12 Eylül 2011 Pazartesi

Korku imparatorluğunun sonu / Ekrem Dumanlı


Bugün 12 Eylül... 1980'de yapılan askerî darbenin üzerinden 31 sene geçti. Geçen yıl tam bugün Türkiye referanduma gitti ve o darbeyi tarihe gömdü. Oysa darbe yapıldığında oluşan havanın en az bin yıl süreceği sanılıyordu; tıpkı diğer darbe ve baskı günlerinin çağlar boyu devam edeceğinin zannedilmesi gibi...

12 Eylül öncesi sokaklarda dehşet yaşanıyordu; doğru. Ülke sağ-sol diye birbirine girmişti; doğru. Alevi-Sünni çatışması tehlikeli boyutlara ulaşmıştı; doğru. Her gün onlarca insan hayatını kaybediyordu; doğru. Lakin o günden bugüne şu soru soruluyor: Onca vahşet ve dehşet, darbe gibi korkunç bir insanlık suçu işlenmeden önlenemez miydi? 

Daha çetin bir soruya cevap arıyoruz birkaç senedir. Ergenekon davası gösterdi ki 'darbe şartlarının oluşması için' bazı planlar yapılıyor. Kaos ortamlarının oluşturulması için bazı derin güçler kâh koyun postuna bürünüyor kâh kurt rolüne soyunuyor. Dolayısıyla bugün ortaya çıkan somut deliller o güne dair şüphelerimizi derinleştiriyor. Mesela 'kanlı 1 Mayıs'ı kim tezgâhlamıştı? Kahramanmaraş olaylarındaki sinsi plan Sivas'takine, Çorum'dakine, Yozgat'takine vs. nasıl oluyor da bu kadar benziyordu? Art arda gelen suikastlar neden önlenemedi, bulunan tetikçiler nasıl oldu da en sıkı hapishanelerden kaçırılabildi? Daha açıkçası, darbeyi yapanlar ile darbe havası oluşturanlar arasında bir bağ var mıydı; o bağın bir ucu yurtdışındaki güçlere dayanıyor muydu? Sorular uzayıp gidiyor; çünkü Ergenekon davaları, toplumun büyük bir psikolojik harbe maruz kaldığını ve maalesef tertemiz duygular içindeki gençlerimizin kullanıldığını gözler önüne seriyor...
12 Eylül darbesinin bize öğrettiği daha korkunç bir gerçek var: Darbe şartları ne kadar ustaca hazırlanırsa hazırlansın ve halk nezdinde belli bir meşruiyet kazanırsa kazansın; darbe sonrası ortaya konulan vahşet, darbe öncesi cinayetlerden geri kalmıyor. Sadece bizdeki darbeler değil; darbeyle yönetilme bedbahtlığına maruz kalmış her yerde böyle. 

Düşünün ki bir sabah askerî cemseler, tanklar kapılara dayanmış olsun. Vatandaşın vergisiyle alınan silahlar o vatandaşa çevriliyor. Düşünebiliyor musunuz; üzerinde taşıdığı şerefli üniformanın değerini bilmeyen bazı adamlar, gencecik çocuklara elektrik vermeyi, onları Filistin askısına asmayı, döve döve onlara kan kusturmayı vatanperverlik sanıyor. Sorguya götürülenleri arayıp soramıyorsunuz; soranların akıbeti de meçhullere karışıyor. Hukuk çoktan Kaf Dağı'nın ardına atılmış, adalet lügatlerden silinmiş, silahlı güçler silahsız insanları inim inim inletmekte. Hafiyeler muhbirlerin esiri olmuş; muhbir, insan avında. On binlerce insan hapishaneye girer, on binlerce insan işkenceye maruz kalır, on binlerce insan firar edip köşe bucak kaçmak zorunda bırakılır. Darbe budur! 'Kurunun arasında yaş da yanar' derler ve ormanları bir hiç uğruna yakarlar. Hakkınızı arayamazsınız. Ne öz evlatlarınızdan kurulu ordunuzu tanıyabilirsiniz ne de bekâsı için dua ettiğiniz devletinizi... 

Sonra bir gün gelir o karanlık anılar ve yarasa ruhuyla işlenmiş günahlar gizlenemez hale gelir. Konjonktürün mubah kıldığı mazeretlerin absürtlüğü sırıtmaya başlar ve eline kan bulaşan herkes hesap vermek zorunda kalır. 

12 Eylül darbesinin başına da o geldi. Üstelik tam 30 yıl sonra ve tam darbenin yapıldığı günde. Kaderin cilvesine bakın ki o referandumun sağladığı imkânlar ölçüsünde şimdi darbeciler hesap veriyor, mağdurların hakları iade ediliyor. Dünyada da böyle oldu ve her darbenin hesabı soruldu; soruluyor. Demek ki korku imparatorluğu bir gün çatır çatır yıkılıyor ve zalimler hukuk karşısında sigaya çekiliyor. Herkes bu gerçeğe göre kendine çekidüzen vermeli; asker, sivil, siyasetçi, iş dünyası ve tabii ki medya. Bütün darbelerin suç ortağıdır medya! Boşuna dememişler 'Zulüm ile âbâd olanın sonu berbat olur.' diye.