12 Şubat 2013 Salı

Cuntacılar profesyonelleşti tetikte bekliyorlar

11 Şubat 2013 / İDRİS GÜRSOY
Hasan Ekinci, 12 Eylül ve 28 Şubat’ın en yakın tanıklarından. Evren’i görevden alan kararı Demirel’in uygulamadığını iddia ediyor. Dönemin Savunma Bakanı’nın askere bilgi taşıdığını ileri sürüyor.
Eski başbakanlardan Tansu Çiller, 28 Şubat süreciyle ilgili Ankara Adliyesi’ne çağrıldığında yanında sadece Hasan Ekinci vardı. Çiller, Batı Çalışma Grubu (BÇG) raporlarını görünce âdeta şoke oldu. Ekinci, 28 Şubat soruşturmasında mağdur sıfatı ile ifade de verdi. 1977’de Adalet Partisi’nden (AP) Artvin milletvekili seçildi. Yıllarca Süleyman Demirel’in en yakınındaki kişiydi.

12 Eylül öncesi (1979’da) uyarı mektubu veren Kenan Evren ve arkadaşlarının görevden alınmasını Bakanlar Kurulu’nda isteyen ilk isimdi. Ancak Demirel o adımı atmadı. Ekinci’ye göre, 28 Şubat da bir darbeydi. Hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a veren Demirel yetkisini aştı, anayasa ve teamülleri çiğnedi. Belki de Hamzakoy’a (12 Eylül darbesinden sonra götürüldüğü yer) bir kere daha gitmekten korktu.

Siyasete atıldığında AP’nin grup sözcüsüydü. 1979’da Demirel hükümeti kurulunca en genç bakan (Orman) olarak göreve başladı. 12 Eylül müdahalesinden sonra Demirel’le birlikte 7 yıl yasaklı oldu. Demirel’e itiraz edebilen, onu eleştiren birkaç isimden biriydi. Olağanüstü dönemler öncesi tanık olduğu çarpıcı ayrıntıları Aksiyon’a anlatan Ekinci, 27 Mayıs’tan bu yana darbelerin kurumsallaştığını söylüyor. 12 Eylül öncesi bombaları imha etmeye çalışan polislerin asker tarafından engellendiğini, Bakanlar Kurulu’ndaki görüşmelerin savunma bakanı tarafından Evren’e haber verildiğini açıklıyor.

12 Eylül 1980 darbesi uzun bir hazırlık döneminden sonra gerçekleştirildi. Bu süreçte iktidarda olan AP bu hazırlıklardan haberdar olmadı mı? Ekinci, darbenin ilk istihbaratını alan kişi olarak Başbakan’ı hemen bilgilendirdiğini söylüyor. Bakanlar Kurulu’nun üst üste yaptığı toplantılarda da konunun gündeme geldiğini söylüyor. Son toplantıdan bir olayı şöyle aktarıyor: “Şimdi 11 Eylül günü Bakanlar Kurulu’nda bana Erzurum Milletvekili, ‘Sayın Ekinci, Polatlı’dan geliyorum, yolun iki tarafından tanklar geliyor’ dedi. ‘Olabilir, görev için gelir yani’ dedim. ‘Yok, yok, öyle geliş değil’ dedi. Ben bunu İçişleri Bakanı’na Demirel’in yanında sordum: ‘Yıldırım Bey böyle dedi. Bu hareketlilik nedir?’ İçişleri Bakanımız Orhan Eren’in cevabı şu oldu: ‘Allah razı olsun cihet-i askeriyeden ki canla başla terörü önlemeye çalışıyor.’ Hâlbuki o akşam ihtilal oldu.”

-27 Mayıs olmuş, pek çok darbe girişimi var, askerin sicili kötü. İçişleri Bakanlığı gibi bir makamın hareketliliği bilmemesini nasıl izah ediyorsunuz?
Hükümet olduğunuz zaman size çevreniz olayları kötü olsa dahi iyi yansıtır. Hükümetler öyle yoğun işlerin içerisine dalar, çevre öyle bir oluşur ki, siz birçok şeyi göremezsiniz.

