4 Haziran 2012 / İDRİS GÜRSOY
Millî Birlik
Komitesi’nin yaşayan üyelerinden Ahmet Er, askerde verilen eğitimin
subayları millî değerlerinden kopardığını söylüyor: “Biz ‘Güneş Tanrısı’
kitaplarını okuyarak büyüdük.”
Telefondaki sesi âdeta inliyordu.
“Emin olun ki konuşacak durumum yok.” dedi. Ancak ısrarımı kıramadı.
Ahmet Er (1927), 27 Mayıs darbesinden sonra kurulan 38 kişilik Millî
Birlik Komitesi’nin (MBK) sağ kalan az sayıdaki üyesinden biriydi. Darbe
sonrası görüş ayrılığından tasfiye edilen 14 kişi arasında o da vardı.
Manisa’nın Sünnetçiler köyünde, hasta yatağında da olsa gündemi takip
ettiği anlaşılıyordu. Emekli bir askerdi ve ordudaki gelişmeler onu daha
çok ilgilendiriyordu. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun davetine
olumlu cevap vermiş, içinde yer aldığı ‘27 Mayıs da sorgulanmalı’
diyordu. Er, komisyona nasıl tanıklık yapacaktı?
Er, yüzbaşı rütbesinde ihtilalin içinde yer almıştı. İstanbul’da Radyoevi’ne el koyma görevi ona verilmişti. 27 Mayıs bir sabah ansızın gelmemişti. Uzun hazırlıkların ve ortam oluşturmanın sonucuydu. Çok önceden Demokrat Parti (DP) iktidarını yıkmaya karar vermişlerdi ve ortamı hazırlamışlardı. Peki nasıl? Er’in ihtilal öncesi yaşadığı bir hadise bu soruya cevap teşkil ediyordu.
27
Mayıs’a doğru öğrenciler sokakta polisle çatışıyordu. Menderes hükümeti
olayları önleyebilmek için İstanbul’da sıkıyönetim ilan etmişti. Ancak
olaylar tırmanıyordu. İşte o günlerde Yüzbaşı Ahmet Er, Davutpaşa’da
Tank Tabur Komutanı Orhan Erkanlı’nın yanına uğradı. İki milletvekili
ile Erkanlı konuşuyordu. Er girince, Erkanlı muhataplarına ‘Bizden’
dedi. Bir milletvekili “Binbaşım, Saraçhane’de iki grubu birbirleriyle
çatıştırdık. Kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var
mı?” diye sordu. Erkanlı, “Teşekkür ederim, devam edin!” talimatını
verdi. Yüzbaşı Er, duyduklarına inanamıyordu. Erkanlı onu şu sözlerle
teskin etti: “Bunlar bize çalışıyor, ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak
etme.”
Erkanlı ve Er, cunta üyesiydi. Darbeden sonra ikisi de MBK üyesi olarak karşımıza çıkacaktı.
-Siz odaya girdiğinizde, Erkanlı’yı iki kişi ile görüşürken buluyorsunuz. Ne konuşuyorlardı odada?
Halk Partili 2 milletvekili, sol grupla sağ grubu birbirine tutuşturuyorlar, bunlar da seviniyorlar. Ben bunu lanetleyince Orhan Erkanlı, “Bunlar ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak etme.” dedi. “Lanet olsun.” dedim, kapıyı vurup çıktım.
-Kimdi o iki kişi?
Adlarını alamadım, sormayı unutmuşum.
-Göz yumma mı vardı?
Evet.
-CHP’lilerin Erkanlı ile diyalogları neye işaret ediyordu?
İsmet Paşa’nın darbeye fiilen dahli vardı. “Şartlar tamam olunca ihtilal meşru olur.” diyor. Bir devlet adamına yakışır mı su söz? Esasında benim vicdani kanaatime göre ihtilal İnönü aleyhine yapılmalıydı, Menderes’in değil.
