31 Mayıs 2011 Salı

Askeri Cumhuriyet / Ahmet Altan

Acılı bir dönem sona eriyor.
Yanlış kurulmuş bir cumhuriyet şimdi yeniden biçimleniyor.
Biz cumhuriyet kurup başına Mustafa Kemal'i getirmedik, Mustafa Kemal'i başa geçirip etrafına bir cumhuriyet kurduk.
Tek partili bir diktatörlük de halktan destek alamadığı için desteğini ordudan aldı.

Niye yaptığımızı bugün dahi mantıklı bir şekilde açıklayamadığımız bir sürü tuhaf "devrimi" ordu zoruyla gerçekleştirdik.
İnsanların giysilerine musallat olduk.
"Fes giymeyeceksin" diye tutturduk.
Alfabelerini değiştirdik.
Müziklerini dinlemelerini yasak ettik.

Bunların hiçbirini halkın rızasını alarak yapmak mümkün olmadığından hep orduyu kullandık.
Ne olurdu insanlar fes giyseydi, Arap alfabesi kullansaydı, Bach yerine türkü dinleseydi?
Ne olurdu görüntü Batılılara benzemeseydi de, "halkın iradesine" dayanan bir yönetim şekli Batı'ya benzeseydi?
Bu ülkede "şapka giymiyor" diye adam asıldı.
Bunun saçmalığını dile getirmek yasaklandı.
Mustafa Kemal, Batı uygarlığının "özünü" değil, biçimini benimsedi.
Bu ülkenin aydınları da "görüntüyü" çağdaşlık olarak değerlendirdi.

Eğitim bir "beyin yıkama" kampanyasına dönüştürüldü, demokrasi neredeyse lanetlenip "cumhuriyet" alabildiğine yüceltildi.
Cumhuriyet, bir diktatörlük yönetimine cevaz veriyordu çünkü.
Demokrasi ise diktatörlüğe izin vermiyordu.
Gericilik-ilericilik tamamen şekil üzerinden öğretildi.
İnsanların birbirlerine nasıl hitap edeceği bile yasalarla belirlendi.
Batı'nın şapkasını aldık.
Gömleğini, ceketini, alfabesini aldık.
Felsefesini, bilimini, demokrasisini almadık.

Görüntüsel bir özentiye dayanan bir diktatörlük kurduk, bunun sürmesini de ordunun silahıyla sağladık.
İsmet Paşa da bu düzeni sürdürdü.
Sonra bunu değiştirmek zorunda kaldık.
Her şeyi "görüntü" sandığımızdan "demokrasinin" de görüntü kısmını benimsedik.
Seçimlere çok parti girdi ama yönetim hep orduda kaldı.
Seçilen siyasiler, yönetimi kendilerinde sandıklarında ordu devreye girip darbe yaptı.
Darbeler de bizim tuhaf cumhuriyetin bir "parçası" olarak kabul edildi.

Soğuk Savaş sırasında, Amerika Türkiye'yi Sovyetler'e karşı kullanmak istediği için bu düzenin sürmesinden yana çıktı.
Sonra dünya değişti.
Amerika değişti.
Avrupa değişti.
Türkiye'den talepleri değişti.
Ordu bunu kabul etmek istemedi.
Son darbesini 28 Şubat'ta yaptı.
2002'de zenginleşen muhafazakâr kesimlere dayanan, dünyanın desteğini arkasına almış AKP iktidarına karşı da darbe hazırlıklarını, girişimlerini, planlarını sürdürdüler.

Dünyaya öylesine kördüler ki hayatın değiştiğini fark etmediler, kendilerine olan güvenleri tamdı, hazırladıkları darbeleri kayıtlara geçirdiler.
Hayatın, zamanın, koşulların kendilerine verdiği mesajları anlamamakta direndiler.
Sonunda yakalandılar.
Halk artık darbelerden ve darbecilerden nefret ediyordu.
Kendi iradesinin iktidara gelmesini istiyordu.
Dünya da bunu destekliyordu.
Dün ilk kez muvazzaf bir orgeneral "darbe" hazırlıklarına karıştığı için tutuklandı.
Kenan Evren, darbe yaptığı için ifadeye çağrıldı.
Ordunun içindeki son cunta da şimdi temizleniyor.
Yeni bir çağ açılıyor.
Bu çarpık cumhuriyetin içinde hayat bulmuş bütün "çarpıklıklar" da temizlenecek, cumhuriyeti bu toplum yeniden kuracak.
İnsanların giyimine, diline, dinine, yaşamına karışılmayacak, karışmaya kalkan cezalandırılacak.
Kişilerin iradesinin değil, dünyayla uyum içinde yaşayacak bir toplumun iradesinin yönetime yansıyacağı bir dönem bu.
Diktatörlüğe heves etmek artık mümkün değil bu çağda, bunu da herkesin aklında tutmasında büyük fayda var.

Kışlada intihar için şok iddialar

Iğdır 5'nci Hudut Alayı'na bağlı Özdemir Karakolu'nda askerlik yaparken, terhisine 35 gün kala, 22 Nisan 2011 tarihinde intihar ettiği ailesine bildirilen Diyarbakırlı Uğur Pamuk'un babası Mehmet Reşat Pamuk ve annesi Sunahan Pamuk, çocuklarının intihar etmediğini, öldürüldüğünü ileri sürdü.

Iğdır 'da askerlik görevini yaparken, terhisine 35 gün kala intihar ettiği belirtilen Diyarbakırlı 22 yaşındaki Uğur Pamuk'un ailesi, çocuklarının öldürüldüğünü iddia etti.

Iğdır 5'nci Hudut Alayı'na bağlı Özdemir Karakolu'nda askerlik yaparken, terhisine 35 gün kala, 22 Nisan 2011 tarihinde intihar ettiği ailesine bildirilen Diyarbakırlı Uğur Pamuk'un babası Mehmet Reşat Pamuk ve annesi Sunahan Pamuk, çocuklarının intihar etmediğini, öldürüldüğünü ileri sürdü. 5 çocuklu Pamuk ailesinin ilk çocuğu olan Uğur Pamuk'un terhisi yaklaşırken intihar ettiğine inanmadığını belirten anne 45 yaşındaki Sunahan Pamuk, olayın aydınlatılmasını istedi.

Diyarbakır'da nakliyatçılık yapan baba 45 yaşındaki Mehmet Reşat Pamuk, Adli Tıp Kurumu'ndan gelecek sonucu beklediklerini belirterek, "Hukuki haklarımızı aramak için 8 avukat tuttuk. Ben yasal hakkımı sonuna kadar arayacağım" dedi.

Mehmet Reşat Pamuk, oğlunun ölüm haberini aldıktan sonra görevli olduğu karakola gittiklerini belirterek, şöyle dedi:

"Elime aldığım bir fenerle oğlumun intihar ettiği belirtilen kulübeye girdik. Kulübede ne bir kan lekesi, ne bir kurşun izi, ne kapı var, ne kasası var. Sonra bizi götürdükleri odada çay ikram ettiler. Ben tugay komutanına dedim ki, kalk beraber gidelim kulübeye, eğer sen burda çocuk intihar etmiş dersen, ben oğlumun hakkını helal edip evime döneceğim dedim. Komutan yerinden bile kalkmadı. Ondan sonra, kan lekesi yok diyorum. Komutan, 'uzman çavuşa deterjan vermişim yıkatmışım' diyor. Ama duvarda askerlerin yazdığı yazılar vardı daha. 1 metrekarelik kulübe diye yazmışlar raporda. G-3 silahı 1.05 metredir. Bir insanın kafası da 10 santim olursa, 1 metre 15 santim oluyor. Silahı nasıl doğrulttu, kafasına nasıl sıktı, bir tavuğu bile kestiğin zaman tavuk 10 kez çırpınıp durur. Yani bu adam kafasına nasıl sıktı, nasıl düştü. Her iki eli karnının üstünde tüfek de altında nasıl tuttu? Bunu anlamadım."

Oğlunun olaydan bir kaç gün önce telefonla amcasını arayarak, "Amca beni öldürecekler" dediğini ileri süren baba Pamuk, "Ölümünden 5-6 gün önce beni de aramıştı oğlum. Durumunun iyi olduğunu hiç bir sorunun olmadığını söylemişti. Ama sadece, 'Ben idare edeceğim' sözü kafamda soru işareti yaratmıştı. Oğlum beni üzmemek için beni değil de amcasını aramıştı" diye konuştu.

Bir askerin iddiası

Oğlunun bir asker arkadaşının gazetelere mektup gönderdiğini kaydeden Mehmet Reşat Pamuk, "Oğlumun bir asker arkadaşı bazı gazete bürolarına internet yoluyla mektup göndermiş. Vicdan azabı çektiğini anlatan bu kişi 22 Nisan tarihinde Uğur'u yemek saatinde bir kez gördüğünü, komutanın Uğur'u yanına çağırdığını ve bir daha görmediğini anlatmış. 23 Nisan'da bir albayın karakola gelerek, herkese bağırdığını hakaret ettiğini anlatan bu kişi, 'siz benim geleceğimi karartacaksınız, getirin o şerefsizin ölüsünü' demiş. Bunun üzerine 3-4 asker battaniyeye sarılı bir kişiyi nöbet kulubesine götürmüş. Sonra tabur komutanı yarbay da, 'getirin o şerefsizin silahını' demiş. Silahı getirmişler. Mektubu gönderen kişi, bataniyenin açılmasından sonra Uğur olduğunu görmüş. Sözde intihar süsü vermişler" iddiasında bulundu.

Başörtüsünü Penise Bağlayan PAŞA

Eski bir kurmay subay, başörtüsü yasağını penisle savundu. İşte çoşku adamı Ramiz İlker'den çarpıcı analizler...


Çoşku adamı emekli paşa Ramiz İlker Beyaz Tv’de yine döktürdü.
Akşam Yazarı Nagehan Alçı’yla başörtüsü tartışmasına giren Ramiz İlker, başörtüsü yasağını bir çocuk penisi bağladı.
Beyaz TV’de yine karşıt görüşlü insanların çatıştırıldığı programda Nagehan Alçı ile bir dönem Habertürk’ü bir birine katan ve rivayetlere göre Yiğit Bulut’u stüdyoda kovalayan emekli paşa Ramiz İlker vardı.
Konu başörtüsü yasağı idi. Nagehan Alçı, Ramiz İlker'e subay eşlerinin başörtülü olmasından neden rahatsız oluyorsunuz" diye sordu.
Ramiz Bey’in yanıtı ise ilginçti: “Camiye mayo ile girebiliyor musunuz?”
Daha sonra Nagehan Alçı, Ramiz İlker’e şu hatırlatmayı yaptı: Subayın eşi de mi askerlik yapıyor. Onun başörtülü olması sizi niye rahatsız ediyor?
Bu sözler üzerine Ramiz İlker, bazı bayan doktorların başörtülü oldukları için kadavrayı kesmediklerini, penisinden rahatsız olan çocuklara bakmadıklarına iddia etti.
Şaka ama gerçek. Eski bir kurmay başörtüsü yasağından konu birden penise getirmişti…
Böyle bir olay yaşandı mı bilmiyoruz ama akıllara “soruşturmacı” gazeteci Uğur Dündar’ın yalan haberi geldi.
Bundan birkaç yıl önce Konya’da başörtülü öğretmenlerin testislerindeki sorunu olan çocuklara bakmadığını iddia etmişti. Ancak daha sonra o haberin yalan olduğu ortaya çıkmıştı.
Anlaşılan Ramiz İlker, Uğur Dündar’ın “soruşturmacı” gazeteciliğinden fazla etkilenmiş ki böyle hadislerin olduğunu söylüyor.

Org. Bilgin Balanlı GATA'da

Tutuklanan Harp Akademileri Komutanı Orgenaral Bilgin Balanlı GATA'ya getirildi.
Balyoz Soruşturması kapsamında tutuklanan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, daha hiç cezaevine girmeden GATA Haydarpaşa Hastanesi'ne kaldırıldı. Tutuklama kararı sonrası GATA'ya gelen Bilgin Balanlı'nın gece yatışı yapıldıktan sonra general katına geçtiği ve orada kaldığı kaydedildi.
Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, 'Balyoz' soruşturması kapsamında dün 'şüpheli' sıfatıyla ifade vermeye geldiği adliyede tutuklandı. Balanlı, bugüne kadar tutuklanan en yüksek rütbeli muvazzaf subay oldu.

Darbeci Paşaların GATAKULLİ Kardeşliği

Balyoz'dan tutuklanan Org. Bilgin Balanlı ile savcılar tarafından ifadeye çağrılan 12 Eylül darbesinin mimarlarından Org. Tahsin Şahinkaya GATA'ya yattı. Hem de generaller katına
12 Eylül'de referanduma sunulan maddelerden birisi de şüphesiz 12 Eylül darbecilerine yargı yolunu açan düzenlemeydi. Geçmişi ile yüzleşmeye başlayan Türkiye bugün darbeyi yapanları yargı önüne çıkarmaya hazırlanıyor.
12 Eylül'ü araştıran savcı darbeye imza atan Milli Güvenlik Konseyi üyelerinden hayatta olan Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya'yı ifade vermeye çağırdı. Bu kişilere tebligat gönderildi.
Ancak bugün gelen bir sondakika haberine göre Emekli Org. Tahsin Şahinkaya'nın ifade daveti gündemde iken GATA'ya yattığı öğrenildi.
Yani Tahsin Şahinkaya ifadeye gitmek üzere davet aldıktan sonra GATA kartını kullandı.
Şahinkaya'nın GATA'da general katında kaldığı ve kendisiyle birlikte öncek gün Balyoz darbe planı soruşturması kapsamında tutuklanan Org. Bilgin Balanlı'nın da 12 Eylül darbecisyle aynı katta kaldığı iddia edildi.
Kaderin cilvesi bu olsa gerek.
Eski bir darbeci ile (darbeyi fiilen yapan kişi) darbe hazırlığında olduğu iddia edilen kişi GATA'ta generaller katında yanyana kalıyorlar.