-Polis istihbaratı ve MİT o zaman içişleri bakanına bağlı, başbakan dâhil kimseye bilgi vermiyor mu?
Yok, ne bilgisi! Şimdi bir de tersini söyleyeyim ben size. Bakanlar Kurulu 11 Eylül akşamı toplanmış, camlar açık, dışarıdan ‘pat, pat’ bomba sesleri geliyor. İkide bir Kızılay’da şey patlıyor. Ya nedir bu? İşte şudur budur. Bombalar patlıyor. Polis gidiyor imha etmeye. Polisi alıp götürüyorlar.

-Nereye?
Nizamiyeye herhâlde. Kim müdahale ediyorsa asker alıp götürüyor.

-Bombaları kim patlatıyordu?
Birileri o bombaları oralara koyuyordu.

-Kim o birileri?
İşte o hazırlığı yapanlar canım. Darbe hazırlığını yapanlar kamuoyunu hazırlıyor. ‘Onlar gitse de terör bitse’ noktasına halkı nasıl getireceksiniz?

-Bombayı patlatanla bu havayı yayanlar aynı mı?
Tabii aynı merkez. Karar verilmiş, müdahale olacak.

-Sizin darbeden haberiniz olmadı mı?
Darbenin ilk istihbaratını da alan benim. Çok yakın dostum, rahmetli bir albay vardı. Dedi ki: ‘Bu akşam darbe var. Bakanlıkta ne özel eşyan varsa git al.’ ‘Benim özel eşyam olmaz. Ne darbesi?’ dedim. ‘Ama bunu ben sana söylüyorum. Eğer bir kimseyle paylaşırsan, Başbakan’la veya biriyle beni bitirirler.’ dedi. Ama Başbakan’la paylaşmazsam olur mu? Paylaştım.

-Demirel’in darbeden haberi vardı yani?
Saat 09.30’da aradım Başbakan’ı, dedim ki: ‘Kaynağını sorma, ama bir istihbarat aldım.’ ‘Nedir Hasan?’ dedi. ‘Vallahi bu akşam darbe olacakmış.’ Dedi ki: ‘Millî Savunma Bakanı paşalarla beraberdi. Onunla konuştum.’ Rahmetli Çağlayangil (İhsan Sabri) Senato başkanıydı. O konuşmuş. O da cumhurbaşkanı vekili. ‘Öyle bir şey yok.’ Millî Savunma Bakanı İhsan Birincioğlu’nu gönderiyor Sayın Başbakan. Kuvvet komutanları, Evren başlarında, hepsi toplantı hâlinde. ‘Bir şeyler duyuyoruz ya, ne yapıyorsunuz?’ filan diyor; o da Karadenizli, Trabzonlu, şakayla karışık bir şeyler söylüyor. ‘Olur mu efendim öyle şey’ diyorlar. Millî Savunma Bakanı işte fıkralar anlatıyor bunlara, geliyor. Demirel’e diyor ki: ‘Hayır efendim. Bir Karadeniz fıkrası anlattım, herkes yerlere yattı, komutan da.’ Hâlbuki o akşam darbe hazırlıkları var. Saat 10.00’da aradım, Demirel’le konuştum. Bu sefer, ‘Bir şey yok’ demiyor. ‘Yarın cuma, hayırlısı olsun’ dedi. Demek ki haber almıştı. 11.00’de bir daha aradım, telefon kesik, gece 23.00’te telefon kesik. O vakitlerde gelmişler, Demirel’i ve bizim arkadaşların çoğunu almışlar. Ama derler ya ‘en son hükümetler duyar bu darbeleri.’

-Ne demek bu?
Size istihbarat gelmiyor demek. İstihbaratı da teslim alıyorlar.

