30 Aralık 2011 Cuma

TSK: Yılbaşı programlarına aynen devam

Orduevi ve sosyal tesislerde yılbaşı eğlencelerinin iptal edildiği yönündeki haberler hakkında TSK açıklama yaptı.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde yer alan birçok orduevi ve sosyal tesiste yılbaşı eğlenceleri iptal edildiği yönündeki haberlerle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı’ndan açıklama yapıldı.
Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun, yazılı açıklamasında şu bilgilere yer verdi:
“TSK bünyesinde yer alan birçok orduevi ve sosyal tesiste, tasarruf tedbirleri nedeniyle yılbaşı eğlencelerinin iptal edildiği, sınırlı sayıda orduevinde bu kapsamda izin verildiği yönündeki haber gerçeği yansıtmamaktadır. Genelkurmay Başkanlığı’nca, şehit haberinin kamuoyuna yansıdığı veya şehit cenaze töreninin icra edileceği günler ile kamuoyunu derinden etkileyen deprem, sel, maden göçüğü gibi çok sayıda ölümle sonuçlanan kaza ve olayın meydana geldiği günlerde planlanan sosyal faaliyetler eğlenceler ve bando konserlerinin emri beklenmeksizin iptal edilmesi veya ertelenmesi konusunda 1 Aralık 2011 tarihinde emir yayınlanmıştır. Orduevi ve sosyal tesislerde yılbaşına yönelik programlar planlandığı şekilde icra edilecektir.”

Kalyoncu'yu koruyan kim? / Yener Dönmez

Türkiye’de Genelkurmay başkanlarının her dönem ağırlığı ve etkinliği demokratik ülkelerdeki standartlardan daha fazla olmuştur.

TSK’da Genelkurmay başkanlarının olur vermediği hiçbir emir hayata geçmez. Türkiye’de Genelkurmay başkanı konumu ve ağırlığı nedeniyle etkin çevrelerce en sık ziyaret edilen makamlardan biridir.

Türkiye’nin kalburüstü kişi ve kurumlarının bir çoğunun yolu şu veya bu şekilde Genelkurmay Karargahı’ndan geçmiştir.

Büyükanıt ve Başbuğ döneminde karargah bu yönüyle son derece yoğun bir trafiğe sahipti.

Kendine münhasır bir komutan olan Aslan Güner hariç bu trafiği Genelkurmay Karargahı dışına taşıyan başka bir komutan da bu zamana kadar TSK’dan çıkmadı.

Aslan Paşa, Karargah’ta bulunduğu dönem, AK Parti içindeki muhalif ve etkin isimlerle yoğun görüşmeler yapmıştı. Aslan Paşa bu görüşmelerin basına sızmaması için 4’ncü Kolordu’nun içinde ve çevresinde özel önlemler almıştı.

Buradaki görüşmelerle ilgili o dönem Yaşar Paşa’ya düzenli raporlar veren de yine Aslan Paşa’dan başkası değildi.

Özellikle Yaşar Paşa ve İlker Paşa dönemlerinde Karargah’a yapılan ziyaretler o günün Türkiye’sini şekillendirme adına oldukça kritik temaslardı.

Özellikle Rahmi Koç, Aydın Doğan, Aziz Yıldırım, Mehmet Emin Karamehmet Karargah’ı yakından tanıyan isimlerdi.

Necdet Özel Paşa’dan ise istediği verimi alamayan çevreler, şimdi de Necdet Paşa’yı kendilerine yakın komutanlar vasıtasıyla etkilemeye çalışıyorlar. İlk hamleyi Aslan Paşa’nın İstanbul’a atanmasıyla yaptılar.

Etkili aile ve gruplar, Aslan Paşa’yla yoğun trafik içindeler. Kara Kuvvetleri Komutanı Hayri Kıvrıkoğlu, yabancısı olmadığı Necdet Paşa üzerinde çalışmaya başladı.

Aslan Paşa’nın İstanbul’un etkili çevreleri ile kontak kurduğu, Yalçın Ataman’ın ise tutuklular ile Hasdal ve Hadımköy arasında koordineyi yaptığı herkesin malumu.

Son günlerde merak edilen konu ise İstanbul ile Ankara arasındaki irtibatı kimin kurduğu üzerinde yoğunlaşıyor.

Bu sorunun cevabı bugünlerde yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Son günlerde etkili çevrelerin Ankara’da Hayri Kıvrıkoğlu ile beraber hareket ettikleri konuşuluyor.

Bu çerçevede Hayri Paşa’yı Erdoğan Demirören, Rahmi Koç gibi etkili isimlerin ziyaret ettiği bilinmekte.

Hayri Kıvrıkoğlu’nun İstanbul’daki hem Fenerbahçe, hem Hasdal, hem Hadımköy, hem de Silivri gündemini ve etkili çevrelerin gündemini Necdet Paşa’ya bir şekilde aktardığı bilinmekte.

Bu durumdan Necdet Paşa’nın kısmen etkilenmiş olduğunu gözlemliyoruz.

Bu etkilenmenin sonucu TSK’nın internet sitesinden bile görülebilir. Sırf birilerine sahip çıkma adına açıklamalar yapılıyor. Sahip çıkılanlardan biri de Bekir Kalyoncu.

Kalyoncu’yu yukarıda sıraladığım etkin çevreler uzun zamandır usta biçimde perdeliyorlardı. Perde açılınca göğüs göğse savunmak durumunda kaldılar.

Başbakan Erdoğan ve ailesine ağır küfürler eden Jandarma Teğmenleri’yle ilgili haberimiz üzerine savunmaya geçti Genelkurmay.

Daha doğrusu savunmalarında hakaret ve küfür edildiğini kabul ediyorlar ancak, Kalyoncu’yu korumak adına “Soruşturma açıldı” gibi yumuşak ifadeler kullanıyorlar.

Soruyorum: “O teğmenler Erdoğan’a ve ailesine değil de Bekir Kalyoncu’nun kendisine ve ailesine internet üzerinden küfredebilirler miydi; küfretselerdi ne olurdu?” Birincisi, asla kendilerinde böyle bir cesaret bulamazlardı.

Yaptıkları takdirde de anında ordudan atılırlardı. An bile sürmezdi hatta. Ama söz konusu Başbakan olunca süreç uzatılıyor. 2 Aralık’ta soruşturma başlatıldı da ne oldu?

Belgeler ortada, IP’ler ortada, dokümanlar ortada. Adli müşavirlik 27 gündür ne yaptı?

Benim öğrendiğim hiçbir şeyin yapılmadığı. Aslında unutturulup geçilecekti, ama şimdi Akit yazınca olayın rengi değişti.

O teğmenleri ikna etmeden atarlarsa, konuşma ihtimalleri daha tehlikeli geliyordur belki Kalyoncu Paşa’ya...

Bu ülkenin Jandarma Genel Komutanı, Başbakan’ın ailesinin namusunu kendi namusu bilecek ve ona hakaret edilmesine asla göz yummayacak. Bu zihniyete gelene kadar gazeteci olarak işin peşindeyiz.

Çiçek: Şirin Ünal tanık olarak dinlensin

İrtica ile Mücadele Eylem Planı davasında Dursun Çiçek, emekli Tümgeneral AKP İstanbul Milletvekili Şirin Ünal'ın tanık olarak dinlenmesini talep etti

Orgeneral Hüseyin Nusret Taşdeler, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hasan Iğsız, Yeditepe Üniversitesi kurucusu Bedrettin Dalan ve emekli Albay Dursun Çiçek’in de aralarında bulunduğu 29 sanıklı "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" davasının 50. duruşması başladı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi’ndeki küçük salonda görülen davanın bugünkü duruşmasına, tutuklu sanıklar emekli Orgeneral Hasan Iğsız, Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu, korgeneraller Mehmet Eröz ve İsmail Hakkı Pekin, Tümgeneral Hıfzı Çubuklu, emekli Tuğamiral Alaettin Sevim, albaylar Sedat Özüer ve Ziya İlker Göktaş, emekli albaylar Dursun Çiçek, Fuat Selvi, Hulusi Gülbahar ve Cemal Gökçeoğlu, sivil memur Mehmet Bülent Sarıkahya, eski Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Deniz Yıldırım katıldı.

Mahkeme heyeti tarafından 23 Aralık’taki oturumda 16 celse duruşmalardan
men edilmesine karar verilen avukat Serdar Öztürk’ün bulunmadığı duruşmaya, YAŞ
kararıyla Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanlığına atanan ve hakkında
yakalama kararı bulunan Orgeneral Hüseyin Nusret Taşdeler ve Tümgeneral Mustafa
Bakıcı ile kırmızı bültenle aranan Bedrettin Dalan ise gelmedi.

Duruşmada, ikinci "Ergenekon" davası kapsamında tutuklu yargılanan bu
davanın tutuksuz sanığı Hasan Ataman Yıldırım da hazır bulundu.

-Tanık dinlenilmesi talepleri-

Taleplerin alındığı duruşmada konuşan emekli Albay Dursun Çiçek, "İrtica
ile Mücadele Eylem Planı" belgesinin Taraf Gazetesinde yayınlanmasından sonra
başlatılan soruşturma sürecine değinerek, birkaç sefer tutuklanıp serbest
bırakıldığını anımsattı.

Çiçek, "Bunun başarısız olduğunu görenler Genelkurmay’dan gerçek bir
belgeyi (internet andıcı) sızdırma yoluna düştüler. Bunu Taraf Gazetesine
sızdırdılar" dedi.

"İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nın 12 Haziran 2009 tarihinde gazetede
yayımlandığında o dönem Genelkurmay Harekat Başkanvekili olan emekli Tümgeneral
ve AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal’ın karşılaştığı ilk komutan olduğunu
belirten Çiçek, Ünal’ın tanık olarak çağrılmasını istedi.

Çiçek, eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un da
"çağrıldığında duruşmaya her zaman gelebileceğini arz ettiğini" ifade ederek,
Başbuğ’un da tanık olarak çağrılmasını talep etti.

Mahkemenin hakkında 54 kez tutukluluğa devam kararı verdiğini dile
getiren Çiçek, adil ve dürüst yargılanmadığı duygusuna kapıldığını anlattı.

Hakkında verilen tutukluluğun devamı ve taleplerinin reddine ilişkin
kararların gerekçelerinin belirtilmesini isteyen Çiçek, tahliyesini ve beraatını
talep etti.

Duruşma taleplerin alınmasıyla devam ediyor.

Heron faciası / Derya Sazak




Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu köyünde Heronlarca saptanan hedeflere yönelik F-16 bombardımanı sonucu 35 sivil yaşamını yitirdi.
Genelkurmay’a göre uçaklarca ateş altına alınan bölge PKK’nın Sinat-Haftanin kamplarına yakın geçiş noktalarından biriydi. Son dönemde verilen kayıplara karşı örgüt “misilleme” hazırlığı içindeydi. Karakollar hedef alınacaktı. İstihbarat, keşif ve gözetleme faaliyetleri sonucu 28 Aralık akşamı bir grubun Türkiye sınırına doğru hareketlendiği ve “eylem yapacağı” tespit edildikten sonra uçaklarca vurulduğu bilgisi TSK tarafından açıklandı.
Köylüler ise çoğu 20’li yaşlarında olan gençlerin PKK ile ilgileri olmadığını ve “sınır ticareti” yaptıklarını savunuyor. Karakoldaki askerlerin de “kaçakçılık” amaçlı bu faaliyetleri bildikleri ve çoğu zaman göz yumdukları ifade edilmekte.
BDP lideri Selahattin Demirtaş’ın açıklaması da bu gerçeğin altını çizmekte:
“Yaklaşık 50 kişiden oluşan bir grup köylü, köylerine ulaşmak üzereyken karakol görevlileriyle karşılaşmışlar. Görevliler ‘buradan geçmeyin’ diyerek başka bir yol göstermiş. Köylüler o yola girdikten bir süre sonra uçakların bombalı saldırısına uğramışlar. Ölenlerin tamamı o köylüler. Aralarında üniversiteye hazırlanan gençler var. Bunlar kaçakçılıkla geçinen köylüler. Karakoldakiler de her şeye hâkim, biliyorlar.”
Demirtaş’a göre “açık bir katliam” söz konusu. BDP lideri şöyle diyor:
“Aleni bir şekilde savaş uçakları gelip bombalamış. Genelkurmay onayı olmadan F-16 uçakları kalkmaz. Son MGK’da operasyonlar konuşulmuş. Yaşanan bu olaydan MGK’nın tüm üyeleri sorumludur.”
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik de, öldürülen sivillerin, “terörist olmadıklarını” kaçakçılık yaptıklarını söylüyor. Şırnak Valisi’nden aldığı bilgiye göre katırlar sigara yüklüymüş! Çelik, köylülerin büyük çoğunluğunun aynı aileye mensup olduklarına dikkat çekiyor. Ve bir “operasyon kazası”ndan söz ediyor. Olayın soruşturulacağını belirtiyor.
Sivilleri hedef alan bir büyük felaket söz konusu.
Afganistan’da, Pakistan’da örneklerine rastladığımız şekilde insansız hava araçlarından gelen bilgilerle siviller vuruldu. 35 genç insan hayatını kaybetti. Bunda Dağlıca’dan bu yana Heron görüntülerine karşın PKK saldırılarına göz yumulduğu eleştirilerinin de payı var.
Çukurca’da 24 askerin şehit verildiği PKK saldırısından sonra bölgedeki operasyonlar yoğunlaşmış, PKK’ya ağır kayıplar verdirilmeye başlanmıştı. O arada “teslim alınan” PKK’lılarla ilgili “insani” görüntüler medyaya yansımıştı.
Şırnak Uludere operasyonuyla 35 sivilin hayatını kaybetmiş olması trajiktir.
Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, “strateji değiştiren” PKK’nın bu yıl Kuzey Irak’a çekilmediğini söylerken “Operasyonlarda öldürerek değil, yaşatarak sonuç almaya çalışıyoruz” demişti.
35 köylünün ölümü bakanı tekzip ediyor!

