29 Ekim 2010 Cuma

Protesto / Fatih Altaylı

Bir terslik olmazsa,Ankara’da, Çankaya Köşkü’nde Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda olacağım.
Geçtiğimiz yıllarda “çifter çifter” yapılan resepsiyon bu kez “tek”.
Herkes orada olacak.

Açığı, kapalısı, sakallısı, sakalsızı, siyahı, beyazı.
Herkes birlikte.
“Türban sorununu biz çözeriz” diyen CHP’nin katılmama kararını eleştirmiştim o gün.
Sonra milletvekillerini serbest bıraktılar. “İsteyen gitsin” diyerek.

En güzel çözüm budur her zaman.

İsteyenin istediğini yapması, yasalara ve başkalarının haklarına saygı göstererek elbet.
Yasaların da yapması gereken, “istediğini yapabilme” özgürlüğünü mümkün olduğunca az sınırlamaktır.
CHP’nin bu demokratik kararını çok doğru buluyorum. Umarım katılanların sayısı, katılmayanlardan çok olur.
Çünkü bu gibi “protestoların” bir anlamı yok. Diyelim ki, 2011 seçimlerinden CHP iktidar çıktı.
Yine Çankaya’yı protesto edebilecekler mi?
Cumhurbaşkanı “görevlendirmek üzere” CHP Genel Başkanı’nı Çankaya çağırdığında “Gelmem” diyecek mi?
Bir başka merak konum ise askerlerin durumu.

Dün net bir açıklama yoktu katılıp katılmayacaklarına dair, ama katılmazlarsa onlar da “komedinin” bir parçası olacaklar bence.

Bakın dünkü gazetelerdeki fotoğraflara.
MGK’da Gül’le birlikte oturuyorlar.
Eşinin türbanını protesto ettikleri Gül’le.
Dahası orada oturan tüm komutanların “atama kararnamelerinde” Cumhurbaşkanı olarak Abdullah Gül’ün imzası var.

Çankaya’daki resepsiyonu protesto edenler, o imzayı “protesto” edebiliyorlar mı?

Var mı içlerinde, “Yok Abdullah Bey, sizin eşiniz türbanıyla Çankaya Köşkü’ne çıktı. Ben sizin imzanızla atanmayı protesto ediyorum” diyen, diyebilen.

Ya da “Ben sizin başkanlık ettiğiniz MGK’ya katılmam” veya “Ben sizden emir almam” diyebilen var mı?

Yok.

E o zaman bu neyin protestosu.

“Laf olsun torba dolsun” derdi rahmetli anneannem böyle durumlara.
Laf olsun protesto olsun.
Yerseniz!

Başbakan Ulusa Seslendi

...
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Tarihimizde ilk kez kendi milli piyade tüfeğimizi yine bu dönemde tasarladık, 2011'de de seri üretime geçiyoruz. Artık Mehmetçikler, kendi ürettiğimiz silahları taşıyacaklar'' dedi.

Erdoğan, televizyonlarda yayımlanan ''Ulusa Sesleniş'' konuşmasında, Türkiye'nin kaybedecek tek bir dakikası bile olmadığını belirterek, şunları kaydetti:

''Çok çalışmalı, çok üretmeli, sadece bugünün meselelerini çözmekle kalmayıp yarınlara da hazırlanmalıyız. Şükürler olsun ki her alanda büyük bir ataletin yaşandığı kısır çekişme yıllarını artık tümüyle geride bıraktık. Türkiye 8 yıldır kazandığı özgüvenle bütün dünyayı şaşırtan devasa projelere imza atıyor. Bu ay içinde özellikle savunma sanayimizdeki gelişmelere örnek teşkil eden çok gurur duyduğumuz bir ilke imza attık. Deniz Kuvvetleri Komutanlığımızın etkinliğini ve caydırıcılığını artıracak olan Süratli Amfibi Gemi Projesi kapsamında inşası tamamlanan ilk gemimizi törenle suya indirdik. Tamamıyla kendi mühendislerimiz tarafından tasarlanan bu gemilerin silah atış kontrol sistemleri de ASELSAN tarafından geliştirilerek gemilere entegre edildi. Bunlar Türkiye'nin askeri gemi inşa sanayinde nereden nereye geldiğini açıkça ortaya koyan çok güzel örneklerdir, inşallah devamı da gelecek. Bu gemi, tersanelerimizde 7 ay gibi çok kısa bir süre içinde inşa edilerek denize indirildi. Bu proje kapsamında yapılan çalışmalarla, yerli katkı oranını, yüzde 75'lere taşıma kararlılığındayız. Gururla ifade etmek isterim ki savunma sanayimizdeki gelişmeler bununla da sınırlı değil.''

-''TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİMİZİN İHTİYAÇLARININ YARISI ARTIK YERLİ ÜRETİMDEN KARŞILANACAK''-
Başbakan Erdoğan, birkaç örnekle bu alanda nasıl bir atılım içinde olunduğunu belirterek, konuşmasını şöyle sürdürdü:

''2002 yılında savunma sanayimiz Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ihtiyaçlarının sadece yüzde 25'ini karşılayabilecek bir seviyedeydi. O günden bu yana yapılan çalışmalarla, 2009 sonu itibarıyla bu oran nerede biliyor musunuz, yüzde 46. Bu yılın sonu için hedefimiz yüzde 50 seviyesini yakalamaktır. Bunun anlamı şudur; Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçlarının yarısı artık yerli üretimden karşılanacak. 2002 yılında milli savunma sanayimizin cirosu sadece 1 milyar Dolar seviyesindeyken, 2009 sonunda bu rakamı yaklaşık 2,5 milyar Dolara kadar yükselttik. 2010 sonunda 3 milyar Dolar hedefini de inşallah yakalayacağız. Savunma sanayi ihracatımız bu süre zarfında 240 milyon Dolardan 832 milyon Dolara çıktı, 2011 için hedefimiz 1 milyar Dolar seviyesini yakalamak, fazlası olacak inşallah, bunun, altı, aşağısı olmayacak. Tarihimizde ilk kez kendi milli piyade tüfeğimizi yine bu dönemde tasarladık, 2011'de de seri üretime geçiyoruz. Artık Mehmetçikler, kendi ürettiğimiz silahları taşıyacaklar. Bütün alt sistemleri ile birlikte ilk defa kendi tankımızı üretmeye de başladık. Altay adını verdiğimiz bu tankların prototip üretimi şu anda gerçekleştiriliyor. Bunun yanında Anka adını verdiğimiz insansız hava aracının prototip üretimine de başlamış durumdayız. Yine Atak adıyla üretilen ilk milli helikopterlerimizin test uçuşları da bu yıl yapılıyor. Türk mühendislerinin eseri olan Göktürk adlı istihbarat uydumuzun çalışmaları da devam ediyor, inşallah 2012'de uzaya fırlatmayı planlıyoruz. Bütün bu projeler ülkemizin, savunma sanayimizin imzasını taşıyor. Savunma sanayimizin bu büyük atılımı ülkemizin yarınları açısından hayati derecede önemli bir kazanımdır, inşallah devamı da gelecek.''

Pentagon Gibi Siber Ordu Geliyor

MGK bildirilerine ilk kez yansıyan siber tehditle mücadele için ulusal çapta savaş başlatılıyor. Pentagon'unkine benzer, kendi bütçesi olan, özerk bir Siber Ordu Komutanlığı kurulacak.

Milli Güvenlik Kurulu (MGK) bildirilerine ilk kez yansıyan "siber tehdit"le mücadele etmek için topyekûn harekat başlatılıyor. Kamuoyunda "Kırmızı Kitap" olarak adlandırılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne (MGSB) tehdit algısı olarak giren siber terörizme karşı 20 kurumun ortak hazırladığı "Ulusal Sanal Ortam Güvenlik Politikası" hayata geçirilecek. TÜBİTAK başkanlığında Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Başbakanlık gibi kurumların katılımıyla geliştirilecek strateji, yerli hackerlerin yanı sıra küresel ölçekli siber tehditlerden de korunmayı öngörüyor.

MGK'DA GÖRÜŞÜLDÜ
Siber tehdit, önceki gün düzenlenen MGK Toplantısının ardından yayınlanan bildiride "Global düzeyde ulaştığı boyut ve bu tehdidin ulusal güvenliğe etkileri kapsamlı surette ele alınmıştır. Bu bağlamda, siber tehdidin engellenebilmesi açısından milli düzeyde yürütülen çalışmalar değerlendirilmiştir" ifadeleriyle yer almıştı. Çalışmanın ilk hedefi, yasal mevzuatın hayata geçirilmesi olacak. Daha sonra tüm kurumların bilgi işlemcilerine bilinçlendirme ve bilgilendirme brifingleri verilecek. Bilgilendirme çalışmaları kapsamında bilgisayar korsanlarının şirket ya da kurum bilgilerine nasıl ulaşabildikleri, hangi programları kullandıkları anlatılacak. Kötü niyetli hackerlerin metodolojisi konusunda bilgilendirme yapılarak "beyaz hackerler" yetiştirilecek.

BEYAZ HACKERLAR
Beyaz hackerler, önlem alabileceği gibi karşı saldırı da yapabilecek. Çalışmanın en büyük ayağını "uluslararası eşgüdüm" bölümü oluşturacak. Çalışma, Başbakanlığın onayının ardından hayata geçecek. Savunma Sanayi Müsteşarlığı'nın ön çalışmalarını başlattığı Siber Ordu'nun önceki gün düzenlenen MGK Toplantısı'nda da gündeme geldiği belirtiliyor. Pentagon'daki 15 bin bilgisayarın korunmasından sorumlu olan Siber Komutanlığın bir benzeri Türkiye'de kurulursa, başta TSK olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun bilgisayarlarına, hackerların sızmaları önlenebileceği gibi, siber alemde de karşı operasyonlar yapılabilecek. Siber Komutanlığı, diğer komutanlıklar gibi kendi doktrinlerini geliştirebilecek, kendi bütçesine ve özerk bir komutaya sahip olacak.

Başkomutanın Seni Bekliyor

Merkez Orduevi’ndeki alternatif geceye rağmen askerin Köşk’teki 29 Ekim resepsiyonunun en azından kutlama merasimine katılması bekleniyor.

Melih Altınok/Taraf

Baskomutanın seni bekliyor
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı nedeniyle bugün Çankaya Köşkü’nde düzenleyeceği eşli resepsiyona askerlerin katılıp katılmayacağı netleşmedi. Ancak Genelkurmay Başkanlığı’nın Merkez Orduevi’nde aynı saatlerde alternatif bir resepsiyon düzenleme kararı alması, askerlerin, Köşk’teki eşli resepsiyona katılmama olasılığını yükseltti. Karargâh’ta komutanlar dün günboyu eşli resepsiyona gidip gitmemeyi tartıştı. Üç yıl önce Köşk’e çıkan Cumhurbaşkanı Gül, ilk defa 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunu teke indirdi. Abdullah Gül, eşi Hayrünnisa Gül’ün başörtülü olması nedeniyle daha önce çift resepsiyon veriyordu. Gül, gündüz verdiği resepsiyonda aralarında komutanların da olduğu devlet protokolünü “eşsiz” olarak kabul ediyordu.

Akşam resepsiyonunda ise sivil toplum örgütleri, sanatçılar, sporcular ve medya temsilcilerini eşi Hayrünnisa Gül ile birlikte karşılıyordu.

Köşk basından izliyor
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bugün Çankaya Köşkü’nde vereceği eşli resepsiyon saat 19.30’da başlayacak. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in evsahipliğinde Merkez Orduevi’nde düzenlenecek alternatif resepsiyonun saati ise 19.00 olarak belirlendi. Dün de Karargâh’ta günboyu toplantı vardı. Komutanların eşli resepsiyona gidip gitmemeyi tartıştığı öğrenildi.

Taraf’a konuşan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever, Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyona askerlerin katılıp katılmayacağı şeklinde soruya “Bu konuda bize gelen herhangi bir bilgi yok. Biz de sizler gibi siyasilerin ve askerlerin durumuyla ilgili olarak basında yer alan haberleri takip ettik.

Davetiyeler muhataplarına gönderildi” yanıtı verdi. Davetiyelerin iadesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını kaydeden Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sever, “Davetiye gönderilen isimlerden, katılımları hakkında teyit almak gibi bir uygulamamız yok” dedi.