-Nasıl alıyorlar?
2 Eylül’de Adana’da terör tırmanıyor. Günde 10 kişiden fazla adam ölüyor. Sıkıyönetim Komutanı Nevzat Bölügiray’ı çağırdı Demirel. Ben de beraberim. Dedi ki, ‘Kardeşim, ne istiyorsunuz ya? Para mı, silah mı, yetki mi? Durdurun şu kanı.’ Bölügiray dedi ki, ‘Efendim, biz her türlü tedbirimizi aldık, yalnız er ve erbaşların maaşları çok düşük, bize ödenek verin derhâl.’ Adanalı, o zaman her gün 10 kişi ölürse tabii ki kim kurtaracaksa ona sarılır. Asker de olsa, başka biri de olsa. Yani bir ortam oluşturulma meselesi vardı. 12 Eylül sabahına kadar her gün onlarca kişi ölüyordu. Nasıl oldu da 12 Eylül’de bunlar bıçak gibi kesildi?

Evren görevden alınacaktı!

12 Mart’ta komuta kademesini AP şekillendirdi. 12 Eyül’de de benzer bir durum vardı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, kuvvet komutanlarının imzasını taşıyan bir mektubu 27 Aralık 1979’da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e verdi. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’un imzalarını taşıyan mektupta ülkede yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılara dikkat çekiliyor ve iktidar uyarılıyordu. Başta siyasi partiler olmak üzere tüm kamuoyu, mektubu, 2 Ocak 1980’de Hürriyet gazetesinde Cüneyt Arcayürek’in haberiyle öğrendi. 12 Mart muhtırasının geleceğini de aynı gazeteci yazmıştı.

Cumhurbaşkanı Korutürk, 1 Ocak 1980’de, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve komutanları Çankaya Köşkü’ne davet ederek görüştü. Bir gün sonra, Başbakan ve AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ile CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’i çağıran Korutürk, iki lidere, kendisine sunulan ‘Türk Silahlı Kuvvetlerinin Görüşü’ başlıklı uyarı mektubunun suretini verdi.

Peki, iktidardaki AP bu uyarı mektubuna karşı neden TSK’ya gerçek görevini hatırlatmadı? Ekinci, çok önemli tarihî bir gerçeği açıklıyor. Aslında AP hükümeti toplanmış ve mektupta imzası bulunan komutanları görevden almayı kararlaştırmıştı. Ancak bu gerçekleşmedi. 12 Mart 1971’deki muhtıradan sonra ne Meclis’e ne grubuna ne de bakanlarına danıştı Demirel. İstifa mektubunu alarak evine gitti. Demirel, 1979’da kabinenin ‘uyarı mektubunu cevapsız bırakmayalım’ çıkışına da olumlu cevap vermemişti.

-O tarihî Bakanlar Kurulu toplantısında neler yaşandı?
1979’da muhtıra hükümete verildi. Bakanlar Kurulu’nda müzakere ettik. Ben önce söz aldım, en genç milletvekili olarak: ‘Ya muhtırayı veren bu generalleri bu akşam emekli edelim, kırmızı zarf gitsin evlerine veya hükümet olarak istifa edelim.’ Çünkü demokratik otorite kalmıyor. Muhtıra yediniz mi ne demektir o? Demokratik otoriteye darbedir! Ve o zaman arkadaşlarımızın hepsi benim fikrimde oldu. Demirel dedi ki: ‘Evet arkadaşlar, gereği yapılacaktır.’ Biz de dedik ki: ‘Tamam. Bu akşam evimize imzalamak için kararname gelir.’ Kararname filan gelmedi. Ertesi günü Bakanlar Kurulu var. Herkes birbirine bakıyor. Tabii, bu haberi alan Kenan Evren hemen o akşam Güniz Sokak’a gidiyor. Haberi veren de Millî Savunma Bakanımız. Bakanlar Kurulu’nda konuşulanları Evren’e haber vermiş. Evren Demirel’e demiş ki: ‘Beyefendi, siz seçime gidelim diyorsunuz, Ecevit razı değil. Siz bir şey diyorsunuz size yardımcı olmuyor. Biz size muhtıra vermedik. Biz aslında Ecevit’e muhtıra verdik.’ Muhtıra kaldı ortada. Hâlbuki muhtıra kime verilir? Hükümete, iktidara. Demirel ertesi gün geldi, aynen söylediğini söylüyorum: ‘Değerli arkadaşlar, kaç tane silahlı kuvvetimiz var? Bir tane. Yerine koyabileceğimiz bir şey var mı? Yok. Hırpalarsak silahlı kuvvetlerimizi ne olur? Bu ülkede, bu coğrafyada yanlış yaparız.’