Genelkurmay'dan başsağlığı mesajı

28 Aralık 2011 gecesi sınır ötesinde meydana gelen olayda hayatlarını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, aile yakınlarına sabır ve başsağlığı dileriz."

Erdoğan'dan Uludere için ilk açıklama

Başbakan Erdoğan Şırnak Uludere'de yaşanan 35 kişinin ölümüyle sonuçlanan olay hakkında soruları yanıtlıyor...


Grubun kaçakçılık yaptığının tespit edildiğini söylen Erdoğan idari ve adli incelemelerin yapıldığını belirtti.
Bu uçuş neticesinde bu görüntüleri güvenlik güçlerimize geçen İHA'ların hemen ardından iki tane F-16'larımız havalanmış ve olay gerçekleştirmiştir.
Tabi, İHA'nın tespit ettiği görüntüler kişi ayıramıyor. Daha sonra yapılan tespitlerde bu grubun kaçakçılık yapan grup olduğu ortaya çıktı. Bu ana kadar edindiğim bilgiler bu tür kaçakçıların da gruplar halinde katırlar halinde taşıma yapıyorlarmış.
Gediktepe ve Hantepe'deki alınan talihsiz neticeyi biliyorsunuz. Orada da silahlar katırlarla taşınmıştı. O zaman medya '-neden müdahale edilmedi' diye sormuştu. O şekilde olmaması için bu talihsiz olay yaşandı.
Talihsiz ve üzücü bir netice.

Elimizde bölgeden 4 saatlik bir görüntü mevcut
TARAF GAZETESİ'NE KIZDI
Olayla ilgili acımasız başlıklar atıldı. Devlet halkını bombaladı. Devlet hiçbir zaman halkını bombalamaz.  Yanlış istibarat alındı iddiası içinde MİT konu ile ilgili açıklma yapacaktır. MİT'in son anda verdiği bir bilgi yoktur.
Cumhurbaşkanı GÜL'de Cuma namazı çıkışı Uludere için başsağlığı diledi

Bu yapıyla daha çok 'Kaza' olur

35 sivilin öldüğü olay terörle mücadelede koordinasyonun en az istihbarat kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu...

'Hantal ve karmaşık yapı' nedeniyle bu tip 'kazalar'ın tekrarlanması mümkün. Mücadeleye hava desteği sağlayan Taktik Hava Kuvveti Diyarbakır'da, İHA üsleri Batman'da. Jandarma birlikleri ise Kara Kuvvetleri'ne bağlı.
Şırnak Uludere'de meydana gelen ve 35 sivilin öldüğü olay bir kez daha gösterdi ki, terörle mücadelede koordinasyon en az istihbarat kadar önemli. Çünkü birlikler arasındaki iletişimsizlik yüzünden kazalar meydana gelebiliyor. Nitekim İHA'lardan alınan görüntüler üzerine yapılan hava harekatı sonucu 35 sivil hayatını kaybetti. Bu durum bile başlı başına terörle mücadelenin ne kadar zor olduğunun delili. Çünkü bölge insansız, PKK'nın kamplarına yakın ve gecenin bir vakti. Kimin kaçakçı kimin terörist olduğunu tespit etmek kolay değil.

Ancak müstafi Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner'in ses kaydında da itiraf ettiği 'hantal ve karmaşık yapı' nedeniyle bu tip 'kazalar' tekrarlanabilir. Hem PKK ile mücadele de zaaf oluşuyor hem de ciddi zaman ve emek kaybı söz konusu. İşte bütün boyutlarıyla bölgedeki yanlış yapılanmanın boyutları ve yapılması gerekenler.

TEMEL KURAL İHLAL EDİLİYOR


Askerlikte temel prensiplerden birisi sadelik diğeri emir komuta birliğidir. Sadelik, muharebe unsurlarının teşkili, teşkilatı ve her türlü yapısal fonksiyonlarının sade, birbirine benzer unsurlardan oluşması anlamına geliyor.
 Emir komuta birliği ise bir birliğin her şeyiyle aynı komuta altında olmasını gerektirir. Fakat bu iki temel prensip yıllardır ihmal ediliyor. Terörle mücadele esas itibariyle 2. Ordu tarafından yürütülüyor. Bu Ordu'ya Mardin, Batman ve Diyarbakır'ı içine alan 7. Kolordu, Elazığ, Muş,Tunceli ve Bingöl'ü kapsayan 8. Kolordu ve Hakkari, Şırnak ve Siirt'in bağlı olduğu Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı bağlı.

Doğu Anadolu'dan yani Erzurum, Erzincan, Ağrı, Kars ve Bitlis'ten 3. Ordu sorumlu. Bu bölgelerin dışında kalan Adana, K.Maraş, Antep, Adıyaman, Tokat, Kastamonu ve Karadeniz bölgelerinde ise Jandarma Genel Komutanlığı  terörle mücadeleden sorumlu.

Mücadeleye hava desteği sağlayan Taktik Hava Kuvveti Diyarbakır'da, İHA üsleri de Batman'da. Helikopter filosu ise muhtelif yerlerde konuşlu.  Jandarma birlikleri en büyüğünden en küçüğüne kadar KKK'na bağlı.
Mesela bir ilin ilçe jandarma komutanlığı orada bulunan Kara Kuvvetleri Tugayı'nın komutasında. İller Tümen'e, bölgeler Kolordulara bağlı.

Jandarmanın ikmal, iaşe ve personel ilişkileri kendi illerine bağlı. Adli yönden adliyelere, mülki yönden mülki makamlara.. Fakat bütün bu görevlerini Tugay Komutanları'nın müsaadesi ölçüsünde yapabilir.
Aslında terörle mücadelenin kırsalda yaşanan aktif bölümü jandarma tarafından yerine getiriliyor. İstihbaratın toplanması, değerlendirilip operasyona dönüştürülmesi ve kırsalda sonuç alıcı operasyonların icra edilmesi yine jandarmanın eliyle oluyor.

Ama karmaşık yapı yüzünden bazı durumlarda bir istihbaratın operasyona dönüşmesi haftalar alabiliyor.
Mesela Mardin Nusaybin ilçe Jandarma Komutanlığı'nın aldığı bir istihbarat önce İl Jandarma'ya oradan bağlı bulunduğu Tugay Komutanı'na, oradan bağlı Kolordu Komutanlığı'na oradan da Ordu Komutanlığı'na gönderiliyor.
Hazırlanan operasyon planı da aynı yolla geri dönmekte.

Tüm ara kademelerde ise durum değerlendirmesi yapılıyor. Farklı yorumlar ve önerilerle operasyon planı şekil değiştirebiliyor. Bu aşamada 'şu şöyle olsun, burada bu yapılsın' türü müdahaleler geliyor.

Hatta 'iş yapmış görünmek için' müdahale edildiği izlenimi de doğuyor. Tabi bütün bunlar ciddi bir zaman kaybı. Aynı durum Tunceli, Hakkari, Şırnak ve diğer iller için geçerli. Tunceli'nin bir ilçesinin bir beldesinden alınan istihbarat ilçe jandarma, il jandarma, bölge jandarma, 8. Kolordu ve 2. Ordu silsilesini takip ediyor.

Tunceli bölge komutanlığı bizzat Tunceli'de bulunmasına rağmen Elazığ'da bulunan Kolordu'ya planlarını onaylatmada adım atamıyor. Helikopter uçuramıyor. Eğer Tunceli'de ki güvenlik bürokrasisini dinlerseniz Kolordu'yu gereksiz ve zaman kaybı olarak görürler.

Hele hele bir de operasyon iki Kolordu veya İki Ordu arasında bir bölgede ise o zaman bütün prosedürleri iki ile çarpmanız gerekiyor. Mesela Batman ve Bingöl, Diyarbakır ve Elazığ, Tunceli ve Erzincan arasında bir operasyonun planlaması günler süren toplantıları gerektiriyor. Uçak ve helikopter kullanımları ise daha da karmaşık.

İHA'ların kullanımı ise BUGÜN okurlarının hatırlayacağı skandallarla anılıyor. Uçak kullanımı Genelkurmay ve Hava Kuvvetleri'nin müsaadesi, helikopter veya İHA'nın başka bir bölgede kullanımı Ordu komutanının yetkisinde. Son dönemde prosedür de ki hantallıkların medyaya yansıması sonucu bir takım iyileştirmeler yapıldı.

Tabi bunda Org. Necdet Özel'in sahayı iyi bilmesi ve göreve başlar başlamaz bölge illerinde yaptığı toplantılar etkili oldu. Nitekim Diyarbakır Hani, Lice, Kulp, Silvan,Dicle ve Ergani ilçelerinde 1995'ten bu yana süren yapı iki ay önce değiştirildi. İlçe jandarma komutanlıkları il jandarma'ya yeniden bağlandı. Fakat bölgenin kalanın da durum eskisi gibi.

Van'da Jandarmaya bağlı gözüken fakat başında karacı bir korg. olduğu Jandarma  Asayiş Kolordu Komutanlığı var. Van, Hakkari, Şırnak ve Siirt'te konuşlu yaklaşık 80 bin kişiyi komuta ediyor gözüküyor. Aslında bu Kolordu 1987'de OHAL kanunu ile OHAL valiliğine bağlı olarak Jandarma Asayiş Komutanlığı adıyla kurulmuştu. Fakat 2002'de OHAL'in kalkmasıyla adı Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı oldu. Lağvedilmesi beklenirken kulislere göre KKK'nın bir korgenerale makam tahsis etmek için devam yönünde karar aldı. Röle görevi dışında bir işlevi yok. Çünkü organik kuruluşunda bağlı birliği yok, illerdeki birlikler de idari ve lojistik işlerini bağlı bulundukları kuvvetler vasıtasıyla yapıyor.

Mesela, Van'da ki 6.Hudut Alayı Diyarbakır'daki 7.Kolordu üzerinden işlerini yapıyor. Fiiliyatta da 2. Ordu'yu dikkate alıyor. Şemdinli'den sorumlu 34.Hudut Tugayı, Çukurca'dan sorumlu 20.Jandarma Sınır Tugayı, Hakkari merkezden sorumlu Hakkari Dağ Komando Tugayı(  İl jandarma da kısmi sorumlu) ve bahar dönemlerinde gelen Kayseri komando tugayı.

Hakkari'de ki tüm birlikler her türlü faaliyetini Tümen Komutanı'nın onayına sunuyor. O da Asayiş Komutanı'nın onayını alıp 2.Ordu'dan onay alıyor. Bu esnada Hakkari Valisi usulen ve çoğunlukla da sonradan haberdar oluyor.
Bazen de izin alınamıyor. Mesela Kavaklı Kampı ile ilgili Hakkari'de ki birlikler tarafından hazırlanan operasyon planları 'onaydan geçemediği' için bölge yıllardır PKK için 'kurtarılmış' haldeydi.

NELER YAPILMALI?


Son aylarda terörle mücadele de ciddi bir başarı elde edildi. Fakat bunun devamı için mücadelenin hızını ve şiddetini engelleyen hantal yapının değişmesi şart. 2012 bahar ayları gelmeden yeni bir yapıya süratle geçilmesi, birliklerin teşkilatlanmasında sadelik ve emir komuta birliğinin sağlanması gerekiyor. Bu konuda uzmanların önerisi şu: Terörle mücadelenin İçişleri Bakanlığı ve Jandarma tarafından yürütülmesi. JÖP ve PÖH'lerin sayıca arttırılması.