Komutanlar geçerken uğrayabilir
Resepsiyona dair olasılıkları Taraf’a değerlendiren askerî bir kaynaksa, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyonun kutlama merasimine katılıp diğer bölüme iştirak etmeden Merkez Orduevi’ndeki resepsiyona geçme formülünün de olası olduğunu söyledi. Karargâh’ın geçen günlerde Hürriyet’e özel gönderdiği bir bilgi notuyla, üç yıl önce bir törende Hayrünnisa Gül’ün elini sıkmamak için protokoldeki yerini değiştirdiği iddia edilen ve bu nedenle de eleştirilen Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Aslan Güner’in “kaçmadığını yerine gittiğini” açıklamasına atıfta bulunan askerî kaynak şunları söyledi: “Genelkurmay’ın bu özel hassasiyetinin, 29 Ekim resepsiyonu öncesi, ordunun normalleşme yönündeki sinyallerinden biri olarak okumak mümkün. Türk ordusunun başkomutanı sıfatını taşıyan Sayın Cumhurbaşkanı’nın davetine, o ordunun komutanlarının katılmaması yanlış algılara yol açabilir. Dolayısıyla usulen de olsa Köşk&teki davette görünme ihtimali uzak bir alternatif değil.”

Siyasilerden yoğun katılım
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP’liler resepsiyona katılacaklarını belirtirken, katılım konusunda milletvekillerini serbest bırakan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kararı olumsuz oldu. Dün akşam 32. Gün programına katılan Kılıçdaroğlu, resepsiyona katılmayacağını söyledi. Bunun bir boykot anlamına gelmediğini ifade eden CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Cumhurbaşkanına karşı bir tavır olsaydı, biz grubu serbest bırakmazdık. Ben halkın arasında bunu kutlayacağım” dedi. BDP’nin ise Köşk’te olacağı belirtiliyor.

Tüm Savaş Planlarımız SATILMIŞ

Askeri casusluk soruşturmasında şüphelilerin, olası Türk-Yunan savaşına karşı geliştirilen savunma ve saldırı plan simülasyonlarını da sızdırdığı iddia ediliyor.

Askeri casusluk ve şantaj soruşturmasında dün adliyeye 12 zanlı getirildi. 4 kişi savcılıkça bırakıldı. 8 kişiden 4’ü asker 3’ü TÜBİTAK görevlisi 7 kişi ise tutuklandı. Bir kişi tutuksuz yargılanacak. Önceki günkü 9 muvazzafla tutuklu muvazzaf sayısı 12 oldu.

2 AMİRAL 8 KASIM’DAN SONRA ADLİYEDE
Dün tutuklanan isimlerin emekli Albay İbrahim Sezer, muvazzaflar Ekrem Saltuk Baysal, Deniz Mehmet Irak, Burak Çetin ile TÜBİTAK’ta görevli Yücel Çipli, Merdan Metin ve M. Seyfettin Alevcan olduğu açıklandı. Soruşturma kapsamında Tuğamiraller Şafak Yürekli ve F. Can Yıldırım’ın da aralarında bulunduğu 14 zanlı ise, 8 Kasım’dan sonra adliyeye getirilecek.

TATBİKATLAR VE HAREKAT PLANLARI
Casusluk şebekesi, Marmaris-Aksaz Deniz Üs Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve Deniz Harp Komutanlığı’na ait karargahlardan belge sızdırmış. Kozmik belgeler arasında tabikatlar, harekat planları var. Bazı birliklerin nöbet yerleri ve güvenlik kamera noktalarının gösterildiği krokiler in de bulunduğu belgelerden bazıları savaş durumunu simüle eden harp oyunlarına ait. Yunanistan’la olası bir savaşın planları da sızan belgeler arasında.

POLİS YUNAN KADIN AJANIN PEŞİNDE
Amerika ile Rusya arasındaki ajan Anna Chapman gibi Türkiye ile Yunanistan arasında gizli askeri belgelere yönelik bir Yunan kadın ajanın casusluk yaptığı, çetenin sızdırdığı bilgiyi bu kadın ajan üzerinden Yunanistan’a aktarıldığı iddia edildi. Türk polisi, bu Yunan kadın ajanın peşinde.

YAKA KAMERASIYLA CASUSLUK HİZMETİ
Operasyonlar kapsamında yapılan aramalarda gizli kamerayla çekilen çok sayıda görüntü bulundu. Kocaeli’nde bulunan Cengiz Topel Birliği’ne ait tüm yol ve binaların görüntüsü de bunların arasında. Ayrıca hangarlar ve icinde bulunan uçaklarda gizli kamerayla cekilmis. Çetenin bunu yakalarına taktıkları gizli kameralarla yaptığı öğrenildi. Çetede, ele geçen belgeler arasında Havelsan’a ait bilgiler ve müşterilerinin isim ve numaraları da var. Operasyonda elektronik harp projesine ait belgeler ile Milli güvenlik için çok önemli bir plan da bulundu. Savcılığın sorusuna cevap gönderen Genelkurmay planın yüksek gizliliğe sahip olduğunu bildirdi. Çetenin bilgileri tek merkezde topladığı öğrenildi.

ASELSAN’daki ‘üç intihar’ dosyası savcıda
Fuhuş ve şantaj şebekesinin TUBİTAK, ASELSAN, HAVELSAN, Sivil Savunma Müsteşarlığı gibi Devletin önemli projelerini yürüten kurumlara sızmaya çalıştığının ortaya çıkmasının ardından soruşturmayı yürüten birimler, Aselsan’ın üç mühendisi Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken ölümleri ile ilgili dosyayı istedi. İntihar açıklaması yapılan ölümlerin nedeni olarak mühendislerin üzerinde çalıştıkları kritik projeler olduğu da iddia edilmişti. 9 ilde yapılan fuhuşoperasyonda ele geçirilen bazı belgeler bu ölümleri yeniden gündeme getirdi. Soşruiturmayı sürdüren birimler dün resmi yazı ile bu ölümlerin dosyalarını istedi.

Meclis'ten Üçok Ültimatomu

Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Albay Ahmet Zeki Üçok hakkındaki müfettiş raporlarını göndermeyen Milli Savunma Bakanlığı'na 'ultimaton' gibi cevap verdi...

Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Albay Ahmet Zeki Üçok hakkındaki müfettiş raporlarını soruşturmanın gizliliği nedeniyle göndermeyen Milli Savunma Bakanlığı'na 'ultimaton' niteliğinde cevap verdi. Komisyon Başkanı Zafer Üskül, "Gizli-gizlilik derecesindeki bir bilginin kiminle nasıl paylaşılacağının idrakine sahibiz" dedi.

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül imzasıyla 27 Ağustos tarihinde Meclis İnsan Hakları Komisyonu'na gönderilen yazıda 'hipnozla ifade' iddiaları ile ilgili Albay Ahmet Zeki Üçok hakkında Askeri Adalet Müfettişi tarafından rapor hazırlandığı belirtildi. Ancak hazırlanan rapor komisyona gönderilmedi. Bakanı Gönül imzalı yazıda, "Anılan konuları kapsayan müfettiş raporunun, gizli-gizlilik derecesinde olması, ayrıca soruşturma izni verilecek askeri savcılığa gönderilen kısımlarının ise soruşturmanın gizliliği ilkesi gereği gizli nitelikte bulunması nedeniyle gönderilememiştir" denildi.

Söz konusu yazıya Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül iki sayfalık yazı yazarak yanıt verdi. Üskül "Komisyonumuz müfettiş raporlarının gönderilmesi talebinde ısrar etmektedir" dedi.

Üskül yazısında, komisyonun insan haklarının ihlallerini araştırmakla görevli olduğunu hatırlatarak "Dolayısıyla komisyon, kaynağı neresi olursa olsun her türlü insan hakkı iddiasını inceleyebilir" dedi.

KURALLARI BİLİYORUZ
Kamu kurum ve kuruluşlarının gizli-gizlilik dereceli belgeleri komisyona sunduklarını vurgulayan Zafer Üskül, "Komisyon Başkanlığımız, gizli-gizlilik derecesindeki bir yazının ve bilginin kendisine ulaştırılmış önceki belgelerde olduğu gibi bilmesi gereken kuralına göre ne kadarının ve kimin ile paylaşılacağı idrakine sahiptir" dedi.

MECLİS YETKİSİNE MÜDAHELE
İnsan Hakları Komisyonu'nun TBMM adına denetim yaptığını belirten Üskül, "Kurumunca gizli-gizlilik derecesi verilen bir belge ve bilginini devlet sırrı olarak görülerek gönderilmemesi şeklindeki bir anlayış Yasama Organı'nın soru, genel görüşme, meclis araştırması gibi Meclis denetimi yollarının tümünün hatta TBMM'nin kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak yetkisinin işlemesini aksatmaya kadar varabilecek bir tehlikeyi barındırabilecektir" dedi.

Üskül, yazısını "Bu cihetle Askeri Adalet Teftiş Kurulu raparonun ivedilikle gönderilmesini rica ederim" uyarısıyla bitirdi.

HAKKINDA BİRDEN FAZLA SORUŞTURMA VAR
Milli Savunma Bakanlığı tarafından komisyona gönderilen yazıda ''sahte çürük raporu'' davasının tutuklu sanığı Hava Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok hakkında birden fazla soruşturmanın olduğu açıklandı. Yazıda, "Hava Hakim Albay Ahmet Zeki Üçok hakkında bir eylemi nedeniyle 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu'nun 29. maddesi gereğince disiplin cezası verilmesine, iki eylemi nedeniyle hukuka aykırı bir durum olmadığından 357 sayılı Askeri Hakimler Kanunu'nun 25/1 maddesi gereğince evrakın işlemden kaldırılmasına, üç eylemi nedeniyle memuriyet görevini kötüye kullanmak suçundan askeri savcılıkça hazırlık soruşturması yapılmasına izin verilmesine, bu nedenle Genelkurmay Askeri Savcılığı'nın görevlendirilmesine karar verilmiştir" denildi.

ASELSAN ölümleri 'casus' dosyasında!

Kayıtlara intihar olarak geçen ASELSAN’da 3 mühendisin kapatılan dosyaları Ankara Cumhuriyet Savcılığı’ndan istendi

İstabul Organize Şube Müdürlüğü, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı aracılığıyla 2006 ve 2007 yıllarında kayıtlara intihar olarak geçen ASELSAN’da milli projelerde görevli 3 mühendisin kapatılan dosyalarını Ankara Cumhuriyet Savcılığı’ndan istedi.

Askeri casusluk ve şantaj iddialarıyla ilgili operasyonu yürüten İstanbul Organize Şube Müdürlüğü, ASELSAN’da görevli Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken adlı mühendislerin kayıtlara intihar olarak geçen ölümlerini mercek altına alıyor. İstanbul Polisi, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı aracılığıyla Ankara Cumhuriyet Savcılığı’ndan şifre çözümü alanında uzman 3 mühendisin kapatılan dosyalarını istedi.

HÜSEYİN BAŞBİLEN:
ASELSAN’da makine mühendisi olarak görev yapan ODTÜ mezunu 30 yaşındaki Başbilen, 7 Ağustos 2006 günü Ankara Pursaklar Ayancık yolu üzerinde otomobilinde ölü bulundu. Otomobilin ön sağ koltuğunda, bir intihar mektubu ve Başbilen’in alyansı ile ucu kanlı bir falçata vardı. Jandarma tutanağında Başbilen’in sol bileğinde iki, boynunun sol tarafında da iki santimetre falçata kesiği olduğu belirtildi. Ölüm nedeni ise kan kaybı olarak gösterildi. Jandarma tarafından otomobilde bulunan çantada, Başbilen’in üzerinde çalıştığı milli tank projesiyle ilgili sunumların olmadığı görüldü. Başbilen ölümünden 3 gün sonra, ASELSAN’da, Türkiye’nin savaş teknolojisinde dış bağımlılığını ortadan kaldıracak çalışmalarına ilişkin bir sunum yapacaktı. Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki üst rütbeli subaylarla uzun süredir ‘milli tank’ projesi üzerinde çalışıyordu. 10 yıl ASELSAN’da görev yapan ve birçok projenin içinde yer alan Başbilen, özellikle suikast silahı ‘Kanas’ üzerinde uzmanlaşmıştı. İmza attığı projeler arasında F-16 savaş uçaklarında sinyal kırıcı sistemi de bulunuyordu.

HALİM ÜNSEM ÜNAL:
Elektrik Elektronik Mühendisi Halim Ünsem Ünal’ın cesedi 17 Ocak 2007 günü Ankara Eymür Gölü kenarında bulundu. Otopside Ünal’ın kafasına sıkılan tek kurşunla öldüğü bildirildi. Ölümü savcılık kayıtlarına ‘intihar’ olarak geçti.

ODTÜ’den 2000 yılında ‘şeref öğrencisi’ unvanıyla mezun olan Ünal, F-16 savaş uçaklarının modernizasyonuyla ilgileniyordu. Yurtdışında savaş teknolojileri alanında çalışan şirketlerden iş teklifleri alıyordu. ASELSAN’ın yan kuruluşu Mikes, Ünal’ı 2011 yılına kadar Amerika’da kalarak Türk-Amerikan ortak yapımı F-16 savaş uçaklarının modernizasyonunda çalışması için görevlendirdi. Düğününden birkaç gün önce cesedi bulunan Ünal öldüğü gün, savunma sanayii ile ilgili bir seminere katılacaktı.