-Savunma Bakanı askerlere mi çalışıyor? Ne dedi o toplantıda?
Toplantıda da hiçbir şey demedi. Daha enteresanını söyleyeyim. Darbe olduktan sonra kurulan Bülent Ulusu darbe hükümetinin ilk icraatlarından biri AP’nin bu savunma bakanını Ziraat Bankası’nın yönetim kurulu üyeliğine atamak oldu. Ekinci olmadı da neden o oldu?

-Demirel, başbakanlık dönemlerinde neden istihbarata, komuta kademesine müdahale etmiyor?
Ok yaydan çıkıyor. Bunlar hep hazırlıklı. Bekliyorlar. Psikolojik harekâtı başlattıklarında hükümet nokta kadar kalıyor. Bir şey yapamıyor. 27 Mayıs’tan sonra iş kurumsallaşmış. Profesyonelleşmişler, demokrasiyi koruma ve kollama denmiş adına, sivilleri getirmiş götürmüşler; bir sebep de bulmuşlar. Halk ‘bunu seçtik’ duyarlılığına sahip değil. Bazı partiler de göz kırpar, iş adamının partisi yoktu, kim güçlü ise oradan oluyor. Medyanın büyük bölümünün devletle işi var, o muhalefet etse işi kesilir. Bütün bunları organize ederek bu işi getirmişler. 28 Şubat’ta bu sefer ‘irtica geliyor’ dediler.

1987’de yapılan referandumdan sonra siyasi yasaklar kalktı. Hasan Ekinci 2002’ye kadar Doğru Yol Partisi’nden (DYP) milletvekili. 92’den 96’ya kadar yine bakanlık görevlerinde bulundu. DYP 91’deki genel seçimde birinci parti oldu (yüzde 27). 1993’te Turgut Özal’ın ani ölümü Başbakan Süleyman Demirel’i Çankaya’ya çıkardı. Tansu Çiller, DYP’nin lideri oldu. Ekinci, Refah-Yol hükümetinde kabineye girmedi. Partinin genel başkan vekili olarak siyasi işler başkanı oldu. Çiller’in en yakınındaki isimdi. 28 Şubat sürecinin sonunda Refah-Yol hükümeti düşürüldü. Refah-Yol hükümetinin kurulması bazı çevreleri ve özellikle TSK’daki bir kanadı rahatsız etmişti. Hasan Ekinci, bu rahatsızlığa en üst düzeyde şahit olan isimlerden biriydi: “Hemşehrim bir orgeneral, Artvinli Hikmet Köksal Paşa, kara kuvvetleri komutanı oluyordu. Merasime gittim. Devir teslim olayı bittikten sonra kokteyl için içeriye geçildi. Erbakan’la millî savunma bakanı bir masada öylece duruyorlar. Fakat paşalar geliyor, hiç yüzlerine bakmadan ya el sıkıyor veya gidiyor. Tabii sonuçta cumhuriyet hükümetinin başbakanı ve onun ötesinde de o günün en üst kişisi. Rahmetli bu davranışlardan rahatsız oldu. O zaman Karadayı Paşa’yı çağırdı, dedi ki: ‘Benim bir yerde daha randevum var. Ben oraya yetişeceğim.’ Hâlbuki randevusu veya önemli programı yoktu. Komutanlarla sohbet ediyoruz, Karadayı döndü bana dedi ki: ‘Sayın Bakan, hemşehriniz gelince geliyorsunuz.’ Ben de, ‘Bana askerler git dediği zaman gidiyorum, gel dediği zaman geliyorum.’  diye cevap verdim. 12 Eylül müdahalesinde bakandım. Onun için söyledim. Ondan sonra paşalara ‘Sen kime rey verdin?’ diye sordu. ‘Valla Tansu Hanım terör konusunda bize çok destek verdiği ve her türlü ihtiyacımızı karşıladığı için ona verdim.’ cevabından sonra bana şunları söyledi: ‘Sayın Bakan, siz Erbakan’ı başbakan yapasınız diye bak hepimiz oy verdik.’ Ben de: ‘Bak Paşa, bunu gene yanlış anlıyorsunuz. Biz yapmadık. Onu millet birinci parti yaptı.’ şeklinde cevap verdim.