Ordu ve Kolorduların bu mücadeleden çekilerek Jandarma Genel Komutanlığı'na bağlı Jandarma Asayiş Kolordu ve Jandarma Bölge Komutanlıkları'nın yeniden yapılandırılması gerekli. İhtiyaç duyulan karacı komando birlikleri, Jandarma Bölge ya da İl Jandarma Komutanlıklarına verilebilir. İHA ve Hava Kuvvetleri unsurlarına emir verme yetkisi de bu birimlere  tanınabilir. Valilerin de bu mücadelenin içine dahil olmasıyla terörle mücadele yasal zeminde, koordineli ve süratli olarak yürütülebilir.

Terörün bugün geldiği bu nokta zaman kaybına, koordine eksikliğine ve hantal yapıya tahammül etmez. Çünkü şehir ve kırsal yapılar artık iç içe.. Örgüt kısa zamanda karar alıyor ve hemen uygulamaya geçiyor. Aynı şeyi hükümetin de yapması gerekiyor. Ak Parti iktidarının 'ustalık dönemi' olması ve ilgili bakanların da konuya hassasiyeti herkesin malumu. Yani ikna edilmesi gereken bir koalisyon ortağı ya da bakan yok.

İŞTE O YAPI VE BİRLİKLERİN DURUMU




Şema'daki yeşil kuvvetler her yıl batı'dan geçici görevle gelen komando tugayları. Kırmızı Jandarma, Mavi Hakkari'de sabit karacı birlikler. Jandarma sınıra yakın görev yapıyor. Karacılar sınırı takviye için jandarma arasında yerleştiriliyor. Bu yüzden Karacı emrinde jandarma, jandarma emrinde karacı var. Prensip olarak karacı birlikler general seviyesi altında jandarma emrine verilmiyor. Ancak jandarma birlikleri tabur komutanı dahil karacı birliğe verilebiliyor.

Hakkari'ye sürekli geçici birlik gönderilmesi olayı çözmeden çok içinden çıkılmaz hale getiriyor. Ayrıca her yıl değişen sıralı komutanların (kuvvet,ordu,kolordu,tümen ve tugay)halka yaklaşımları ve uygulamalar tamamen bireysel kazanımlar üzerine yoğunlaşıyor. Ast kademeler ise mutlak itaat mantığı ile yıpratılıyorlar. Bir yandan zaiyat verilmemesi için operasyonların azaltılması, net istihbarat olmayan yere operasyon yapılmaması emredilirken bir yandan da yetki karmaşası ile gereksiz riskler alınıyor. Nitekim Balkaya'da şehit olan 4 JÖH yanlış bölgeye Tugay komutanının şahsi talimatı ile gönderildiler. Olay daha sonra şehit olan askerlerin hatası gösterilip dosya kapatıldı. Bölgede sivil otoritenin hakim olması, valilerin daha fazla inisiyatif alması şart. Eğer bölgede görev yapan güvenlik bürokrasisinin raporları dikkate alınırsa PKK için önümüzdeki bahar zor geçecek demektir.

Baransu: İstihbarat MİT ajanından geldi

Köylülerin öldüğü bombardımanın arkasında MİT'in istihbaratı var
Baransu: İstihbarat MİT ajanından geldi Türkiye-Irak sınırında mazot kaçakçılığı yapan köylülerin, PKK'lı teröristlere operasyon düzenleyen Türk savaş uçakları tarafından bombalanması ve 35 kişinin hayatını kaybetmesi dün Türkiye gündemine bomba gibi düştü.

Taraf yazarı Mehmet Baransu bugünkü köşesinde, olayın perde arkasına ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Baransu'nun açıklamalarına göre; İstihbarat MİT ajanından geldi.

İşte Baransu'nun bugünkü o yazısı:

Şırnak'ın Uludere İlçesi'nde 35 sivil vatandaş, TSK'nın düzenlediği hava saldırısıyla önceki gün hayatını kaybetti. Haber öncelikle gece yarısı sosyal medyada, twitter'da, bölgedeki vatandaşlar tarafından kamuoyuna duyuruldu. İddia, sivillerin öldürüldüğü yönündeydi. Bu bilgi üzerinde de ölenlerin sivil mi PKK'lı mı oldukları merak edilmeye başlandı. Yetkililerden bir açıklama beklendi.

İlk açıklama Şırnak Valisi'nden geldi. İddialar araştırılacaktı. İkinci açıklama Genelkurmay'dan yapıldı ve olay yalanlanmaya çalışıldı. Akşam saatlerinde ise AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik kameralar karşısına geçip, öldürülenlerin PKK'lı değil, sivil olduklarını açıkladı. Fazla detaya girmeden, olayın soruşturulduğunu belirtti.

İSTİHBARAT PKK İÇERİSİNDEKİ BİR MİT AJANINDAN

Dün gün boyu bu operasyon istihbaratının nasıl geldiğini öğrenmeye çalıştım. Hem bölgedeki yetkililerden hem Ankara'dan hem de Genelkurmay'dan aldığım bilgi, istihbaratın MİT tarafından gönderildiği. MİT'in yanlış istihbaratı üzerine 35 sivil hayatını kaybetmiş. Kendilerini ölüme götüren olayın perde arkası ise şu şekilde gelişmiş. Bilgi öncelikle PKK içerisindeki bir MİT ajanından gelmiş. Bombalanan bölgeden PKK'lıların geçeceği bu ajan sayesinde MİT'e iletilmiş. Hatta grup içerisinde Fehman Hüseyin'in olacağı yönünde de bir bilginin Ankara'ya iletildiği iddiası var. İddia diyorum çünkü bu bilgiyi yalnızca bir isimden öğrendim. MİT kendisine iletilen bu istihbaratı Genelkurmay Başkanlığı'yla paylaşıyor. Ardından da bölgeye heron gönderiliyor. Heron, bölgedeki sivil vatandaşların görüntüsü alıp, Ankara'ya iletiyor. Ankara'da görüntüleri gören yetkililerden biri durumdan şüpheleniyor. Grubun sivil olma ihtimali üzerinde duruyor. Şüphe üzerine konu yetkililerle paylaşıyor. MİT'le iki kez temasa geçiliyor. MİT yetkililerine şüphe aktarılıyor. MİT, "grup kesin PKK'lı" deyip, kendilerine gelen istihbaratın sağlam olduğunu Karargâh'a bildiriyor. "Kesin" ifadesi üzerine de Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın emriyle uçaklar bölgeyi bombalıyor.

3 SAATLİK ZAMAN FARKI

Genelkurmay Başkanlığı dün yaptığı açıklamada İHA'nın görüntüleri 18:39'da aldığını belirtti. Hava operasyonun da 21:37-22:24 saatleri arasında yapıldığını açıkladı. Görüntü alınmasıyla, operasyon yapılması arasındaki bu üç saatlik zaman farkının nedeni, görüntülerden şüphelenen yetkilinin bilgisi üzerine MİT'le iki kez temasa geçilmesi. Bilginin teyit edilmesi için beklenmesi.

HİÇBİR BİRİME HABER VERİLMEDİ

Olayın en skandal tarafı ise konuyla ilgili bölgede bulunan komutanlardan hiçbir bilgi alınmaması. Bölgedeki tümen ve karakol komutanı dahil hiçbir birime haber verilmemesi. Dün bölgede görev yapan bir askeri yetkiliyle görüştüm. Operasyondan kendileri haberdar edilmemiş. Olaydan haberdar olduklarında ise çok geç olmuş. Askeri yetkili dün konuyla ilgili şunları da söyledi: "Ankara operasyondan önce bize sorsaydı, grupta bulunan kişilerin kimliklerine varıncaya kadar bilgiyİ verirdik. Grubun PKK'lı olmadığını, kaçakçılık yapan korucular olduğunu karakol komutanı dahil üstleri de biliyordu."

Uludere katliamı çözülmezse vesayet sistemi yeniden hortlamaya (mı) başlar / Önder Aytaç

ULUDEREDE KATLİAMI ÇÖZÜLMEZSE VESAYET SİSTEMİ YENİDEN HORTLAMAYA (MI) BAŞLAR
Bir katliam üzerine ne yazılabilir ki? Yanlışlık, hata veya kaza… Her ne derseniz deyin; bütün demokratik ülkelerde, her hatanın, her yanlışlığın ve her kazanın, mutlaka bir bedeli olur. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır. Trafik kazalarının en trajiklerine Anadolu insanı; “katliam gibi kaza” der ve bu kazaların da hep kan bedelleri ödenir, değil mi?

Dolayısıyla AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in açıklamaları hiç de karın doyurmazken, Genelkurmay’ın açıklamaları ile de asla ama asla teselli olun(a)maz. Eğer siz; Hantepe baskında, katır yükleriyle gelen silahlarla bu saldırının yapıldığını öne sürüp, bu katliamı örtbas etmeye çalışırsanız; ben de derim ki; demek ki, katırlar silah yüklü olunca kaçakçı sanılıp, rüşvetle sınırlardan geçiriliyor, benzin yüklü olunca da bombayla yok ediliyor, öyle mi?

Size bu köşeden, katırlarla / eşeklerle yapılan benzin kaçakçılığı konusunda daha önceden teferruatlıca değindik. Bir diğer anlatımla; Ankara’daki sağır sultan bile, binlerce katır yükü ile yapılan bu kaçakçılıktan haberdardır. Dolayısıyla haberimiz yoktu, duymadık, bilmiyorduk gibi bahaneleri, çocukları bile kandırmaya aslında asla yetmez.

Kanımızca, bu olay göz göre göre işlenen bir seri cinayet ve katliamdır. Ve bunun sorumluları da mutlaka yasalar önünde ve kamu vicdanında hesap vermelidir. Aksi halde, bu durum sizi bölge insanının gözünde Hafız Esad / Saddam Hüseyin gibi bir cellat olmaktan asla kurtar(a)maz. Çünkü bölge insanı, daha önceden de “33 Kurşun” olayında olduğu gibi acı ve ibretlik örnekleri hem yaşamış, hem de bu katliamları asla beyninde unutmamış, yüreğinde af etmemiştir. Ayrıca bu olayı basit bir kaza olarak açıklamak, özellikle de Erdoğan hükümeti için, hala gaflet uykusunun sürdürüldüğü anlamına da gelebilir. Genelkurmayın; “olay yeri PKK kamplarına yakındı” açıklaması da, ne bu olayın bir insanlık suçu olmasını etkiler, ne de genelkurmayın sorumluluğunu ve suçluluğunu azaltabilir.

AK Parti Hükümetinin, olayın vahametini anlaması bağlamında, aşağıdaki bazı noktalara açıklık getirmekte yarar vardır:

1. Operasyon kararından önce, istihbarat ağlarının ve birimlerinin birbirini tamamlaması gerekirken, acaba bu kez buna gereksinim duyulmuş / duyulmamış mıdır? Yoksa tek kaynaktan gelen istihbaratla mı yetinilmiştir?

2. İstihbarat kaynağı acaba bizzat PKK’nin kendisinin “terörist ihbarı” da olabilir midir?

3. Bir ihbara dayanarak baskını yapanlar da aynı ihbar kaynağının ortakları mıdır?

4. Bu operasyon ile hükümet, hem yurtdışında, hem de kendi vatandaşları nezdinde zor durumda bırakacağı aşikar olduğuna göre, AK Parti hükümetini zor duruma düşürmek isteyenler acaba kimlerdir?

5. Aynı güç durum yeni Genelkurmay Başkanı için de geçerliyse, mevcut Genelkurmay başkanının ayağını kaydırmak isteyenlerin de parmakları acaba bu işte var mıdır?

6. Bu operasyonun en karlı tarafı hiç kuşkusuz PKK ile BDP midir? İnsan hayatının hiçe sayıldığı savaş ortamlarında, kimse bana timsah gözyaşlarını gösterip, haksızlık yaptığımı söylememelidir. Bakın görüntülere, üzüntüden harap ve bitap düşmüş insanlardan ziyade, acaba kanatlarını açıp gökyüzünde turlayan leş kargaları mı görülmektedir?

7. PKK tam da askeri olarak tarihinin en sıkışmış olduğu dönemini yaşarken, stratejileri çuvallayıp, “serhıldan” planları suya düşerken, Kürtler arasında prestijleri ve güvenilirlikleri en dibe vurmayı yaparken, acaba hangi görünmez el dengeleri bir kez daha değiştirmektedir?