EVRİM YANÇEKEN:
ODTÜ mezunu elektrik mühendisi Evrim Yançeken, 26 Ocak 2007’de Ankara Batıkent’te oturduğu binanın arkasında ölü bulundu. 26 yaşındaki Yançeken’in oturduğu apartmanın 7. katından atladığı kayıtlara geçti. “Artık dayanamıyorum. Psikolojim çok bozuldu. İntiharımdan kimse sorumlu değil” yazan bir intihar notu bulundu.

ŞİFRE ÇÖZÜMÜ YAPIYORLARDI
ODTÜ mezunu olan mühendislerin ortak özellikleri ise şifre çözücü olmalarıydı. Hüseyin Başbilen, Halim Ünsem Ünal ve Evrim Yançeken, özellikle şifre çözme konusunda uzman mühendislerdi. Uçak tanıma sistemlerinin ‘millileştirilmesi’ ve ABD güdümlü elektronik sistemlerinin kontrol dışı bırakılması çalışmalarını yürütmüşlerdi. Üç mühendisin üzerinde çalıştığı en önemli proje ise Amerika’nın elinde olan sattığı silahların kontrolünü 6 ayda uçak tanıma sistemiyle çözdü. ABD’nin uydular aracılığıyla gönderdiği sinyallerle savaş araçlarını saf dışı bırakma sistemini de çökertti. (Habertürk)

Darbe Günlükleri Köşe Bucak Kaçırılıyor

"Sarıkız" darbe planının yer aldığı ve emekli Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen plan, yetkisizlik kararı ile Ankara'ya gönderildi.

Dosyanın Ergenekon soruşturmasını yürüten özel yetkili savcı Zekeriya Öz'den tuhaf bir şekilde kaçırıldığı iddiası gündeme gelmişti. Ağustos ayında Öz'den "Balyoz dosyasıyla ilgisi olup olmadığının inceleneceği" gerekçesiyle alınan dosya savcı Mehmet Ergül'e verilmişti. Dosyayı geri göndermediği öğrenilen Ergül, iki ay sonra günlüklerin Ergenekon soruşturması ile bağlantısı bulunmadığını gerekçe gösterip, dosyayı Ankara'ya gönderdi. Ergül'ün, Ergenekon soruşturmasında hiç görev almamasına rağmen, yetkisizlik kararı vermesi dikkat çekti.

Soruşturmayı başlatan, delilleri toplayan ve sorguları yapan Savcı Öz'ün dışında dosyayı bilmeyen bir savcının 'Darbe Günlükleri' için ortaya koyduğu girişim ilginç bulundu. Balyoz soruşturması da savcılar Bilal Bayraktar ve Mehmet Berk'ten alınıp Savcı Ergül'e verilmişti. Soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüteceği ileri sürülüyor.

Nokta dergisinde Nisan 2007'de yayımlanmasıyla gündeme gelen ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olan "Darbe Günlükleri" Ergenekon soruşturması savcıları tarafından soruşturma konusu yapıldı. Bu kapsamda 5 Aralık 2009'da emekli Oramiral Özden Örnek'i savcılar Zekeriya Öz ile Fikret Seçen, emekli orgeneral Aytaç Yalman'ı Savcı Ercan Şafak ve emekli Orgeneral İbrahim Fırtına'yı da Murat Yönder sorgulamıştı. İfadeler alındıktan sonra soruşturma devam ederken 2010 yılı Ağustos ayında ilginç bir gelişme yaşandı. Dosya, Savcı Öz'den "Balyoz darbe planı soruşturması ile arasında bir bağ var mı inceleyeceğiz" denilerek istendi. Başsacı Vekili Turan Çolakkadı, soruşturmayı Savcı Mehmet Ergül'e gönderdi. İncelenmek üzere istenen dosya "iş yükü" gerekçesiyle bir daha geri gönderilmedi. Dosyayı alan Savcı Ergül de iki ay sonra yetkisizlik kararı ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Savcı Ergül, 'Darbe Günlükleri' soruşturmasının Ergenekon soruşturması ile bağlantısı olmadığını iddia etti. Ancak günlüklerde yer alan çok sayıda iddia, Ergenekon davası sanıklarına da soru olarak yöneltilmişti.

İkinci Ergenekon iddianamesinde Sarıkız kod adlı darbe planıyla ilgili, "Plan çerçevesinde, basının ele geçirilmesi, üniversite öğrencilerinin sokağa dökülmesi, sendikalarla birlikte hareket edilmesi, sokaklara afiş asılması, dernekler ile temasa geçip hükümet aleyhine teşvik edilmesi ve tüm bu olayların yurt çapında gerçekleştirilmesinin hedeflendiği görülmüştür. Sarıkız kod isimli darbe planının Şener Eruygur, Aytaç Yalman, Özden Örnek ve İbrahim Fırtına tarafından hazırlanmış olabileceği değerlendirilmektedir." tespitleri yer alıyor. Yine Ergenekon davası tutuklu sanığı Mustafa Balbay'ın günlüklerindeki notlar ile Özden Örnek'in günlüklerindeki darbe suçlamasına ilişkin bilgilerin örtüştüğü ortaya çıkmıştı.

Heron Şifreleri Hizbullah’ın Eline Geçti

İsrail'in Jerusalem Post Gazetesi'nden gündeme bomba gibi düşecek bir haber. Heron şifreleri nasıl Hizbullahın eline geçti...

Jerusalem Post Gazetesi’nin haberine göre ordu yetkilileri, Hizbullah militanlarının, insansız uçaklarla elde edilen bilgileri ele geçirdiğinin anlaşılması üzerine böyle bir uygulamaya gitme kararı aldı. Yetkililer, ağustos ayında Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah tarafından kamuoyuna gösterilen ve İsrail’e ait insansız hava araçlarıyla çekildiği belirtilen görüntülerin gerçek olduğunun ortaya çıkmasının ardından istihbarat güvenliğini artırmaya karar verdi. Hizbullah’ın, 1997’de İsrailli komandoların Lübnan sahillerinde yapacağı bir operasyona ilişkin insansız uçaklarla çekilen hava fotoğraflarını ele geçirdiği, bu sayede operasyon sırasında 17 askeri öldürdüğü belirtiliyor.

Her haftaya bir lider
İngiliz ordusu, Afganistan’da Taliban militanlarına yönelik düzenlenen insansız uçak saldırılarında her hafta ortalama bir örgüt liderini öldürüyor. Ordu belgelerine göre İngiltere son 29 ayda Afganistan’da 124 insansız uçak saldırısı gerçekleştirdi.

İran silahları yakalandı
Nijerya gizli servisi, salı günü İran’dan gelen bir yük gemisinden boşaltılan 13 adet konteynerde, İran’a ait çok sayıda silah ele geçirildiğini açıkladı. İsrail savunma kaynakları, Gazze’yi kontrol eden Hamas militanlarına silah göndermek için İran’ın yeni bir kaçakçılık güzergâhı denemeye çalışıyor olabileceğini ifade etti. Yer kaplamasıyla sarılarak kamufle edilmek istenen silahlar arasında RPG’ler, el bombaları ve çeşitli patlayıcılar bulunuyor.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’e “GATA” sorusu / Tevfik Diker

GATA Genelkurmay’ın sağlıkta yüz akıdır.
Bir eski asker olarak geçmişte birkaç kez ben, eşim ve çocuklarım da GATA’ da muayene ve tedavi olduk.
Eski asker arkadaşlarım hala sağlık ihtiyaçları olduğu zaman en çok GATA’yı tercih ediyorlar.
Onlardan GATA’ daki gelişmeleri dinledikçe mutlu oluyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, GATA’nın kapılarını sivillere de açtı. Bu uygulamadan dolayı Başbakan Erdoğan’ı kutlarım.
Geçmişte iktidar partisi Genel Sekreteri ve Milletvekili olarak görev yaptım.
Bir gerçeği açık seçik ve yüreklice ifade edeyim GATA’yı sivillere açmak bizim dönemizde hayal bile edilemezdi.
Başbakan Erdoğan’ın reformist yanını da ifade etmek benim boynumun borcudur.
GATA’ da çok güzel uygulamalara imza atılırken ara sıra bazı sıkıntılar da yaşanmıyor değil tabi.
Bilgilerine çok değer verdiğim değerli bir GATA mensubunun iddialarını yazarak GATA’nın gelişimine ve varsa aksaklıkların giderilmesine yardımcı olmak istiyorum.

İddiaya göre GATA Kardiyoloji Servisinde görevli doktor sayısı16 doktor (Prof, Doçent, Yrd Doçent ve Uzman),10 da uzmanlık öğrencisi (Dr.) görev yapmakta.
GATA’ ya günde genelde 20-25 anjiyo vakası gelmekte.
Bu vakaların 5 veya 6’ sına GATA’ da anjiyo yapılır.

Diğer vakalar birilerince 2 özel hastaneye yönlendirilir
Ankara’daki özel hastanelerinin kardiyoloji birimlerinde genelde 2 veya 3 uzman doktor olduğu gerçeği var iken özel hastanelerde bu kadro ile ayda 600- 700 civarında anjiyo yapılır.
Verilen bu rakamlar ve iddialar doğrultusunda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner’e soruyorum.

* GATA’daki bu kadar yüksek eleman sayısı ile elde edilen sonucu iç açıcı buluyor musunuz?
* Uygun bulmuyorsanız, nedenlerini araştırmak üzere bir talimat vermeyi düşünüyor musunuz?
* Hastalar neden özel 2 hastaneye yönlendiriliyor ve bunu kimler, neyin karşılığı yapıyorlar?
*İddialar ve rakamlar yanlış ise doğru bilgileri kamuoyuyla paylaşmayı düşünür müsünüz?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner başta olmak üzere tüm kamuoyunun bilmesini isterim; dürüst ve doğru habercilik anlayışımın gereği olarak; verilecek bilgiler yine bu köşede kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Bir Atasözü ile son noktayı koymak isterim.
“ Adama dayanma ölür, ağaca dayanama kurur.”

27 Ekim 2010 Çarşamba

Askeriye Yeni Çaycılar Mı Arıyor? / Mehmet Altan

Sabahtan itibaren tüm grup konuşmalarını izledim... Endonezya’daki yeni deprem felaketinden Ahtapot Paul’ün ölümüne... KCK Davası’ndan yıl sonu enflasyon oranı tahminine...

Tarık Aziz’in idam cezasından bizdeki fuhuş, şantaj, casusluk operasyonuna...

AİHM’in KKTC’de gasp edilen mülkler nedeniyle verdiği rekor cezalara kadar kıyı, köşe her gelişmeyi kovaladım.
***
Ama en çok... Henüz sonuçlanmayan “askerlik süresi” tartışmalarına kulak kabarttım. Çünkü “mecburi askerlik” olan bir yerde “demokrasi” olacağına pek inanmıyorum... Üstelik herkes “cumhuriyet-demokrasi” konuşuyor ama bizde buz gibi Prusya tipi askeri bir rejim var, taş gibi de duruyor. Mecburi askerliği Genelkurmay “ordu milletin parçası” diyerek savunuyor; hâlbuki demokrasilerde ordu milletin değil, hazinesinden para aldığı devletin parçasıdır ve parlamentonun emrindedir... Biz hala bu şaşılığı aşamadık, yakın zamanda aşmak gibi de bir gündem gözükmüyor...Askeriye “milletin” parçası olunca, halk çocukları da askeriyenin “çaycıları” oluyor... Dün Star’ın manşetinde “bir ordu çay servisi yapıyor” başlığı vardı. Manşetin alt cümlesi de şöyleydi: “‘Eşit askerlik’ süresi ile ilgili çalışma yapan TSK’daki 65 bin asker 500 sosyal tesiste ‘hizmetli’ olarak görev yapıyor. Neredeyse bir ordu sayısına denk bu rakama lojmanlarda görevli askerler dâhil değil...”
***
Muharip görevler üstlenmeyen, silahlı ve fiziki eğitim yapmayan bu 65 bin vatan evladı işçi sayılabilecek statüde 500 tesiste görev yapıyormuş... Sosyal Hizmet Tesisleri olarak anılan tesisler; orduevi, tatil kampı, havuzlu ve restoranlı tesisler, subay ve astsubay restoranları ve gazinodan oluşuyormuş... Bu tesislerde erler rütbeli personele hizmet sunuyor, ayrıca lojmanlarda da az sayıda er bu tip işlerde istihdam ediliyormuş... Bizim ordu niye bu kadar kalabalık anlamazdım, süngü harbinden kalma olduğu için sanırdım, meğer sosyal tesis bolluğundanmış...
***
Resmi rakamlara göre... TSK’nın maaş ödediği personel sayısı yaklaşık 270 bin kişi. Bu zaten başlı başına pek çok ülke ordusundan çok daha fazla bir büyüklük. Buna bir de sosyal tesislerde parasız pulsuz çaycılık yapan azımsanmayacak kadar 470 bin er ve erbaşı ekleyin... Bu devasa güç 360 general ve amiralin emrinde... Geri kalan profesyonel ordunun dağılımı da şöyle: 46 bin subay, 100 bin astsubay, 70 bin uzman, 50 bin sivil personel. Sayısı az, vurucu gücü çok yüksek, profesyonel bir orduya ihtiyaç var... Cumhuriyet Bayramı yaklaşıyor... Prusya tipi askeri rejim devam ettikçe... Askeriyenin “devletin parçası” olarak organizasyonu ertelendikçe... Halk çocukları çaycı olarak askeriyede parasız pulsuz istihdam edildikçe... Mecburi askerlik sürdükçe... Cumhuriyetin asla ve kata demokratikleşemeyeceğini terennüm edene pek rastlamıyorum...
***
Mesele askerliğin süresinde değil...