Hasan Ekinci, 28 Şubat öncesi de ortamın psikolojik harekâtlarla hazırlandığını söylüyor. Brifinglere dikkat çekiyor. “Bu darbelerde sembol tanktır. Tank geçti mi o işarettir. Şimdi, Polatlı’dan gelen tanklar var ya, bu defa Sincan’da yürüdü tanklar.” diyor.
-28 Şubat’ı diğerlerinden ayırıyor musunuz?
28 Şubatçılar; ‘Bu darbedir ama modern bir darbe, postmodern darbedir’ dedi.

-Postmodern nasıl oluyor?
Türkiye’de bu STK’lar var. 5-6 genel başkan, hepsi bir bildiri yayımlıyor, televizyonlara çıkıyor, açıklamalar yapıyorlar. Bir de hükümetin demokratik otoritesini halkın nezdinde zaafa uğratmak için Genelkurmay’da brifingler veriyorlar. Bir de tabii 54’üncü hükümetin arkasındaki millî iradeyi çözdüler.

-Nasıl?
Refah kanadından çözemezsiniz çünkü onlar iktidarın ana kanadı ve daha disiplinli. Burada odak noktası DYP yapıldı. O psikolojik savaşı derhâl Meclis’e soktular. 12 Eylül’den önce de, emekli generallerin imzası ile tehdit mektupları dolaşırdı Meclis koridorlarında. 28 Şubat öncesinde de milletvekilleri tehdit edildi. DYP’nin 47 milletvekili bir şekilde ikna odalarında istifa ettirildi.

-Odalar nerelerde kuruldu?
Otellerde, Meclis’te, lokantalarda, orada burada. İş adamı, siyasetçi medya ve medya patronları var, paralar, herkes ve her şey vardı.

-Siz engelleyemediniz mi?
Ben genel başkan vekili olduğum için, bana ihbar geliyor. ‘Ağabey, falan gidiyor.’ diye. Ben ona en yakın ilin milletvekili kimse onu çağırıyorum, ‘Canım kardeşim, git bak bu gidiyormuş.’ diyorum. Ama bir duyuyorum ki gönderdiğim adam da ikna edilmiş. Şimdi burada ikbal var.

-Cindoruk’a partiyi kim kurdurdu?
Demirel, darbeler görmüş geçirmiş tecrübeli bir isim. İşte, bir taraftan Cindoruk’a parti kurdurdular, dediler ki, ‘Sana 20-25 milletvekili vereceğiz. Ama o milletvekillerinden 5’i kurulacak hükümette bakan olacak.’ İkbal isteyene ikbal, para isteyene para, her şey kurulmuş, ikna odalarında. ANAP’a da dediler ki: ‘Size 20 kişiyi gönderelim.’ Oraya da yine iş adamları ve banka kredileriyle destek verdiler.

