18 Ekim 2010 Pazartesi

TSK’yı bunaltan değişim / Etyen Mahçupyan

Silahlı Kuvvetler’in çok kısa bir zaman aralığı içinde art arda dört şok dalgası ile karşılaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu şok dalgalarının her biri farklı düzlemlerde yaşanmakta, ama birlikte ele alındığında epeyce travmatik bir sonuca işaret etmekte.

İlk mesele modernist ideolojilerin işe yaramadığı bir tarihsel anda küresel siyasi durumun da radikal bir biçimde değişmesidir. Tek parti döneminin mirasçısı olan ve soğuk savaş yılları içinde kültürel yapılanmasını olgunlaştıran TSK’nın, demokrasinin insan hakları ve vatandaşlık üzerinden kurgulanmasını yadırgayacağı açıktı. Onlar için demokrasi, seçim yoluyla gelen makbul bazı siyasi partilerin sınırlandırılmış bir kamusal alan üzerinde tehlike yaratmayacak tercihler yapabilmesinden ibaretti. Oysa AB süreci içinde somutlaşan günümüzün demokrasi anlayışında, devlete teslim edilmiş bir kamusal alanın varlığını kabul etmek olanaksız olduğu gibi, devletin bu bağlamda yapacağı sınırlandırmaların da herhangi bir meşruiyeti bulunmuyor. Dolayısıyla kendi ideolojik değerlendirmesi açısından darbe yapması gerektiğini düşünen ancak darbe olanakları elinden alınan silahlı bir kurumun ‘iç sıkıntısını’ anlamak kolay. Bunun anlamı TSK içinde darbe heveslilerinin her an olabileceği ve bu kişilerin bizzat orduyu zora sokacak eylemlere girişebileceğidir. Bu nedenle TSK’nın ister istemez içe döneceği ve sivil siyaset üzerinde etkili olamayacağı bir yeni dönemin içselleştirilmesi sorunu yaşanmakta...

İkinci mesele dünyanın sunduğu yeni zihniyet ortamında ve son yıllarda Türkiye’de yaşanan algılama değişimi nedeniyle, askerin siviller üzerindeki yönlendirme gücünün giderek sorgulanabilir olması, hatta meşru bulunmamasıdır. Bu durum askerlerin eğitim yoluyla aldıkları ideolojik kimliğin toplumsal onay bulmamasını ima ettiği ölçüde, genç subayların anlam dünyasını zedelemekte, kafalarını karıştırmakta ve ruhsal dengelerini bozmakta. Ama söz konusu değişim aynı zamanda doğrudan siyasi uzantılara da sahip... Askerlerin siyaset alanı üzerinde etkili olma şansı giderek daha dolambaçlı yolları gerektirmekle kalmıyor, bu etkileme gayretleri toplum tarafından pek ‘kaliteli’ bulunmuyor. Dolayısıyla TSK’nın kurum olarak prestiji her geçen gün ‘normalleşiyor’, asker sorgulanmaya açık sıradan bir devlet kurumu haline geliyor. Buna paralel olarak askerlerin sahip oldukları ekonomik ve sosyal imtiyazların da daha fazla göze battığı, eleştirildiği ve karşı çıkıldığı bir süreçten geçiyoruz.

Üçüncü mesele toplumsal değişimin ürettiği yeni zihniyet ortamının eleştiriyi bir değer olarak ortaya koyması ve buna bağlı olarak her toplumsal kesimde devlete ilişkin bilgilenme isteğinin hızla artmasıdır. Öyle ki geçmişte ordunun kontrolü altında olduğu söylendiğinde anında kesilen öğrenme talebi, bugün denetlenemeyen bir dalga gibi tüm toplumu kuşatmakta. Artık herhangi bir bilginin gizliliğine saygı duymak giderek zorlaştığı gibi, söz konusu bilgilerin saklanmasının ardında güvenlik kaygılarının değil, suistimallerin olduğuna dair epeyce yaygın bir kanı var. Bu durum TSK’nın hiç alışık olmadığı ve nasıl yanıtlayacağını bilemediği bir sorun alanına işaret ediyor. Çünkü bu toplumsal isteğin karşılık bulduğu medya organlarının giderek arttığı bir dönemdeyiz ve en ilginç bilgiler de kaçınılmaz olarak askere ait olanlar... Dolayısıyla TSK içindeki grupların ve tartışmaların deşifre olduğu, kamuya mal edildiği ve ordunun imajının bu yeni bilgiler ışığında yeniden oluştuğu günlerden geçiyoruz.

Dördüncü mesele yukarıdaki tablo karşısında sıkışmış olan TSK’nın toplumu kemalizmin manevi dünyasına davet etme ve destek bulma çabasının da karşılık bulmamasıdır. Üç yıl önceki bir soruşturmanın Ergenekon ile bağlantılı olduğunu reddeden geçen haftaki Genelkurmay açıklaması da “Yüce Türk milletini” yasal ve demokratik tepki vererek orduyu sahiplenmeye davet ediyordu. Ancak aynı günlere denk gelen Atatürkçü Düşünce Derneği’nin mitingine sadece iki bin kişi katıldı... Bir yorum halkın bu derneği artık iyice darbecilikle özdeşleştirdiği olabilir. Ama galiba daha da temel bir süreç işliyor... Türkiye’deki insanların anlam dünyasında ordu da sıradanlaşmış durumda. TSK’nın sahiplenilmesi, bizzat bu kurumun nasıl yapılandığı ve nasıl çalıştığı ile alakalı... Ve belki de bu ‘basit’ halk artık kendisinin ‘yüce’ falan olmadığını, herkes gibi olduğunu ve tam da o nedenle herkes gibi yaşamak istediğini söylemek istiyor.

Üst üste düşen bunca şoku taşımak hiçbir kurum için kolay değil... TSK’nın da zamana ihtiyacı var. Ama bu süre içindeki kurumsal değişimin toplumun değişme hızının gerisine de düşmemesi gerek. Aksi halde korkulan kaos kapımızın eşiğinde demektir.