Mesele askerliği zorunlu hale getiren Prusya tipi devasa ordu ve rejim tipinde...
Genelkurmay’ın bunca aşırı büyük orduya karşın hala “asker” ihtiyacı olduğu resmen tekrarlanmakta... Bu asker ihtiyacı nereden kaynaklanıyor? Süngü harbine dayalı bir savunma anlayışından mı? Çaycı gereksiniminden mi? Askeriyenin “milletin” parçası olduğunu sürekli taze tutarak köhnemiş yapıyı sürdürme gayretinden mi? Bu soruları bile soramayan ve çağın gelişimine uygun olarak yeniden düzenleyemeyen bir devlet ve topluma “cumhuriyet” veya “demokrasi” ya da “demokratik cumhuriyet” diyebilir miyiz?
***
Cumhuriyet’in 87. yıldönümünde 65 bin çay servisi yapan ordu, halk iradesinin hâkim olduğu hangi diyarda kaldı? Halk iradesi söz konusu ise önce bunu düzeltmeli... İnanın ki demokrasinin yolu daha çabuk açılır...

360 kişinin değil, halk çocuklarının yaşamı daha anlam kazanır...

Askerlikte kafalar karışık / Adem Yavuz Arslan

Askerlik tartışmaları son dönemin en popüler olayı.
Çünkü herkesi bir şekilde ilgilendiriyor.
Dün Genelkurmay'ın sunduğu brifingin ayrıntılarını verdik. Subay astsubay durumu ve dağılımını yansıttık.

Tablo ortada. Fazlasıyla hantal bir yapı mevcut. Ağırlıklı olarak karacı örgütlenmesi var. Oysa modern dünya orduları hava ve deniz kuvvetleri merkezli büyüyor.

Bu arada hemen belirtelim kamuoyundaki yaygın kanının aksine askerliğin kısalması ve bedelli konularında Karargah'ta bir çalışma yok.

Aksine TSK'nın isteği, herkesin eşit süreli 12 ay er olarak askerlik yapması. Üstelik brifingde 'bırakın bedelli ya da kısalmayı halen 120 bin kişilik eksik kadromuz var' dendi.
Bunu da matematiksel verilerle destekliyorlar.

Ordu evleri ya da benzeri sosyal tesislerde çalışan 65 bin asker de ayrı bir tartışma konusu. Yaklaşık 500 sosyal tesis subay astsubaylara hizmet veriyor.

Askerin sosyal tesisleri olmasın, onlar da pahalı olsun gibi bir söylemimiz yok. Ama dünyada sosyal tesis uygulaması pek yok. Birçok ülkede '13. maaş' adı altında destekler veriliyor.

Belki birçok kesim farkında değil ama askerin 'kapalı devre yaşaması'nın neden olduğu sıkıntılar da var.

Kışlada çalış, ordu evinde ye iç, lojmanda otur, alışverişini askeri kantinlerden yap... Bu yapının askerin toplumla bağının kopması gibi bir sonuç doğurduğunu da inkâr edemeyiz.

Askerlik meselesine dönersek.
Askerlikle ilgili çalışmaların kısa sürede sonuçlanmasını beklememek lazım.
Çünkü sürmekte olan ve askerlik süresini yakından ilgilendirecek birtakım çalışmalar var.
Mesela Gümrük Teşkilatı 'önleyici istihbarat yapabilmek' için dinleme yetkisi istiyor. Hatta bu konuda ciddi mesafe de alındı.

Öbür taraftan sınırlar için profesyonel birliklerin oluşturulması konusunda çalışmalar var. Hedef tüm sınırları koruyan tamamen profesyonel askerlerden kurulu bir askeri yapılanma.

Ama aynı zamanda AB'nin de istediği bir sınır polisi uygulaması var. Türkiye zorunlu olarak o uygulamaya da geçmek zorunda.

Açıkçası birbiriyle çelişen bu projelerin sonu nereye çıkacak kestirmek mümkün değil.
Fakat bu esnada bütün bu çalışmaları ve dolaylı olarak da olsa askerlik sürelerini etkileyecek önemli bir çalışma daha var.
İçişleri Bakanlığı bünyesinde yürütülen projeye göre 'Sınır Güvenliği Genel Müdürlüğü' kurulacak.
Henüz taslak aşamasındaki projeye göre kurulacak genel müdürlük deniz, kara ve hava sınırlarından sorumlu olacak. Kademeli olarak sahil güvenlik kaldırılacak.

Tüm sınırlar bu konuda özel yetiştirilmiş personelle korunacak. Bu amaçla da Sınır Güvenliği Akademisi açılacak.

Proje hayata geçtikten sonra da ilk etapta Yunanistan sınırı 2014'te bu genel müdürlüğün kontrolüne devredilecek. Denizler ve Suriye sınırı ise 2015'i müteakip Başbakanlık bünyesindeki bu sınır güvenliği genel müdürlüğü kontrolüne geçecek.

Bu proje ne zaman hayata geçer onu kestirmek şu anda mümkün değil. Ama her kurumun ayrı bir örgütlenme modeli üzerinde çalışması sistemi tıkıyor. Yapı hantallaşıyor, sorunları çözmekten aciz kalıyor.

Biz de her karakol baskını sonrasında 'bu kadar adam elini kolunu sallayarak nasıl içeri girdi' sorusuna cevap arıyoruz.

TSK’yı Yıpratan Generaller!... / Tevfik Diker

TSK halkın gözünde “Peygamber Ocağıdır”
TSK’ yı yöneten general ve amirallerin bazıları son yıllarda normal insan aklının alamayacağı kadar anormal olaylarda karşımıza çıktı.
***
Son yıllarda tüylerimizi diken diken yapan bazı olaylar şunlardır:

*Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’ in yolsuzluktan rütbelerinin sökülmesi ,
*Emekli Orgenarller Hurşit Tolon, Şener Eruygur, emekli tuğgeneraller Veli Küçük, Levent Ersöz’ünn Ergenekon’dan sanık olmaları, emekli Org Çetin Doğan Balyoz’dan sanık olmaları.
*Genelkurmay Adli Müşaviri Tuğgeneral Hıfzı Çubuklu'nun çürük davasında şüpheliler arasında yer alması
*Orgeneral Saldıray Berk’ in Erzincan Davasındaki konumu
*Deniz Kuvvetleri’nde bir fuhuş çetesi bulunduğu ve bu çetenin bazı amirallere şantaj yaptığı iddiası üzerine soruşturma başlatılması.

30 muvazzaf askerin bulunduğu kişilerin gözaltına alınması ve operasyonda arama kararı çıkan adresler arasında Genelkurmay Başkanlığının da yer alması.
*KAFES Eylem Planı davasındaki askerler ve Poyrazköy davasının tutuksuz sanığı Tuğamiral Şafak Yürekli’nin de aralarında bulunduğu 14 subayın ise 8 Kasım 2010’dan sonra zorla getirilmesine (Merkez Komutanlığı’nda görevli yetkililer eşliğinde) karar verilmesi,Genelkurmay Başkanlığı Elektronik Sistemler Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ve TÜBİTAK’ta arama yapılması.
V.s. Bunların hepsini yazmaya kalksak günlerce üzerinde çalışmak gerekir.

***
TSK’ nın içinde darbeci, cuntacı, hortumcu, fuhuşcu, en acısı birde casuslar çıkmasını içimize sindirmemiz mümkün değildir.

TSK içindeki bu yüz karaları TSK’ yı yıpratıyor.
Bir soruyu açık seçik ve yüreklice sormak gerekir.
Ne oldu da Peygamber Ocağı bu hallere düştü?

TSK’ yı neden ve niçin ve kimler bu hale düşürdü?
TSK’ yı yıpratan bu ayrık otlarıdır.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner’ in ilk işi TSK’ daki ayrık otlarını temizlemek olmalıdır.
TSK, içindeki ayrık otlarını taşımak ve beslemek zorunda değildir.
Org. Koşaner’ e önerim; TSK’da eğitim ve terfi sistemi tekrar gözden geçirilmelidir.
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) ın yapısı da değişmeli ve YAŞ üyelerinin sayısı artırılmalıdır.

YAŞ’ a her rütbeden temsilci alınmalıdır.

Maaşlı Askerimiz Avrupa'dan Fazla

Türkiye'de zorunlu askerliğe formül aranırken, çoğu profesyonel askerliğe geçen Avrupa ülkeleri sistemin getirdiği avantajlardan yararlanıyor.

Bu ülkelerde bir yandan askeri harcamalarda önemli miktarda azalma yaşanırken, işsizler için de iş fırsatı yaratılıyor.

Türkiye’de askerlik tartışmalarında yeni bir aşamaya gelinirken, Avrupa ülkelerinde uygulanan modelin Türkiye için hem ekonomik olarak hem de terörle mücadele anlamında avantajları bulunuyor. Ayrıca Türkiye’de profesyonel olarak görev yapan subay sayısının neredeyse büyük Avrupa ordularındaki toplam asker sayısına eşit olması, sistemin yeniden yapılandırılmasının ortaya çıkaracağı büyük ekonomik tasarruf tablosunu da ortaya koyuyor.

Avrupa ülkelerinin bir bölümünde 90’lı yıllarda, bir bölümünde ise 2000’li yıllarda zorunlu askerlikten vazgeçildi. Almanya, Avusturya, Yunanistan gibi ülkeler zorunlu ve profesyonel askerlik sistemini bir arada götürürken, İsveç tamamen zorunlu askerliğe dayalı sistemini bu yıldan itibaren değiştirmeye başladı. Almanya’da ise halen büyük bir askeri strateji değişikliği yaşanıyor. Askeri harcamaları azaltmak için kademeli bir planlama yapan Alman Savunma Bakanlığı, hem asker sayısını hem de birlik yapılanmasını değiştiriyor. Ülke için gereken minimum asker sayısı 163 bin olarak hesaplanırken, Almanya Savunma Bakanı Gutenberg, bu sayıyı 150 bine kadar çekmekten söz ediyor. Ülkenin mevcut asker sayısı ise 250 bin civarında.

Askeri harcamalar azaldı

Profesyonel askerliğe geçiş yapan Avrupa ülkelerinde bir yandan askeri harcamalarda önemli miktarda azalma yaşanırken, bir yandan da vicdani retçilik gibi sosyal konularda barış sağlandığı gözlendi. Bu ülkelerin bir bölümü kısa, bir bölümü de 5-10 yıl gibi uzun kontratlarla askere alımı benimserken, savaş ya da topyekün tehdit gibi durumlar için de ayrı stratejiler geliştirdiler. Bunun için rezerv asker yapılanmasına gidilirken, İspanya gibi ülkelerde ise sivillerden oluşan ve her an genelkurmay emrinde çalışabilecek birimler oluşturuldu.

Yeniçeriler profesyonel askerdi
Türkiye gibi terörle mücadele eden çeşitli Avrupa ülkelerinin profesyonel sisteme geçmiş olması, bu konuda da yol alınabildiğini gösterdi. İngiltere, İspanya, Fransa ve İtalya gibi eski sömürgelerinde ya da halihazırdaki kolonilerinde asker bulunduran ülkeler de bu sistem içinde yer aldılar. Bu ülkelerin aynı zamanda NATO operasyonları için birlikler tahsis ettiği de biliniyor. Tarihi verilere göre Yeniçeri sistemiyle Avrupa ülkelerinden çok daha önce profesyonel orduyla tanışmış olan Türkiye, zorunlu askerliğe ise Avrupa ülkelerinden çok sonra geçti.

