhtemelen pasif olduğu için eleştirilen HPG sorumlusu Nurettin Sofi var ve yerine muhtemelen Kadri Çelik ya da Fehman Hüseyin’in gelmesi, ama mutlaka şahinlerin mezhep damarına yakın bir HPG sorumlusunun getirilmesi söz konusu. Bu bağlamda yine Türkiye içindeki bölge sorumlularının da yine aynı damardan kişiler olması büyük olasılık. Bu değişim önümüzdeki dönem PKK’nın eylemlerinin nerelerde yoğunlaşacağını da gösterir.
Bu çerçevede şahinlerin sözcüsü Mustafa Karasu’unun PKK’nın resmî internet sitesindeki açıklamasında önemli ipuçları var. Karasu Öcalan’ın görüşe çıkmamasını şahinlerin duruşuna destek olarak okuyor:  “Apo ‘benimle bir görüşme olacaksa bu ancak politik olur’ mesajını vermiştir. Artık sadece görüşmelerin olması siyasal durumda bir değişiklik yapmaz. Bir görüşme olursa PKK’nin tutumu değişir, AKP eskisi gibi oyalama politikalarını sürdürür yaklaşımı ve beklentisi içinde olanların yanıldıkları İmralı’daki görüşe çıkmama tutumuyla netleşmiştir. ...AKP’ye bu politikaların karşısında direnişten başka bir tutum bekleyemezsin denmiştir. Diğer yandan da İmralı’ya sıradan yaklaşım gösterilemeyeceği hatırlatılmış, AKP ciddi olmaya davet edilmiştir. ...Artık AKP güçsüzdür. Güç aldığı temel dayanaklardan yoksundur. (Silvan saldırısı öncesinde de AKP en güçsüz zamanında deniyordu –EU.) Apo görüşe çıkmayarak AKP’nin kendini gizleme tutumlarına son tekmeyi de vurmuştur. ...Artık basın açıklaması gibi yumuşak mücadele yöntemleri yerine daha sert ve kararlılık isteyen mücadele yöntemleri devreye girer. Mücadelenin daha doğru kulvarda yürümesi böyle gerçekleşir. ...İmralı’da gösterilen bu tutum aynı zamanda BDP’ye AKP’ye yaklaşımın ne olması gerektiğini göstermektedir. AKP hem BDP’yi bitirmek isteyecek hem de BDP’liler bir şey olmamış gibi AKP’lilerle konuşacaklar ve el sıkışacaklar! Bunun ilkesizlik ve ciddiyetsizlik olacağını bir daha hatırlatılmıştır. (Duran Kalkan da daha önce BDP’yi dağa çağırmıştı –EU.)”

Yani şahinler, “Öcalan son mesajıyla biz şahinlere destek verdi savaşı tırmandıracağız” diyor.