-Erbakan ve Çiller tehlikeyi göremedi mi? Bu planlara neden karşı koyamadılar?
13 Haziran’da Çiller bana dedi ki: ‘Beraber Erbakan Hoca’ya gidelim.’ Şevket Kazan var, bir de Mardin Milletvekili Fehim Adak. Ben ve Manisa Milletvekili bir arkadaşım da var, beraber gittik.

-13 Haziran kritik bir tarih değil mi?
Son derece kritik, olaylar doruk noktasına geldi. Psikolojik harekât sürüyor ve milletvekilleri istifa etmiş. Erbakan Hoca böyle oturuyor. Küçük bir masa. Erbakan Hoca 45 dakika konuştu. ‘Bak, şöyle şöyle iyi işler yapıyoruz. Bunu yaptık, bunu yapacağız.’ Toplumsal olayları değil veya olanlardan fazla, iktidarın icraatlarını anlattı. ‘10 yıl daha iktidardayız’ dedi.

-Ama ortada ciddi bir durum var?
Ben gözlüyorum, olaylar tırmandırılıyor. O zaman dedik ki: ‘Çok güzel işler yapılıyor, doğru. Ama bu toplumsal tepkileri de görmezden gelemeyiz.’ Kendisine Karadayı ile görüşmemizi anlattım: ‘Bizi çok hırpalıyorlar, bizi sizden koparmak için bu olaylar oluyor. Gelin bu iki yıllık dönüşümü tek yıla indirelim. Toplumsal tepkileri biraz belki azaltırız veyahut da bu bir yol olur. Eğer kabul etmezseniz grup kararı ile hükümetten çekileceğiz.’ Erbakan ikna oldu. ‘Tamam’ dedi. İstifadan sonra imzaları aldı ama ‘Demirel hükümet kurma görevini vermez’ kanaati vardı. ‘Askerleri emekli edelim’ dediğimizde de yine ‘Demirel imzalamaz’ demişti.

-Başbakanlık Çiller’e geçse badire atlatılır mıydı?
Tabii. Tecrübeliydik.

-Demirel neden vermedi?
Demirel’e sormak lazım. Bunu isteyen adamlar ‘Ne Erbakan ne Çiller’ diyorlardı. Demirel Çiller’e verseydi herhâlde ‘müdahale ederiz’ diyorlardı.

-Psikolojik savaşı yürüten komutanları açığa almayı düşünmediniz mi?
Tansu Çiller, Erbakan Hoca’ya ‘Hocam, bu değişimden sonra bunların hepsine 30 Ağustos’ta gereğini yerine getirelim.’ dedi. Hoca da, ‘Sakın ha, bir yerde deme. Zaten Cumhurbaşkanı imzalamaz.’ diyor. Fakat bunu birileri söylemiş. Güven Erkaya geldi Tansu Hanım’a dedi ki: ‘Sen bizi yok edecekmişsin. Senin gücün yeter mi?’

-Başka bir yol aranmadı mı?
Tansu Hanım kararlıydı. Seçime gitmek de istiyordu. İşte, ‘Yok, olmaz seçim’ dediler. YSK ‘Yetiştiremeyiz’ diye açıklama yaptı. Bari 30 Ağustos’a kadar bu değişim sağlanırsa… Bu kararlılığı gösteriyordu. O gün ‘bu darbe heveslilerini ayıralım’ diyordu. Doğru düzgün komuta kademesini kuralım niyetindeydi. İşte, bu da tabii duyuluyor, nasıl oluyorsa gizli kalmıyor.