12 Eylül'ün komutanına son tören

80 döneminin generallerinden eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli oramiral Mehmet Nejat Tümer son yolculuğuna uğurlanıyor. Eski Genelkurmay Başkanları tam kadro cenazede yer alırken, görevdeki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner törene katılmadı.

Tümer için ilk tören Tuzla'daki Deniz Harp Okulu'nda yapıldı.
12 Eylül döneminin komutanlarından olan emekli oramiral Tümer için düzenlenen tören basına kapalı gerçekleştirildi.

Deniz Harp Okulu'nda yapılan törenin ardından emekli orgeneral Tümer'in cenazesi Selimiye Camii'ne götürüldü.

Törene, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hasan Aksay, eski Genelkurmay Başkanları emekli orgeneraller Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ ve Hüseyin Kıvrıkoğlu, ayrıca Atilla Kıyat, Aytaç Yalman, Çevik Bir, Edip Başer'in de aralarında bulunduğu eski komutanlar, eski başbakanlardan Bülent Ulusu, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'in eşi Sevil ile oğlu Tolga Örnek, çok sayıda emekli asker ile muvazzaf subay katıldı.

Genelkurmay Başkanlığı, Harp Akademileri Komutanlığı ve Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren, çelenk gönderdi.

Emekli Oramiral Nejat Tümer'in cenazesi, Selimiye Camisi'nde öğleyin kılınan namazın ardından askerlerin omuzlarına alınarak, top arabasına konuldu ve 1. Ordu Komutanlığına kadar saygı yürüyüşü yapıldı.

Emekli Oramiral Tümer'in cenazesi, toprağa verilmek üzere Zincirlikuyu Mezarlığı'na götürüldü.

1980 ile 1983 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yapan tümer İstanbul GATA Haydarpaşa Hastanesi'nde kanser tedavisi görüyordu.

Tümer, 1980-1989 yılları arasında milli güvenlik konseyi ve cumhurbaşkanlığı konseyi üyeliği görevinde bulunmuştu.

Org. Balanlı tutuklu, YAŞ'ta ne olacak?

Bilvanis çiftliğini bombalama, Türk jetini düşürme ve askeri personeli fişleme... İşte bu iddialarla ilk kez bir muvazzaf Orgeneral Bilgin Balanlı tutuklandı. Yargılama sürecek ama gözler Hava Kuvvetleri Komutanlığı nedeniyle, ağustosta yapılacak Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısında olacak.
Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, am 6.5 saat sonunda o kapıdan tutuklu ilk muvazzaf orgeneral olarak çıktı.

Hakkındaki suçlama, anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs.

Bu suçlamaya dayanak ise, "Balyoz darbe planı" ve "Balyoz"da Hava Kuvvetleri'nin görevli olduğu "Oraj hava harekat planı"nda Bilgin Balanlı'nın aktif rol aldığı iddiası.

Balanlı hakkındaki iddialar ne?

- Bilvanis çiftliğini bombalama hazırlığı yaptı
- Türk jetinin düşürülmesini planladı
- Askeri personeli fişledi
- Darbe planı iddialarını imha etti

O iddialara göre Bilgin Balanlı, Eskişehir'deki menzil tarikatına ait Bilvanis çiftliğinin bombalanmasından, bir Türk jetinin düşürülmesine kadar bir çok saldırıyı planladı.

Üstelik o dönem görev yaptığı Eskişehir'de irticai faliyetlerle ilgili fişleme gerçekleştirdi ve "Balyoz darbe planı" taslaklarını da imha etti.

TSK sessiz

Genelkurmay Başkanlığı, tutuklama kararı sonrası açıklama yapmadı. Sadece bu iddialar gazetelerde yer aldıktan sonra 2 Mayıs'ta kısa bir açıklama yapmış, "Bilvanis çiftliğine saldırı iddiası ile ilgili haberlerin ve o habere dayanak teşkil eden belgelerin gerçek olmadığı anlaşılmıştır" demişti.

Genelkurmay'dan yeni bir açıklama yok. Bu sürede gözler hükümet ve askerin bir araya geleceği Yüksek Askeri Şura toplantısında olacak.

Çünkü ağustos ayındaki şurada Bilgin Balanlı'nın Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na getirilmesi bekleniyordu.

Tutukluluk hali devam ederse Balanlı Hava Kuvetleri Komutanı olamayacak. Çünkü yasaya göre, haklarında soruşturma devam eden askeri personelin terfi ve emeklilik işlemleri yürütülemiyor.

Ama tutuksuz yargılanması durumunda ise farklı görüşler var. Bazı hukukçular, "Kuvvet komutanı olması terfi değil atama. Yani hukuki engel yok" diyor, ama aynı görüşte olmayan hukukçular da var.

Yani Balanlı hakkında soruşturma sürdüğü sürece hiçbir işlem yapılamaz, Hava Kuvvetleri Komutanı da olamaz.

YAŞ'ta ne olacak?

Bu nedenle şurada bulunacak formül önemli. İki yol var. Ya mevcut Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay'ın görev süresi bir yıl uzatılacak ya da havacı korgenerallerden biri orgeneralliğe yükseltilip Hava Kuvvetleri Komutanı yapılacak.

Tıpkı 1976'da Başbakan Süleyman Demirel'in Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na Orgeneral İrfan Özaydınlı yerine Korgeneral Cemal Engin'i ataması gibi.
         -DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI ÇİÇEK: (1)
         -''GENELDE TÜRKİYE'DE ŞÖHRET, MAKAM SAHİBİ İNSANLARLA İLGİLİ
         TUTUKLAMA KARARI ÇIKINCA, 'BU İNSANLARIN SABİT İKAMETGAHI VAR,

         80 YAŞINDAKİ KİŞİ NEREYE GİDECEK Kİ' TARZINDA DEĞERLENDİRMELER

         YAPILDI. BU, ÇOK EKSİK BİR DEĞERLENDİRMEDİR''

         -''MUHTEMEL DELİLLERİ, SORUŞTURMAYI DAHA DELİLLİ HALE GETİRECEK

         HUSUSLARI ORTADAN KALDIRABİLECEĞİ ENDİŞESİ TUTUKLAMA SEBEBİDİR''

         -''BİR TUTUKLAMANIN GERÇEKLEŞEBİLMESİ İÇİN KUVVETLİ ŞÜPHENİN

         OLMASI LAZIM. 'OLABİLİR, İHTİMAL' ÜZERİNDEN TUTUKLAMA

         KARARLARI VERİLEMEZ KANUNEN''

         -''BİZ PARTİ OLARAK BU TÜR ŞEYLERDEN MEDET UMAN VE

         BU TÜRLÜ OLAYLAR ÜZERİNDEN SİYASET YAPAN BİR PARTİ DEĞİLİZ''

         

         Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil 

 Çiçek, ''Genelde Türkiye'de tutuklama kararı çıkınca, 'bu insanların sabit 

 ikametgahı var, 80 yaşındaki kişi nereye gidecek ki' tarzında değerlendirmeler 

 yapıldı. Bu, çok eksik bir değerlendirmedir. Muhtemel delilleri, soruşturmayı 

 daha delilli hale getirecek hususları ortadan kaldırabileceği endişesi tutuklama 

 sebebidir'' dedi.

         Bakan Çiçek, Kanal 24'te katıldığı canlı yayında soruları yanıtladı. 

 Çiçek, ''Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı'nın tutuklanmasıyla 

 ilgili, 'kaçacak mıydı' gibi yorumlar var, sizce neden tutuklandı?'' sorusu 

 üzerine, Türkiye'deki yargısal faaliyetlerin uzunca bir süre gündemde olmaya 

 devam edeceğini söyledi.

         Tutuklama nedenleriyle ilgili hukukçuların ve ilgisi olanların dışında 

 vatandaşların konuyu tam olarak bilmediğini ifade eden Bakan Çiçek, şunları 

 kaydetti:

         ''Tutuklama sebebi sadece kaçma endişesi değildir. Evet kişinin 

 kaçabileceği ihtimali tutuklama sebeplerinden bir tanesidir. Bir tutuklamanın 

 gerçekleşebilmesi için kuvvetli şüphenin olması lazım. 'Olabilir, ihtimal' 

 üzerinden tutuklama kararları verilemez kanunen. Ceza Muhakemesi Kanunu 100. 

 maddesi... Evvela kuvvetli bir şüphenin mevcudiyeti şart, tutuklanabilmesi 

 bakımından. Bugüne kadarki tutuklamalarda en önemli sebep delillerin ortadan 

 kaldırılması, karartılması endişesidir. Çünkü tutuklamaya sevk eden makam 

 savcılık. Savcılık soruşturmayı bitirememiş anlamı çıkar. Belli ki savcı daha 

 henüz soruşturmayı tümüyle tamamlayamamış, delilleri tümüyle toplayamamış.

         Öyle olduğu içindir ki tutuklamaya sevk edilen kişinin delilleri 

 karartacağı, delilleri ortadan kaldıracağı endişesi, tutuklamalardaki en 

 belirleyici faktörlerin başında gelir. Kaçma ihtimali bundan sonraki gelen başka 

 bir sebeptir. Genelde Türkiye'de bir kısım şöhret, makam sahibi insanlarla ilgili 

 tutuklamaya sevk ve tutuklama kararı çıkınca hemen akla, 'bu insanların sabit 

 ikametgahı var, 80 yaşındaki kişi nereye gidecek ki' tarzında değerlendirmeler 

 yapıldı. Bu çok eksik bir değerlendirmedir. O kaçacağı için tutuklamaya sevk 

 edilmiyor, deliller toplanmadığı için, muhtemel delilleri, soruşturmayı daha 

 delilli hale getirecek hususları ortadan kaldırabileceği endişesi tutuklama 

 sebebidir.''

         

         -''TUTUKLAMA BİR MAHKUMİYET DEĞİLDİR''-

         

         Bakan Çiçek, Türkiye'de tutuklamanın ''mahkumiyet'' olarak algılandığını 

 belirterek, ''Tutuklama bir mahkumiyet değildir. Bizim insanımız genellikle kişi 

 serbest bırakıldığında hemen bununla ilgili olumsuz yorumlar yapar, 'tutuklanmadı 

 filan'. Bu dosyalar için söylemiyoruz her konuda maalesef Türkiye'de böyle bir 

 anlayış da var. Tutuklama bir tedbirdir'' dedi.

         Tahliye edilmiş olmanın da 'beraat' olarak değerlendirildiğini dile 

 getiren Çiçek, ''(Adam yolunu buldu çıktı) denilir. Ne tahliye beraattır, ne de 

 tutuklama mahkumiyettir. Tabii arzu edilen soruşturmaların bir an evvel bitmesi 

 ve kovuşturma mahkeme kısmına geçilmesidir. O takdirde dosyanın içinde ne var ne 

 yok herkes bunu öğrenir. Kovuşturma süresinin de çok uzamaması lazım'' 

 değerlendirmesinde bulundu.

         Türkiye'de davaların çok uzun sürmesinden kaynaklanan serzenişler 

 olduğunu belirten Bakan Çiçek, şöyle devam etti:

         ''Arzu edilen hem soruşturmanın hem de kovuşturmanın çok kısa sürede 

 bitirilmesi, sonuçta beraat edilecek kişilerin bu manada ister tutukluluk 

 sebebiyle ister başka türlü mağduriyetinin de kısa sürede ortadan 

 kaldırılmasıdır. Davaların uzaması tek başına yargının çabasıyla kısaltılacak bir 

 konu değil. Yargısal faaliyet aslında devletin tüm organlarının kendisiyle ilgili 

 konuları süratle neticelendirmesine bağlı.

         Son davalarla ilgili olarak şunu ifade edeyim, bu mahkemelere bakanlar 

 başka davalara bakmıyor. Yani ilgili kurumlar da bu davalar bir an evvel 

 neticelensin diye o mahkemelere başka yeni davalar vermedi. Ancak çok karmaşık 

 davalar olduğu anlaşıldığından ve son zamanlarda da gazetelerden okuduğum 

 kadarıyla Türkiye'nin muhtelif yerlerinde işlenmiş bir kısım suçların o davayla 

 fiili, hukuki irtibatı olduğundan bahisle birleştirme kararları veriyorlar, bu da 

 süreci maalesef uzatıyor. Onun için bütün bunlar ne olursa olsun, toplumun ve 

 hepimizin beklentisi usul hukuku çerçevesinde bu davaların süratle 

 neticelenmesidir. Böyle olursa bir vesile tutuklanmış olup sonunda beraat 

 edecekler varsa daha fazla hak mahrumiyetine maruz kalmadan akıbeti belli olur. 