8. Bu kadar çok sayıda insanın binlerce katır ile sınırdan geçişini terörist sanacak tek bir çoban bile bölgede bulmanız mümkün değilken, eğer böyle yorumlayıp, saldırı kararı veren kurmay aklı ve paşalarımız var ise, en kısa zamanda onları da deve çobanlığına terfi ettirecek ve de mahkemede sanık sandalyesine oturtacak bir Başbakan ya da Genelkurmay Başkanımız acaba var mıdır?

9. Kanımızca, çıraklık döneminin yorgunluğu ile Ankara’da ustalık dönemlerini yatarak geçirmeyi düşünen AK partili dostlarımız, çıraklıktan biriktirdikleri kredilerini halkın gözünde tüketmeye başladıklarını acaba görmekte midirler?

10. Bu konuda yazacaklarımız bir yazıdan ibaret olamaz. Ancak Erdoğan Hükümeti ve kurmay aklının harmanlandığı Genelkurmay, derin üzüntülerin beyanı ve özürden sonra, olayın faillerini bulma çabasına girerlerse iyi bir başlangıç yapmış olurlar… Aksi halde gelen rüzgar ikisini de temizleyecektir. Yeniden terörlü zaman dilimlerine ve vesayet sistemine doğru geri dönüşler mi oluyor sorusunun yanıtı da Erdoğan Hükümetinin muktedir olup olmamasında gizli olsa gerek, değil mi?..

Hakkari'de iki askerin sır ölümü

HAKKARİ’nin Yüksekova İlçesi’nde vatani görevini yapan iki asker, iddiaya göre kaza kurşunuyla birbirlerini vurdu. Yaşamını yitiren askerlerden Ahmet sezgin’in Aydın’ın Nazilli İlçesi’nde oturan ailesi, çocuklarının ölüm haberiyle yıkıldı. Baba Abdurrahman Sezgin, askeri yetkililerden oğlunun ölümüyle ilgili yeterli bilgi alamamaktan yakındı.


Hakkari’nin Yüksekova İlçesi 34’üncü Piyade Tugay Komutanlığı’nda vatani görevini yapan 21 yaşındaki er Ahmet Sezgin ve ismi henüz öğrenilemeyen bir asker, silah kazası sonucu hayatını kaybetti. Askerin cenazeleri, otopsi yapılmak üzere öğle saatlerinde Malatya Adli Tıp Kurumu’na kaldırıldı. Yetkililer, iki askerin kaza sonucu hayatlarını kaybettiğini belirtirken, savcılık konu ile ilgili soruşturma başlattı.

35 GÜN SONRA TERHİS OLACAKTI
Terhisine 35 gün kalan er Ahmet Sezgin’in ölüm haberi, Aydın’ın Nazilli İlçesi’ndeki, Prof. Muammer Aksoy Mahallesi, 1211 Sokak’ta oturan Sezgin Ailesi, terhisine 35 gün kalan   Ahmet Sezgin’in ölüm haberiyle yıkıldı. Askeri yetkililerden saat 15.00 sıralarında acı haberi alarak yıkılan aile,  olayın nasıl olduğu konusunda yeterli bilgi verilmemesine tepki gösterdi.


BABA SEZGİN: KAFAMIZ ÇOK KARIŞIK
Aslen Batmanlı olan ve 2’si kız toplam 8 çocuğu bulunan 57 yaşındaki Abdurrahman Sezgin, "Kafamız çok karışık. Olayın nasıl gerçekleştiğini bilmek istiyoruz" derken, acılı anne 46 yaşındaki Güler Sezgin ağıtlar yaktı. Yakınları terhisine 35 gün kalan Ahmet Sezgin’in birkaç gün önce ailesini arayarak dönüş için uçak biletini dahi aldığını söylediği öğrenildi. Sezgin’in cenazesi yarın Nazilli’ye getirilecek.

Bombalama emrini kim verdi? / Mehmet Altan

Önceki gece...
Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu köyünde, kaçakçılık yapan şahıslara karakoldan ve F-16 savaş uçaklarından açılan ateş sonucu 35 kişi hayatını kaybetti.
Yaşanan bu büyük trajediye rağmen, Genelkurmay’ın açıklamalarına kadar maalesef medyada çıt çıkmadı.
Bu kadar büyük sessizlik, gittikçe demokratikleştiğini iddia eden, ‘açık toplum’ olduğunu söyleyen bir ülkede hiç de normal değil...
***
Son zamanlarda dün yaşananlara benzer bir garip sessizliğe daha fazla rastlar oldum...
Örneğin, bence bitmekte olan 2011 yılının en önemli olaylardan biri olan Ayhan Çarkın’ın Susurluk ile ilgili sarsıcı açıklamaları da fazla sessizce geçiştirilmekte...
Hâlbuki Susurluk ile dört başı mamur bir şekilde hesaplaşmadan ‘yeni bir Türkiye’ kurulamaz...
Sadece Ayhan Çarkın’ın değil, futboldaki şike konusunda ‘küresel vicdan’ın sesi olacağı anlaşılan UEFA’nın önceki günkü beyanı da görmezden gelindi...
Kısacası, son zamanlarda medyada rahatsız eden bir tutukluk, çok garipsenecek bir sessizlik var...
***
Önceki günkü trajediyle ilgili on iki saat süren sessizlik yetmezmiş gibi, gencecik köylü çocukların katli de sadece ve sadece Genelkurmay bildirisi üzerinden değerlendirilmek istendi...
Hâlbuki olayın boyutları ile bildirinin içeriği arasında büyük bir uçurum vardı...
Olayın gerçekleşmesinden on iki saat sonra bile bu katliama neden olan hata hakkında hiçbir ipucu olmadığı gibi, açıklamada şiddetli savunma hali göze çarpıyordu...
Bu köylüleri kim, neden öldürdü?
***
Dipli köşeli araştırılması halinde bu sorunun cevabı hiç beklenmedik bir noktaya doğru gidebilir mi?
Yoksa bu, kendi gemisini batıran geleneksel sakarlığın affedilemez son hatası mıdır?
‘Bombalama emrini kimin verdiği’ sorusu durumu netleştirecek...
***
Benim bildiğim olayın vukuu bulduğu Şırnak’ta koca bir tümen var...
O tümen, Şırnak’tan bağımsız olarak kendi kendine yetebilecek, adeta şehir içinde bir şehir gibidir...
Tümen içerisinde bulunan helikopter pisti, civardaki dağlık bölgelerde düzenlenen operasyonlardan dönen ya da bu operasyonlara katılacak askerleri taşıyan ‘kobra’ların, ‘skorsky’lerin tümünün ihtiyacını giderecek kadar geniş ve donanımlıdır...
Kısacası tümenin imkanları, öldürülen 35 kişinin kim olduğunu bombalamadan çok önce rahatlıkla tespit edebilecek kadar gelişmiştir...
Ama şayet ‘bombalama’ emri doğrudan Genelkurmay’dan gelmiş, tümene hiçbir sorgu sual edilmemiş ise buna da mim koymak gerekir...
***
Önceki gece ne oldu?
Köylüleri bombalama emrini kim ve nasıl verdi?
‘Kapalı toplumda açık katliamlar’ yaşamak istemiyor isek, bu soruları rahatlıkla, Genelkurmay açıklamalarını temel çerçeve olarak kabullenmeden sormak mecburiyetindeyiz...
Umarım, Ayhan Çarkın’ın Susurluk konusunda son zamanlarda yaptığı açıklamalarda olduğu gibi bu son affedilemez katliam da sessiz bir atalet içinde geçiştirilmez...
O halde cevaplanması gereken soru şu:
Bu bombalama emrini kim verdi?
Doğrudan Genelkurmay mı, Şırnak’taki tümen mi?
Ve bu yanlış, bu vahim kanlı hatanın sorumlusu kim?

F-16 bombası/Paramparça bedenimdeki. / Cengiz Çandar

Umarız, Uludere'de tarihe düşen 'kara leke', Başbakan Tayyip Erdoğan için yeteri ölçüde uyarıcı olur.
Türkiye, 2011 yılını kara, kapkara bir leke ile noktaladı. Şırnak Uludere’de ‘İHA’lardan (İsrail yapımı Heron’lar, insansız hava araçları) edinilen ‘istihbarat’la F-16’lar, aralarında birçok çocuk, 35 vatandaşımızı bombalayarak paramparça etti.

1943’te Van’ın Özalp ilçesinde kaçakçılık yapan 33 vatandaşın kurşuna dizilmesi olayı hafızalardan silinmemişken 2011 Şırnak Uludere’de aynı mesleği icra eden 35 canın F-16 bombaları altında paramparça edilerek can vermesi de ‘tarih sicili’ne geçti.
Bu kara leke, kapkara leke silinmez.
Bu, işin tarihle ilgili kısmı. Güncel yaşam anlamında tüm Türkiye, başta görsel medya ve kaçınılmaz olarak hükümet, koca ‘ayıp’ın altında kaldı, ezildi.
Televizyon kanalları, Genelkurmay’dan yapılan ‘tevil’ nitelikteki açıklamaya kadar, bu ‘katliam’ın haberini vermediler, veremediler. Sosyal medya dönemindeyiz. İnsanlar, yine de, özellikle Twitter üzerinden durumdan haberdar oldular.
Twit’lerden birinde şöyle deniyordu: “Türk televizyonları Uludere’deki katliam haberini vermeyince Kürtlerin haberi yok mu zannediyor? Bu alçaklığınızı görmüyorlar mı sanıyorsunuz?”
Öfkeli, kimisi alaycı Twit’ler sosyal medya ortamını kapladı. Bunlardan birinde “Türkiye’nin daha makbul bir yerinde 35 makbul kişi öldürülseydi tüm kabine orada, TV’ler canlı yayındaydı” deniyordu.
Geçen yasama döneminde AK Parti Batman Milletvekili Emin Ekmen ise “Baskına gelen teröristi kaçakçı; mazot taşıyan, kekik toplayan köylüyü terörist sanan kafaya Kurmay zekâsı diyorlar” derken, bir başta Twit’te “İçişleri sözcüğünde 30 sivili öldürene devlet; şiirle, makaleyle, resimle uğraşana terörist deniyor” ifadesiyle İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e gönderme yapılıyordu.
Ülke nabzı ‘Uludere katliamı’ üzerine böyle atıyor. ‘Uludere katliamı’nın faturası çıkmak zorunda. Birileri, ‘fatura’yı ödemeli. Yaygın biçimde, Genelkurmay Başkanı’nın, Hava Kuvvetleri Komutanı’nın ve İçişleri Bakanı’nın istifa etmesi gereği üzerinde duruluyor.
Çukurca’da iki ay önceki 24 askerin şehit düştüğü PKK saldırısına son derece duyarlı davranan ve enerjik bir tavır alan hükümetin, Çukurca’ya oldukça yakın bir noktada cereyan eden ‘Uludere katliamı’na da basmakalıp açıklamaların ötesine geçen bir duyarlılık göstermesi zorunlu.
Birileri ‘fatura’yı ödemek zorunda. Hükümet, ‘Uludere faturası’nı birilerine ödetmek zorunda. Aksi halde, inandırıcılığı kalmaz, otoritesi ciddi erozyona uğrar.

PKK ile mücadele gerekçesiyle ‘asayiş politikaları’na saparsanız, ‘güvenlik eksenli’ bir politikaya öncelik verirseniz; ‘şiddet sarmalı’na İHA’lara güvenerek girerseniz, güvenlik birimlerinin daha önce hiç gerçekleşmediği iddiasına dayalı işbirliği ve eşgüdümüne bel bağlamayı politikanızın esası haline getirirseniz, bunun kaçınılmaz sonuçlarından biri ‘Uludere katliamı’ olur.

‘Uludere katliamı’, daha nice benzer katliamların habercisidir. İdris Naim Şahin zihniyetinin kanlı iflasının belgelenmesidir. ‘Teknolojik üstünlük’le ‘bu kez’ sorunun üstesinden gelineceğini iddia eden, hatta ‘üç aylık’ (iki ayı doldu bile) süre biçen kafa yapısının nelere mal olacağının acı göstergesidir.

