12 Eylül 2011 Pazartesi

YAZILIMI Yöneten SİLAHI Yönetir!

Donanmadaki casusluk operasyonu ve TSK’nın kullandığı yazılımların İsrail’den alınması, Akdeniz’de olası bir krizde silahların güvenliğini tartışmalı hale getirdi.
Türkiye-İsrail arasındaki özür krizi, Birleşmiş Milletler’in Mavi Marmara raporunun ardından zirveye tırmanırken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yeni yardım gemilerinin korunacağını söyledi. Kaçınılmaz olarak da Türk - İsrail donanmalarının karşı karşıya gelmesi durumuna ilişkin senaryolar ortaya atılmaya başlandı. Pratikte iki donanmanın çatışması mümkün gözükmese de İsrail’in birçok durumda konvansiyonel silahlarla sınırlı kalmaması, olası bir krizin “yazılım” alanında yaşanacağını gösteriyor.

Yazılım gücü İsrail’de
Nükleer gücün yarattığı felâket dengesi, günümüz ordularını alternatif üstünlük arayışlarına iterken devreye “yazılım” giriyor. Silah teknolojisine bilgisayar hâkim olduğu ölçüde, onu yönetmek için kullandığınız “yazılıma” da muhtaç kalıyorsunuz. Sonuçta, yazılımı yöneten silahı da yönetiyor. Yapılacak manevradan haberdar olabiliyor ya da en basitinden karartmaya giderek beşinci nesil bir silahı 2. Dünya Savaşı dönemine gönderebiliyor. Bunun en güzel örneklerini de İsrail yapıyor.
Kasım ayında hava tatbikatıyla gövde gösterisi yapmak isteyen İran kendini casus yazılımlarla karartma altında bulunca, bunu kimin yaptığından kimsenin şüphesi yoktu. Üstelik bunu izleyen günlerde yaşanan .Kuzey Kore - Güney Kore çatışması sırasında, savunma sanayinin lokomotifi ABD’nin, İsrail’den casus yazılım istediği haberlerinin basına yansıması da İsrail’in bu işte ne kadar usta ve ilerde olduğunun göstergesiydi

İçimizdeki casuslar düşmana yeter
Türkiye, günümüz silah teknolojisinde “müşteri” olmanın ötesine geçebilmiş değil. Bugünün silahlarını sivil mühendisler üretirken, Türk Silahlı Kuvvetleri “emekli” generallerle ASELSAN, HAVELSAN gibi kurumları ve tabii ki savunma sanayi ihalelerini yönetiyor. Sonuçta, dikkatli bir gözün fark edebileceği gibi; toplumda öfke yaratan her toplu şehit olayının ertesi günü gazetelerde yer alan “Türk mühendislerinin ürettiği” robot nöbetçiler bir türlü kullanımda görülemezken, ilk uçuşunu yapan prototip helikopterin en Türk tarafı, modelinin başına konan “T” harfi oluyor.
Türk insansız hava araçlarının başarı öyküleri toplumdaki infiali dindirmeye yararken, Başbakan hâlâ İsrail’den alınamayan Heronların kavgasını veriyor. Ve birçok yolsuzluğun döndüğü savunma ihaleleri genelde İsrail’de kalıyor.

Söz konusu zaafiyetin ortadan kaldırılması için atılan millileşme çabalarının durumu ise “donanmada casusluk soruşturması”yla gözler önüne serildi. Milli gemi (MİLGEM) gibi projeleri yabancı ülkelere sattıkları iddiasıyla, içlerinde askerlerin de bulunduğu birçok kişi tutuklandı.

Akdeniz’de bizi ne bekliyor
Yardım gemilerini koruma noktasında iki ülke karşı karşıya gelirse ne olabilir sorusunun cevabı; savaş gemileri ya da hava önleme kabiliyeti gibi konularla sınırlı değil. Dünden bugüne gelen modernizasyon ve yazılımdaki İsrail’e olan bağımlılığımız, bizi yeni bir tür tehditle karşı karşıya bırakmış durumda.

Uluslararası alanda “siyasilere ve üst düzey askerlere rüşvet” soruşturmalarının odağında bulunan İsrail’in ihraç ettiği sistemlerdeki yazılımlara yerleştirilen “truva atları”, birçok ülkenin İsrail’i kara listeye almasına neden oldu. Ancak, son krize kadar savunma ihalelerinde ilk tercihini İsrail’den yana kullanan Türk ordusunu, Akdeniz’de bekleyen tehlike İsrail’in savaş gemilerinin çok ötesinde. Olası bir kriz durumunda çatışanlar fırkateynler değil, ocak ayındaki siber tatbikatın ilk gününde çöken Türk sistemleri ile İsrail teknolojisi olacak.