 Hüküm giyecekler varsa o da belli olur en azından bir takım spekülasyonlar 

 ortadan kalkmış olur.''

         

         -''ALLAH'A ŞÜKÜR BİLMEDİĞİMİZ HİÇBİR KONU YOK''-

         

         Çemil Çiçek, bir soru üzerine, hukuki konuların hukuken yorumlanması, 

 değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Buna karşın hukuki konuların siyaseten 

 değerlendirildiğini dile getiren Çiçek, şöyle konuştu:

         ''Siyaseten değerlendirince de herkesin bir siyasi görüşü, bulunduğu 

 nokta, olaylara bakışı var. Ona göre, bana göre, şuna göre farklı sonuçlara 

 varılabilir onun için de bu spekülasyonların, şahsi değerlendirmelerin bir an 

 evvel ortadan kalkması yargının olabildiğince süratli hale getirilerek, devletin 

 yazışmaları vesaire varsa o konularda gereken cevapları süratle vererek gerçeğin 

 ortaya çıkması noktasında herkesin yardımcı olması lazım. Değilse biz her konuyu 

 siyaseten tartışma noktasında sabıkalı bir ülkeyiz.''

         ''Seçime giderken hükümetin işine yarayacak bir operasyon gibi propaganda 

 var, buna ne diyorsunuz?'' sorusuna karşılık Çiçek, şunları kaydetti:

         ''Hukuki bir konuyu hukuki çerçevesinde değerlendirmek lazım. Siyasetin 

 siyasi konuları tartışıyor olması gerekir. İçeriğini bilmiyorsunuz, içinde ne 

 delil var, kuvvetli şüphe hakikaten var mıdır, yok mudur bunlar bilinmeden bu 

 türlü değerlendirmeler yapmak bence doğru değil.

         Türkiye'de yaptığımız temel yanlışlık şu, bundan hep şikayet ediyorum 

 başka şikayet eden de var mı bilemiyorum, biz siyasetçiler olarak her konuda 

 konuşuyoruz. Allah'a şükür bilmediğimiz hiçbir konu yok. Bir siz konuşuyorsunuz, 

 bir biz konuşuyoruz. Ben bu işi bilmem diyemiyoruz, ben bu işin dışındayım 

 diyemiyoruz. Bir yargısal faaliyetin siyaset adamına sorulması ne kadar 

 doğrudur?

         Bu siyasetçiye sorulduğunda biz şunu diyemedik, ben demeye çalışıyorum, 

 'Bu benim işim değil ki, ben bilmiyorum ki.' Hakikaten bilmiyorum, gazete ne 

 yazıyorsa o kadarını... Hatta şu günlerde doğru dürüst okuma imkanımız da 

 olmuyor. Bilmediğimiz bir konuda başlıyoruz fikir yürütmeye. Siyasetçiye en kolay 

 ulaşıldığı için en rahat demeç de oralardan alınıyor. Mikrofonların dayanılmaz 

 bir cazibesi var kabul etmek lazım. Hemen başlıyoruz ne biliyorsak yarım bilgiyle 

 malumat vermeye. Bu da toplumda bu olayları olduğundan çok daha fazla farklı bir 

 zeminde tartışılmasına neden oluyor.''

         Çiçek, yanlış tartışmaların tahriklere dönüşebileceğini ve hiç arzu 

 edilmeyen sonuçların yaşanabileceğini söyledi.

         Siyasetçilerin ''mümkün olsa da kimse tutuklanmasa, hiç kimsenin 

 özgürlükleri kısıtlanmasa, davalar çok uzun süre gündemde kalmasa da bir an önce 

 bitse'' gibi temennilerde bulunmasının daha doğru bir yaklaşım olacağını dile 

 getiren Çiçek, ''Biz parti olarak bu tür şeylerden medet uman ve bu türlü olaylar 

 üzerinden siyaset yapan bir parti değiliz. Siyaseten gündemi, söyleyecek konuları 

 farklıdır. Çünkü biz gittiğimiz yerde Türkiye için yapmak istediklerimizi, seçim 

 beyannamemizi anlatıyoruz. Bir sataşma, suçlama olmadığı sürece de hiçbir konuda 

 cevap vermek istemiyoruz'' dedi.

         (SÜRECEK)

         (ELF-GK-SEB)

11:34 31/05/11

"
 
 

Rus denizaltıları ilk kez NATO tatbikatına katılıyor

NATO ile ilişkileri geliştiren Moskova, ilk kez ortak bir askeri tatbikata denizaltılarını gönderiyor. İspanya'nın Cartagena sahillerinde planlanan 'Bold Monarch 11' adı verilen tatbikata Rusya'nın Karadeniz filosundan Alrosa denizaltısı iştirak edecek.

30 Mayıs - 10 Haziran tarihleri arasında yapılması planlanan tatbikata Rusya'nın dışında bir kısım NATO üyesi olmayan ülkelerin de dahil olması bekleniyor. Rusya Savunma Bakanlığı sözcüsü konu ile ilgili yaptığı açıklamada, "NATO tatbikatında denizaltı Alrosa, kurtarma römorkörü Shakhtyor, yardımcı gemi KIL-158 ve kurtarma gemisi Epron Rus görev gücünde yer alacak" dedi. Denizaltı kurtarma operasyonlarında uluslararası işbirliğinin maksimum seviyeye çıkarılmasını öngören tatbikata 20 ülkeden 2 binin üzerinde askeri personelin katılması bekleniyor.

Rusya Genelkurmay Başkanı Nikolay Makarov, Mayıs ayında Brüksel'de gerçekleşen toplantıda NATO'ya 3-5 yıllık süreyi kapsayan orta vadeli bir işbirliği planı sunduklarını açıklamıştı. Makarov'a göre bu yaklaşım işbirliğinde arzu edilen sonuçlara ulaşılmasına katkı sağlayacak.

Rusya ve NATO, karşılıklı olarak "düşman" tanımlarında düzenlemelere giderken, taraflar uzun süredir Afganistan, terörle mücadele, uluslararası kaçakçılık ve diğer konularda işbirliği yapıyor. ABD öncülüğünde oluşturulmaya çalışılan "füze kalkanı" ve NATO'nun Rusya sınırlarına doğru genişleme çabaları Moskova'da yeterli güven ortamının oluşmasına engel oluyor.

Orgeneral'e mahkemede neler soruldu?

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı’ya, savcılık ve mahkemedeki sorgusunda darbe girişimi olduğu iddia edilen Balyoz planıyla ilgili faaliyetlerinin sorulduğu öğrenildi.
Eskişehir’de Nakşibendi tarikatının Menzil cemaati mensuplarının ikamet ettiği Bilvanis Çiftliği’ne yönelik fişlemelerle ilgili talimatı neden verdiği sorulan Balanlı’ya, Balyoz’un eylem planları arasında yer alan “Oraj Planı”nın da sorulduğu, Balyoz’dan tutuklu Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İbrahimFırtına’dan Oraj Planı ile ilgili talimat alıp almadığı konusunda açıklama yapmasının istendiği öğrenildi.

FİŞLEMELER SORULDU
Eskişehir’de emekli İstihbarat Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen ıslak imzasının bulunduğu belgeyi hangi maksatla hazırladığı sorulan Balanlı’ya, çiftliğe geldiği belirtilen bürokrat, politikacı ve futbolcuların neden fişlendiğinin sorulduğu da öğrenildi. Balanlı’ya, “Bilvanis Çiftliği’ne yönelik havadan taarruz planı yapılacağı belirtilen ve isminizin yer aldığı belgeyi siz mi hazırladınız? Bunu Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na hangi tür çalışma kapsamında gönderdiniz?” şeklinde sorular yöneltildi.

Balanlı’ya ayrıca şu soruların sorulduğu öğrenildi:

-Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda bulunan bilgisayarda balyoz seminer notlarının temizlenmesi emrini ne maksatla verdiniz?
-Eskişehir’deki Bilvanis çiftliğine yönelik izleme ve fişleme çalışmalarını ne maksatla ve hangi gerekçeyle yaptınız?
-Bilvanis çiftliğine yönelik fişleme ve izleme talimatları kararlarının yer aldığı il güvenlik toplantısını hangimaksatla yaptınız?
-Oraj Eylem Planı kapsamında kimden emir aldınız ve kimlere emir verdiniz?

TÜRK HAVA KUVVETLERİ 100 YAŞINDA


-TEMELLERİ WILBUR VE ORWILLE WRIGHT KARDEŞLERİN İLK MOTORLU UÇAĞI HAVALANDIRMAYI BAŞARMALARINDAN 8 YIL SONRASINA DAYANAN TÜRK HAVA KUVVETLERİ KURULUŞUNUN 100. YILINI KUTLUYOR
-HAVACILIK FAALİYETLERİNİN İLK BAŞLADIĞI YILLARDA SUBAYLAR MADDİ İMKANSIZLIKLAR NEDENİYLE YURT DIŞINA EĞİTİME GİDEMEZKEN GÜNÜMÜZDE YABANCI HAVACI SUBAYLAR EĞİTİM İÇİN TÜRKİYE'YE GELİYOR
-İLK HAVA AKROTİMİ ''MİLLİ''Yİ 1952'DE KURAN HAVA KUVVETLERİNDE BUNU SIRASIYLA ''UÇAN KUĞULAR'', ''AKREP'', ''YARASALAR'', ''KARTAL'' AKROTİMLERİ İZLEDİ

Temelleri Wilbur ve Orwille Wright kardeşlerin ilk motorlu uçağı havalandırmayı başarmalarından 8 yıl sonrasına dayanan Türk Hava Kuvvetleri, Atatürk'ün ''İstikbal göklerdedir. Göklerini koruyamayan uluslar, yarınlarından asla emin olamazlar'' sözünden hareketle ''çağı ile yarışır bir hava ve uzay gücü'' olmayı hedefliyor.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, Türk Hava Kuvvetleri, dünyanın en eski askeri havacılık teşkilatları arasında yer alıyor. Ordunun havacılıkla ilgili ilk çalışmaları 1909'da başladı. Bir sene içinde yapılan geliştirme çalışmalarının ardından 1910'da Paris'teki ''Uluslararası Havacılık Konferansı''na ilk kez bir heyet gönderildi. Yılın sonuna doğru Türk ordusunda havacılığın gelişmesi için kesin karar verilerek, havacı personel yetiştirilmek üzere birkaç subayın Avrupa'ya eğitime gönderilmesi planlandı. Ancak ülkenin o tarihlerde içinde bulunduğu mali zorluklar nedeniyle gerekli ödenek bulunamadı ve bu emrin gereği yerine getirilemedi. Bir sonraki sene milli savunma bakımından, havacılığın gelecekteki önemini gören Harbiye Bakanı Mahmut Şevket Paşa, Süvari Yüzbaşı Fesa ile İstihkam Teğmen Yusuf Kenan Beyler, uçuş eğitimi için Fransa'daki Bleriot Fabrikası'nın uçuş okuluna gönderdi.
 
Türk ordusunu ilk resmi havacılık kuruluşu ''Havacılık Komisyonu'' adıyla 1911'de faaliyete geçerken 1903'te Wilbur ve Orwille Wright kardeşlerin ilk motorlu uçağı havalandırmayı başarmalarından sekiz yıl sonra Türk Hava Kuvvetlerinin temelleri atıldı. ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya da hemen hemen aynı yıllarda askeri havacılık teşkilatlarını kurdu.
Fransa'daki eğitimini başarıyla tamamlayan Yüzbaşı Fesa Bey ile Yusuf Kenan Bey'in yurda dönmesi ile Türk ordusu ilk pilotlarına kavuştu. Aynı yıl sekiz subay daha Fransa'ya uçuş eğitimi için gönderilirken 3 Temmuz 1912'de İstanbul Hava Okulunun açılmasıyla Türk Ordusu, kendi pilotlarını yetiştirmeye başladı.
Havacılık konusunda yapılan çalışmaların ardından Türk Hava Kuvvetleri, 1. Dünya Savaşı döneminde Çanakkale'den Hicaz'a, Kafkasya'dan Filistin'e kadar çok geniş bir alanda ve Türk askerinin çarpıştığı hemen hemen her cephede savaşa katıldı. Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın ardından imzalanan Mondros Mütarekesi
Türk Hava Kuvvetlerinin yeni bir dönemi yaşamasına neden oldu. İtilaf devletlerinin yurdu işgalinin ardından yaşanan süreçte Osmanlı hükümeti, Hava Kuvvetleri Genel Müfettişliğini lağvederek personeli dağıttı. Bu da Türk askeri havacılığının teşkilatsız, personelsiz, araç ve gereçsiz kalmasına bir bakıma Türk havacılığının da sona ermesine neden oldu.