Tutulan yolun yol olmadığını aylardık dile getirdik. Umarız, Uludere’de tarihe düşen ‘kara leke’, Başbakan Tayyip Erdoğan için yeterli ölçüde uyarıcı olur.
Gün, Ahmed Arif’i hatırlama günü. 1943 Van-Özalp Mustafa Muğlalı olayından ilham alarak üzerine yazdığı ölümsüz şiiri ‘33 Kurşun’, sanki dün F-16 bombaları altında paramparça olan ‘35 Can’ için de yazılmış:

“Bin yıllardan bu yana bura uşağı/Gel haberi nerden verek/Turna sürüsü değil bu/Gökte yıldız burcu değil/Otuzüç kurşunlu yürek/Otuzüç kan pınarı’Akmaz,/Göl olmuş bu dağda...
Vurulmuşum/Dağların kuytuluk bir boğazında/Vakitlerden bir sabah namazında/Yatarım/Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum/Düşüm, gecelerden kara/Bir hayra yoranım çıkmaz/Canım alırlar ecelsiz/Sığdıramam kitaplara/Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/Rivayet sanılır belki/Gül memeler değil/Domdom kurşunu/Paramparça ağzımdaki...
Ölümü acımasız uyguladılar,/Mavi dağ dumanını/Ve uyur-uyanık seher yelini/Kanlara buladılar.
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız/Karşıyaka köyleri, obalarıyla/Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,/Komşuyuz karşı yakaya/Birbirine karışır tavuklarımız/Bilmezlikten değil,/Fıkaralıktan,/Pasaporta ısınmamız içimiz/Budur katlimize sebep suçumuz,/Gayrı eşkiyaya çıkar adımız/Kaçakçıya/Soyguncuya/Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz/Rivayet sanılır belki/Gül memeler değil/Domdom kurşunu/Paramparça ağzımdaki...”
2011 sonundayız. Güncelleştirmek gerek.
F-16 bombası/Paramparça bedenimdeki...

Yanlış istihbarat MİT’ten / Mehmet Baransu



 Şırnak’ın Uludere İlçesi’nde 35 sivil vatandaş, TSK’nın düzenlediği hava saldırısıyla önceki gün hayatını kaybetti. Haber öncelikle gece yarısı sosyal medyada, twitter’da, bölgedeki vatandaşlar tarafından kamuoyuna duyuruldu. İddia, sivillerin öldürüldüğü yönündeydi. Bu bilgi üzerinde de ölenlerin sivil mi PKK’lı mı oldukları merak edilmeye başlandı. Yetkililerden bir açıklama beklendi.
İlk açıklama Şırnak Valisi’nden geldi. İddialar araştırılacaktı. İkinci açıklama Genelkurmay’dan yapıldı ve olay yalanlanmaya çalışıldı. Akşam saatlerinde ise AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik kameralar karşısına geçip, öldürülenlerin PKK’lı değil, sivil olduklarını açıkladı. Fazla detaya girmeden, olayın soruşturulduğunu belirtti.

Bilgi PKK içindeki MİT ajanından

Dün gün boyu bu operasyon istihbaratının nasıl geldiğini öğrenmeye çalıştım. Hem bölgedeki yetkililerden hem Ankara’dan hem de Genelkurmay’dan aldığım bilgi, istihbaratın MİT tarafından gönderildiği. MİT’in yanlış istihbaratı üzerine 35 sivil hayatını kaybetmiş. Kendilerini ölüme götüren olayın perde arkası ise şu şekilde gelişmiş. Bilgi öncelikle PKK içerisindeki bir MİT ajanından gelmiş. Bombalanan bölgeden PKK’lıların geçeceği bu ajan sayesinde MİT’e iletilmiş. Hatta grup içerisinde Fehman Hüseyin’in olacağı yönünde de bir bilginin Ankara’ya iletildiği iddiası var. İddia diyorum çünkü bu bilgiyi yalnızca bir isimden öğrendim. MİT kendisine iletilen bu istihbaratı Genelkurmay Başkanlığı’yla paylaşıyor. Ardından da bölgeye heron gönderiliyor. Heron, bölgedeki sivil vatandaşların görüntüsü alıp, Ankara’ya iletiyor. Ankara’da görüntüleri gören yetkililerden biri durumdan şüpheleniyor. Grubun sivil olma ihtimali üzerinde duruyor. Şüphe üzerine konu yetkililerle paylaşıyor. MİT’le iki kez temasa geçiliyor. MİT yetkililerine şüphe aktarılıyor. MİT, “grup kesin PKK’lı” deyip, kendilerine gelen istihbaratın sağlam olduğunu Karargâh’a bildiriyor. “Kesin” ifadesi üzerine de Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın emriyle uçaklar bölgeyi bombalıyor.

Üç saatlik zaman farkının nedeni

Genelkurmay Başkanlığı dün yaptığı açıklamada İHA’nın görüntüleri 18:39’da aldığını belirtti. Hava operasyonun da 21:37-22:24 saatleri arasında yapıldığını açıkladı. Görüntü alınmasıyla, operasyon yapılması arasındaki bu üç saatlik zaman farkının nedeni, görüntülerden şüphelenen yetkilinin bilgisi üzerine MİT’le iki kez temasa geçilmesi. Bilginin teyit edilmesi için beklenmesi.

Asker: O köylüleri tanıyorduk

Olayın en skandal tarafı ise konuyla ilgili bölgede bulunan komutanlardan hiçbir bilgi alınmaması. Bölgedeki tümen ve karakol komutanı dahil hiçbir birime haber verilmemesi. Dün bölgede görev yapan bir askeri yetkiliyle görüştüm. Operasyondan kendileri haberdar edilmemiş. Olaydan haberdar olduklarında ise çok geç olmuş. Askeri yetkili dün konuyla ilgili şunları da söyledi: “Ankara operasyondan önce bize sorsaydı, grupta bulunan kişilerin kimliklerine varıncaya kadar bilgiye verirdik. Grubun PKK’lı olmadığını, kaçakçılık yapan korucular olduğunu karakol komutanı dahil üstleri biliyordu.”

'Komutanlar bedel ödemeli' / Mahmut Övür

2011 çok stresli ve çalkantılı bir yıldı... Hâlâ da durulmuş değil. Yılın son günlerinde Uludere'de 30'un üzerinde yurttaşımızın F-16'larla bombalanarak öldürülmesi bütün bir yılın olumsuzluklarını bile aştı.
Çok vahim bir olayla karşı karşıyayız.
Kaçakçılık yaptığı söylenen Uludere köylülerinin F-16 uçaklarıyla bombalanması gerçekten insanı dehşete düşürüyor.
Oysa 2011'de yeni anayasa yapmayla, Başbakan Erdoğan'ın Dersim özrüyle, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın Kürtlere anayasal güvence verileceğini açıklamasıyla hatta "mini demokratikleşme paketi"yle biraz olsun umutlanmıştık.
Bu vahşet o umutları bile gölgede bıraktı.
Peki, elinde son teknolojiye sahip silah ve araçlar bulunan bir ordu bu vahim hatayı nasıl yaptı?
Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan ilk açıklama kafaların ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. 
"Geçmişte bölücü terör örgütünce gerçekleştirilen saldırılarda, teröristlerin, kullandığı ağır silah, cephane ve patlayıcıları yük hayvanları ile Irak'tan getirerek sınırdan içeri soktukları, teslim olan terörist ifadelerinden bilinmektedir."
Eee... Hani "çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda" karar verilmişti?
Yük hayvanlarıyla bir grup gördüyseniz hemen savaş uçaklarını mı harekete geçirmeniz gerekiyor?
Bildiğim kadarıyla Genelkurmay Başkanlığı'nın temel bir ilkesi var; "İlk ateş eden siz olmayın."
Savaş koşulları da olsa çağdaş devletin uyması gereken temel kurallar var. Hedefi öldürmek olmamalı...
Bu cevap bana PKK'nın Şırnak'ta 4 sivil kadına saldırısını hatırlattı. Sivilleri hedef alan bu saldırıyı PKK şöyle açıklıyordu: "Onları polis zannettik..."
Genelkurmay'ın açıklaması da çok farklı değil: "Onları terörist grup zannettik."
Yıllardır bu gerekçelerle bu topraklarda devlet vatandaşını katletti. Mustafa Muğlalı Paşa da 33 köylüyü "kaçakçı" sanarak kurşuna dizmişti.
Bölgenin demokrasi ve hukuk açısından güçlü devleti, kendi halkını savaş uçaklarıyla bombalıyorsa, Suriye'den ne farkı kalır?
Bu farkın ortaya konması için siyasi irade hemen ağırlığını koymalı ve Genelkurmay Başkanlığı hakkında soruşturma açmalı. Ama ondan da önce olayın sorumlusu görünen Hava ve Jandarma Kuvvet Komutanları istifa etmeli. İstifa etmezlerse de görevden alınmalılar... Bu sorun, o kurumlarda görevli birkaç kişiye yıkılarak geçiştirilemez.
Henüz ayrıntılı bilgimiz yok ama olayın oluş biçimi ister istemez eski devlet aklının yine devreye girdiğini gösteriyor. Çünkü bu olay, siyaseten en büyük zararı AK Parti hükümetine verecek. Geçmişte Türkiye'nin önünü Aktütün ve Hantepegibi olaylarla kesmeye çalışanlar bu kez de harekete geçmiş olabilir.
Bu algının da artık devreden çıkması için sürecin her adımı derinlemesine soruşturulmalı. Mehmet Baransu yanlış istihbarat veren kaynağın bilindiğini söylüyor. Anlaşılan işin içinde yine bilinen karanlık bir akıl var.
Ama geldiğimiz noktada artık bu tür bir katliamın içinde "karanlık bir akıl" veya el olması gerekçe olmaz. Her ihtimalde vahim bir olaydır, vicdani ve ahlaki bir sorumluluğu var. "Kaçakçıydı" gerekçesiyle çağdaş bir devlet vatandaşını öldüremez. Bunun anlaşılması gerekir.
Tam da bu nedenle eğer bu olayın üzerine ciddi bir biçimde gidilmezse, sadece 30'u aşkın vatandaşımızı kaybetmekle kalmayacak; Türkiye toplumunun birlikte, barış içinde yaşama umudu da zarar görecek. Pusuda bekleyenleri sevindirmemek için sivil iradenin elini çabuk tutması gerekiyor.
Bunu geleceğimiz için yapmak zorundayız.
Artık, kendi toplumuna insanca yaşam değil, ölüm götüren bir devletin küresel dünyada yeri yok.

Niye öldürüldü bu çocuklar / Ahmet Altan


Dile kolay, otuz beş ölü.
Çoğu çocuk yaşta.
Kaçakçı çocuklar bunlar, savaşın altüst ettiği topraklarda yaşayabilmek için kaçakçılık yapıyorlar.
Katır sırtında sigara taşıyorlarmış, birkaç teneke mazot da varmış yanlarında.
F-16’lar bombalarla paramparça etmişler.

Genelkurmay’ın açıklamasına göre “istihbarat” gelmiş.
Baransu, haberinde daha ayrıntılı anlatıyor.
Onun haberine göre Kuzey Irak’taki bir MİT ajanı, “Bahoz Erdal’la grubunun baskın için sınırı geçeceklerini” bildirmiş.
Onun söylediği yeri gözetleyen Heronlar bir grubu saptamışlar.
Ama habere göre, Genelkurmay gelen grubu PKK’lılara benzetememiş, birkaç kez sormuş MİT’e“bunlar PKK’lı mı” diye, onlar da Kuzey Irak’taki adamlarına sormuşlar, o da ısrarla “evet” demiş.

Uçaklar da gidip öldürmüş.
Genelkurmay’ın açıklamasındaki “istihbarat geldi” lafıyla Baransu’nun haberi bir şekilde örtüşüyor.
Ama benim görebildiğim kadarıyla iş bu kadar basit değil.
Çünkü ortada cevabı olmayan bazı sorular var.
Birincisi, bu çocuklar “kaçakçılık yapan” bir köyün çocukları, onların kaçakçılık yaptıklarını herkes biliyor, her akşam “kaçağa gidiyorlar”, gidip geldikleri yol belli.

Kaçakçıların “her zamanki” yolu üstünde, PKK’lılara benzemeyen kalabalık bir grup gördüğünde“burası kaçakçıların yolu, bunlar kaçakçı olmasın” diyecek kadar bölgeyi bilen kimse yok muydu Genelkurmay’da bombalama emri verenler arasında?
İkincisi, oradaki sınır karakolları, kaçakçıların gidiş gelişlerini biliyorlar, o karakollara yakın bir mesafede kalabalık bir grup saptandığında neden o karakollara “sizin o gruptan haberiniz var mı”diye sorulmadı?
Üçüncüsü, bombardımana başlamadan önce neden sınır bölgesindeki birliklerden, o bölgedeki“ajanlardan” bilgi istenmedi?
Genelkurmay, “grubun saptanmasıyla” vurulması arasında “üç saat” geçtiğini söylüyor.
O üç saatte sınır birliklerini arayıp, ne olduğunu sormak hiç mi akla gelmedi?

