Seri yazının sonuncusunda vardığımız nokta şudur:
AİHM ve İHAS'e göre özel yetki meşru ise...
Terör ve darbe riski taşımayan Fransa'da Paris 1. Ağır Ceza Mahkemesi devlet güvenlik mahkemesiyse...
Terör ve darbe içinde olmayan Almanya'da her eyalet mahkemesinin bir dairesi devlet güvenlik mahkemesiyse...
Avrupa'ya nazaran zirve yapan bir terör ve aktifleşmeye çalışan cuntalar içimizdeyse...
Özel yetkinin insan hakları, hukuk devleti, demokrasi gibi dikkate şayan sebeplerle değil tamamen siyasi gerekçelerle tasfiye edilmek istendiği açıktır.
"Yargı siyasete dokundu" gibi hukuki kıymeti olmayan siyasal mülahazalarla, terör ve darbelere karşı muhkem bir kale olan özel yetkiyi biçmek, toplumda güvenlik ve adalet duygusunu sarsacaktır.
Peki, suç delilleri söz konusuysa yargı siyasetin alanına girebilir mi?
Sorunun doğru soruluş şekli şudur:
"Siyaset sahnesinde işlenen suçlar varsa yargı bunları da soruşturmalı ve yargılamalı mı?"
Seçilmişlerin suç işlediklerinde nasıl soruşturulup yargılanacağına ilişkin kurallar Anayasa ve kanunlarımızda var mı?
Evet.
Peki, Anayasanızda mevcut Yargıtay Başsavcısı ve Anayasa Mahkemesi'nin görevi nedir?
Bırakın siyasi bir kişiyi, bu memlekette yıllardır siyaset, siyasal partiler ve politikaları yargılanmadı mı?
Anayasa Mahkemesi, siyaset üzerinde yargısal denetimin daniskasını yapmıyor mu?
550 parlamenterin "evet" dediğine gerektiğinde Anayasa Mahkemesi'ndeki 17 kişinin "hayır" deyip işi bitirme iktidarını zaten tanımışız.
Suç olgusu bir yana Anayasa Mahkemesi'nin siyaset üzerindeki vesayetini zaten kabul etmiş durumda bu ülke.
Yani yargının siyasete müdahalesi Anayasa'yla kurumsallaştırılmış durumda.
Hal böyleyken KCK soruşturmasının siyasi bir kişiliğe değil de MİT bürokrasisine yönelmesine, oldukça gayretkeş bir yorumla "yargının siyasete müdahalesi" teşhisini koymak hukuki değil siyasidir.
Üstelik burada siyasal bir Anayasa Mahkemesi müdahalesi değil suç delillerinin gerektirdiği masumlarla şehitlerin hakları ve canlarının söz konusu olduğu bir adli soruşturma söz konusuydu.
Onlar mı işi bilmiyor biz mi?
İspanya'da Basklar'ın ETA'sı kontra bir güç olarak ortaya çıkarılmış ve İspanya Gizli Servisi CESID'le direk bağlantılı eylemler düzenlemişti.
İtalya'da hem askeri istihbaratın başı General De Lorenzo hem sivil istihbaratın başkanı tutuklandı.
İçişleri Bakanı ve parlamentonun Mafya ile Mücadele Komisyonu Başkanı Vincenzo Scotti, Napoli savcısı tarafından mafya üyesi olmaktan soruşturuldu ve yargılandı.
Üstelik Scotti İtalya'nın mafya ile mücadele eden bir numaralı adamı olarak biliniyordu.
Yani "medyadaki algı" öyleymiş!
Algılar ve siyasal bakışları hukukun üstünde tutan biz de olsa "Bu mu mafya" manşetleri atılır.
7 kez başbakan 33 kez de bakanlık yapan İtalya Başbakanı Giulio Andreotti mafyayla ilişkileri sebebiyle yargılandı ve 20 yıla mahkûm oldu.
Yine İtalya Başbakanı Bettino Craxi, Temiz Eller operasyonunda tutuklandı ve 9 yıl hapse mahkûm edildi.
İspanya'da Hâkim Baltasar Garzon, devlet içine çöreklenmiş çetelere karşı amansız bir mücadele verdi.
Bakanları, milletvekillerini ve generalleri sorguladı.