-HAVACILAR MAVİ GİYMEYE BAŞLIYOR-

23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılması ülke tarihinin yanı sıra Türk havacılığının da yeni bir dönem başladı. 13 Haziran 1920'de Milli Savunma Bakanlığının emri ile Harbiye Dairesi'ne bağlı olarak Hava Kuvvetleri (Kuva-yı Havaiye) Şubesi kuruldu. Yeni Türk Devleti'nin ilk hava teşkilatının faaliyete geçirilmesinden sonra, eldeki kırık-dökük uçakların onarılmasına, malzeme temin edilmesine çalışıldı. Bu tarihlerden itibaren de Türk havacıları yokluklar içinde, ancak inançla görevlerini yerine getirdi.
Bu arada Hava Kuvvetleri Şubesi'nin adı önce Hava Kuvvetleri Genel Müdürlüğü daha sonra ise Hava Kuvvetleri Müfettişliği adını aldı. Atatürk'ün havacılığa verdiği önem kapsamında gücü sürekli artırılan Türk Hava Kuvvetlerinde 1924 yılında uçuş eğitimi için diğer ülkelere personel gönderilmeye başlandı. Bu sırada ülkede de pilotların yetiştirilmesi için yapılan çalışmalar hız kazandı. 1925'te Eskişehir'deki Hava Okulu yeniden kurularak ilk mezunlarını verdi. Havacılıkta sağlanan gelişmelerle 1932 yılında Tayyare Alayları kurulurken yeni bir kanun ile havacı personel de artık ayrı bir muharip sınıf olarak kabul edilmeye başlandı. Türk havacıları 1933'ten itibaren havacılığın sembolü olan mavi renkli üniformayı giymeye başlarken, 1937'de Hava Harp Akademisi açıldı, bundan iki sene sonra ise hava tugayları oluşturuldu. 1943 yılında ise tugayların
yerini artık tümenler almaya başladı.

-HAVA KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI KURULUYOR-

Lojistik yönden Milli Savunma Bakanlığına, harekat ve eğitim yönünden Genelkurmay Başkanlığına bağlı olarak faaliyet gösteren hava birliklerinin tek komuta altında toplanmasına karar verildi. Bu amaçla 31 Ocak 1944 tarihinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı kuruldu. 4 Şubat 1944'te kolordu seviyesinde fiilen faaliyete geçirilen Hava Kuvvetleri Komutanlığının ilk komutanlığına ise Korgeneral Zeki Doğan atandı.
Hava Kuvvetleri Komutanlığı envanterindeki uçak tipleri bakımından da 1950'de önemli bir gelişme yaşandı. Komutanlığa jet uçaklarının alınmasına karar verilerek 15 Ekim 1950'de sekiz personel ABD'ye jet eğitimine gönderildi. Bu subaylar sonraki sene eğitimlerini başarıyla tamamlayıp yurda döndüler. Aynı yıl Hava Kuvvetleri Komutanlığında üs ve filo kuruluşuna geçilmeye başlandı. Balıkesir;de kurulan 9. uncu Jet Üs Komutanlığı, Türk Hava Kuvvetleri;nin ilk jet üssü, 191, 192 ve 193. filolar da ilk jet filoları oldu.
Türkiye'nin 1952'de NATO'ya girmesiyle de pervaneli uçaklar hizmet dışına çıkarıldı, yerlerine jetlerin getirilmesi çalışmaları ise hızlandırıldı. Hava Kuvvetleri Komutanlığının imkan ve kabiliyetleri 1980'de envantere yeni jenerasyon uçaklarının girmesi ile yeni boyutlar kazandı. Türk pilotları bu tarihten itibaren yurt dışında birçok harekata katıldı. Teknik ve akademik eğitim olanak ve yetenekleri de ileri düzeye gelen Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı, 1990'lı yıllardan itibaren çok çeşitli ülkelerden, çeşitli rütbelerdeki personeli Hava Harp Okulu, Hava Teknik Okullar Komutanlığında, Hava Lisan Okul Komutanlığında, uçuş okulları ve özellikle fizyolojik eğitim merkezlerinde yüksek teknoloji ürünü eğitimlerine alınmaya başlandı.

-İLK AKROTİM ''MİLLİ''-

Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki uçakların güçlerinin ve niteliklerinin artması, yetiştirilen pilotların üstün yeteneklerini de sergilemelerine fırsat sağladı. Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde günümüzdeki modern ve ileri teknolojideki havacılık anlayışına uygun nitelikteki ilk akrotim ''Milli'' 1952'de kuruldu. Bunu sırasıyla ''Uçan Kuğular'', ''Akrep'', ''Yarasalar'', ''Kartal'' akrotimleri izledi.
Hava Kuvvetleri Komutanlığının ''göz bebeği'' konumunda olan Türk Yıldızları ise 1993'te kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerini tanıtmak, Türk Hava Kuvvetlerinin disiplin ve etkinliğinin
anlatılmasına katkıda bulunmak, Türk halkının silahlı kuvvetlerine olan güven duygusunu pekiştirmek ve gençlerin havacılığa olan sevgisini artırmak amacıyla oluşturulan akrotim, Dünyada sekiz süpersonik uçakla gösteri yapan tek akrotim olma özelliğini taşıyor.
Türk Hava Kuvvetlerinin kuruluşun 100. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında ise gökyüzü yeni bir gösteri ekibi ile tanıştı. Türk Hava Kuvvetlerinin sahip olduğu modern ve yüksek performanslı F-16 uçağının kabiliyetlerini, kullanımı için gereken yüksek seviyedeki bilgi ve beceriyi izleyiciye bir gösteri şeklinde sunmak amacıyla Solotürk kuruldu. Dünyanın F-16 uçakları ile gösteri yapan sayılı gösteri timlerinden olan Solotürk, Türk Hava Kuvvetlerinin 100. kuruluş yıl dönümü kapsamında gösteri uçuşlarını sürdürüyor.

-100. YIL ETKİNLİKLERİ-

Türk Hava Kuvvetlerinin kuruluşunun 100. yılı, sene başından itibaren düzenlenen etkinliklerle kutlanıyor. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın icra ettiği ''100. Yıl Konseri'' ile başlayan etkinlikler kapsamında 100 bin ağaçtan oluşan hatıra ormanı oluşturuldu. İstanbul'da 'Dünya Hava Kuvvetleri Komutanları Konferansı'' yapılırken, Türkiye kutlamalar kapsamında her yıl farklı bir Avrupa ülkesinde düzenlenen Avrupa Hava Kuvvetleri Komutanları Konferansı'na da ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Kuruluş yıl dönümü etkinliklerinin en renklisi ise 4-5 Haziranda İzmir'de gerçekleştirilecek. Çiğli 2'nci Ana Jet Üs Komutanlığında yapılacak ''Türkiye Hava Gösterisi 2011'' son yılların en büyük akrobasi gösterisi olma özelliğini taşıyor. Gösteriye 20'ye yakın ülkeye ait 100'den fazla uçak ve dünyanın en seçkin akrotimleri katılacak.

Gül, Harp Akademileri’ne gitmiyor

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, Balyoz soruşturması kapsamında dün tutuklanırken, bugün Harp Akademileri’ndeki mezuniyet töreniyle ilgili önemli bir gelişme olduğu ortaya çıktı.


Törene davet edilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, önceki gün bu törene katılmayacağını bildirdi. Mahkemenin Orgeneral Balanlı hakkında tutuklama kararını vermesinden 48 saat önce Cumhurbaşkanı Gül’ün törene katılmayacağını bildirmesi dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Gül, törene katılmayacağını bildirerek, günübirlik ziyaret için Türkmenistan’a gitti. Cumhurbaşkanı Gül’ün katılmama gerekçesi olarak Başkent kulislerinde, “Harp Akademileri Komutanı Balanlı hakkında bir adli süreç devam ederken, bu törene katılması yürümekte olan bir sürece müdahale gibi algılanabilir. Cumhurbaşkanı da, bu algıyı ortadan kaldırmak için, törene katılmamayı uygun buldu” iddiası ortaya atıldı.

Asker, AK Parti, CHP... / Ali Bayramoğlu


Hafta sonu Başbakan Tayyip Erdoğan'a, Aydın Muğla dönüşü, yeni dönemde "sivilleşme süreci"nin nasıl bir ivme izleyeceğini sorma imkânım oldu.
Yanıtı şöyleydi başbakanın:
"Şunu memnuniyetle ifade edeyim ki, şu anda bir defa sivil de asker de konumunu gayet iyi biliyor. Herkes konumunu çok iyi bildiği için sıkıntı yok. Şunu da gururla ifade edeyim ki, artık Türk Silahlı Kuvvetleri üst yönetimi de hukuka saygı konusunda hassas davranıyor. Şu andaki Genelkurmay Başkanlığı yönetimi böyle... Artık çok konuşan asker yok. Gerekli olduğunda sitelerinden özet şeklinde açıklama yapılıyor..."
Nasıl yorumlamalı başbakanın bu sözlerini? 

Bugüne kadar "atılan adımların verdiği sonuçların altını çizmek" olarak mı yoksa "sivilleşme meselesinde atılacak asli bütün adımların atıldığını söylemek" şeklinde mi?
Bu sözler sanırım, her iki ihtimali de kuşatıyor.
Başbakanın gelinen noktaya "memnuniyetle ve gururla" işaret etmesi son derece doğaldır, zira gelinen nokta gerçekten önemlidir.
Ayrıca, şüphe yok ki, anayasa yazım sürecinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarının atanması, genelkurmay başkanının statüsü, yetki ve sorumluluk mekanizması yeniden tanımlanacak ve sivilleşme süreci en azından bu çerçevede devam edecektir.
Bununla birlikte, "AK Parti üçüncü döneminde 'demilitarizasyon' konusunda, ikinci dönemin atak tutumunu sürdürecek mi" sorusuna şu aşamada, bir çırpıda olumlu yanıt vermek mümkün değil.
Şu ifade belki daha doğru olur:
AK Parti yeni dönemde muhtemelen kontrollü, çatışma görüntüsü vermekten özellikle uzak duran bir reform ve yeniden yapılanma politikası izleyecek. Ve muhtemelen sivilleşme konusundaki "atak tutum" bu çerçevede orduyu örselemeden "devlet adına hareket" etmeyi yeğleyecek bir tavra bırakacak...
Başbakan Balyoz davasıyla ilgili olarak "bitsin artık" vurgulu ordunun örselenmesinden endişe duyan ifadelerle, jandarma-polis-MİT'e işaret ederek "uyumlu ve mükemmele çalışan bir istihbarat yapısı" gibi tanımlarla bu tavrın ipuçlarını şimdiden veriyor.
Ancak, sivilleşme sürecinde daha uzun bir yol olduğunu, siyasi iradenin bu çerçevede oynadığı rolü ve bu tutumdan fazlasına ihtiyaç olduğunu biliyoruz.
Ve başbakan da bunun farkında... 

Bunun içindir ki, yeni döneme ilişkin tahmin yaparken, örneğin "kontrollü değişim politikası" ifadesini kullanırken, kontrol kadar, değişim sözcüğünün altını da çizmek gerekiyor.
Nitekim başbakan ikinci soruma, "Vali ve kaymakamlar polisin ve diğer tüm kamu personelinin 'sicil amiri' ama, bir yönetmelik eksikliği yüzünden jandarmanın sicil amiri Jandarma Genel Komutanlığı üzerinden askerî otorite; bu ve benzer konuda adım atılacak mı?" sorusuna yanıt verirken demokratikleşmenin altını çiziyor ve şunları söylüyordu:
"Bu tür durumların kendileri de farkındalar. Demokratikleşme bir süreçtir ve bu süreç devam ediyor, devam edecektir. İleri demokrasi ile temel hak ve özgürlükler bizim iki önceliğimizdir...
Son söz:
Pek çok örnek ortada; sivilleşme süreci, siyasi irade kadar, siyasi partilerin mutabakatını gerektirir...
Bu açıdan "laikçi dilden" arınmaya çalışan, özellikle sivilleşme konusunda "TSK'nin iç hizmet yasasının 35'inci maddesiyle, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kalksın, Genelkurmay Başkanı Milli Savunma Bakanlığı'na bağlansın" tarzı önerilerle önemli açıklamalar yapan CHP, yeni dönemde yol alınmasında etkili olabilir.

Ortadoğu’yu en iyi bilen gazeteciden şok iddia

Türk ordusu Suriye’de tampon bölge kuracak


Ortadoğu’yu en iyi bilen gazeteciden şok iddia İngiliz gazeteci Robert Fisk, Esad’ın kendilerine yalan söylemesine çok öfkelenen Ankara’nın olası bir iç savaşta mülteci akınına engel olmak için Suriye’ye girerek tampon bir bölge oluşturmayı planladığını yazdı

İngiliz The Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, dün bölgede yaşanan isyan hareketini yorumladığı yazısında Türk yetkililerden aldığı bilgiler doğrultusunda Genelkurmay’da hazırlanan “tampon bölge” planını aktardı. Fisk, Suriye’den gelebilecek bir mülteci akınından kaygılanan Ankara’nın bu ülke içerisinde bir güvenli bölge oluşturmayı planladığını yazdı. 65 yaşındaki gazeteci, Ortadoğu’nun geleceğinin Amerikan etkisi olmadan şekilleneceğini kaydederek bu noktada Türkiye’nin önemine dikkat çekti ve Suriye lideri Beşar Esad ile Türk yetkililer arasında geçen görüşmeleri şöyle aktardı:

2 kez sözünü tutmadı

Türkiye, Beşar Esad’a karşı çok öfkeli. Çünkü, Esad’ın kendilerine askerleri sokaktan çekme, reform ve demokratik seçim sözü vermesine rağmen bu sözünü iki kez tutmadığını söylüyorlar. Türk hükümeti isyan hareketinin başlamasının ardından iki kez Suriye’ye delegasyon gönderdi. Türkler’e göre, Esad, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kendisini ikinci ziyaretinde yalan söyledi. Suriye lideri, ülkenin güneyinde katliamlara imza atmakla suçlanan erkek kardeşi Mahir’e milis güçlerini Suriye sokaklarından çekmesi çağrısında bulunacağı sözünü verdi. Ancak bunu yapmadı, işkenceciler işlerini yapmaya devam etti.