Bizim Muzaffer Duru’nun bölgeden verdiği habere göre, ölenlerin arasında bulunan on iki yaşındaki bir çocuk, sınıra yaklaştıklarında annesini aramış, annesi ona “oğlum askerleri görürsen sakın korkma” demiş.
Askerler kaçakçıları tanıyor ve doğru bir kararla onlara dokunmuyorlar, belki biraz korkutuyorlar.
O köyleri ve kaçakçıları tanıyan sınır karakollarından neden bilgi istenmedi?
Genelkurmay, kaçakçıları “saldırıya geçecek bir PKK’lı grup sandıklarını” söylüyor, peki, bir grup PKK’lının saldıracağını haber aldıysanız ilk yapmanız gereken o grubun yolunun üstündeki sınır birliklerini uyarmak olmaz mı?
Niye o karakolları uyarmak için kimse aramadı?
Aradıysa nasıl oldu da o karakollardan gelenlerin kaçakçı olduğunu öğrenemedi?
Genelkurmay’da bu kadar kalabalık bir grubu “imha etme” emrini kim verdi?
Emri vermeden önce “bölgeden” hangi birliklerle konuştu?
Bu kadar büyük bir “operasyonun” sadece “tek kaynaktan” gelen bir istihbaratla yapılması normal midir?
Her zaman operasyonlar, “tek kaynaktan gelen bilgilere” dayanarak, bu bilgiler başka kaynaklardan kontrol edilmeden mi başlatılır?
Yok, eğer Genelkurmay bu “istihbaratı” birkaç kaynaktan birden kontrol ettiyse, bütün“kaynaklar” aynı yanlış istihbaratı nasıl verdi?
 Her zaman o saatlerde, o yoldan geçen “kaçakçılar” neden kimsenin aklına gelmedi?

“Orası kaçakçıların yolu”
 diyen hiç mi kimse çıkmadı?
Bu korkunç katliamın bir “yanlışlık” olduğu konusunda benim çok ciddi kuşkularım var.
Pek yanlışlığa benzemiyor bu iş.
Şu âna kadar bu olayla ilgili okuduklarım, dinlediklerim, duyduklarım, birilerinin o kaçakçı çocukları“bilerek” öldürttüğü konusunda ciddi bir kuşku yaratıyor içimde.
Sıradan bir sınır karakol komutanının bilebileceği gerçeği, “üç saat içinde” öğrenecek, bulacak, söyleyecek hiç mi kimse yoktu koskoca ordunun içinde?
Bu işin içyüzünün ortaya çıkacağını umuyorum.
Böyle bir katliamın içyüzü “sır” olarak kalmaz.

Ama nedenleri ne olursa olsun sonuçta otuz beş ölü yatıyor önümüzde.
Kürt meselesini, konuşarak, dinleyerek, hukuk ve demokrasi içinde çözmek yerine “şiddetle”, silahla, kanla bitirmeye kalkarsanız, Leyla Zana “Kürtlere sorun” deyince, cevap olarak “bedel ödersiniz”derseniz, bunun sonu daima ölümdür, PKK’lı ölümüdür, asker ölümüdür, kaçakçı çocuk ölümüdür ama ölümdür.
Öldürdükçe daha çok öldürmek zorunda kalırsınız.
Leyla Zana’ya “bedel ödetmek isteyen” zihniyetin, “Kürtlere sormamak” için bütün ülkeye ödettiği ortak bedeldir bu ölümler.
Çocukları öldürdünüz.
Kürt çocuklarını.
Aralarından biri on iki yaşındaydı.
Annesi, “asker görürsen korkma oğlum” demiş.
Korkacak bir asker bile göremedi, göremediği bir bombayla parçalandı.

“Türkiye Türklerindir”
 demek için değer miydi bunca ölüme?
Ne olurdu Türkiye, bu ülkede yaşayan herkesin olsaydı da çocuklar ölmeseydi?

Yüzbaşı'dan Dursun Çiçek'i Bitiren İTİRAF?

''İrtica ile Mücadele Eylem Planı'' davasında çapraz sorgusu yapılan tutuksuz sanıklardan Yüzbaşı Murat Uslukılıç, andıcı hazırlama emrini Dursun Çiçek'ten aldığını söyledi.
 
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, Bilgi Destek Dairesinde görev yaparken dava konusu ''internet andıcı''nı hazırlayan tutuksuz sanıklardan Yüzbaşı Uslukılıç'ın çapraz sorgusu yapıldı.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel'in, ''Daha önce andıç hazırladınız mı?'' sorusuna Uslukılıç, ''Bir tane daha hazırlamıştım. Hayatım boyunca 10 tane evrak hazırladım zaten'' diye cevap verdi.
Uslukılıç, 2006'da irtica.org sitesiyle birlikte 3 tane daha sitenin satın alındığını, alınan bu sitelerin daha önce yayınları olmadığını ifade ederek, ''Yayın yapmayan siteler vardı. Tamamı irtica.org sitesiyle birleştirildi'' dedi.
Savcı Pekgüzel'in, ''Andıç hazırlama emrini ilk kimden aldın?'' sorusuna Uslukılıç, ''Dursun Çiçek'ten aldım'' yanıtını verdi.
Uslukılıç, andıç hazırlandığı sırada Dursun Çiçek'in şube müdürü olduğunu, andıç hazırlanmadan önce bir toplantı yapıldığını, toplantıda şube müdürleri ve sivil memurların bulunduğunu belirterek, ''Toplantıda andıç isimleri, güvenlik tedbirleri konuşuldu. Ben notlarımı aldım ve bilgisayarda yazdım. Ekler ile ilgili kısmını da Dursun Çiçek söyledi. Andıç hazırlandıktan sonra Dursun Çiçek'e yolladım. Çiçek bana, 'Çıktı alalım, imzaya başlayalım'' dedi'' şeklinde konuştu.

Savcı Pekgüzel'in, ''Herkes andıcı bilmediğini iddia ediyor. Bir tek hazırladığını kabul eden sensin. Andıcı en iyi sen bilirsin. Yeni siteler açıldığında eskilere ne oldu?'' sorusuna karşılık Uslukılıç, ''Andıç yeni siteler için hazırlandı, eski siteler kesinlikle kapandı'' dedi.

Meydana gelen gelişmelerin, TSK'nın resmi sitesinde yayınlandığını hatırlatan savcı Pekgüzel'in, ''Bir andıç hazırlama ihtiyacını neden duydunuz? Resmi parayla alınan sitede neden TSK'nın imzası yoktu?'' soruları üzerine Uslukılıç, ''Andıç için yapılan toplantıda sitelerin tsk.mil.tr sitesi altında yayın yapmasını önerdik. Ancak Dursun Çiçek, fazla rağbet olmayacağını, ayrı siteler kurulması gerektiğini söyledi'' şeklinde konuştu.
Savcı Pekgüzel'in, ''Andıçta isimleri geçen sitelerde gri ve siyah propaganda uygulansın fikri neden yer aldı?'' sorusunu Uslukılıç, ''Toplantıda Müfit Binbaşı, 'PKK bizim aleyhimize propaganda yapıyor, biz de yapmalıyız' demişti. Ayrıca ben, kara propagandanın, gerçek olmayan yönlendirici propaganda olduğunu bilmiyordum. Ben kötü haber demek olduğunu sanıyordum'' şeklinde yanıtladı.

Bunun üzerine savcı Pekgüzel, kimsenin bu fikre itiraz edip etmediğini sordu. Uslukılıç da andıca bu ibareleri kendi kafasına göre koymadığını dile getirerek, yazıcılık görevi yaptığını ve kimsenin bu fikre itiraz etmediğini söyledi.

Savcı Pekgüzel'in, ''Genelkurmay Başkanı, amirleriniz, kimse mi itiraz etmedi?'' diye sorması üzerine Uslukılıç, ''Hayır, hiç kimse'' yanıtını verdi.

-Gazetelere yollanan sahte mektuplar-
Uslukılıç'a, gazetelere yollanan sahte mektupları hatırlatan savcı Pekgüzel, ''Size sahte mektup verildi mi?'' sorusunu yöneltti.
Kendisine sahte mektup verilmediğini kaydeden Uslukılıç, ''Bülent Sarıkahya bana anlatıyordu. Sahte mektuplar verildiğini, dışarıda internet kafeden attığını, rahatsızlığını dile getiriyordu'' dedi.
Savcı Pekgüzel, Uslukılıç'a daha önce verdiği ifadesindeki, ''Genelkurmay Başkanı'na andıcı Dursun Çiçek arz etti'' şeklindeki sözlerini hatırlattı.
Bunun üzerine tutuklu sanıklardan Harekat Başkanı Korgeneral Mehmet Eröz söz istedi. Dursun Çiçek'in dağıttığı andıçta ikinci başkanın imzası olduğuna dikkati çeken Eröz, ''Bu andıcın resmi değer görmemesi lazım. Neden dağıtıldığını bilmiyorum. 2 Nisan 2009 tarihli olsa da Genelkurmay Başkanı'nın imzası 14 Nisan 2009 tarihlidir'' diye konuştu.
Savcı Pekgüzel de emir kademe zinciri tamamlanmadan söz konusu belgenin daire başkanlığı görevinde vekil olan Dursun Çiçek tarafından nasıl dağıtılabileceğini, bu dağıtım olduğu halde neden işlem yapılmadığını sordu.

Söz konusu tarihte Çiçek'in, Bilgi Destek Daire Başkanlığına vekalet ettiğini kaydeden Eröz, ''Bana sorarsanız dağıtılmaması gerekirdi. Onaysız andıca numara vermesi doğru değil. Benim işlemden haberim, ihbarcının mektubundan sonra oldu. Zaten olayla ilgili soruşturma açılmıştı'' dedi.

Savcı Pekgüzel'in, ''Taslağı hangi bilgisayarda hazırladınız, orijinal kayıtlara ulaşabilir miyiz?'' sorusuna Uslukılıç, ''İnternet andıcı taslağını intranette hazırladım. Bu bilgiler Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri Başkanlığı (MEBS) tarafından 2 yıl tutuluyordu'' yanıtını verdi.

Normalde ''güvenli sil'' işleminin kaç kere yapıldığı sorusuna karşılık da Uslukılıç, ''Bildiğim kadarıyla 35 kere yapılıyordu. Ancak bu sefer hem bizim şubede hem de MEBS'te 35 kere, yani 70 kere yapıldı'' dedi.
Bu sırada söz alan tutuklu sanıklardan Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu da ''Dijital verilerin arşivleriyle ilgili yönergede bir bölüm yok. Benim zamanımda bir kasetle ana sunucudan aktarılır, kasetler halinde depolanırdı. İki yıl gibi kısıtlama yoktu'' şeklinde konuştu.

29 Aralık 2011 Perşembe

BAŞBAKAN ERDOĞAN’A ‘REDER’DEN AÇIK MEKTUP / Önder Aytaç


Sn. Başbakan, katkılarınızla çıkarılmış olan 6191 sayılı Sözleşmeli Er ve Erbaş Kanunu ile 926 sayılı TSK Personel Kanununa eklenen geçici madde 32 ile Yargı denetimine kapalı idari işlemler veya Yüksek Askeri Şura Kararları ile TSK’den ilişiği kesilenlere bazı özlük hakları verildi.

 Söz konusu bu yasadan sadece YAŞ Kararları ile ilişiği kesilen 1518 kişi yararlanabildi. Başlatılması, tekemmül ettirilmesi ve uygulanması bakımından aynı olan ve aynı sonucu doğuran, sadece YAŞ kararlarına eklenmediği için farklılaşan kararlarla, yani Bakan Onayı veya Kararnameler ile TSK’den ilişiği kesilenler bu yasanın kapsamı dışında bırakıldılar.

 Haklarında kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan, sadece sicil amirlerinin olumsuz sicil ve kanaatleri ile re’sen emekli edilen bu mağdurlar, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak sizden adalet beklemekteler. Askeri Ceza ve Türk Ceza  kanunlarında her suçun karşılığı mevcutken,adil yargılanma ve savunma hakkı tanınmadan sicil amirlerinin kanaatleri ile verilen re’sen emeklilik kararları hangi hukuk kuralları ile tanımlanabilir?
 
Bu kararların iptali için idarece adres gösterilen Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar halen sorgulanmaktadır.Yerindelik denetimi yapamayan,yargı bağımsızlığı ve hakimlik teminatı sağlanmamış, kararları temyiz edilemeyen bir mahkemenin doğru adres olmadığı, gerek AYİM Başkanı Tuğgeneral Abdullah Arslan’ın gazetelere verdiği demeçlerle ve gerekse Yüce meclisin kanunlaştırdığı 6191 sayılı kanunun geçici 32.maddesi ile tescillenmektedir.

 Tescillenmektedir çünkü,12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referandumla Anayasanın 125. maddesi değiştirilmiş ve Yüksek Askeri Şura Kararlarına yargı yolu açılmıştır. Bu kararlarla ilişiği kesilenlere yargı yolu açılmış olmasına rağmen, sizlerin de direktifleri ile bu arkadaşlara özlük haklarını veren bir düzenleme yapıldı.
 