-Erbakan’la başka özel görüşmeleriniz oldu mu?
Bir de ASKİ’de görüştük. Bundan ne milletvekillerinin ne basının haberi vardı. Burada 3 kişiyiz, Erbakan, Çiller, ben. Erbakan Hoca’da böyle bir donukluk var, çok üzgün. Oradan bir tane dosyayı çıkardı, Tansu Hanım’a verdi. Tansu Hanım okudu, üst yazıyı okudu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, Anayasa Mahkemesi’ne derkenar yazıyla bir rapor göndermiş. Ben aldım raporu, derkenar yazıyla Doğu Perinçek’in bir raporunu Anayasa Mahkemesi’ne göndermiş Başsavcı. Dedim ki: ‘Böyle bir usul yok; bir. İki, bir başbakan, bir başbakan yardımcısı Yüce Divan’a gidecekse Meclis’ten gider. Böyle derkenar yazıyla bilmem ne gitmez.’ Erbakan Hoca benim bu konuşmalarımdan rahatladı, ‘Sayın Ekinci, o zaman bunun aslını bir öğrenir misin?’ dedi. Ertesi gün Ahmet İyimaya bir de Saffet Arıkan Bedük’ü aldım, gittik Vural Savaş’a. ‘Sayın Başsavcı, bir başsavcı ne zamandan beri gelen evrakları üst yazıyla şeye gönderiyor bir başbakan yardımcısı için, böyle bir şeyiniz var mı?’ diye sorguladım. ‘Haklısınız, gözden kaçmış. Biz de eski demokrat bir aileyiz.’ biçiminde özür diledi.

-Dosyayı siz gördünüz mü, ne vardı?
Refah ve asıl Tansu Çiller’le ilgili 30 sayfalık bir rapordu. Neler var neler? Çiller’e gözdağıydı bu.
18 Haziran’da Refahyol hükümetinin başbakanı Necmettin Erbakan istifasını Çankaya’ya sundu. İki partinin yaptığı protokole göre Tansu Çiller başbakanlığında yeni bir hükümet kurulacaktı. Süreci Hasan Ekinci şöyle anlatıyor: “Erbakan’a, ‘16 Haziran’da grup toplantımız var. O zamana kadar bize bir şey söylerseniz çok memnun oluruz.’ dedim. Kalktı ‘Teşekkür ediyorum. Haklısınız, görüşlerinizi paylaşıyorum. Ben istifa edeyim. İmzaları toplayalım’ diye toplantıyı bitirdi. Zaten yeterli desteğimiz bulunuyordu. Hükümetin 286 oyu vardı. Büyük Birlik Partisi de destekliyordu. Nitekim, Erbakan istifa edince, 282 imzalı listeyi, protokol gereği Demirel’e iletti. Çiller hükümeti kuracaktı. Demirel bunu aldı, hiç çoğunluğu yokken, Anayasa’ya göre de böyle bir gelenek de yokken Mesut Yılmaz’a görev verdi.”

-Demirel’in “Tansu Hanım geldi, 280 imza olduğunu söyledi. Ama bir sürü milletvekili geldi ‘biz hatır için verdik, bu işte yokuz, bizi saymayın’ beyanı oldu. Gördüm ki güvenoyu alamayacak, görevi Yılmaz’a verdim.” diyor?
Demirel benim genel başkanım, başbakanım. Neden böyle söylediğini bilmiyorum ama sizin önünüzde 282 milletvekilinin imzası varken anayasaya aykırı bir şekilde Mesut Bey’e veremezsiniz. Çünkü Mesut Bey zaten bizimle Ana-Yol hükümeti kurmuştu, yürümedi. Erbakan’dan istifayı alıncaya kadar ‘evet, evet’ dediler, alınca değiştirdiler.

-DYP’de çözülme sürdü?
135 milletvekili olan DYP’nin vekil sayısı 93’e düştü. Bir kısmı DTP’ye, bir kısmı ANAP’a gitti. Görev ANAP’a verilince Yılmaz bize geldi, ‘Görev bana verildi. Sizin hükümette olmanızı istiyoruz, birileri de sizi istiyor. Asker de sizin olmanızdan yana.’ şeklinde nabız yokladı. Tansu Hanım ‘Ben silahların gölgesinde ne böyle bir hükümetin içinde olurum ne destekçisi olurum.’ sözleriyle reddetti. Ondan sonra Yılmaz kalktı gitti. Mesut Bey o zaman diğer partilerle, bizden gidenlerle, DTP’yle, bir kısmına bakanlık vererek hükümeti kurdu. Tabii, güvenoyu aldılar. Aldılar ama çoğuna bakanlık verdiler.