Kamışlı’dan girecekler

Şimdi Türk hükümeti, 1991 Körfez savaşından sonra Iraklı Kürtlerin göçünde olduğu gibi bir mülteci dalgasının tekrarlanmasından endişe duyuyor. Bu nedenle Türk generaller Suriye’ye birkaç tabur göndererek, güvenli bölge oluşturacak bir operasyon hazırladı. Türkler, Suriye’de katliamdan kaçanlara bu ülkede güvenli bölge sağlayacak. Türk ordusunun Kamışlı’dan Suriye’ye girip Deir El Zour bölgesine doğru ilerleyerek ülkenin kuzeydoğusunu içine alacak tampon bölge oluşturması planlanıyor.

4 yıldıza ilk tutuklama

İki ay sonra Hava Kuvvetleri Komutanı olacaktı

4 yıldıza ilk tutuklama 30 Ağustos’ta Hava Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan Orgeneral Bilgin Balanlı, Balyoz soruşturması kapsamında tutuklandı. Görevdeyken tutuklanan en yüksek rütbeli asker olan Balanlı’nın Hava Kuvvetleri Komutanı olma ihtimali artık yok

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, Eskişehir’de emekli Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirildiği ve Balyoz darbe planı iddialarının bir bölümünü içerdiği iddia edilen belgelerle ilgili yürütülen soruşturmada ifade vermek üzere adliyeye gitti.

3 saat ifade verdi

Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne h akim ve savcıların kullandığı protokol kapısından saat 10.00’da giren Balanlı ’ya iki koruma aracı eşlik etti. Balanlı soruşturma savcısı Hüseyin Ayar ’a yaklaşık 3 saat ifade verdi.

Çıkış hazırlığı yapıldı ama...

13.45 ’te önce Balanlı ’yı getiren araçlar adliyenin çıkış kapısına geldi. Balanlı da kameraların görüntü almaması için yemekhane kapısını indi. Bu sırada Balanlı ve avukatlar tekrar yukarı çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Fikret Seçen ’in bulunduğu kata çıkan Balanlı burada bir odada beklemeye başladı.

Savcı ‘tutuklansın’ dedi

Balanlı, Savcı Ayar tarafından ‘tutuklama istemiyle’ mahkemeye sevk edildi. Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi ’de hakim karşısına çıkan Balanlı nöbetçi hakim Resül Çakır tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

Gölcük ve Eskişehir belgelerindeki iddialar

Önce isimsiz bir ihbar mektubuna dayanarak Gölcük Donanma Komutanlığı’nda ve ardından Eskişehir’de Albay Hakan Büyük’ün evinde ele geçirilen Balyoz belgelerinde Orgeneral Bilgin Balanlı’nın ismine rastlandığı iddia ediliyor. İmza bulunmayan belgelere göre, Balyoz”un, Hava Kuvvetleri’nin görevli olduğu “Oraj Hava Harekat Planı” kapsamında Balanlı’nın da aktif rol aldığı ileri sürülüyor.

İhtimalat Planı

Balanlı’yla ilgili ilk belge Gölcük’te ele geçirilen “İhtimalat Planı”. “Çok Gizli” ibareli ve dönemin Harp Akademileri Komutanı Org. İbrahim Fırtına’nın 10 Şubat 2003 tarihli sözlü direktifi karşılığında hazırlandığı öne sürülen belgenin altında, dönemin Plan Prensipler Başkanı Tümgeneral Balanlı’nın adı yer alıyor. Belgede “Oraj hazırlıkları kapsamında yapılan tüm çalışmalar EK-A’da sunulmuş olup, ilgili personele devredilmiştir. İhtimalat Planı hazırlanmasına yönelik olarak planlama grubu oluşturulmuş olup faaliyetler gizlilik içerisinde yürütülmektedir” ifadeleri bulunuyor. Ancak, belgede Balanlı’nın adı olmasına rağmen imzası yok.

Başarısız olursak

Eskişehir’de ele geçirilen belgeler arasında da İhtimalat Planı’nın devamı niteliğinde belgelerin olduğu öne sürüldü. İddiaya göre, Org. Fırtına’nın 23 Ocak 2003’te verdiği sözlü emrin ardından “İhtimalat Planı Hazırlama Grubu” oluşturuldu ve bilgi Şubat ayında Balanlı tarafından Fırtına’ya iletildi. Balanlı’nın, Oraj’ın uygulanamaması veya başarısız olması durumunda uygulanacak tedbirler ile ilgili planları hazırladığı ve hükümetin söz konusu müdahaleden haberinin olması durumunda, yapılacak işler sıralandı, hükümete yakın gözüken personelin kullanılabileceği bilgileri yer aldı.

‘Plan inkar edilecek’

Yine Eskişehir’de bulunan bir başka belgede ise, “Gizlilik ihlali yapan personel doğrudan Tümg. Balanlı’ya bildirilecektir. Soruşturma açılması durumunda plan inkar edilecek, inkar etmeyenler tespit edilecektir. Yeniden görevlendirme ile atanan komutanlara ve personele özellikle dikkat edilecek, bu kişilerin Komutanın adamları oldukları gözden kaçırılmayacak ancak bu kişilerin durumlarının izlenebilmesi için mümkün olduğunca yakın durulacaktır” ifadelerinin yer aldığı öne sürüldü.

Fişleme iddiası

Balyoz delillerini yok etmeye çalışmakla da suçlanan Balanlı’nın, Tümgeneral Ahmet Yavuz’a tutuklanmadan 15 gün önce, tüm planların imha edilmesi yönünde emir verdiği ileri sürülmüştü. Eskişehir’de bulunan belgelere göre Balanlı’nın, 9. Ana Jet Üs Komutanlığı döneminde fişlemeler yaptığı iddia ediliyordu. Balanlı’nın 2006-2009 döneminde, bir tarikata ait olduğu öne sürülen Bilvanis isimli bir çiftliği havadan ve karadan yakın takibe aldırdığı ve bu takiplerle RF-4 jetlerinin bile kullanıldığı da öne sürülüyor.

CRONICLE’DAKİ İDDİALAR

Balanlı, hakkında bir süredir bazı yayın organlarında iddialar gündeme geliyordu. Cronicle dergisi bunlardan biriydi. “Başbuğ döneminde, Balanlı’nın Kuvvet Komutanlığı’nın önünü açmak için olmayan Genelkurmay 2. Başkan Yardımcılığı makamı oluşturuldu” iddiası Balanlı tarafından “1990-1991’de de bu makam vardı” sözleriyle yalanlandı. “Balanlı eşiyle birlikte, hükümeti düşürmeyi hedefleyen Cumhuriyet mitinglerine katıldı” iddiasına karşılık ise Balanlı, “O PKK aleyhine yapılan Bayrağa Saygı yürüyüşüdür” demişti.

312’den müebbet

Orgeneral Balanlı’nın suçlandığı, TCK’nın 312. maddesi:
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir”


Tatbikatlar iptal edilmişti

BALANLI’yla ilgili tutuklama kararının kokusu geçen hafta alınmış, bu nedenle Efes ve Denizkurdu tatbikatlarının seçkin gözlemci günü iptal edildiği öne sürülmüştü. Genelkurmay Başkanı Koşaner Cumhurbaşkanı Gül’le sürpriz bir görüşme yapmış, Başbakan Erdoğan tatbikatların iptaliyle ilgili, “Herşey açıklanmaz” demişti. Genelkurmay’ın “Askeri nedenler” açıklaması ise kimseyi tatmin etmemişti.

49 YILLIK ASKER

Orgeneral Balanlı, 24 Eylül 1948’de Ankara’da doğdu. 1962’de Hava Lisesi’ne girdi. 1967’de pilot adayı olarak Hava Harp Okulu’nu bitirip Hava Kuvvetleri’ne katılmıştır. Hava Kuvvetleri’nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra 1994’te tuğgeneral rütbesine terfi etti. 2009’da Yüksek Askeri orgeneralliğe terfi ettirilerek Genelkurmay 2’nci Başkan Yardımcılığı görevine atanan Balanlı, 2010’da Harp Akademileri Komutanı olarak atandı. Evli olan Balanlı, 1 kız ve 1 erkek çocuk babasıdır.

Askerin dünü ve bugünü / Murat Yetkin

Eylülcülerin yargılanması konusunda çok şey söylendi. Bugün de okuyacaksınız. Ben size daha çok dünkü haber trafiğimizi anlatacağım. Çünkü asıl bazen bir fotoğraf bin kelimeden çok şey anlatıyor, dünkü haber trafiğimiz de Türkiye’deki asker sivil hesaplaşmasını bütün acıları ve iğretilikleriyle ortaya döküyor.
 
Güne, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın, hükümeti devirme amaçlı komploya karışma iddialarına ilişkin olarak Beşiktaş adliyesinde savcılara ifade vereceği haberiyle başladık.
Kısa süre sonra, savcıların Balanlı’yı tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edeceği haberi geldi. Bu ciddi bir gelişmeydi; bu kadar üst düzeyde ve halen aktif görevdeki bir subayın tutuklanması elde darbe girişimine ilişkin varlığı yadsınamaz kanıtların savcılıkça bulunduğu anlamına gelmeliydi. Diğer taraftan zaten diken üstünde seyreden asker-siyaset ilişkileri tam seçim öncesinde yeni bir boyuta sıçrayacaktı.
 
Bu arada başka bir ayrıntı ortaya çıktı. Balanlı, bugün (31 Mayıs’ta) Harp Akademileri’nde yapılması planlanan törenin ev sahibiydi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de törenin şeref konuğu olacaktı.
Balanlı’nın tutuklanması halinde bu tören yapılacak, Gül gidecek miydi? Bu soru haklıydı, çünkü geçtiğimiz hafta Ege’deki Efes ve Denizkurdu tatbikatlarının kapanış bölümü, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın katılmayacağı belli olduktan sonra iptal edilmişti. Bu iptalin ardında, Balanlı dahil bir grup üst düzey askerin daha ifadesine başvurulmak istenmesine duyulan tepki olduğu iddiaları da vardı.
 
Bu iddialar gerçi Genelkurmay sözcüsü tarafından yalanlanmıştı. Yine de habercilerin dikkati Balanlı’nın ifadesi konusuna yoğunlaştı ve tam bu sırada haber merkezlerine bir başka haber düştü.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin lideri emekli genelkurmay başkanı ve yedinci cumhurbaşkanı Kenan Evren ile darbe kurmay heyetinde yer alan emekli hava kuvvetleri komutanı Tahsin Şahinkaya’nın 12 Eylül darbesiyle ilgili olarak ifadesine başvurulacaktı. Savcılık her iki emekli askere de telefon ederek ifadeye davet etmişti.
Darbe sırasında kurmay heyetinden hayatta olan üç kişi kalmıştı. Diğeri emekli deniz kuvvetleri komutanı Nejat Tümer idi. Ona da ifade daveti gitmiş miydi? Bunu araştırırken Tümer’in dün tedavi görmekte olduğu askeri hastanede vefat ettiği haberi geldi.
Haber merkezinde kimsenin tam olarak ne diyeceğini bilemediği bir hava bir süre adeta başımızın üzerinde asılı kaldı.
 
Tümer yaşasaydı, hasta yatağında 12 Eylül darbesine ilişkin ifadesinin istendiği duyacaktı.
Türkiye kesinlikle yeni bir döneme giriyor. Darbecilik, artık bütün ciddi siyasi partiler tarafından kınanan, üzerine gidilmesi gereken bir suç olarak görülüyor; cankurtaran olarak değil. Yakın zamana dek, ‘İyi oldu, canım kurtuldu, destekliyorum’ diyenler en azından sessizlik içinde kalmayı tercih ediyorlar, bu da bir şey.
Yalnız iktidardaki AK Parti değil bu konuda konuşan. Yakın zamana dek –darbelerden çok çektiği halde sert eleştirilere maruz kalan CHP’nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu, asker-siyaset ilişkileri üzerine hükümetten çok daha ileride, Avrupa standartlarında tekliflerde bulunuyor. Diğer yandan darbeci eğilimlerin üzerine gidilirken yeni bir siyasi mutlakçılığa, tek tipçiliğe yol açılmaması gerektiği konusunda oluşan bir duyarlık da var; hükümete bu yönde eleştiri geliyor, bu da iyi bir şey.
Balanlı akşam saatlerinde tutuklandı. Bu haberin Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yankılara yol açacağı muhakkak. Muhtemel tepkilerin, tam da seçim ortamında siyaseti etkileyecek, ona müdahale sayılacak bir düzeye çıkmaması sorumluluğu, bu ağır sorumluluk en çok Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’in omuzlarına düşüyor.
Çünkü görülüyor ki, koşullar ne olursa olsun, siyasi hayata dışarıdan müdahale edenler dün alkışlanırken, bugün hayırla yad edeni kalmıyor.