Burada zaten olması gereken yapılmış, yıllardır kangren olmaya yüz tutmuş bir meselede sizlerin sayesinde kurtuldu. Ancak; aynı yollarla mağdur edilmiş kişilere yapılan bu ayırımcılık vicdanları rahatsız etmekte. Mağdurların bir kısmına, yargıyla uğraştırmadan bazı haklarını vermek, diğerlerine hakkınızı Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde arasaydınız demek, adeta bir haksızlık, bir adaletsizlik ve hatta adı Adalet ve Kalkınma Partisi olan AK Parti iktidarına da asla yakışmamakta…
 
Sayın Başbakan; bu arkadaşların TSK’de görev yaptığı dönemlerde, onlara ve Mehmetçiğe kurşun sıkan terör örgütü mensuplarına bile 6 defa pişmanlık ve etkin pişmanlık yasaları çıkarılmış ve bu yasalardan faydalanmak isteyenlere iş imkanları dahi sağlanmışken, haklarında hiçbir mahkeme kararı olmadan ve adil yargılanma hakkı tanınmadan mesleklerinden uzaklaştırılan bu insanların, yıllardır açlığa, sefalete ve eziyetli yaşama terk edilmelerini hiçbir vicdan kabul etmemektedir denilebilir.
 
YAŞ zedelere verilen haklar acaba neden Kararname mağdurlarına verilmemektedir? Bu arkadaşlar, aldıkları devlet terbiyesi ve içlerindeki vatan sevgisi nedeniyle, bazılarının yaptığı gibi meydanlara çıkmamış, devletimizi uluslar arası mahkemelere şikayet etmemişlerdir.
 
Sadece ve sadece sabırla haklarını alacakları günü beklemektedirler. Lakin bu eziyet artık çekilecek gibi değildir ve sizin zat-i alinizin onayı olmadan da bu işin çözülemeyeceği çok açık ve seçik ortadadır.
 
Devleti yönetenler adil olmakla mükelleftir ve haksızlığa asla prim vermemeleri gereklidir. Bu nedenle burada ifade edilen bu masum çığlığı Başbakan Erdoğan’ın duyacağını ve gereğini yerine getireceğine inanmaktayım…
 
Yanılmıyorum değil mi?..

Cudi'deki operasyonların görüntüleri dağıtıldı

Genelkurmay Başkanlığınca Şırnak Cudi Dağı'nda yapılan operasyonların görüntülerini basın yayın organlarına dağıttı. 32 teröristin etkisiz hale getirildiği operasyona ait görüntülerde, askerlerin teslim olan teröristlerle konuşmalarına da yer verildi. 





     Görüntüler, operasyon bölgesine yönelik araziye yönelik verilen bilgiyle başlıyor.
     Teröristlerin bölgede kış üstlenmesi yapacağı bilgisinin telsiz görüşmelerinden belirlenmesi üzerine operasyon başlatılıyor.
     Yapılan arazi değerlendirmesinin ardından profesyonel birliklerden oluşan 5 tabur, 5-7 Aralık tarihlerinde Boyunyaka ve Anılmış bölgelerinde ''Şehit Jandarma Kıdemli Çavuş Savaş Bıyıklı'' operasyonu düzenledi.
     Operasyonun ardından yakalanan 3 teröristin verdiği bilgiler doğrultusunda ise yine terör örgütü üyelerinin barındığı tespit edilen Tuşimiya bölgesine 18-23 Aralık tarihlerinde ''Şehit Üsteğmen Hakan Özcan'' adı verilen operasyon gerçekleştirildi.
     Operasyonun yapıldığı bölgeye ilişkin arazi yapısı hakkında bilgi de verilen görüntülerde bölgenin sarp kayalıklardan oluştuğu ve birliklerin intikalini güçleştirecek yapısal özellikler olduğu bildirildi.
     Operasyon bölgesindeki hava sıcaklığının 5 dereceyle sıfırın altında 5 derece arasında değiştiği bildirilen görüntülerde teröristlerin kışı geçirdiği mağaraların bulunduğu bazı bölgelerde gösterildi.
     Birliklerin bölgeye sevkine de yer verilen görüntülerde, mağaraların içinden de görüntüler yer aldı.
     Hava destekli yapılan operasyonlar sırasında üç katlı bir mağaradaki teröristlerin etkisiz hale getirildiği vurgulanan görüntülerde, operasyon sırasında yaralanan bir astsubayın bölgeden helikopterle tahliyesine de yer verildi.
     Teröristlere ait ele geçirilen mühimmatların da bulunduğu kayıtta, teröristlerin kaldığı mağaralara ilişkin bilgiler de verildi.
     Teröristler tarafından kullanılan ve 10-15 kişinin kaldığı mağarada, bir jeneratörün yanı sıra çok sayıda yaşam malzemesi ele geçirildi.
     Bir mağaraya yapılan çalışmalara da yer verilen görüntülerde, askerlerin teröristlerin bulunduğu bir mağaraya önce ''aldatma amaçlı bir manken'' sokulduğu gözüküyor.
     Yapılan ikna çalışmalarına, teröristlerin ateşle karşılık vermesi üzerine operasyon düzenlendiği bilgisi de görüntülerde yer alıyor.
     Operasyonda teslim olan teröristlerce mağaralarda kalanlara yönelik yaptırılan teslim olma çağrılarına da yer verilen görüntülerde, teslim olan bir terörist ile bir askerin konuşmaları da bulunuyor.
     Arkadaşlarının çağrısı üzerine teslim olan başka bir teröristin de görüntüsünün bulunduğu kayıtta askerin teslim olan teröristi karşılaması da görüntüleniyor.
    
     -Teröristle sohbet-
    
     ''Hoşgeldin'' diyerek teröristi karşılayan askerin ''Hiçbir şey olmayacak, bundan emin ol. Sizleri sağ salim götüreceğiz. İnşallah ailelerinize kavuşacaksınız'' sözleri de yer alıyor.
     Teröristle kısa süreli sohbetin bulunduğu görüntülerde, askerin şu sözleri dikkat çekiyor:
     ''Aynı ülkenin, aynı toprakların çocukları değil miyiz- Niye birbirimize düşmanlık edeceğiz. Ben şimdi bakıyorum kendi memleketimin bir evladını görüyorum. Korkulacak, endişelenecek hiçbir şey yok. Size sürekli söylenen (Asker ele geçirirse öldürür) diye hiçbir şey yok. Sana hiçbir şey olmadan seni ailene kavuşturmaktan başka hiçbir niyetimiz yok. Diğer arkadaşlarınızı da senin gibi sağ salim alıp buradan gitmek istiyoruz. Bu işten sizi kurtarmak istiyoruz. Başka hiçbir niyetimiz yok.''
     Teslim olan bazı teröristlerle de güvenlik güçlerinin konuşmalarının yer aldığı görüntülerde, bir askerin teröristlere ''Sizi ailenize sağ salim götürürsek çok mutlu olurum'' sözleri yer alıyor.
     Operasyonda, etkisiz hale getirilen teröristlerin tahliye edilmesi görüntülerinin yer aldığı kayıtta, operasyonda 5'i sağ 32'i teröristin etkisiz hale getirildiği ve çok sayıda mühimmatın ele geçirildiği belirtiliyor.
     Operasyon görüntülerinde bir Uzman Çavuşun Şehit Olduğu, 2 Astsubayın yaralandığı bilgisine de yer verildi.

Şırnak Uludere'deki Olayın Perde Arkası

Şırnak Uludere'de 35 kişinin hayatını kaybettiği olayla ilgili ayrıntılar netleşmeye başladı..
TSK'nın internet sitesinden yaptığı açıklamada, “Çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda, içlerinde örgüt elebaşılarının da bulunduğu terörist grupların bölgede bir araya geldikleri ve sınır hattındaki karakol ve üs bölgelerimize yönelik saldırı hazırlığı içinde oldukları anlaşılmış ve ilgili birlikler ikaz edilmiştir” vurgusu yapıldı.
KAYNAK KİM?
Habervaktim'in edindiği bilgilere göre, TSK'nın “çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat” diyerek kastettiği, sözkonusu grupla ilgili istihbaratın TSK dışından geldiğini gösteriyor. Sınır ötesinden gelen bir grupla ilgili istihbaratı verebilecek tek kurumun Milli İstihbarat Teşkilatı olması nedeniyle gözler bu noktaya çevrildi.
Bilindiği gibi MİT içerisinde Emre Taner döneminden beri PKK'ya karşı operasyon ve silahlı mücadele yerine, pazarlık ve masada çözümü savunan bir grup yer alıyor. Daha sonra Açılım Grubu olarak adlandırılan bu grubun, yanlış istihbaratla son dönemde başarılı operasyonlar yapan TSK ve özelde Hava Kuvvetleri'ni dramatik bir hataya zorlamış olabileceği belirtiliyor.

İÇERİDEKİ ADAMLAR YANLIŞ BİLGİ Mİ İLETTİ?
Yine, bölücü örgüt içerisinde MİT'in kullandığı çok sayıda eleman bulunduğu ve bunlardan bir kısmının çift taraflı olarak PKK'ya da çalıştığı ifade ediliyor. Süreci baltalamak için bu elemanlar üzerinden yanlış bilgi iletildiği de iddialar arasında. PKK son dönemde operasyonları yavaşlatmak için çok sayıda asılsız ihbar ve yoğun istihbaratla bilgi kirliliği oluşturuyordu. 

KAÇAKÇI-PKK İLİŞKİSİ
Kaçakçıların içerisine de PKK'lıların sızdığı bilinen bir durum. Kaçakçılık, PKK'nın en önemli gelir kaynağı. Kaçakçılardan alınan vergiler karşılığında mühürlü kağıtlar veriliyor ve bir sonraki PKK kontrolünde kaçakçılar bu kağıtlar sayesinde sınırı geçebiliyorlar. Dolayısıyla kaçakçılar ve PKK'lılar pek çok noktada kesişme halinde. Yasak olan kaçakçılık konusunda daha önce de acil olarak düzenleme yapılması gündeme gelmiş ancak somut bir adım atılmamıştı.
YERLEŞİM YERİ YOK VE PKK KAMPLARINA YAKIN
Genelkurmay'ın açıklamasında da belirtildiği üzere sözkonusu bölgede yerleşim yeri yok ve PKK'nın kampına oldukça yakın bir nokta.
Burada asıl önemli olanın, TSK'nın açıklamasında belirtilen, “içlerinde örgüt elebaşılarının da bulunduğu terörist grupların bölgede bir araya geldikleri ve sınır hattındaki karakol ve üs bölgelerimize yönelik saldırı hazırlığı içinde oldukları” bilgisinin kaynağı olduğu ifade ediliyor.
Çünkü içinde “örgüt ele başlarının bulunduğu” şeklindeki bir istihbarat TSK'yı çok hızlı harekete geçip karar vermeye zorlayan güçlü bir done olarak gösteriliyor.

TSK'NIN KABUĞUNA ÇEKİLMESİ Mİ AMAÇLANIYOR?
Operasyon sonrası, hem ulusal hem uluslararası medyada konunun aktarılış biçimi ve oluşan havanın, TSK'nın yeniden kabuğuna çekilmesi ekseninde ilerlemesi de dikkat çekiyor.
Bu da yeni şehit haberleri ve PKK/KCK'nın etkin hale gelmesi anlamını taşıyor.
Son dönemde, PKK'yla mücadele tarihinde hiç olmadığı kadar başarılı operasyonlar yapan Genelkurmay'ın kararlılığının kırılması ve hava unsurları ile elde edilen başarının gölgelenmesi anlamını taşıyan bu son olayda karanlık noktaların oldukça fazla olduğu üzerinde duruluyor.

'Hak ettikleri bombalanarak öldürülmek değildi'

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, Türkiye-Irak sınırında meydana gelen olaya ilişkin, ''Bir ülkenin kendi sınırlarını korumasını ve iç güvenliğini garanti altına almasını anlayışla karşılamak lazım'' dedi.
'Hak ettikleri bombalanarak öldürülmek değildi' Günaydın, partisince TMMOB Konferans Salonu’nda düzenlenen yerel yönetimler toplantısı öncesi basın mensuplarının sorularını cevaplandırdı.

Irak’ın kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesinde düzenlenen operasyonda "köylülerin öldürüldüğü" iddialarına ilişkin Günaydın, henüz net bilgilerin gelmediğini söyledi.

