Şimdi kimse inanmaz, hatta şu anda ben bile kendime inanmakta güçlük çekiyorum ama şifayı kapıp hasta olmasaydım, cumartesi günü yazacaktım.
Diyecektim ki, “Silivri’nin, kurtların şehre inmeye teşne olduğu dondurucu soğuğunda, sabahın köründen akşama kadar duruşma salonunun kapısında görev yapan kameraman ve muhabirlerin zatürree olmaması için önlem alacak bir babayiğit yok mudur memlekette?”
Hadi biz içerde çalışanlar duruşma salonunda sımsıcak oturuyoruz. Gerçi yazıları yazdığımız basın odası Balkanlardan gelen soğuk havayla kanka, ama o mevzuu da gazeteci tayfası kendi arasında para toplayıp dev bir elektrikli ısıtıcı alarak halletti.
Fakat Balyoz davasına gelen mühim şahsiyetlerin bir tekini bile kaçırırsa “hayatı kayacak” olan kameramanlar ile saat başlarında ekrana çıkan Tv muhabirlerinin vaziyeti çok fena.
Durumu şöyle özetleyeyim: Duruşma salonunun önünde görev yapan askerler, hatta özel yetiştirilmiş köpekler bile soğuk nedeniyle iki saatte bir nöbet değiştiriyor!
Meslektaşlarımız ise dağda kayağa gitmiş misali kat kat giyinmiş, gün boyu aralıksız ayakta dikiliyorlar.
Oysa kameraların toplu halde sabit olarak bulunduğu yeri en azından kuru ayazdan koruyacak bir önlem alınsa bile, sorun bir nebze çözülecek.
Duruşma aralarında pencereden onları seyrede seyrede üşütüp, ben bile şifayı kaptım.
Ve şimdi hastalığın da gazıyla bu sıkıntıyı yazdım.
Belki Adalet Bakanlığı gazetecileri cezaevine atmaktan vakit bulursa bu işle de ilgilenir...
Veya Silivri Belediye Başkanı, “imaj kaygısı” ile bir hamle yapar...
Özel sektör diyeceğim ama kesin “Balyoz malyoz bizi karıştırma birader sonra şahit filan yazarlar” zihniyeti ağır basar...
Basın meslek örgütleri mi dediniz? Onlara hiç girmeyelim. Çünkü seçim dönemleri haricinde basın emekçilerini hatırlamazlar!
Kopuş: Komutanlar ve diğerleri
Cumartesi günü, yazarınızın yazısı rahatsızlığı nedeniyle gazeteye ulaşmamış olmasaydı, bir mevzuu daha yazacaktı Balyoz’la ilgili.
Şimdiye kadar iki duruşmayı izledim.
Özellikle üçüncü duruşmada çok sayıda sanık avukatı ve birden fazla sanık subayla sohbet etme olanağı buldum –ki aralarında tümgeneral rütbesinde olanlar da vardı.
Edindiğim izlenim şöyle: Sanık birçok subay bu davaya “bulaştırılmak”tan çok rahatsız.
“Bulaştırılmak” ifadesi bana ait ama konuştuğum sanıkların hepsinin ima ettiği bir ruh halini anlatıyor.
Özellikle sadece plan seminerine katıldığı için sanık konumunda olanlar, bu rahatsızlıklarını “komutan çağırmış, gel şu konuda sunum yap demiş, gittik yaptık, gerisi bize değil bunu organize edenlere sorulmalı” diyerek sohbetlerimizde açıkça ifade ettiler.
Kısaca, “biz ne emir verildiyse onu yaptık, hesabını da emri verenlere sorsunlar” tavrıydı bu.
Üçüncü duruşmada sanık subayların bu tavrını daha net olarak ortaya çıkaran gelişme, sanık avukatlarının kendilerine de verilmesini istediği 19 Balyoz CD’sinin verilmemesi oldu.
Mahkemenin bu yöndeki kararından sonra verilen arada konuştuğum sanık avukatlarının hepsinin söylediği şöyle özetlenebilir: “O CD’ler bize verilse biz müvekkilimizin o seminere sadece verilen emir nedeniyle katıldığını ve darbe iddialarıyla hiçbir ilgilerinin olmadığını kanıtlayabilirdik.”
Yani ne demek istiyorsunuz diye sorunca da, “yani seminer eğer maksadını aştıysa, sorumlusu bunun başındaki komutanlardır” cevabını aldım.
Bir yani de benden gelsin... Yani Balyoz davasının ileriki safhalarında, sanıklar arasında “komutanlar ve diğerleri” şeklinde bir “kopuş” olabilir.
Duyduklarım, o kopuşun sinyali gibi görünüyor bana.
Özellikle halen muvazzaf olan subaylar, hele kurmay olup da bu dava nedeniyle kariyerinde ciddi sıkıntılar yaşayacaklar bu kopuşun öncüsü rolünü oynayabilir.
Bu durumda birçok sanık subaydan savunmaları esnasında çok enteresan ifadeler dinleyebiliriz.
Zaten, ikinci duruşmada davanın bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ın, “ortada suç varsa suçlu benim, arkadaşlarım emirleri uyguladı” mealindeki sözleri, bu kopuşla ilgili sağlam bir öngörüyle söylenmiş, tüm sanıkları kendi etrafında “dayanışma” içinde tutmak için sarf edilmiş sözlerdi.
Bakalım “Balyoz Gribi”nin yan etkileri nedeniyle ben mi olayları yaşayıp anlamını kaçırıyorum, yoksa öngörülerim doğru mu çıkacak göreceğiz. Fakat ne yazık ki...
Çok sonra!