Tutuklu general eşleri ve Hrant Dink davası / Oral Çalışlar

Hrant Dink cinayeti davası için dün yine Beşiktaş’taydık. 18. duruşmanın da adalet duygumuzu, vicdanızı yaralamaya devam edecek şekilde geçeceği umutsuzluğuyla meydanda toplandık, sonra, girebilenlerimiz duruşma salonuna doluştu. “Duruşma 12.30’da başlayacak” duyurusuyla salona girmeyen ve kahvede toplanan arkadaşlarımızın yanına döndük.
 
Telefon çaldı, bir TV kanalı CHP’nin yeni demokrasi programıyla ilgili benimle söyleşi yapmak istediğini ifade etti. Bence,programın ayırdedici özelliği, sivil-asker ilişkisinde kökten bir tutum değişikliğini içermesi.

CHP’nin programı
AK Parti hükümeti, sivil asker ilişkisi konusunda önemli değişikliklere imza attı. Açılan Ergenekon, Balyoz, Kafes davaları askerin siyaset üzerindeki vesayetine tayin edici darbeler indirdi. Bugün Türkiye “askeri darbeler” etrafında şekillenen psikolojik ortamı aşabilmişse, bunda AK Parti hükümetlerinin duruşunun ciddi bir rolünün olduğu açıkça ortadadır.
Ama askerin siyasetteki rolü sona ermiş değil. CHP’nin militarizme desteğinin yarattığı birikim,bunun sebeplerinden biri.
 
Baykal CHP’sinin en “önemli” çizgilerinden birini, darbe Anayasasının değiştirilmesine gösterilen direnç oluşturuyordu. 27 Nisan 2007 muhtırasına ve statükonun kurumlarına verilen destek bu çizgiyle paralellik içindeydi. Asker ve yargı açısından “çok zengin” bir cesaret kaynağı anlamına gelen bu destek, toplumdaki değişim iradesinin uzun yıllar boyunca CHP engeliyle yaralanmasını beraberinde getirdi.
CHP’nin 27 Nisan muhtırasını verenlerden hesap sorulmasını istemesini, “artık darbeciliğin arkasında yokuz” olarak okumak aşırı bir yorum olmaz. Bu, dengeleri yeniden şekillendiriyor. Sonuçta askerin siyaset üzerindeki vesayetinin en gelenekselleşmiş/kurumsallaşmış “garantör”lerinden biri CHP’ydi.
Mahkeme saatini beklerken bitişiğimizdeki masadan bir kadın elinde bir broşürle yaklaştı, “Oral bey ben de ne zamandır sizi görmek istiyordum” dedi. Balyoz davasından yargılananlardan bir komutanın eşi olduğunu söyledi(İsmini hafızama kaydedemedim, bu nedenle kendisinden özür diliyorum). Yanında da Tümamiral Deniz Kutluk’un eşi İrem Kutluk vardı.
 
“Karşı olduğunuzu biliyorum. Sizi eşiniz ve oğlunuzla çıktığınız bir TV programında izledim. Tutuklanmanın, hapis yatmanın ne demek olduğunu sizin iyi bildiğinizden eminim. O nedenle sizinle karşılaşmak istiyordum.” dedikten sonra, “Vardiya Bizde Platformu”nun hazırladığı broşürlerden birisini okumam için verdi. General eşleri, bir platform oluşturmuşlar ve eşlerine yönelik iddialara karşı bir çaba içine girmişlerdi.
 
Broşürlerden birisini Tümamiral Cemil Gürdeniz’in 29 Nisan tarihinde Balyoz davasında yaptığı savunma metni oluşturuyor. Metinlere bakarken bir yandan da iki general eşiyle sohbeti sürdürdük: “Oral Bey onlar 12 Eylül askeri darbesinde çok küçüktüler, askeri darbeye karşı olduğunuzu ve çektiklerinizi biliyoruz, ama bu davanın onunla bir ilgisi yok, inanın, savunmayı okuyunca göreceksiniz.”
Büyük dosyada, Balyoz davasının haksız olduğunu anlatan gerekçeler yer alıyordu. Küçük el ilanında ise şunlar yazıyordu. “Unutma ki ADALET herkese lazım.”
Komutan eşlerine geçmiş olsun dileklerimi ifade ettim. Dertlerini başkalarına anlatmak için gittiler. Aklım el ilanındaki “Adalet herkese lazım” sözlerine takılı kaldı. Hrant Dink cinayeti davasının görüldüğü ruh sıkıcı salona geri döndüm. Cinayeti gören bir kadın tanık, Ogün Samast’ın dışında iki kişiden daha söz ediyordu. General eşlerinin el ilanındaki ikinci cümle de şöyleydi: “Bugün bu davanın mağdurlarına, yarın sana...”
Hrant Dink cinayetinin arkasındaki büyük eller tam olarak görünür hale gelmediği sürece, “adalet herkese lazım” olmaya devam edecek...

ABD'nin kodlarını vermediği savaş uçağı için Avrupa'dan teklif geldi

ABD'nin F35 savaş uçağının kodlarını vermeyeceğini açıklaması ve Ankara'nın siparişleri bir süre askıya almasının ardından, bu kez Avrupa'dan kritik bir hamle geldi. Zaman'a konuşan Avrupa'nın yeni nesil savaş uçağı Eurofighter konsorsiyumundan üst düzey bir yetkili, "Biz Türkiye'ye tüm kaynak kodları ve kritik teknolojileri vermeye hazırız." açıklamasını yaptı.

Türkiye'ye 16 milyar dolara mal olması beklenen geleceğin savaş uçağı F-35 projesinde önemli gelişmeler yaşanıyor. ABD'nin uçağın kodlarını vermeyeceğini açıklaması ve Ankara'nın siparişleri bir süre askıya almasının ardından, bu kez Avrupa'dan kritik bir hamle geldi. Zaman'a konuşan Avrupa'nın yeni nesil savaş uçağı Eurofighter konsorsiyumundan üst düzey bir yetkili, "Biz Türkiye'ye tüm kaynak kodları ve kritik teknolojileri vermeye hazırız." açıklamasını yaptı. Aynı yetkili, Türkiye'nin Eurofighter konsorsiyumuna katılması halinde tüm araştırma ve geliştirme safhalarında rol alabileceğini ifade etti.

Lockheed Martin'in F-35'lerden sorumlu Başkan Yardımcısı Stephen O'Bryan, "Yazılımı paylaşmak demek ondan sonra sürekli kullanıcı isteklerine göre değişiklik demek. Bu zaman ve maliyet açısından karşılanabilir bir durum değil. İngiltere ve İsrail dahil hiçbir ülke kaynak kodlarına sahip olmayacak." diyerek, Türkiye'nin isteklerine kapıları kapamıştı. Avrupa ise kaynak kodları vermeyi teklif ediyor. Öte yandan Lockheed Martin, Zaman'ın konuyla ilgili sorularını cevapsız bıraktı. 16 milyar dolarlık F-35 projesinin masaya yatırıldığı son Savunma Sanayii İcra Komitesi (SSİK) toplantısında, yazılım konusundaki endişeler dile getirilirken Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, daha önce alınan F-16 savaş uçaklarında yaşanan sorunları hatırlatmıştı. Başbakan Erdoğan da yazılım kodlarının verilmemesinin kabul edilemeyeceğini net bir dille ifade etti. Geçtiğimiz aralık ayında ABD lisansı ile Türkiye'de üretilen F-16 savaş uçaklarının uçuşta beyni kabul edilen görev bilgisayarlarının yerli olarak üretilmesi yönünde karar alınmıştı. Milli görev bilgisayarının üretilmesiyle birlikte F-16'ların ABD'nin muhtemel elektronik etkisinden kurtarılması hedefleniyor.

Türkiye'ye kaynak kodları verme vaadinde bulunan Eurofighter Typhoon konsorsiyumu İngiltere, İtalya, Almanya ve İspanya'nın müşterek projesi. İlk uçuşunu 1994'te gerçekleştiren çift motorlu ve çok amaçlı Eurofighter, şu anda Avrupa orduları tarafından kullanılıyor. Eurofighter yetkilileri, Ankara'nın bu konsorsiyuma katılması halinde, elde edeceği bilgi birikimiyle yüksek teknoloji gerektiren milli projeler için de elini güçlendireceğini dile getiriyor. Aynı zamanda Türkiye'ye 'eşit ortaklık' teklifinde bulunuyor.

Ya ordu savaşa da gitmezse! / İhsan Dağı

Türkiye bunu da gördü. Ordusu yargıyı boykot edip tatbikata çıkmadı. Soru şu; peki ordu, yarın bir saldırı karşısında savaşmayı da reddeder mi acaba?


Orduya siyaset bulaşmışsa ihtimal dışı değildir bu. Balkan Savaşı'nda İttihatçı subayların yaptıkları hatırlarda. Edirne'yi bile terk etmişlerdi, İstanbul'da iktidara biraz daha yaklaşmak uğruna. Siyaseten kazanmak adına cephede kaybetmeyi göze alan bir ordu zaten ordu olmaktan da çıkmıştı. Düştükleri siyaset batağından bir daha kurtulamadılar. Kendileriyle beraber imparatorluğu da batırdılar.

Cumhuriyet döneminde de bitmedi askerin iktidar hırsı. Mehmet Ali Birand'ın ifadesiyle dışarıdan laik kesimin 'kışkırtmalarıyla' darbeler yaptı, siyasete yön vermeye kalktı. 27 Mayıs darbesinin 51. yıldönümü şu günler. Cumhuriyetin İttihatçı subayları devleti batıramadılar ama demokrasiyi imha ettiler; yeni cumhuriyete demokrasi aşılama hamlesini adeta biçtiler 27 Mayıs darbesiyle.

Gırtlaklarına kadar siyasete battıklarında silahı sadece milletin alnına değil, birbirlerinin kafasına da doğrulttular. Altı ay içinde cunta içindeki cunta ötekini tasfiye etti, Alparslan Türkeş liderliğindeki 14 komite üyesini sürgüne gönderdi. O günlerde cunta mensuplarının bir kısmı öteki grubun korkusundan kışlalarda yatıyordu. Devletin bütün makamlarına 'erken gelen' oturmuş, ordudaki generallerin neredeyse tümü tasfiye edilmişti. Emekli edilen subay sayısı da 6 bin civarındaydı.
Zorbalıkla yıktıkları meşru hükümet mensuplarına yaptıkları zulümleri anlatmıyorum dikkat ederseniz, birbirlerini nasıl imha etmeye çalıştıklarından söz ediyorum. Hiç bitmedi bu kavga. Silahlı Kuvvetler Birliği adlı bir başka cunta kuruldu; bu defa da kışlaya ve silaha hâkim olan bu cunta 'komitecileri' tehdit etmeye, yönetmeye kalkıştı. Yetmedi, Albay Talat Aydemir iki defa fiili darbe girişiminde bulundu. İş, 12 Mart darbesine, ondan önce de 9 Mart darbecilerine kadar geldi.
27 Mayıs'la aklına, silahını kullanarak iktidara ve imtiyaza ulaşma virüsü bulaşanlar iflah olmadılar. 12 Mart da, 12 Eylül de onların eseri. Hatta 28 Şubat ve de 27 Nisan'ı da bundan elli bir yıl önce siyasete bulaşanlar yaptı. Ergenekon ve Balyoz'dan yargılanan 'başarısızlar'ın da ilham kaynağı 27 Mayıs.
Ne yapacaklardı yani? Birileri darbeyi yapmış, başarmış, iktidar düzeneğini ona göre kurmuş, üzerine oturmuş, kimse de onlara bir şey yapamamış. Hatta darbeyi yapanlar cumhurbaşkanı olmuşlar, saygı görmüşler. Darbecilere 'saygın devlet adamı' muamelesi çekilen bir ülkede darbecilik biter mi?

Darbecilik virüsüyle mücadele etmenin tek bir yolu var; yargı. Bu işe kalkışanları, hatta geçmişte 'başaranları' yargılamak... Son yıllarda yapılan da bu. Ama ordunun içinde bir kesim buna direniyor. Direnenler yargıya müdahale etmeye çalışıyor, mahkemeden önce sanıkları aklamaya gayret ediyorlar. Bir ara da 'ordu evleri'nde misafir etmiş ve darbe davalarında adli destek de sağlamışlardı.
Şimdi de 'işe çıkmama' eylemi yapıyorlar. Acaba bu, 'gerekirse ülkeyi savunmasız bırakırım' tehdidi mi? Son tatbikat erteleme 'eylemi' hiç masum ve normal değil; en azından yargıyı etkileme girişimi. Ayrıca hükümete de bir mesaj... Bugün yargıya mesaj vermek için tatbikata direnen, yarın siyasi iktidara mesaj vermek, onu yıpratmak için başka işler yapmaya kalkışırsa ne olacak?
Mesele şudur; ordu hükümetten bağımsız, bağlantısız bir kurum mudur, yoksa emirleri meşru siyasal iktidardan mı almaktadır?
Başbakan Erdoğan, ordunun 'protestosu'nu alttan alıp, 'Ordu işini yapıyor, dışarıdakiler tahrik etmesinler' diyerek emrinde bulunan (bulunması gereken) kurumu korumaya çalışıyor olabilir. Bunu anlarım; ama bu sözlere hakikaten inanıyorsa o zaman durum çok nazik demektir. Başbakan'a, konuşmalarında sık sık atıfta bulunduğu Adnan Menderes'in yaptığı ve bedelini hayatıyla ödediği temel hatayı iyi incelemesini tavsiye ederim.