TSK'da 275 bin maaşlı personel var

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) toplam 730 bin asker bulunuyor. Bu askerlerden 470 bini er ve erbaşlardan oluşuyor. Yedek subaylar dahil 46 bin subay var. 100 bin astsubay, 70 bin uzman ve 50 bin sivil memur bulunuyor. 360 adet general ve amiral de TSK'da görev yapıyor. Toplam 275 bin personele maaş ödemesi yapılıyor. 240 bin er ve erbaşın görev yaptığı Kara Kuvvetleri'nde 120 bin kadar da maaş ödenen personel bulunuyor. Profesyonelliğe en yakın kuvvetler ise Deniz ve Hava Kuvvetleri. Bu iki kuvvette 30'ar bin er ve erbaş var.

Krizde işsizlik bürosu gibi çalıştı

Avrupa ülkelerinde ordular, özel şirketler gibi ülkenin her yerinde tanıtım ve işe alma büroları kuruyor. Reklam ve tanıtım kampanyalarıyla orduda çalışmak vatandaşlara özendiriliyor. Bu yöntemin özelikle ekonomik kriz dönemlerinde orduya başvurularda büyük artış sağladığı gözlenmiş. Böylece ordular profesyonel askerlik sistemine geçmekle işsizliğe karşı önemli bir çözüm merkezi haline de gelmiş oluyor. İtalya gibi ülkelerde askeri personel, toplam istihdamın neredeyse yüzde 2’sini oluşturuyor. Avrupa ülkelerinde dikkat çeken bir diğer ayrıntı da Türkiye'deki gibi orduevi sisteminin olmaması. Bunun yerine Avrupa ülkeleri askeri personele 1 maaş fazla ödeme yapıyor.

İngiliz Ordusundan Korkunç İddia

Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda ölü doğan 300 İngiliz bebeğin sırrı çözülüyor. Emekli asker Pitcher “Baba olamamamız için ordu, ölüm kokteyli içeren aşı yaptı” dedi

Esrarengiz bebek ölümleri ile ilgili korkunç iddia İngiltere’de büyük yankı yarattı. Daily Telegraph gazetesinin haberine göre, Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda görev yapan askeri personelin bebekleri ya ölü doğdu ya da bir gün yaşadı. 300’e yakın bebeğin, İngiliz askeri üslerinde görevli babalarına ordu tarafından yapılan bir dizi aşı kokteyli nedeniyle öldüğü iddia ediliyor. İngiliz Savunma Bakanlığı 50 yıl sonra ortaya atılan korkunç suçlama ile ilgili 3 aydır araştırma yapıyor.

ASKERİN AŞI OLMASI MECBURİYDİ
Gazetenin haberine göre konu, o yıllarda Kıbrıs’ta Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde görev yapan 71 yaşındaki emekli asker Mike Pitcher’ın konuyu milletvekili Liberal Demokrat Norman Lamb’e aktarmasıyla gündeme yeniden geldi. Eşinin 1962 yılında Kıbrıs’ta ölü bir kız bebek dünyaya getirdiğini söyleyen Pitcher, “Aşı mecburiydi. Humma ve tifo adı altında 7 ayrı aşı yaptılar. Hemen ardından karım ölü bebek doğurdu. O dönemde diğer asker arkadaşlarımın bebekleri de ölü doğdu” dedi.

Gizli savunma projeleri yabancı servislere gitti

‘Askeri Casusluk’ iddiasıyla gözaltına alınan çoğu muvazzaf subay 40 zanlıya ‘Çok önemli savunma projelerini yabancı istihbarat servislerine sızdırdın mı” diye soruldu

İstanbul Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şube’nin Ağustos ayında yaptığı fuhuş operasyonu, Türkiye tarihinin en büyük casusluk operasyonuna dönüştü. Gözaltına alınan 30’u muvazzaf 36 asker ile 4 TÜBİTAK görevlisinden bazıları, fuhuş, şantaj ve tehdit yolu ile elde ettikleri çok gizli belgeleri yabancı istihbarat servislerine sızdırmakla suçlanıyor. Türkiye’nin savunma sanayi ile ilgili çok önemli projelerin de yer aldığı belgelerin hangi ülkelere sızdırıldığı araştırılıyor.

GİZLİ BELGELER MİT’E DE GÖNDERİLMİŞTİ
Ağustos’ta çok sayıda gizli belgenin ele geçirilmesi ve fuhuşta yabancı uyruklu kadınların kullanılması nedeni ile polis şebekenin yabancı istihbarat birimleri ile irtibatından şüphelenmiş ve dosyayı MİT’e de göndermişti. Dün gözaltına alınanlardan Albay İbrahim Sezer’in evi de Ağustos’ta aranmış ve çok sayıda gizli belge ele geçirilmişti. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait gizli belgeleri dışarı çıkardığı iddia edilen Sezer, operasyonun hemen ardından emekliye ayrılmıştı.

BELGELER HEP AYNI İSİMLERE GİTMİŞ
Çetenin, yabancı hayat kadınlarını kullanarak kritik görevlerdeki subay ve bürokratları fuhuş ağına düşürüp görüntüledikten sonra tehdit ve şantajla gizli belgeleri elde ettiği tespit edildi. Gizli belgelerin, daha sonra hep aynı isimlere gönderildiği belirlendi. Yabancı hayat kadınları nedeniyle yabancı ülkelere casusluk şüphesi yaratmıştı.

ÇOK ÖNEM VERİLEN PROJE DE ÇALINMIŞ
Önceki günkü ‘casusluk’ operasyonunda gözaltına alınan kriptoloji uzmanı 4 TÜBİTAK çalışanı ile Sivil Savunma Müsteşarlığı’nda Daire Başkanı Ahmet Lütfü Varoğlu’nun, görev yaptıkları birimlerde sürdürülen güvenlik açısından çok önemli bazı belgeleri fuhuş şebekesine verdiği iddia ediliyor. Gizlilik derecesi çok yüksek olan bu projelerden birinin de Türkiye’nin çok önem verdiği bir projenin de olduğu iddia ediliyor.

‘Vatana ihanet’le yargılanıyorlar
Ergenekon savcısı Fikret Seçen’in başında olduğu “Askeri casusluk” iddiasıyla yürütülen soruşturmada, 6 muvazzaf asker dün Beşiktaş’ta bulunan İstanbul Adliyesi’ne getirildi.

6’SI DA SERBEST BIRAKILDI
Zanlıların birini savcılık, 5’ini ise mahkeme serbest bıraktı. Savcı Seçen, şüphelilere, “Devletin gizli belgelerini yabancı istihbarat servislerine verdin mi” sorusunu yöneltti. Hukukçular gizli bilgilerin yurtdışına çıkarılma suçunun hem Askeri Ceza hem de Türk Ceza Kanunu’na göre ‘vatana ihanet’ cezasını gerektirdiğini belirtti. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Şentop “Askeri casusluğun Askeri Ceza Kanunu’nda da, Türk Ceza Kanunu’nda da ilgili maddeleri bulunmakta. Askeri belgeleri yurtdışına kaçıranlar vatana ihanet suçu kapsamında da yargılanırlar” dedi. Vatana ihanet suçunu işleyen TCK’daki hükümlere göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılıyor. Bu arada soruşturma kapsamında Ankara’da gözaltına alınan üç kişi de gece İstanbul’a gönderildi.

BAZI PROJELERİ ENGELLEMİŞLER
TÜBİTAK ve Sivil Savunma Müsteşarlığı’nda yapılanan şebekenin devletin büyük bir gizlilik içinde yürüttüğü çok önemli projelerden bazılarını çeşitli yöntemler kullanarak engellediği tespit edildi. Şebekenin gizli belgelerle ne yaptığı ve hangi ülkelere servis ettiği araştırılıyor.

Astsubaylar (2) / Nail Güreli

Aslında bu, e. subayların görüşlerini de katarsak, üçüncü hafta oluyor ki; aynı konuya değiniyoruz. Bu hafta boyunca da e-posta iletileri yağdı.

Genellikle terfilerdeki eşitsizlik, yani bir astsubayın yüksek lisans da yapsa, doktora da yapsa 1. derecenin 4. kademesine gelemeyişi eleştiriliyor. Ayrıca, 631 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) gereği verilmesi gereken tazminatların ödenmemesi üzerinde duruluyor.

E. subay ve astsubayların birleştiği nokta ise, 15 yıllık mecburi hizmet süresinin uzun olması.

Gelen iletilerin hepsini yansıtmaya olanak yok. Sahiplerine teşekkür ederek, tüm e. astsubaylar adına TEMAD Genel Başkanı e. Astsubay Kd.Çvş. Mustafa Erol’un iletisinden özetle, şimdilik, noktayı koymak istiyoruz.

Erol, kendisinden örnek vererek, 33 yıl 7 ay üzerinden emekli olduktan sonra 1200.00 TL maaş aldığını belirtiyor ve bir e. albay ile aradaki farkın büyüklüğüne dikkat çekiyor.

Genel Başkan Erol’un son sözü şu: “Hizmette ve tecrübe ile yıpranmada çok fazlayız. Ama özlük haklarında geriyiz. Onun düzeltilmesini istiyoruz.”

Subaylar / Nail Güreli

20 Ekim 2010
Beylik söylemdir; “Tarafsız gazeteciliğin gereği olarak, karşıt görüşe de yer veriyoruz” denir. Biz de öyle yapacağız.

Geçen hafta astsubayların ağzından sorunlarını aktarmıştık. Kendilerinden e-postayla pek, ama pek çok teşekkür iletisi geldi. Yurdun dört köşesinden iltifatlar yağdıran e. astsubaylara teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Gelelim, az sayıda da olsa, e. subayların görüşlerine. İletilerin hepsinden söz etmemize elbet olanak yok. Ortak bir konuyu eski bir kurmay subay olduğunu bildiren Cengiz Uçar’dan özetleyelim.

Uçar, 15 yıl olan mecburi hizmet süresinin indirilmesi konusunda astsubaylarla aynı görüşte. Ancak, astsubayların üniversite bitirdikleri halde, subaylar kadar maaş alamaması konusunda farklı düşünüyor:

“Subay olmak için harp okulunu bitirmek ya da üniversiteyi dereceli olarak bitirdikten sonra subay olmak için TSK’ya başvurmak gerekiyor. Sınavda başarılı olursa kabul ediliyor. Onların okuduğu üniversite branşlarının askerlikle alakası yok. Okudukları okullarla ilgili meslekler arasınlar.”

E. Albay Mehmet Özyıldız da aynı konuda şunları ekliyor: “Silahlı Kuvvetler’de astsubayların 1. dereceye çıkarılması sicil notuna bağlıdır. Üniversite ve master yapmak yeterli değildir. Subaylar da gerekli sicil alamazsa terfi edemez ve 1. derece olamaz.”

Subay - astsubay maaşları arasında büyük maaş farkı olduğunu Cengiz Uçar kabul etmiyor. Harp Okulu mezunu e. binbaşının 1400, yarbayın 1800 lira, e. astsubayın da 1350 lira maaş aldığını yazıyor.

E. Albay Mehmet Özyıldız’ın maaş örneklemesi ise şöyle: Bir albay 31 yıl hizmetten sonra emekli olduğunda 2800 TL aylık alır. Aynı süre görev yapıp ayrılan bir astsubay ise 1. derece olmuşsa 1800 TL alır.”

Değişik açılardan bakınca, değerlendirmeler de farklı oluyor. Örneğin, astsubaylar 1. dereceye çıkamadıkları esasına göre maaşlarını söylüyor; subaylar ise, astsubayları 1. dereceye çıkmış sayarak maaşlarını hesaplıyor.

Astsubaylar / Nail Güreli

13 Ekim 2010
Yüz on üç bin emekli astsubayın temsilcisi Emekli Astsubaylar Derneği Ankara’da bir miting yaparak, sorunlarını dile getirdi.

Bu arada, İzmir’den emekli Astsubay Mehmet Emin Atılgan bize gönderdiği mektupta, emekli astsubayların sorunlarını aktarıyor. Atılgan, 1990’lı yılların başında Milliyet’te, 2000’lerin başında Posta’da yayımlanan astsubayların sorunlarıyla ilgili yazı dizilerimize gönderme yaparak, iltifatta bulunduktan sonra, bugün de yaşanmakta olan sorunları 15 madde halinde sıralıyor. Aynı zamanda bir talep içeren bu tespitlerden yerimiz elverdiğince bir kaçını özetleyelim.