2 bakanı hapse gönderip Başbakan Gonzales'i koltuğundan etti.
İngiltere'de telekulak skandalının ardından başlatılan adli soruşturmada savcı Başbakan David Cameron'ı ifadeye çağırdı.
Cameron, savcıya medya patronu Rupert Murdoch'la ilişkilerini açıklayacak.
Monica skandalında ABD Başkanı Bill Clinton sıradan bir taciz iddiası sebebiyle, özel savcı Kenneth Starr tarafından 6 saat sorgulandı.
Dikkat ederseniz verdiğim örnekler MİT mensupları gibi bürokrat değil devletin tam tepesindeki seçilmişlerden.
Üstelik bizde bakan, başbakan soruşturması da yok.
MİT krizinde manipülatif şekilde hedefin başbakan olduğunu söyleyen kalemler, özel savcının başbakanları, CMK 250 ve Anayasa'nın 148. maddesi gereği soruşturma görev ve yetkisi olmadığını unutmasınlar.
Böyle bir konu Yargıtay C. Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi görev alanı içindedir.
Peki, bu ülkelerde neden "yargının haddi aşması" veya "yargının siyasete müdahalesi" gibi laflar edilmedi?
Onlar mı işi bilmiyor yoksa biz hukukun herkese eşit uygulanmasına hazır değil miyiz?
Bu da bir yana, ürettiğimiz siyasal algılarla özel yetkiye kefen biçiyoruz.
Özel yetkiyi usul değişiklikleriyle iğdiş etmek, toplumu terör ve cuntalar karşısında savunmasız bırakacaktır.
Uyuşturucu, terör, darbe, mafya suçları, sokakta her sade vatandaşı tehdit eden hususlardır.
Bu büyük tehlikelerle etkin mücadele edilmesi, sokaktaki insanımızın güvenliğinden öte, temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi için zaruridir.
1912 yılına dayanan soruşturma izni, suç işleyen kamu görevlilerinin halka karşı korunması maksadıyla İttihatçı ruhun ürettiği bir kurumdu.
Bunu canlandırmak demokrasi ve hukuk devletinin kârı değildir
AİHM ve İHAS'e göre özel yetki meşru ise...
Terör ve darbe riski taşımayan Fransa'da Paris 1. Ağır Ceza Mahkemesi devlet güvenlik mahkemesiyse...
Terör ve darbe içinde olmayan Almanya'da her eyalet mahkemesinin bir dairesi devlet güvenlik mahkemesiyse...
Avrupa'ya nazaran zirve yapan bir terör ve aktifleşmeye çalışan cuntalar içimizdeyse...
Özel yetkinin insan hakları, hukuk devleti, demokrasi gibi dikkate şayan sebeplerle değil tamamen siyasi gerekçelerle tasfiye edilmek istendiği açıktır.
"Yargı siyasete dokundu" gibi hukuki kıymeti olmayan siyasal mülahazalarla, terör ve darbelere karşı muhkem bir kale olan özel yetkiyi biçmek, toplumda güvenlik ve adalet duygusunu sarsacaktır.
Peki, suç delilleri söz konusuysa yargı siyasetin alanına girebilir mi?
Sorunun doğru soruluş şekli şudur:
"Siyaset sahnesinde işlenen suçlar varsa yargı bunları da soruşturmalı ve yargılamalı mı?"
Seçilmişlerin suç işlediklerinde nasıl soruşturulup yargılanacağına ilişkin kurallar Anayasa ve kanunlarımızda var mı?
Evet.
Peki, Anayasanızda mevcut Yargıtay Başsavcısı ve Anayasa Mahkemesi'nin görevi nedir?
Bırakın siyasi bir kişiyi, bu memlekette yıllardır siyaset, siyasal partiler ve politikaları yargılanmadı mı?
Anayasa Mahkemesi, siyaset üzerinde yargısal denetimin daniskasını yapmıyor mu?
550 parlamenterin "evet" dediğine gerektiğinde Anayasa Mahkemesi'ndeki 17 kişinin "hayır" deyip işi bitirme iktidarını zaten tanımışız.
Suç olgusu bir yana Anayasa Mahkemesi'nin siyaset üzerindeki vesayetini zaten kabul etmiş durumda bu ülke.