Kılıçdaroğlu'ndan TSK'ya: Kışlanızda oturun, bir tepki vermeyin

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Orgeneral Bilgin Balanlı'nın tutuklanmasına ilişkin "Bir orgeneralin tutuklanması sıradan bir olay değildir, önemlidir. Benim buradan Türk Silahlı Kuvvetleri'nden isteğim sakın ola ki herhangi bir tepki falan vermeyin. Kendi kışlanızda oturun soğukkanlılıkla olayları izleyin" açıklamasında bulundu. 

NTV televizyonunda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın tutuklanmasına ilişkin soruyu yanıtladı.
Balanlı’nın tutuklanmasının sıradan bir olay olmadığına dikkat çeken Kılıçdaroğlu, “Önemli bir olay. Umarım yarın bir gün ayrıntılar biraz daha ortaya çıkar. Biz de görüşümüzü belirtmiş oluruz” dedi.

“Seçim öncesi gelen bu tür kararlar seçimin sonucunu etkileyecek yankılar yapıyor. Burada da benzer bir şey bekler misiniz yoksa normal bir süreç midir bu?” sorusuna Kılıçdaroğlu, “Samimi düşüncemi söyleyeyim, yargının siyasallaştığını biliyorum. Siyasi otorite karar alır, belli yargı organları da bu kararları uyguluyor. Bu Türkiye’nin bilinen bir gerçeği. Bunu ben söylemiyorum zaten Sayın Erdoğan kendisi söyledi. ‘Ayağa kalkmadı’ dedi. ‘Şimdi yerini buldu Silivri’ye attık’ dedi. Ne söyleyeyim ben başka. Eğer bir ülkede yargı bağımsız değilse, yargı tarafsız değilse, zaten o ülkede o olaylar olur bizler de bakarız. Ama benim bütün arzum bu tutuklamaların haklı gerekçelere dayanmış olmasıdır. Eğer haklı bir gerekçe yoksa bu gerçekten Türkiye için ciddi bir sorun” yanıtını verdi.

“KIŞLANIZDA OTURUN OLAYLARI İZLEYİN”
Türk Silahlı Kuvvetlerine “tepki vermeyin” çağrısında bulunan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti:

“Bu tür olaylar iktidar tarafından programlanıp yürürlüğe konulabilir. Asker tepki versin, biz yine mağdur edebiyatı yapalım ve seçime gidelim diye. Benim buradan Türk Silahlı Kuvvetleri’nden özellikle isteğim sakın ola ki herhangi bir tepki falan vermeyin. Kendi kışlanızda oturun soğukkanlılıkla olayları izleyin. Başka söyleyecek bir şey yok. Adalet sonunda tecelli edecektir. Haklı gecikerek de olsa ortaya olacaktır. Bir orgeneralin tutuklanması sıradan bir olay değildir, önemlidir. Ama ayrıntıları bilmemiz gerekiyor. Bu olayın büyük ölçüde siyasallaştığını biliyoruz. Sayın Başbakan ‘ben bu davanın savcısıyım’ demişti zaten. Başbakan davalar zincirinin savcısı olursa zaten bu siyasallaşmış demektir.
Kürt yazar Musa Anter'in 1992'de PKK-JİTEM işbirliğiyle öldürüldüğüne dair yeni bilgiler ortaya çıktı. Gazeteci Ercan Gün'ün kaleme aldığı "Ape Musa Faili Bilindik Cinayet" isimli kitapta, Anter'in örgüte haraç vermediği için 1989'da hain ilan edildiği ve Abdullah Öcalan tarafından hakkında ölüm kararı verildiği anlatılıyor.
 
Kitaptaki bilgilere göre infazla görevlendirilen Hogir kod adlı Cemil Işık örgütten kaçınca Öcalan, Anter'i JİTEM'in öldürmesini istedi. Talimatı ise emekli Tuğg. Veli Küçük verdi. Ancak JİTEM'ci Cem Ersever anlaşmazlıklar yüzünden geri çekildi. Bunun üzerine Ersever'in yerine Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım geçti.

Karakutu Yayınları'ndan çıkan kitaptaki iddiaya göre Musa Anter örgüte haraç vermediği için 1989 yılında bizzat Abdullah Öcalan tarafından hain ilan edilmiş biri. PKK'nın yaşattığı maddi baskıdan ötürü Nusaybin'den İstanbul'a taşınan Anter için Öcalan ölüm kararı verir. İnfaz için de Hogir kod adlı Cemil Işık görevlendirilir. Ancak Hogir infazı gerçekleştirmemek için örgütten kaçar. JİTEM'ci Binbaşı Cem Ersever de 'itirafçı' yapmak için Hogir'i kaçtığı Zaho'dan iki sivil araçla getirtir. Kitapta Hogir'e Anter'i öldürmesi teklifinin bu kez JİTEM'den geldiği belirtiliyor. Karşılığında Almanya vizesi vaat ediliyor. Yazar, Hogir'in Zaho'ya gitmesi, oradan tekrar Türkiye'ye gelmesinin Apo'nun bilgisi dahilde olduğunu iddia ediyor. Böylece hem Hogir'i hain ilan edebilecek hem de Anter'den intikamını almış olacaktı. Özetle Anter cinayeti JİTEM-PKK işbirliği ve Ergenekon yapılanmasının bir projesiydi. Anter cinayetinin maksadı bölgede OHAL'i daha da katılaştırmak ve halkın PKK'ya olan ilgisini artırmak. Konuyla ilgili konuşan PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın, "Musa Anter suikastı, PKK-JİTEM arasındaki paslaşmayla gerçekleştirildi, bu ortak bir eylemdi." sözleri, yaşanan cinayetin perde arkasını net biçimde ortaya koyuyor.

'Darbeye teşebbüs'ten tutuklandı



Eskişehir'de emekli Albay Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen Balyoz darbe planı belgeleri kapsamında ifadeye çağrılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı tutuklandı. Hasdal Cezaevi'ne gönderilen Orgeneral Balanlı, Balyoz'un 'Oraj Hava Harekât Planı'nda aktif rol almakla suçlanıyor.

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, Eskişehir'de emekli Albay Hakan Büyük'ün evinde ele geçirilen Balyoz darbe planı belgeleriyle ilgili soruşturma kapsamında tutuklandı. Dün İstanbul Başsavcı Vekili Fikret Seçen ve Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Ayar tarafından yaklaşık 5 saat sorgulanan Balanlı, çıkarıldığı Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 'darbeye teşebbüs'ten cezaevine gönderildi. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında tutuklanan en yüksek rütbeli muvazzaf olan Orgeneral Balanlı'nın, Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde hazırlanan Balyoz'un 'Oraj Hava Harekât Planı'nda aktif rol aldığı ileri sürülüyor. Balanlı'nın, Balyoz soruşturması devam ederken Harp Akademileri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'a arşivlerdeki tüm 'Harp oyunu ve plan seminerlerinin' imha edilmesi emrini verdiği iddia ediliyor. Balanlı'nın ismi, 6 Aralık 2010'da Gölcük Donanma Komutanlığı'ndaki gizli bölmede ele geçirilen 'İhtimalat Planı' başlıklı belgede de geçiyordu. 'Çok gizli' ibareli olan ve eski Harp Akademileri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına'nın 10 Şubat 2003 tarihli sözlü direktifiyle hazırlanan belgenin altında dönemin Plan Prensipler Başkanı Tümgeneral Bilgin Balanlı'nın adı var.

Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, sabah 10.00'da geldiği Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesi'nde özel yetkili savcılığa yaklaşık 3 saat ifade verdi. Saat 13.15'te savcılık ifadesi sona eren Balanlı, tutuklanması talebiyle Nöbetçi 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edildi. Balanlı'nın buradaki işlemleri de yaklaşık 3,5 saat sürdü. Balanlı'nın ifadesi sırasında makam aracının çalışır vaziyette beklemesi dikkat çekti. 18.30 sularında "darbe teşebbüsü" suçundan tutuklanan Balanlı, adliyeye geldiği makam arabasıyla Hasdal Cezaevi'ne götürüldü. Balanlı'yı takip etmek isteyen basın araçlarının hızla caddede ilerlemesi sırasında Çevik Kuvvet ekibinden bir polis ezilme tehlikesi geçirdi.

Orgeneral Balanlı, Balyoz ve Ergenekon sürecinde tutuklanan en yüksek rütbeli muvazzaf asker oldu. Balanlı ile birlikte Eskişehir Balyoz belgeleriyle ilgili tutuklu sayısı 7'ye yükseldi. Daha önce emekli ve muvazzaf 6 asker tutuklanmıştı. Balanlı'nın avukatı Şeref Dede, müvekkilinin tutuklanma kararına itiraz edeceklerini açıkladı. Erzincan'da hayata geçirilmek istenen 'Kaos Planı' ile ilgili davada sanık olan Orgeneral Saldıray Berk, savcılığa ifade vermeye gitmemişti. Balanlı ise çağrılmasının ardından 3. gün ifadeye geldi. Soner Yalçın'a Balanlı Paşa sorulmuştu

Ergenekon soruşturması kapsamında Oda TV isimli internet sitesinde yapılan aramada bulunan belgeler arasında da Balanlı'nın ismi geçmişti. Soner Yalçın'a ait internet sitesindeki bilgisayardan çıkan "Org mu.doc" isimli word dosyasında, "Balanlı paşa çok stratejik bir konumda. Sorun çıkmamalı, hakkındaki haberler artabilir, anında cevap verilecek" ifadeleri yer alıyordu. Savcılar, Yalçın'a bu belge ile ilgili sorular yöneltmişti.

'Balyoz belgelerini imha edin' emri

Tutuklanan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı hakkında çarpıcı iddialar gündeme gelmişti. Balanlı hakkındaki iddialar arasında Balyoz delillerini yok etmeye çalışmak da var. Balanlı'nın, tutuklanan Harp Akademileri Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Ahmet Yavuz'a tüm planların imha edilmesi yönünde emir verdiği ileri sürülüyor. Medyaya yansıyan emirde, 'Gerçek duruma göre icra edilen plan seminerlerine ait gizli dosyaların bilgisayarlarda depolanmaması, arşivlerde bulunan belgelerin elektronik hallerinin de bilgisayardan silinmesi' isteniyordu.

Balyoz belgelerinin imza kısmında adı geçiyordu: Balanlı'nın 2002-2003 yıllarında hazırlandığı iddia edilen Balyoz darbe planının Hava Kuvvetleri ayağında yer alan "Oraj Hava Harekât Planı" kapsamında aktif rol aldığı ileri sürülüyor. 26 Nisan 2011'de emekli Albay Hakan Büyük'ün Eskişehir'deki evinde yapılan aramada Gölcük'te bulunan "İhtimalat Planı"nın devamı niteliğinde belgelerin olduğu iddia edildi. Buna göre, Orgeneral Fırtına'nın sözlü emrinin ardından "İhtimalat Planı Hazırlama Grubu" oluşturuldu. Oraj'ın uygulanamaması veya başarısız olması durumunda uygulanacak tedbirler ile ilgili planları hazırlayan Balanlı'nın ve müdahale haberinin sızması durumunda, bilgi kirliliği için hükümete yakın gözüken personelin kullanılacağı bilgisini şubat ayında Fırtına'ya iletti. Eskişehir'de bulunan bir başka belgede ise, "Gizlilik ihlali yapan personel doğrudan Hv. Plt. Tümg. Bilgin Balanlı'ya bildirilecektir. Soruşturma açılması durumunda plan inkar edilecek, inkar etmeyenler tespit edilecektir. Yeniden görevlendirme ile atanan komutanlara ve personele özellikle dikkat edilecek, bu kişilerin komutanın adamları oldukları gözden kaçırılmayacak ancak bu kişilerin durumlarının izlenebilmesi için mümkün olduğunca yakın durulacaktır." ifadelerinin yer aldığı ortaya çıktı.

Evinde Kur'an-ı Kerim olan personeli fişletti: Eskişehir'de bulunan belgelere göre Balanlı'nın, 9. Ana Jet Üs Komutanlığı döneminde fişlemeler yaptığı ve bazı personeli 'irticacı' diye fişleyerek ordudan atılmasını sağladığı da iddia ediliyor. Balanlı imzalı olduğu öne sürülen "LAHİKA'larda, personelle ilgili "eşinin fotoğrafının peruklu olduğu", "evinde yapılan aramada Kur'an-ı Kerim bulunduğu", "kızının imam-hatip lisesinde okuduğu", "telefon rehberinde irticai faaliyetleri gerekçesiyle kontrol altında tutulan diğer bazı personellerin numaralarının bulunduğu" gibi fişleme bilgilerinin olduğu iddia edilmişti.