* Üniversite bitirdiği halde 1. derecenin 4. kademesine yükselemeyen tek kamu görevlisiyiz.
* Aynı derecede öğrenimli ve aynı süre görev yapan bir e. subayla e. astsubay arasındaki maaş farkı yüzde 300’dür. (?!)
* Orduda astsubay sayısı subaylara oranla bire dört fazla olduğu halde, sosyal tesislerden yararlanma oranı tam tersinedir.
* Lojman sayısı da astsubaylar aleyhine çok düşüktür.
* Birçok askeri hastanede subaylar lehine ayrımcılık yapılıyor.
* Üyelerinin yüzde 60’ını oluşturan astsubaylar OYAK ve şirketlerinin yönetim ve denetim kurullarında temsil edilmiyor.
* Astsubaylar 631 sayılı KHK gereği almaları gereken tazminatı alamıyor.
* On beş yıllık mecburi hizmet süresi kısaltılmalı.

Korsan önergeyle, askerî malları denetimden kaçırma girişimi

Askerî malların denetimiyle ilgili Sayıştay Kanunu'nda yapılacak değişiklik Meclis'in gündemine geldi. Ancak kim tarafından hazırlandığı belli olmayan korsan bir önerge krize yol açtı. İmzasız önergede Sayıştay'ın, TSK'yı dar bir çerçevede denetlemesi isteniyor. Gerekçe olarak da 'askerî malların gizlilik arzetmesi' gösteriliyor. İddialara göre, AK Parti'ye kabul ettirilmek istenen önerge, askerî kanat tarafından Meclis'e gönderildi.

Meclis'teki Sayıştay Kanunu görüşmelerinde ilginç gelişmeler yaşanıyor. Sayıştay'ın, tank ve top ihalesinden gayrimenkule kadar bütün 'askerî mallar'ın denetimini yapması engellenmeye çalışılıyor. Yasanın en can alıcı yeri olan savunma, istihbarat ve güvenliğe ilişkin 'devlet malları'yla ilgili madde görüşülmeden önce 'korsan önerge' krizi patlak verdi. Meclis Genel Kurulu'nda kimin hazırladığı belli olmayan isimsiz ve imzasız önerge elden ele dolaşmaya başladı. Önergeyle, denetimin Silahlı Kuvvetler'in görüşü doğrultusunda yapılması isteniyor. Bunun için de Bakanlar Kurulu'nun yönetmelik çıkarması talep ediliyor. Benzer talebin askerî kanat tarafından daha önce AK Parti'ye iletildiği ancak kabul görmediği belirtiliyor.

Türkiye, Silahlı Kuvvetler'i sivil denetime almayan nadir demokratik ülkelerden birisi olarak gösteriliyor. Demokratikleşme ve sivilleşme adımı olarak görülen Sayıştay Kanunu ile bu açığın giderilmesi hesaplanıyordu. Meclis Genel Kurulu'nda görüşülmesi devam eden yasanın en önemli düzenlemelerinden biri, "askerî mallar"la ilgili madde. Sayıştay'ın kışlaya girmesi olarak da görülen bu maddeyle savunma, güvenlik, istihbaratla ilgili devletin elinde olan bütün mallar şeffaf bir şekilde denetlenebilecek. Böylece tank ve top ihalesinden gayrimenkule kadar askerin elindeki tüm mallar sivil denetime açılacak. Yasada Ergenekon davası kapsamında gündeme gelen cephaneliklerdeki bombaların dökümünün de net bir şekilde envantere girebilmesi öngörülüyor.

Sayıştay Kanunu'nun "askeri mallar" ile ilgili bölümünün görüşülmesine henüz geçilmedi. Ancak bu kritik maddenin müzakeresi öncesi çarpıcı bir gelişme yaşandı. Meclis Genel Kurulu sıralarında bir önerge dikkat çekti. Kimin hazırladığı belli olmayan önergede Sayıştay'ın, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni dar bir çerçeve içinde denetlemesi isteniyor. Buna gerekçe olarak da TSK'nın mallarının gizlilik arz etmesi ve denetlenen konuların hassasiyeti gösteriliyor. Söz konusu madde "Savunma, güvenlik, istihbarat ile ilgili kamu idarelerinin ellerinde bulunan devlet mallarının Sayıştay'ca yapılacak denetimine ilişkin esas ve usuller Sayıştay tarafından ayrıca belirlenir." şeklinde. Asker mallarına sivil ve şeffaf denetim getirecek bu madde, çıkarılacak bir yönetmelikle işlevsiz hale getirilmek isteniyor. Bu doğrultuda hazırlanan "korsan" önerge de AK Parti'ye kabul ettirilmek isteniyor. Önergede savunma, güvenlik ve istihbarat kurumlarının ellerinde bulunan devlet mallarının denetlenmesi öncesi Silahlı Kuvvetler'in görüşünün alınması şartı öngörülüyor. Yani denetlenen kuruma, denetleme şartlarını belirleme yetkisi tanınıyor. Bu işlemin yapılabilmesi için de Bakanlar Kurulu'nun yönetmelik çıkaracağı ifade ediliyor.

İşte 21. yüzyılın savaş merkezi!

Dünyanın nükleer uçak gemilerinin dörtte biri çok yakında Umman Denizi’nde olacak.

ABD’nin en büyük savaş gemilerinden olan nükleer ve güçle çalşan USS Abraham Lincoln, 17 Ekim'de bölgeye ulaşarak hali hazırda orada bulunan USS Harry S. Truman uçak gemisine katıldı.

Bu Amerikan uçak gemilerine çok yakında Fransa deniz kuvvetlerinin tek uçak gemisi olan Charles de Gaulle de katılacak.
Dünyadaki toplam 22 uçak gemisinin yarısına sahip olan ABD’nin 11 uçak gemiside nükleer güçle çalışıyor.

ABD’nin bölgeye ikinci uçak gemisini plan dışı göndermesi konusunda çeşitli spekülasyonlar yapılıyor.
CBS televizyonu konuyla ilgili haberinde, “Afganistan’daki hava saldırıları yüzde 50 oranında arttı ve Savunma Bakanı Gates ikinci uçak gemisi USS Lincoln’ün de savaşa katılması emrini verdi. Pakistan açıklarında faaliyet gösterern iki uçak gemisi sayesinde 120 uçak Afganistan üzerinde görev yapabilecek. Bu sayıya ABD Hava Kuvvetleri’nin Bagram ve Kandahar’dan havalanan uçakları dahil değil” dedi.

Umman Denizi’ne kıyısı olan ülkeler Somali, Cibuti, Yemen, Oman, İran, Pakistan, Hindistan ve Maldiv Adaları.

Batı, Amerika ve bazı NATO üyesi ülkeler Asya, Afrika ve Ortadoğu arasında kalan bölgede gerçekleştrdikleri operasyonları arttırdılar.
Son günlerde Pakistan’da gerçekleştirilen pilotsuz uçak ve helikopter saldırıları ile Yemen’de bazı noktalara yapılan roket saldırılarıyla hareket alanının Güney Asya’dan Arap Yarımadası’na uzandığı görülüyor.

Yüzyılın başında patlak veren savaş onuncu yılını geride bırakmak üzereyken son gelişmeler başta Afganistan olmak üzere bölgedeki gerginlik ve savaşların kalıcı olacağına işaret ediyor. (cnnturk)

'Kelepçe’ tepkisi!

Veli Küçük: ''Türk askerine pranga takma zevkini, emperyalistlere asla vermeyeceğim''

Ergenekon ana davasının tutuklu sanıklarından Doğu Perinçek, Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerden hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, aksine iftihar ettiğini söyledi. Ergenekon davasına bakan savcılara yönelik, "İnsan olma erdemini gözü dönmüşcesine yitirmiştir." ifadesini kullanan sanık Muzaffer Tekin de, Savcı Nihat Taşkın’a yönelik, "Bombaları Osman Yıldırım’a Savcı Nihat Taşkın mı verdi de suçu benim üzerime yıkmaya çalışıyor?" sözlerini sarf etti. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in 3 yılı dolan tutukluların elektronik kelepçe takılarak tahliye edilebileceğine ilişkin bir çalışma olduğunu ve yasanın Aralık ayında yürürlüğe girebileceği şeklinde açıklamalarını hatırlatan emekli Tuğgeneral Veli Küçük ise, bu uygulamadan kendisinin muaf tutulmasını talep etti.

Ergenekon ana davasının bugün görülen 163. duruşmasında sanıkların talepleri alınıyor. Sahibi bulunduğu web sitesi ile örgütün propagandasını yaptığı ve örgüte üye kazandırdığı iddia edilen tutuklu sanık Erkut Ersoy, "2004 ile 2008 yılları arasında sitem faaldi. Ancak bu süre içerisinde herhangi bir suçlama ile ilgili olarak teknik bir takibat yapılmadı. Eğer hakkımda bir suç şüphesi olsaydı bu kadar süre faaliyet gösteren site için teknik takip yapılırdı. Benim amacım, site aracılığıyla terör sorununun çözülmesi konusunda ülkeme faydalı olmaktı. Mesela sitede Kıbrıs’ın, bir Rum ya da Yunan adası olmadığını anlatmaya çalıştık. Hatta bu konuda çeşitli görüşmeler yaptık." ifadesini kullandı.

TEKİN’DEN SAVCI’YA AĞIR SUÇLAMA
Tutuklu sanık emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin, bugünkü talebinde savcılara ve mahkemeye yüklendi. Tekin, Cumhuriyet gazetesine atılan el bombalarını Ataşehir’de kendisi ve Veli Küçük’ün de katıldığı bir toplantı sırasında tutuklu sanıklar Alparslan Arslan ile Osman Yıldırım’a verdiği şeklindeki iddialar üzerine geçtiğimiz günlerde Osman Yıldırım’a olay yerinde yaptırılan keşfe değindi. Keşfin hiçbir hukuki dayanağı bulunmadığını ileri süren Tekin, "Amaç, sadece tertibe basın desteği sağlamaktır." iddiasında bulundu. Savcılar için ,"İnsan olma erdemini gözü dönmüşcesine yitirmiştir." benzetmesini kullanan Muzaffer Tekin, "O evde Savcı Nihat Taşkın mı vardı? Bombaları Osman Yıldırım’a Nihat Taşkın mı verdi de kendini kurtarmak için olayı benim üzerime yıkmaya çalışıyor? İnsanların özgürlüklerini ellerinden alan kişilerden her şeyi beklerim." ifadesini kullandı.

Daha sonra talebini söyleyeceğini belirten Tekin, "Asgari zeka seviyesine sahip birinin bile anlayabileceğini tahmin ettiğim taleplerimin anlaşılmamış olması nedeniyle biraz daha açıklayarak taleplerimi yineleyeceğim." dedi. İddianamede Ergenekon örgütüyle tek bağlantısının ’Ergenekon Lobi belgesi’ olarak gösterildiğini hatırlatan Tekin, "Lobi belgesinin tarafıma verilmesini, bu belgeyi benim internetten indirip indirmediğimin araştırılmasını istiyorum." talebinde bulundu. Danıştay sanığı Alparslan Arslan ile avukatlık yaptığı dönemde tanıştığını savunan Tekin, evinde kızı ile birlikte kullandığı ancak bozuk olduğu için masa üzerinde duran bilgisayar harddiskinden çıkarılan Alparslan Arslan’a ait telefon numarasının da bu tanıştıkları tarihe ilişkin bir numara olduğunu söyledi. Tekin, son olarak da başta eşi olmak üzere lehine tanıklık yapanların ifadelerinin dava dosyasından çıkarılmasını istedi.

PERİNÇEK: "APO, KÜRTÇE’NİN EĞİTİM DİLİ OLMAMASINI SÖYLEDİ"
Örgüt yöneticiliği ile suçlanan tutuklu sanık İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ise, iddianamede bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelere yer verildiğini söyledi. Geçmiş dönemde bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile sık sık görüştüğüne ilişkin bir gazetede yayınlanmış haberi gösteren Perinçek, "Öcalan ile sık sık görüştüğümü hiç inkar etmedim. Hatta bu görüşmeleri hem haber yaptım hem de kitap haline getirdim. Bu görüşmelerin amacı ne? 1988 Mart’ında Pentagon’un PKK senaryosu diye bir yazı yayınlamıştık. Orgeneral Nejdet Üruğ’un evinde Orgeneral Nejdet Öztorun’un da bulunduğu sırada yaptıkları ve teybe kaydedilen bir açıklamayı yazdık." dedi. Hükümet tarafından Kürt açılımı ile ilgili yapılan görüşmelere değinen Perinçek, kendi görüşmelerini işaret ederek "Görüşme böyle yapılır." dedi. Bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin yer aldığı bir kitabı da mahkeme heyetine sunan Perinçek, yaptığı görüşmelerden hiçbir zaman pişmanlık duymadığını, aksine iftihar ettiğini söyledi.