Yani yargının siyasete müdahalesi Anayasa'yla kurumsallaştırılmış durumda.
Hal böyleyken KCK soruşturmasının siyasi bir kişiliğe değil de MİT bürokrasisine yönelmesine, oldukça gayretkeş bir yorumla "yargının siyasete müdahalesi" teşhisini koymak hukuki değil siyasidir.
Üstelik burada siyasal bir Anayasa Mahkemesi müdahalesi değil suç delillerinin gerektirdiği masumlarla şehitlerin hakları ve canlarının söz konusu olduğu bir adli soruşturma söz konusuydu.
Onlar mı işi bilmiyor biz mi?
İspanya'da Basklar'ın ETA'sı kontra bir güç olarak ortaya çıkarılmış ve İspanya Gizli Servisi CESID'le direk bağlantılı eylemler düzenlemişti.
İtalya'da hem askeri istihbaratın başı General De Lorenzo hem sivil istihbaratın başkanı tutuklandı.
İçişleri Bakanı ve parlamentonun Mafya ile Mücadele Komisyonu Başkanı Vincenzo Scotti, Napoli savcısı tarafından mafya üyesi olmaktan soruşturuldu ve yargılandı.
Üstelik Scotti İtalya'nın mafya ile mücadele eden bir numaralı adamı olarak biliniyordu.
Yani "medyadaki algı" öyleymiş!
Algılar ve siyasal bakışları hukukun üstünde tutan biz de olsa "Bu mu mafya" manşetleri atılır.
7 kez başbakan 33 kez de bakanlık yapan İtalya Başbakanı Giulio Andreotti mafyayla ilişkileri sebebiyle yargılandı ve 20 yıla mahkûm oldu.
Yine İtalya Başbakanı Bettino Craxi, Temiz Eller operasyonunda tutuklandı ve 9 yıl hapse mahkûm edildi.
İspanya'da Hâkim Baltasar Garzon, devlet içine çöreklenmiş çetelere karşı amansız bir mücadele verdi.
Bakanları, milletvekillerini ve generalleri sorguladı.
2 bakanı hapse gönderip Başbakan Gonzales'i koltuğundan etti.
İngiltere'de telekulak skandalının ardından başlatılan adli soruşturmada savcı Başbakan David Cameron'ı ifadeye çağırdı.
Cameron, savcıya medya patronu Rupert Murdoch'la ilişkilerini açıklayacak.
Monica skandalında ABD Başkanı Bill Clinton sıradan bir taciz iddiası sebebiyle, özel savcı Kenneth Starr tarafından 6 saat sorgulandı.
Dikkat ederseniz verdiğim örnekler MİT mensupları gibi bürokrat değil devletin tam tepesindeki seçilmişlerden.
Üstelik bizde bakan, başbakan soruşturması da yok.
MİT krizinde manipülatif şekilde hedefin başbakan olduğunu söyleyen kalemler, özel savcının başbakanları, CMK 250 ve Anayasa'nın 148. maddesi gereği soruşturma görev ve yetkisi olmadığını unutmasınlar.
Böyle bir konu Yargıtay C. Başsavcılığı ve Anayasa Mahkemesi görev alanı içindedir.
Peki, bu ülkelerde neden "yargının haddi aşması" veya "yargının siyasete müdahalesi" gibi laflar edilmedi?
Onlar mı işi bilmiyor yoksa biz hukukun herkese eşit uygulanmasına hazır değil miyiz?
Bu da bir yana, ürettiğimiz siyasal algılarla özel yetkiye kefen biçiyoruz.
Özel yetkiyi usul değişiklikleriyle iğdiş etmek, toplumu terör ve cuntalar karşısında savunmasız bırakacaktır.
Uyuşturucu, terör, darbe, mafya suçları, sokakta her sade vatandaşı tehdit eden hususlardır.
Bu büyük tehlikelerle etkin mücadele edilmesi, sokaktaki insanımızın güvenliğinden öte, temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi için zaruridir.
1912 yılına dayanan soruşturma izni, suç işleyen kamu görevlilerinin halka karşı korunması maksadıyla İttihatçı ruhun ürettiği bir kurumdu.
Bunu canlandırmak demokrasi ve hukuk devletinin kârı değildir