-Demirel ‘Bu darbe değildir’ diyor?
Demirel, adım adım darbenin geldiğini görüyordu. Hani baba oğlunu kurban eder ya! DYP’yi kurban etti. Bu bir demokrasi darbesidir. AP ve DP dönemlerinde bir tank bizim partinin üzerinden geçerdi fakat halk kaldırırdı, yeniden getirirdi. Mağdur olduğu için getirirdi. Giderdik meydanlara, derdik ki: ‘İşte biz şunu yapacaktık, bunu yapacaktık ama işte böyle oldu.’ Hemen verirdi; ama bu defa 28 Şubat’ta hedef DYP olmasına rağmen olmadı.

-DTP’yi Cindoruk’a kim kurdurdu?
Sayın Cumhurbaşkanı’nın (Demirel) emri olmazsa, eski Meclis Başkanı Cindoruk partisinden ayrılır da yeni parti kurar mı ve arkadaşlarını oraya alır mı? Buraya giden arkadaşlar partiye çok bağlı, yukarıya çok bağlı insanlar. Cindoruk Demirel’in bilgisi olmadan ne parti kurar ne de öyle hareket eder. Demirel’in, ‘Demokrasi içinde çözelim, yine tanklı manklı, Hamzakoy gibi yeni bir şey olmasın’ düşüncesi de olabilir. ‘Hamzakoy’lara falan gidemem’ mi dedi bilemiyorum. Ama anayasanın da bir emri var. O emir yerine getirilmemiştir. Teamüller var. Hani, birini başbakan atıyorsanız yalnız anayasa ile birlikte bir de teamüller var. O teamüller de aşılmış. Dolayısıyla o merkezin olduğunu zaten herkes biliyor ve anlıyor yani.

-Demirel neden bu müdahale yollarını tıkamıyor? Bir problem yok mu orada?
Demirel de biliyor ki, her müdahaleden sonra gelecek. Gidiyor ama geleceğini biliyor. Problem yok orada. Ama 28 Şubat’ta Çiller’in gelmesini istemiyor. Merkez sağ yok edildi, DYP’nin üzerinden dozer geçti.

-282 imzayla Çankaya’ya gidiyorsunuz ama Demirel ‘Bu 282 imzanın sahipleri arkasında değil.’ dedi. Gerçek de öyle. ‘Dünün çamaşırı bugünün güneşiyle kurutulmaz.’ diyor Demirel. Nasıl biliyordu?
Şimdi, bir gün Tansu Hanım ile oturuyoruz, Ecevit geldi. Yanında yardımcısı Hüsamettin Özkan var. ‘Sayın Çiller, cumhurbaşkanı seçimi var. Biz size üç isim getirdik. Birisi Mehmet Haberal sizin Rize adayınız olduğu için herhâlde desteklersiniz.’ Tansu Hanım da olumlu baktı. Tam bu konuşma sırasında bir telefon geldi Özkan’a. ‘Tamam paşam, tamam paşam’ dedikten sonra döndü, ‘Sayın Başbakanım, Kıvrıkoğlu arıyor, randevu istiyor.’ dedi. Kıvrıkoğlu ile görüştükten sonra ertesi günü Ecevit yine bizi ziyaret etti: ‘Anayasa Mahkemesi başkanını öneriyorum. Tek aday.’

-Ne değişti?
Bak! Bir gün önce Mehmet Haberal, falan falan, bir gün sonra tek isim, Ahmet Necdet Sezer. Şimdi, bu kadar gürültünün olduğu yerde cumhurbaşkanına o etkiler olmadı mı? Yani, biz Hacı Ali, Ali Hoca, ‘Erbakan gidecek, Tansu Çiller gelecek. Bunu istemeyiz’ diyenler oldu mu olmadı mı onu bilmiyoruz.