Menzil cemaatini RF-4 jetlerle takip ettirdi
Balanlı'nın 2006-2009 döneminde, bir tarikata ait olduğu öne sürülen Bilvanis isimli çiftliği havadan ve karadan yakın takibe aldırdığı ve bu takiplerle RF-4 jetlerinin bile kullanıldığı da öne sürülüyor.

Cumhuriyet mitinglerine katıldı: Orgeneral Bilgin Balanlı, hakkında ocak ayında Chronicle dergisinde "Yıldızının parlayacağı günü bekliyor" başlığıyla geniş bir makale yayımlanmış ve çeşitli iddialar gündeme getirilmişti. Dergi, Başbuğ döneminde, Balanlı'nın Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın önünü açmak için Genelkurmay ikinci başkan yardımcılığı makamının icat edildiğini yazdı. Balanlı'yla ilgili haberde eşiyle birlikte, hükümeti düşürmeyi hedefleyen Cumhuriyet mitinglerine katıldığına dair fotoğraflar da yer aldı. Balanlı'nın F-16 pilotu olmamasına rağmen, en gözde durumdaki F-16 üssüne atandığı öne sürüldü. Ancak bu iddialar Balanlı'nın avukatı tarafından yalanlandı, bu iddiaların mesleki şeref ve haysiyeti ihlal ettiği belirtildi.

Özel harcamalarını TSK'ya karşılattı: Balanlı'nın özel harcamalarıyla ilgili iddialar da medyaya yansıdı. Yeni Şafak gazetesi Balanlı'nın, evine aldığı terlik, bornoz, çaydanlık, kahvaltı takımı, Amerikan servisi gibi eşyaların parasını Harp Akademileri Sosyal Hizmetler Başkanlığı'na ödettiğini yazdı. Habere göre usulsüz harcamalara karşılık 'bakım onarım' masrafı adı altında fatura kesildi. Haber üzerine harekete geçen Adalet Platformu, Balanlı hakkında suç duyurusunda bulundu.

30 Mayıs 2011 Pazartesi

ALBAY ÇİLLİOĞLU'NUN MEZARININ AÇILMA KARARI
-GÖKHAN ÇİLLİOĞLU:
-''DAVAMIZ KESİNLİKLE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE KARŞI BİR DAVA DEĞİLDİR. O GÜN TUNCELİ'DE BU SORUŞTURMAYI YAPAN KİŞİLERE KARŞI BİR DAVADIR''
  
1994 yılında Tunceli'de intihar ettiği öne sürülen eski Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu'nun
oğlu Gökhan Çillioğlu, ''Davamız kesinlikle Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir dava değildir. O gün Tunceli'de bu soruşturmayı yapan kişilere karşı bir davadır'' dedi.
Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının, 1994 yılında Tunceli'de intihar ettiği öne sürülen eski Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu'nun Düzce'de bulunan mezarının açılması kararını AA muhabirine değerlendiren Çillioğlu, otopsi raporundaki hataları daha önce kendilerinin dile getirdiğini belirterek, babasının sol kulağının üzerinde yara izinin olmadığını defalarda söylediklerini anlattı.
 
Çillioğlu, ''Bunu soruşturmanın ilk gününden itibaren sürekli söylüyoruz. Biz soruşturma başladığından itibaren fekk-i kabir müsaadesini vermiştik. Ailemizin duruşu bu konuda bellidir. Belge ve delillere dayanarak suç duyurusunda bulunduk. Babamın intihar etmediğini, öldürdürüldüğünü savunuyorum. Davamız kesinlikle Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir dava değildir. O gün Tunceli'de bu soruşturmayı yapan kişilere karşı bir davadır. Babamın mezar taşında Şehit Albay Kazım Çillioğlu yazmaktadır. İlk günden beri inancımız var ve şehit olduğuna
inanıyoruz'' dedi.

Kenan Evren'e kötü haber


Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya telefonla ifadeye çağrıldı.
''Balyoz Planı'' soruşturması kapsamında Beşiktaş'taki İstanbul Adliyesine gelerek ifade veren Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı, tutuklama istemiyle mahkemeye sevk edildi.
Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı, 1994 yılında Tunceli'de intihar ettiği öne sürülen eski Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu'nun Düzce'de bulunan mezarının açılmasına karar verdi.

Cemal Gürsel'in 27 Mayıs 1960'da darbeden sonraki konuşması (1 Temmuz 1960 tarihli Resmi Gazete)

O GÜNLERİN FEVKALADELİKLERİ DOLAYISIYLE RESMİ GAZETE'YE GİRMİYEN YAYINLAR
 
27 Mayıs 1960 tarihinde Ankara Radyosundan Kur. Alb. Alparslan Türkeş tarafından okunmuştur

Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye'de Silâhlı Kuvvetlerimiz memleketin idaresini ele almıştır.
Bu hareket Silâhlı Kuvvetlerimizin müşterek işbirliği sayesinde kansız başarılmıştır.
Sevgili vatandaşlarımızın sükûn içinde bulunmaları ve sokağa çıkılmaması rica olunur.
-------------------------
Millî Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in Türk Milletine hitaben 27 Mayıs 1960 tarihinde saat 16.00 da Ankara Radyosundaki konuşması

Türkiye'de iktidarda bulunan Demokrat Partinin takip etmekte olduğu hırslı politika, memleketin bütünlüğünü tehdit eden korkunç bir âfet halini almak üzere bulunmasından dolayı, Türk Silâhlı Kuvvetleri müdahalede bulunmak lüzumunu hissetmiş ve Hükümet idaresini bugün 27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren ele almıştır.
Memleket işlerini geçici olarak tedvir etmek üzere de bir Millî Birlik Komitesi kurulmuştur. Bu Komitenin Reisi Türk Silâhlı Kuvvetleri Başkumandanı Orgeneral Cemal Gürsel'dir.
 
Sayın Orgeneral Cemal Gürsel'in konuşmasını veriyoruz :

«Aziz Türk Milleti, bir aydan beri memlekette cereyan eden ve milleti süratle korkunç buhranlara sürükleyen hâdiseleri biliyorsunuz. Bu gidişin memleketi kanlı bir kardeş kavgasına da götürmekte olduğunu her aklı başında vatandaşın takdir edeceğine kaniim.
Dünya ahvali her gün biraz daha kötüye doğru giderken vatanımızın bu şuursuz politika ihtirası yüzünden maddeten ve manen perişanlığa sürüklenmesi vicdan sahibi bütün vatandaşları dilhûn ettiğine de kaniim. Bu hal nereye kadar gidecek ve bu feci akibete hissiz ve alâkasız, seyirci mi kalmak lâzım? işte vatandaşlarım, bu ahvali ıstırap içinde aylardan beri düşündüm ve bu zevata çıkar yolları gösterdim. Fakat onlar kapıldıkları politika ihtiraslarının şuurlarına verdiği bozukluklar dolayısiyle dinlemediler ve işi zorla yürütmek sevdasına düştüler. Çıkarılan kanunlar, takip edilen hareketler Türk Milletini zincire vurmak kasdında olduklarını gösteriyor. Bu asırda böyle bir idarenin, böyle bir hareketin olabileceğini tasavvur etmek Türk Milletini hissiz bir sürü olarak kabul etmek demektir. Hayır vatandaşlar, Türk Milleti hissiz bir sürü değil belki bir çoğu okuma yazma bilmez ananevi bir iştiyakla daha çok okumuş yazmış memleketlerden daha çok fikri selime, aklı selime, vicdana ve vekara sahiptir. İşte bu düşünce ve mülâhazalarla bu feci gidişe son vermeye karar verdim ve Devletin idaresine elkoydum. Derhal bütün vatandaşlara şunu ifade etmek isterim ki asla bir diktatörlük hevesinde değilim. Bütün emelim süratle bu memlekette temiz ve dürüst bir demokratik nizamı kurmak ve Devletin idaresini milletin iradesine terketmektir.

Bana inanınız ve güveniniz. Bütün milletin benimle beraber olduğuna inanıyorum. Birçok menfaatperestler, midesini ve vicdanını paraya bağlamış olanlar, bu harekete karşı şer veya bir teşebbüste bulunabilirler. Bunlara karşı asla müsamaha edilmiyeceğini bütün vatandaşlarıma temin ederim. Kötü ruhlu olanlardan bile memleketin bu nazik ânında biraz olsun vicdanlarını harekete getirerek çalışmalarımıza yardım etmeseler bile engel olmamalarım isterim.

27 Mayıs'da Alparslan Türkeş tarafından radyodan okunan bildiri (30 Haziran 1960 tarihli Resmi Gazete)

O GÜNLERİN FEVKALADELİKLERİ DOLAYISİYLE RESMÎ GAZETE'YE GİRMİYEN YAYINLAR

27 Mayıs 1960 tarihinde Ankara Radyosundan saat 5.15 de Kur. Alb. Alparslan Türkcş tarafından okunmuştur

Dikkat... Dikkat... Muhterem Vatandaşlar.

Radyolarınızın başına geçiniz güvendiğiniz Silâhlı Kuvvetlerinizin sesi bir dakika sonra sizlere hitap edecektir.
Bugün Demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hâdiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silâhlı Kuvvetleri Memleketin idaresini eline almıştır.

Bu hareketi Silâhlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partilerüstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda âdil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır. Girişilmiş olan bu teşebbüs hiçbir şahsa veya zümreye karşı değildir. İdaremiz hiç kimse hakkında şahsiyata mütallik tecavüzkâr bir fiile teşebbüs etmiyeceği gibi edilmesine de asla müsamaha etmiyecektir. Kim olursa olsun ve hangi partiye mensup olursa olsun her vatandaş kanunlar ve hukuk prensipleri" esaslarına güre muamele görecektir. Bütün vatandaşların partilerin üstünde aynı milletin aynı soydan gelmiş evlâtları olduklarını hatırlıyarak ve kin gütmeden birbirlerine karşı hürmetle, anlayışla muamele etmeleri ıstıraplarımızın dinmesi ve millî varlığımızın selâmeti için zaruri görülmektedir. Kabineye mensup şahsiyetlerin Türk Silâhlı Kuvvetlerine sığınmalarını rica ediyoruz. Şahsî emniyetleri kanun teminatı altındadır.

Müttefiklerimize, komşularımıza ve bütün Dünyaya hitap ediyoruz. Gayemiz Birleşmiş Milletler Anayasasına ve insan hakları prensiplerine tamamiyle riayettir. Büyük Atatürk'ün Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh prensibi Bayrağımızdır. Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadıkız. NATO'ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO'ya bağlıyız.
Tekrar ediyoruz düşüncelerimiz Yurtta Sulh Cihanda Sulhtur. Türkiye dâhilinde bütün garnizonlardaki garnizon komutanları o yerin mülkî ve askerî idaresine el koyacaklar ve vatandaşların her hususta emniyetini sağlıyacaklardır.
---------------------------
1 — Sayın Kordiplomatiğin ikinci bir tebliğe kadar şehirde dolaşmamaları rica olunur.
2 — Şehrin gerek dâhil ve gerekse dış enerji kaynaklarından gelen cereyanın kesilmesi halinde mesullerin en ağır şekilde tecziye edilecekleri karar altına alınmıştır.
3 — Halkın iaşe ihtiyacı için ilgili makamlar fırınlara yeteri kadar un tevziatına derhal başlıyacaklar ve fırınlar ekmek istihsaline devam edeceklerdir.
Önemle tebliğ olurnur.
---------------------------
1 — Ankara'da Silâhlı Kuvvetlerimizce muhafaza altına alınılmış bulunanlar şunlardır... Celâl Bayar, Refik Koraltan, Namık Gedik, Ethem Menderes, Tevfik İleri, Hayrettin Erkmen, Hadi Hüsman, Celâl Yardımcı, Rüştü Erdelhun, Suat Kuyaş, Namık Argüç, Tahsin Çelebican,
2 — Yurttaki bütün idare âmirleri kaymakam ve nahiye rıüdürleri, mahallî askerî komutanlıkların emrindedir. Askerî komutanlıklar, bölgelerindeki Hükümet azalarını muhafaza altına alacaklardır. Her askerî bölge komutanlığı mıntakalarındaki kara ve hava trafiğini sıkı bir kontrol altına alacaklardır. Yurt dışına her hangi bir vasıta ile çıkış sureti katiyede yasaktır. Silâhlı Kuvvetler mensupları hariç, diğer resmî Devlet dairelerinde, özel teşekkül ve müesseselerde vazifeliler ikinci bir emirle vazifelerine başlıyabileceklerdir.
Vatandaşların günlük ihtiyaçları ile her türlü sağlık tesis ve servisleri Komutanlığın kontrol ve murakabesi altında
normal hizmetlerine devam edeceklerdir.
Âmme asayiş ve nizamını bozucu bütün hareketler, her türlü siyasi parti tezahürleri sureti katiyede menedilmiştir.
Bu gibi fiillere teşebbüs edenler ağır şekilde cezalandırılacaktır. Vazifeli bütün askerî şahısların verecekleri emirlere itaat edilmesi, Silâhlı Kuvvetlerimizin başardığı bu Millî İnkılap hareketinden asla endişe edilmemesi huzur ve sükun içinde mütaakip tebliğlere intizar edilmesi rica olunur.