Son günlerdeki ana dilde eğitim ve ana dilde savunma konularına da değinen Perinçek, bölücü örgüt lideri Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmede kendisine "Rüyamı bile Türkçe görüyorum. Ne Kürtçesi? Kürtçe, eğitim dili olmasın." dediğini savundu. PKK ile Kuzey Irak Kürt yönetimini karşılaştıran Perinçek, "PKK, Türkiye’de Kemalizmin meyvelerini almış bir Türkiye Kürdü örgütüdür. Barzani hayal kuruyor. Amerika Barzani’yi değil, PKK’yı Kürdistan’ın başına getirecek.

TUTUKLULUĞUMUN BİNİNCİ GÜNÜNÜ KUTLUYORUM
Tutukluluğunun bininci gününde olduğunu ifade eden Küçük, "Ne ile suçlandığımı bilmeden olmayan adaletin tecelisini bekliyorum. Burada yargılananların bin günde aile yapıları ve sağlıklarında değişiklikler oldu. Ancak burada yargılanırken hiçbir gün ‘hastayım’ diye gitmedim gitmeyeceğim de. Bin gündür Tuncay Güney'in ifadesi alınamadı ve bin gündür Osman Yıldırım'ın söylediklerine inanıldı, hala inanılıyor" ifadesini kullandı

VELİ KÜÇÜK'TEN HAZIRLIKLARI DEVAM EDEN ELEKTRONİK KELEPÇE UYGULAMASINA TEPKİ
35 yıldır onuruyla, şerefiyle görev yapmış bir general olduğunu ifade eden Küçük, Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, 3 yılı dolan tutukluların elektronik kelepçe takılarak tahliye edilebileceğine ilişkin yasanın Aralık ayında yürürlüğe girebileceği şeklinde açıklamalarını da hatırlatarak, “Beni bu uygulamadan muaf tutun. Ordunun emekli generali ayağında prangayla dolaşmaz. Veli Küçük olarak ölünceye kadar Türk askerinin ayağına pranga takma zevkini, emperyalistlere asla vermeyeceğim" ifadesini kullandı.

25 yıllık sırrı açıkladı

Arif Doğan’ın ifadesi Temizöz dosyasında....

Türk askeri 100 bin dolar karşılığında Irak'a teslim edildi mi?
"Ergenekon" davası sanığı emekli albay Arif Doğan’ın faili meçhul cinayetlerle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında alınan ifadesi, aralarında eski Kayseri Jandarma Komutanı emekli Albay Cemal Temizöz’ün de yargılandığı 7 sanıklı dava dosyasına konuldu.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma kapsamında talimatla İstanbul’da savcıya ifade veren emekli albay Arif Doğan’ın ifade tutanakları, aralarında emekli Albay Temizöz’ün bulunduğu 7 sanıklı dava dosyasına konulmak üzere Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildi.

Emekli albay Doğan, 3 sayfadan oluşan ifadesinde, Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde İstihbarat Şube Müdürü olarak çalıştığı dönemde, Türkiye genelinde görev yapmak üzere komutanlık talimatıyla Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığı ağı kurduğunu belirtti.

Söz konusu hususun "genel komutanlığın emri, İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığının onayıyla" gerçekleştirildiğini kaydeden Doğan, şunları ifade etti:

"Gerek jandarma gerek polis mıntıkasında, bakan emriyle istihbarat çalışmaları yapıyorduk. İstihbaratlar sonucu elde edilen bilgi ve belgeler jandarma ve polis yetkililerine teslim edilerek operasyonel faaliyetler onlar

tarafından gerçekleştirilirdi. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığının yapılanması iller bazında istihbarat tim komutanlığı şeklindeydi. JİTEM de operatif istihbarat birimiydi. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığının istihbarat toplayarak ilgili mercilere bildirmesi sonucu yapılacak operasyonel faaliyetlerdeki gecikme ve bir kısım sıkıntılar dolayısıyla ortaya çıkan ihtiyaç nedeniyle Jandarma Genel Komutanlığı emriyle Jandarma Asayiş Bölge Komutanlığı bünyesinde ikinci bir emre kadar JİTEM ’Jandarma İstihbarat Terörle Mücadele Grup Komutanlığı’ adı altında deneme amaçlı bir kadro oluşturuldu. JİTEM’in kurucusu benim ve bu yapının oluşturulması emrini veren hatırladığım kadarıyla Jandarma

Genel Komutanı Orgeneral Burhanettin Bigalı idi. JİTEM’in görev alanı Olağanüstü Hal Bölge Valiliği sınırları içerisinde kalıyordu. 1990 yılı sonrasında JİTEM adı altında yürütülen olaylar ve faaliyetler hakkında herhangi bir bilgim yoktur."

Kendisinde geçici hafıza kaybı bulunduğunu kaydeden Doğan, 1990 yılında söz konusu görevi Albay Veli Küçük’e devrettiğini, OHAL sınırları içerisinde kalan JİTEM ile ilgili yetkilerini ise kimseye devretmediğini ifade etti.

-BİR ASKERİN 100 BİN DOLAR KARŞILIĞINDA IRAK’A TESLİM EDİLDİĞİ İDDİASI-
Diyarbakır’daki özel yetkili savcı tarafından hazırlanan ve emekli albay

Arif Doğan’a sorulan sorular arasında, avukat Tahir Elçi’nin geçen yıl Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği suç duyurusunda yer alan, "21 yıl önce Antalya’da askeri birliğinden alınan Mehmet Kılıç’ın 100 bin dolar karşılığında Irak devletine teslim edilmesi" iddiaları da yer aldı.

Doğan, ifadesinde, söz konusu iddiaların doğru olmadığını, bu olayla ilişkisi bulunmadığını belirtti.

Mehmet Kılıç’ın sonradan "Meho Gevdan" olduğunu öğrendiğini kaydeden Doğan, "Bu şahıs Saddam’ın baskılarından kaçarak gelen şahıslardandır. Bir aşiret reisiydi. Bu olayı sonradan duydum. İbrahim Babat’ın kod ismi ’Meti’ idi, kendisi Suriyeliydi. Şaban Bayram da astsubaydı. Bunlar Silopi bölgesinde görevliydiler. Benim kurduğum JİTEM’in personeli değildiler. Bunlar Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığının görevlileridir. Ben ’Saddam’a teslim edildi’ diye bir şey duymadım. Para karşılığında Irak istihbaratına teslim edildiğini duydum" dedi.

Avukat Elçi, suç duyurusu dilekçesinde, 12 yıl boyunca Irak Kürdistan Demokrat Partisi (IKDP) Zaho Bölge Peşmerge Komutanı olarak görev yapan Mehmet Kılıç’ın, Saddam Hüseyin yönetiminin, Kürtlere karşı kimyasal silah kullanması üzerine ailesiyle Türkiye’ye kaçarak Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine yerleştiğini kaydetmişti. Hakkında idam kararı bulunan ve aynı zamanda Türk vatandaşı olan Kılıç’ın 1989 yılının ocak ayında vatani görevini yapmak üzere Antalya 3. Piyade Eğitim Tugay Komutanlığına teslim olduğunu belirten Elçi, suç duyurusu dilekçesinde şu ifadelere yer vermişti:

"Kılıç, burada vatani görevini yapmakta iken o dönem Diyarbakır ve Silopi JİTEM komutanları olan şüpheli Arif Doğan ve halen hayatta olmayan Ahmet Cem Ersever’in talimatıyla JİTEM üyesi jandarma astsubayı Şaban Bayram ve Tokat-Niksarlı Erol adlı er tarafından Antalya’daki birliğinden alınmak istenmiş, adı geçenler tarafından alınıp götürülmek üzere birlikteki komutanları tarafından çarşı iznine çıkarılmış, birlik nizamiye kapısından alınmış, elleri arkadan bağlanarak Silopi’ye getirilmiş ve burada JİTEM komutanları tarafından 100 bin dolar karşılığı Irak devlet yetkililerine teslim edilmiştir." Emekli albay Arif Doğan, ifadesinde, "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım’ı tanıdığını belirterek, şunları kaydetti:

"Kendisi mükemmel bir istihbaratçıdır. İcraatları hakkında bilgim yoktur. Kendisi Bingöl-Tunceli ve Muş bölgelerinde görev yapmıştır. Jandarma İstihbarat Grup Komutanlığına bağlı bir elemandı. Maaşlı bir ajandı. Kendisinin iki sene çalıştığını biliyorum. En son 1994 yılında Niğde Jandarma Alay Komutanı olduğum dönemde bana uğradı. Bir görevden döndüğünü söyledi. Hangi görevden döndüğü konusunu konuşmadık. Yemek yedik. Bu süreçten sonra da kendisiyle görüşmemiz olmadı. Mahmut Yıldırım’ın vatanperver biri olduğunu bilirim."

-"MUSA ANTER’İ KİMLERİN ÖLDÜRDÜĞÜNÜ BİLMİYORUM"-
Faili meçhul cinayetler konusunda bilgisi olmadığını ifade eden Doğan, yazar Musa Anter’in öldürüldüğünü sonradan duyduğunu, kendisini tanıdığını belirtti.

Musa Anter’in Kürt milliyetçisi olduğunu kaydeden Doğan, onun kimler tarafından öldürüldüğünü bilmediğini ancak kişisel kanaatinin bu işi terör örgütü PKK’nın yaptığı yönünde olduğunu ileri sürdü.

Faili meçhul cinayetlerle isminin anılmasından ciddi rahatsızlık duyduğunu belirten Doğan, ifadesinin son bölümünde şunları belirtti: "Görev yaptığım sırada toplu çatışmalar haricinde hiçbir kimseye tetik çekmedim, kimseye bu konuda emir vermedim, tetik çektirmedim. Benim hakkımda asılsız iddialarda bulunan şahısların benden daha üst görevli olmasını beklerdim. Mevcut durum karşısında beni yargılayanın Türkiye Cumhuriyeti yargı mekanizmaları olduğuna inanmıyorum. Beni asıl yargılayan PKK’dır. Mahkeme ve savcılık birimlerine asılsız iddialarla gelmektedirler. JİTEM’i ben kurdum. Geçici emirle denenmek üzere kurulmuş bir ünite, yapıdır. Kadrolu bir yapısı yoktur."

6 subay serbest bırakıldı

Casusluk soruşturması kapsamında adliyeye sevkedilen 6 subay serbest bırakıldı

“CASUSLUK ve şantaj çetesine” yönelik soruşturma kapsamında dün 6 subay, Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne sevk edildi. Albay Kubilay Şükrü Özdemir ile Binbaşı Hakan Çetinkaya savcılık ifadelerinden sonra tutuklanmaları istemiyle çıkarıldıkları nöbetçi mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Adli kontrol talebiyle mahkemeye sevk edilen Binbaşı Ahmet Yasin Erdoğan ise adli kontrol uygulaması kararıyla serbest bırakıldı. Öğleden sonra ise kadın Yüzbaşı Yekta Ebru Ercüment, Binbaşı Fırat Güner Harman ve Binbaşı Can Ciran adliyeye getirildi. Kadın subay savcılıkça bırakılırken, 2 subay “örgüt üyeliği, gizli belge bulundurmak, kişisel verileri kaybetme” suçlamalarıyla tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildi.

Mahkemede 2 subayı da serbest bıraktı. Bu arada soruşturma çerçevesinde Ankara’da gözaltına alınan 3 sivil İstanbul’a getirildi.

Subaylara seks kıskacı

Casusluk çetesi uydudan avlamış

Deniz Kuvvetleri’nde faaliyet gösterdiği öne sürülen casusluk çetesinin yöntemi ortaya çıktı
Deniz Kuvvetleri’nde faaliyet gösterdiği öne sürülen casusluk çetesinin, hassas görevlerde bulunan askerlerin bilgisayarlarını GES Komutanlığı’nda görevli adamlarıyla uydu takibine alıp, ulaştığı özel bilgilerle tehdit ettiği iddia edildi. Çetenin bu yolla Genelkurmay’ın çok gizli silah projelerinin de bulunduğu birçok belgeyi ele geçirdiği belirlendi.

Deniz Kuvvetleri’nde önceki gün başlayan operasyonlarda aralarında emekli ve muvazzaf askerlerin de bulunduğu 35 kişi, devletin gizli bilgi ve belgelerini casusluk için ele geçirmek, özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında Savunma Sanayı Müsteşarlığı Uluslararası İşbirliği Daire Başkanı Ahmet Lütfi Varoğlu, Deniz Albay İbrahim Sezer ve Tübitak’ta daire başkanlığı yapan Yücel Çipli’de vardı. Arama yapılan 120 adreste askerlere ait seks görüntüleri, dijital ortama kayıt edilmiş çok sayıda gizli bilgi ve belge ele geçirildiği ileri sürüldü.