Günaydın, bu nedenle yapılacak yorumların dikkatli yapılması gerektiğine işaret ederek, şunları söyledi: "Bir ülkenin kendi sınırlarını korumasını ve iç güvenliğini garanti altına almasını anlayışla karşılamak lazım. Ancak istihbari faaliyetlerle, bu istihbari faaliyetler sonrası yapılacak operasyonları da dikkatli gerçekleştirmek lazım. Her ne kadar kaçakçılık işlemi yapan kişiler yasa dışı bir işlem içerisinde olmuş olsalar da hak ettikleri bombalanarak öldürülmek değildir.

Emniyet güçlerinin bu alanda yapacakları açıklamalardan sonra biz de tavrımızı net olarak belirteceğiz."

"Bu istihbaratı sorgulamak gerekiyor"

CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, "terör örgütüne yönelik operasyon sırasında köylülerin öldürüldüğü" iddiasına ilişkin, "Sınır ötesi harekatların ülkeye ne kadar yararlı olduğu konuşulmalı" dedi.

Aygün, TBMM’de CHP Adıyaman Milletvekili Salih Fırat ile basın toplantısı düzenlendi. "Türkiye’nin son aylarda resmen cinnet dönemine girdiğini" iddia eden Aygün, "Gazeteciler, avukatlar artık 30’ar, 40’ar tutuklanmaya başlandı. Tutuklanan gazeteci sayısı 99’u buldu" dedi.

Aygün, "Bu nasıl bir istihbarat ki orada mazot kaçakçılığıyla geçindiği yıllardır bilinen köylüler, bir anda PKK’lı oluyor ve bombardımanla öldürülüyor? Bu istihbaratı sorgulamak gerekiyor. Tezkerenin de sorgulanması gerekiyor. Sınır ötesi harekatların ülkeye ne kadar yararlı olduğu konuşulmalı" ifadelerini kullandı.

"Terör örgütüne yönelik operasyon sırasında köylülerin öldürüldüğü" iddiasına ilişkin Genelkurmay Başkanlığının açıklamasını da eleştiren Aygün, "Genelkurmay’ın açıklamasını biraz ’kurunun yanında yaş da yanıyor’ gibi algıladım. Çok üzüldüm" dedi.

CHP’li Fırat da İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in, "PKK’lı" diyerek herkesi hedef gösterdiğini ileri sürdü. Fırat, "Burada istihbarat net olarak değerlendirilip, objektif sonuca gidilememiş. Orada askerin karşısında silahlı bir güç yok. Belli ki ’orada canlı ne varsa öldürülsün’ diye yapılmış. İnsanların imha edilmesi amaçlanmış" iddiasında bulundu.

Genelkurmay'dan Torumtay Açıklaması

Genelkurmay Başkanlığı, 27-28 Aralık 2011 tarihlerinde bazı yayın organlarında Orgeneral Torumtay'ın ölümü ile ilgili çıkan haberler hakkında açıklamalarda bulundu.
Orgeneral Torumtay'ın hastanede virüs kaptığı iddiaları yalanlanarak, ölüm nedeninin ileri yaş, altta yatan diğer hastalıklar ve bunlara bağlı organ yetmezlikleri olduğu belirtildi.

Genelkurmay Başkanlığı'nın yaptığı açıklamada 27 ve 28 Aralık 2011 tarihlerinde bir gazetede 'Torumtay’ı hastane virüsü öldürdü' ve 'Yasağa rağmen ölüm koğuşunda' başlıklı haberler yayımlandığı hatırlatıldı. Haberlerde merhum Orgeneral Necip Torumtay’ın esansiyel hipertansiyon, kardiyak arrest (kalbin pompalama işlevi bozukluğu), gut, nefes darlığı tanıları ile GATA’ya getirildiği ve 2,5 ay sürelik yatışı esnasında hastane enfeksiyonlarına yakalandığının iddia edildiği belirtilen açıklamada şöyle denildi:

"Merhum Orgeneral Torumtay önce Aksaz Asker Hastanesi, daha sonra da Marmaris Devlet Hastanesinde iki gün tedavi gördükten sonra, 24 Haziran 2011’de GATA’ya getirilerek 'Geçirilmiş kardiyak arrest (kalp durması)' ve 'Yüksek ateş' tanıları ile şuuru kapalı olarak Dahili Yoğun Bakım Ünitesine yatırılmıştır. Yatışı esnasındaki bulgular, enfeksiyona bağlı şok tablosunu düşündürmüş ve bu tabloya uygun tedaviye başlanmıştır. Merhum Orgeneral Torumtay’ın yoğun bakım tedavisi titizlikle sürdürülmüş ancak yatışından 2,5 ay sonra vefat etmiştir. Yatışı süresince enfeksiyon tabloları gelişmiş ve zamanında tanı konularak uygun tedaviler yapılmıştır. GATA Eğitim Hastanesi Dahili Yoğun Bakım Ünitesi, enfeksiyon riski nedeniyle 03 Mart 2011’de yoğun bakıma hasta kabulünü durdurmuş; Hastane Enfeksiyon Kontrol Komitesi denetiminde kontrol önlemleri yeniden gözden geçirilmiş, gerekli kontrollerin tamamlanmasından sonra Baştabipliğin izni ile 25 Mart 2011 tarihinden itibaren hasta kabulüne yeniden başlanmıştır. Anılan tarih ile Merhum Orgeneral Torumtay’ın yatışı arasında yaklaşık dört ay süre bulunmaktadır. Bu esnada ve ayrıca Merhum Orgeneral Torumtay’ın yattığı 2,5 ay süresince enfeksiyon sayısında bir artış saptanmamış olup, kabul edilebilir düzeyde münferit vakalar tespit edilmiştir. Bu meyanda; Merhum Orgeneral Torumtay’ın vefatı ile, vefatından yaklaşık altı ay önce Yoğun Bakım Ünitesinde saptanan enfeksiyonlar arasında herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi yoktur. Merhum Orgeneral Torumtay’ın, vefatı esnasında enfeksiyona bağlı şok tablosunda olduğu tıbbi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ancak, enfeksiyona neden olan mikroorganizma, basında iddia edilen ve Şubat ayında Yoğun Bakımda ilave önlemlerin alınmasına neden olan etkenden farklı bir bakteri olup, vefat esnasında kullanılmakta olan antibiyotiğe duyarlıdır. Hastanın uygun tedaviye rağmen hayatını kaybetmesinin nedenleri; ileri yaşı, altta yatan diğer hastalıkları ve bunlara bağlı organ yetmezlikleridir."

Açıklamanın son bölümünde geçen Şubat ayında hastane enfeksiyonu nedeniyle vefat ettiği iddia edilen üç hastanın direk enfeksiyon nedeniyle vefat ettiklerine dair kesin bir bulgu bulunmadığı kaydedilirken, "Bunların da ölüm nedenlerinin; ileri yaş, altta yatan diğer hastalıklar ve bunlara bağlı organ yetmezlikleri olduğu değerlendirilmiştir" denildi.

İnternet Andıcı Davası’nda 49. Duruşma

"İrticayla Mücadele Eylem Planı" davası ile birleştirilen "İnternet Andıcı" davasının 49’uncu duruşması başladı.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’deki duruşmaya, mahkeme heyetinin 16 celse duruşmalardan men edilmesine karar verdiği avukat Serdar Öztürk dışında, emekli Albay Dursun Çiçek, eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Hasan Iğsız, Koramiral Mehmet Otuzbiroğlu, Korgeneral Mehmet Eröz, emekli Tuğamiral Alaettin Sevim, Aydınlık Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Deniz Yıldırım ve Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’nun da aralarında yer aldığı 14 tutuklu sanık katıldı. 5 tutuksuz sanığın da hazır bulunduğu duruşmaya, hakkında yakalama kararı çıkarılan Orgeneral Hüseyin Nusret Taşdeler ve Tümgeneral Mustafa Bakıcı ile kırmızı bültenle aranmasına karar verilen Bedrettin Dalan katılmadı. Duruşma, tutuklu sanık Emekli Tuğamiral Alaettin Sevim’in savunmasıyla devam ediyor.

Davanın bugün görülecek olan 49’uncu duruşması tutuklu sanık Bülent Sarıkahya’nın savunmasıyla devam edecekti. Ancak Sarıkahya’nın avukatının kalp rahatsızlığı mazeretiyle duruşmaya katılmaması nedeniyle Sarıkahya, avukatsız savunma yapamayacağını söyledi. Bunun üzerine tutuksuz sanık Murat Uslukılıç’ın savunmasına geçildi.

TSK'dan Şırnak'taki Ölümlerle İlgili Basın Açıklaması

BASIN AÇIKLAMASI

TARIH   : 29 Aralık 2011
SAAT    : 11:45
NO        : BA - 33 / 11
1.   Türk Silahlı Kuvvetlerinin sınır ötesi harekatı, TBMM tarafından 17 Ekim 2007 tarihinde kendisine verilen ve birer yıllık sürelerle yenilenen yetki gereği sürdürülmektedir.
2.   Terör örgütü elebaşılarının son dönemde verdikleri kayıplar için gruplara misilleme talimatı verdikleri ve bu doğrultuda özellikle sınır ötesinde Sinat-Haftanin’e takviye maksadıyla çok sayıda terörist gönderildiği bilgisi alınmıştır.
3.   Çeşitli kaynaklardan alınan istihbarat ve yapılan teknik analizler sonucunda, içlerinde örgüt elebaşılarının da bulunduğu terörist grupların bölgede bir araya geldikleri ve sınır hattındaki karakol ve üs bölgelerimize yönelik saldırı hazırlığı içinde oldukları anlaşılmış ve ilgili birlikler ikaz edilmiştir.
4.   Geçmişte bölücü terör örgütü tarafından gerçekleştirilen saldırılarda, teröristlerin, kullandığı ağır silah, cephane ve patlayıcıları yük hayvanları ile Irak’tan getirerek sınırdan içeri soktukları, teslim olan terörist ifadelerinden bilinmektedir.
5.   Bölücü terör örgütü mensuplarının, Irak Kuzeyinden gelerek hududumuza yakın karakol ve üs bölgelerimize eylem yapacağına dair istihbaratın artması üzerine, keşif ve gözetleme gayretleri sınır boylarında artırılmıştır. Bu kapsamda, 28 Aralık 2011 günü saat 18.39’da, Irak sınırları içinde hududumuza doğru bir grubun hareket halinde olduğu İnsansız Hava Aracı görüntüleri ile tespit edilmiştir.
6.   Grubun tespit edildiği bölgenin teröristler tarafından sıkça kullanılan bir yer olması ve geceleyin hududumuza doğru bir hareketin tespit edilmesi üzerine hava kuvvetleri uçakları ile ateş altına alınması gerektiği değerlendirilmiş ve saat 21.37-22.24 arasında hedef ateş altına alınmıştır.
7.   Olayın meydana geldiği yer, bölücü terör örgütünün ana kamplarının konuşlu olduğu, sivil yerleşim bulunmayan, Irak kuzeyindeki Sinat-Haftanin bölgesidir.
8.   Olay hakkında idari ve adli inceleme ve işlemler devam etmektedir.
      Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Darbenin tok sesi Hasan Mutlucan vefat etti

12 Eylül 1980 darbesinde radyoda okunan askerî bildirinin ardından söylediği kahramanlık türküleri ile tanınan Türk halk müziği sanatçısı Hasan Mutlucan, hayatını kaybetti.
 
Uzun süredir yatağa bağlı olarak yaşayan Mutlucan, kaldırıldığı Göztepe Sigorta Hastanesi'nde tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Mutlucan, cuma günü toprağa verilecek.


Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayan Hasan Mutlucan'ın kızı Günay Hanım, iki kardeşi ve çocukları ile ünlü sanatçının eşi Keriman Hanım'a destek olduklarını kaydetti. Davudi sesiyle akıllarda yer eden ünlü sanatçının vefatını yakınlarına ve son çalışma arkadaşlarının bulunduğu İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Halk Müziği Topluluğu'na da haber verdiklerini kaydeden Günay Hanım, "Konservatuvarda cuma günü yapılacak muhtemel bir tören için yakın arkadaşlarına haber verdik." şeklinde konuştu. İstanbul Belediyesi Konservatuvarı'ndan emekli olan Hasan Mutlucan, 12 Eylül 1980 darbesinde radyoda okunan askerî bildirinin ardından okuduğu kahramanlık türküleri ile tanınıyordu. Ünlü sanatçı, verdiği bir mülakatta, isminin okuduğu türküler sebebiyle darbe ile anılmasından rahatsız olduğunu dile getirmişti. Bu sıfatı kendisi için Halit Kıvanç'ın ortaya attığını söyleyen Mutlucan, "Kahramanlık türküleri insanlara tesir eden bir şeydi. Hissiyatlarına tesir ettim ki, beni beğendiler." demişti.