Uydudan izlemişler
Polis yaptığı çalışmalarda Deniz Kuvvetleri içerisinde yapılanmış çetenin çalışma yöntemlerini de ortaya çıkardı. İddiaya göre çete şu şekilde çalışıyordu: Türkiye’nin önemli noktalarında elemanları bulunan casus çetesi, TSK’nın hassas yerlerinde görevli askerleri hedef seçiyordu. Bu kişileri Genelkurmay Elektronik Sistem Komutanlığı’nda (GES) görevli 4 elemanı ile uydu üzerinden takibe alan çete, söz konusu kişilerin internet üzerinden yaptığı tüm görüşme ve yazışmaları kayıt altına alıyordu. Subayların MSN ve mail kayıtları da uydu aracılığıyla GES’te çalışan elemanlar tarafından kaydedildikten sonra çeteye ulaştırılıyordu.

Çeteden seks kıskacı
Kayıtları özenle inceleyen çete üyeleri subay ve amirallerin aleyhine kullanabilecekleri olumsuz kayıt ve görüşmeleri seçiyordu. Özellikle cinsel içerikli kayıt ve görüşmelerden faydalanan çete üyeleri daha da ileri giderek bazı muvazzaf askerlere kadın servisi de yapıyordu. Askerler ve çete tarafından tutulan yabancı hayat kadınları arasındaki cinsel ilişkiler yine çete üyeleri tarafından gizli kameralarla kayıt ediliyordu. İddiaya göre Deniz Harp Okulu’ndan 10 öğrenci de çeteyle işbirliği yapıyordu. Çete ellerinde bulundurdukları görüntüleri internette yaymak ve bağlı oldukları birliklere vermekle tehdit ettiği askerlerden, TSK’ya ait çok gizli bilgeleri kendilerine sızdırmasını istiyordu. Çeteye TSK’ya ait gizli bilgileri verenler arasında sadece askerler yoktu. Çok gizli proje ve belgeler TÜBİTAK’ta daire başkanlığı yapan Yücel Çipli ve bazı personelden para ile satınalınıyordu. TÜBİTAK tarafından geliştirilen veya kontrol edilen Genelkurmay’ın gizli sistemlerine ait kritik bilgiler bu şekilde çetenin eline geçiyordu. İddiaya göre çeteye gizli belgeleri sızdıranlar arasında Savunma Sanayı Müsteşarlığı Uluslararası İşbirliği Daire Başkanı Ahmet Lütfi Varoğlu da vardı. Savunma Sanayi kontrolündeki gizli belgeler de çeteye para karşılığı aktarılıyordu.

‘Bu proje 40 bin dolar eder’
Çetenin elebaşlarından olan emekli albay İbrahim Sezer, TÜBİTAK’ta görevli bir daire başkanı ve bazı personellerden çok gizli proje ve bilgileri el altından satınalan kişiydi. Çete üyelerinin ele geçirdikleri bu bilgiler için kendi aralarında telefonla konuşmaları da polisin teknik takibine takıldı. Çetenin üst düzey bir yöneticisinin bazı telefon konuşmalarında TÜBİTAK’tan elde edilen çok gizli bir proje için, “Bu proje en az 40 bin Dolar eder”, “20 bin Dolarlık bir proje var”, “Elime bir proje geçti. Bu proje herkesin ağzını sulandırır” dediği belirlendi.

‘Milli projeleri sızdırdılar’
Çetenin Aselsan, Havelsan, Savunma Sanayi Müsteşarlığı ve TÜBİTAK gibi askeri silah ve elektronik teçhizat üretimi yapan 4 kurumdaki milli silah projelerini sızdırıp yurtdışına sattıkları da iddia edildi.

Savunma sanayiinin kilit ismi de gözaltında

1989 yılında Hacettepe Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olan Ahmet Lütfi Varoğlu, Savunma Sanayi Müstşarlığı bursuyla İngiltere’de master yaptı. Varoğlu, Harvard Üniversitesi’nde üst düzey kamu yöneticileri için açılan programa da katıldı. Ahmet Lütfi Varoğlu Savunma Sanayı Müsteşarlığı Uluslararası İşbirliği Daire Başkanlığı görevini yürütüyordu. Savunma sanayi sektöründeki çok sayıdaki kritik proje hakkında bilgiye sahip olduğu öğrenilen Varoğlu’nun bu bilgileri çeteye sattığı öne sürülüyor.

‘Rambo’ asteğmene ömürboyu hapis

DİYARBAKIR’ın Bismil İlçesi’nde 18 yıl önce gözaltına alınan Abdulkadir Kurt’u işkenceyle öldürdüğü iddiasıyla yargılanan ‘Rambo’ lakaplı asteğmen Salih Üner, ağırlaştırılmış ömürboyu hapis cezasına çarptırılırken, 14 sanık beraat etti.

Bismil’in Ağıllı Köyü’nde 1992 yılı Nisan ayında operasyon düzenleyen güvenlik kuvvetleri, terör örgütü PKK’ya yardım ettikleri iddiasıyla bazı köylüler gözaltına alındı. Köylülerden 36 yaşındaki Abdulkadir Kurt, 19 Nisan 1992 günü gözaltındayken öldü. Adli Tıp Kurumu, ölüm nedenini Kurt’un makatına cop sokulmak suretiyle ‘rektum yırtılmasına bağlı iç ve dış kanamamaya bağlı ölüm’ olarak açıkladı. Kurt, ailesini şikayeti üzerine 1994 yılında 15 asker hakkında ‘İşkence yapmak suretiyle adam öldürmek’, ‘İştirak etmekten’ ömür boyu hapis istemiyle dava açıldı.

Diyarbakır 3'üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan karar duruşmasına tutuksuz yargılanan 15 sanık katılmazken, Abdulkadir Kurt’un oğlu Mustafa Kurt ile avukatı ve bazı sanık avukatları katıldı. Duruşmada, savcı mütaalasında asteğmen Salih Üner’in, ‘İşkence yapma suretiyle adam öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış ömürboyu hapis cezasına, diğer sanıkların ise beraatine karar verilmesini talep etti.

Mağdur avukatı Mehmet Bozkurt, savcının mütalaasına katıldıklarını belirterek, tanık beyanlarında eylemi ‘Rambo’ lakaplı asteğmen Salih Üner’in yaptığının anlatıldığı, Üner’in de ‘Rambo’ lakaplı kişinin kendisi olduğunu söylediğini belirtti.

MAHKEME İNDİRİM YAPMADI
Mahkeme Salih Üner’i, ‘eziyet çektirerek kasten öldürme’ suçundan ağırlaştırılmış ömürboyu hapis cezasına çarptırdı. Mahkeme, Üner, hakkında dosyaya yansıyan geçmişteki hali, fiilden sonraki davranışları, olayı örtbas etme konusundaki çabaları, olay nedeniyle pişman olduğuna ilişkin bir halinin görülmemesi nedeniyle indirim uygulanmasına yer olmadığını da kararlaştırdı. Mahkeme diğer sanıkların yöneltilen suçu işledikleri sabit olmadığı gerekçesiyle beraatlarına karar verdi.

İşkenceyle öldürüldüğü belirtilen Kurt’un oğlu Mustafa Kurt, diğer askerlerin de cezalandırılmasını gerektiğirni belirterek, davaya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacaklarını söyledi.

Sanık avukatı Mehmet Bozkurt, diğer sanık askerlerin olayla pek ilgili olmadıklarını düşündüğünü belirtti. Mahkemenin verdiği kararın cesur bir karar olduğunu belirten Bozkurt, davanın zaman aşımına uğrama ihtimali bulunduğu gerekçesi ile dönemin diğer komutanlarının da yargılanması için davayı temyiz etmeyeceklerini söyledi. Dönemin diğer komutanlarının da olayda rolü olduğunu belirten Bozkurt, “Eğer davanın zaman aşımından düşme durumu olmasaydı, kesinlikle davayı temyize götürürdük” dedi.

26 Ekim 2010 Salı

Rus asker anneleri zorunlu askerliğe karşı

Rus ordusunun Çeçen ayaklanmasını bastırmak için cepheye sürdüğü oğullarını alıp evlerine getirerek dünya gündemine oturan Rus asker anneleri, şimdi de zorunlu askerliğe karşı kampanya başlattı.

Rusyalı Asker Anaları Komitesi Yönetim Kururlu Üyesi Ida Kuklina, kadınların savaş ve barışa dair meselelerde büyük bir rol oynayabileceğini belirterek, yürüttükleri çalışmaların sadece Rusya değil, diğer ülkelerde de uygulanabileceği kanaatinde olduğunu belirtti.

Çeşitli toplantılara katılmak için geldiği Almanya’da ANKA’nın sorularını yanıtlayan Kuklina, UCSMR’in oğullarının zorunlu askerlik sırasında uğradığı şiddet ve kötü yasam koşullarını değiştirmek için yola çıkan, tek tek annelerin oluşturdukları bağımsız komitelerin zaman içinde bir araya gelmesiyle oluşturulduğunu ifade etti.

Annelerin 1980’li yılların sonunda askerlerin koşullarının düzeltilmesi talebiyle başlayan çalışmalarının giderek örgütlü bir hal aldığını ve Glastnost döneminin yumuşayan atmosferinde Rusya’nın her yerine yayıldığını söyleyen Kuklina, çabalarının 1990’lı yılların ilk yarısında zorunlu askerliğin kaldırılması ve savaş karşıtı bir çizgiye evrildiğini anlattı.

Önce sınır dışı edildiler
1994 yılı sonunda başlayan birinci Rus-Çeçen Savaşı’nın da Rus asker annelerinin çalışmalarını da radikal bir biçimde değiştirdiğini ifade eden Kuklina süreci şöyle anlattı:

“Çeçen Savaşı başladığında cepheye sürülen askerler kaçınılmaz olarak zorunlu askerliğini sürdürenlerdi. Bir gün çalışmalarımıza katılan analardan birisi geldi, Bashkirya’liydi ve oğlu Çeçenistan cephesine gönderilmişti. Dedi ki, ‘benim oğlum orada ve gidip oğlumu savaştan alacağım.’ Bir komite oluşturup Çeçenistan’a gittik, ancak ne yazık ki Dudayev’le görüşemedik, Dışişleri Bakanlığı, insan hakları komitesi gibi kuruluşlarla görüştük ve zaten daha sonra bizi Çeçenistan’dan sınırı dışı ettiler. Geri geldik ne yapacağımızı düşünürken olaylar kendiliğinden gelişti. O sıra, Çeçen Parlamentosu’ndan bir telgraf aldık, bizi ülkelerine davet ediyorlardı. Telgrafta oraya gidersek zorunlu askerliğin bir gereği olarak Çeçenistan’da giden ve esir alınan askerleri bize vereceklerini ancak profesyonel olarak orduda çalışanları bırakmayacaklarını bildiriyorlardı. Haberi duyurur duyurmaz çok sayıda Rusyalı asker anası komitelerine akın etti. Bir volkandan fışkıran lav gibi geldiler, analar Rusya’nın her tarafından geldiler. Oturduk, kendi kendimize bir Çeçenistan haritası yaptık, gruplar oluşturduk, hangi grubun nereye gideceğini, Çeçenistan’a nereden gireceklerini, örneğin bir gruba siz Dağıstan’dan girin, diğer gruba siz Ingusetya’dan gibi, kararlaştırdık. Her grup ananın yanına ayni zamanda organizasyonları yapacak insanlar kattık, ben de bunların arasındaydım, Çeçenistan’a gittik.”

Çeçen yetkililerin ülkeye giden analara bir kaç ay boyunca oğullarını geri verdiğini, bu yolla çok sayıda askeri Rusya’ya geri getirdiklerini belirten Kuklina, bunlar arasında hem esir duşmuş olanların, hem de cepheden aldıklarının bulunduğunu söyledi.

Amacımız barış
Çeçen Savaşı sonrasında çabalarının önemli bir bölümünü zorunlu askerliğin kaldırılması ve profesyonel bir ordu örgütlenmesine gidilmesine yönlendirdiklerini söyleyen Kuklina, epey mesafe almalarına rağmen henüz bir sonuca ulaşamadıklarının da altını çizdi. Barışçı gösteriler, kampanyalar şeklinde gerek zorunlu askerlik yapanların haklarının korunması ve gerekse zorunlu askerliğin kaldırılması uğraşlarının devam edeceğini belirten Kuklina, örgütlerinin bugün bir bütün olarak demokratik ve askeri reformular için çaba gösterdiğini, barış taraftarı bir tutumları olduğunun altını çizdi.

Dünya çapında tanınan bir örgüt haline gelen ve çok sayıda uluslararası prestijli ödülün sahibi UCSMR, Rusya’nın her yanına dağılmış yaklaşık 300 komitesiyle kendisine başvuruda bulunanların zorunlu askerlik, askerdeyken karşılaşılan haksiz uygulamalar, askerlik sonrası haklar, örneğin askerde yaralananların tedavilerinin terhis olduktan sonra da devlet tarafından karşılanması gibi, konularda faaliyet gösteriyor.