-Başka bilginiz var mıydı?
Bir gün Kurmay Binbaşı Mehmet Özgüneş (ki kendisi de örgüt üyesiydi ve bizimle aynı görüşteydi) bizlere mühim bir haber getirdi: İhtilal örgütü içinde bazı subaylar İsmet İnönü’den emir alıyorlar ve kendisine ihtilal çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarıyorlar. Bu subaylar, ‘Demokrat Parti iktidarı ihtilal ile alaşağı edildikten sonra, İsmet İnönü, bütün kadrosuyla beraber iktidara getirilmelidir’ görüşündeydi.
Yassıada’daki yargılamalar için de “Mahkeme değil o, rezalet.” diyordu Ahmet Er.
-İdamlara İnönü karşı çıktı mı?
Yok, yok, yok, yok!
27 Mayıs’tan sonra “14’ler” olarak adlandırılan olayla Ahmet Er ve 13 arkadaşı yurtdışına gönderildi. İhtilal önce kendi evlatlarını yemişti. Er, bu durumun hem yeni anayasa hem de idamların önünü açabilmek için yapılmış darbe içinde bir darbe olduğunu söylüyordu: “14’ler hâkim olsaydı, 23 kişiyi biz sürerdik, hapishanenin kapısını da açardık. İhtilal bizim kontrolümüzde değildi, Halk Parti’nin kontrolündeydi. Anayasayı yapanlar da onlardır.”
-14’lerin planı var mıydı?
Er, bunu da ilk kez açıkladığını belirtiyordu: “Bizim ekibimizin niyeti Ali Fuat Başgil başkanlığında bir hukuk heyeti kurup Türk milletinin tarihine, kültürüne uygun bir anayasa yaptırmaktı. Ama yapamadık. Onlar bizden önce toplamışlar, anayasayı ve yasayı kendi oluşturdukları profesörler heyetine vermişler. CHP, doğduğundan beri hep silahlı kuvvetlere dayanmıştır, halka değil. Bu onun tabiatıdır, huyudur.
27 Mayısçılar en büyük tasfiyeyi de orduda yaptılar. 7 binin üzerinde subay bir gecede re’sen emekliye sevk edildi. Belli görüşteki subayların önü açıldı. Peki, neydi bu subayların özelliği? Er, 27 Mayıs’ta orduyu ele geçiren zihniyeti, darbe sonrası başından geçen bir olayla şöyle anlatıyordu: “MBK kurulmuş, yemin merasimi düzenleniyor komite için, cumaydı. Sami Küçük’e gittim; o albay, ben yüzbaşı. ‘Albayım, yarın cuma namazını Hacı Bayram’da kılalım. Asker gibi değil, halkın arasında. Sonra yürüyerek Meclis’e geçeriz, abdestimiz bozulmadan yemin ederiz.’ dedim. Masaya elini vurdu, ‘Sen!’ dedi, ‘Cumhuriyet, Atatürk subayısın. Beni irticaya davet ediyorsun!’ Karşı çıktım, ‘Şimdi dikkat edin, ben sizi irticaya davet değil, irtifaya davet ediyorum.’ dedim.”
27 Mayıs’tan bu yana Ergenekon ve darbe davaları ile ilk defa ‘darbecilerden’ hesap soruluyor. Er’e göre darbe hesaplaşmaları kadar TSK’daki eğitimin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Er, askerde verilen eğitimin subayları milletin değerlerinden kopardığını söylüyordu. Genelkurmay eski başkanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu’na yazdığı bir mektupta, “TSK’nın milletle hemen barışması gerekir.” dediğini belirtiyordu.
-Peki nasıl bir eğitim sistemi olmalı?
İnsanların maymundan geldiğini söyleyen paçavra yırtılmalı, atılmalı. Onun yerine Hz. Adem ve Hz. Havva annemizle tanıştırılmalı, kalplere Allah sevgisi yerleştirilmeli. Sonra vatan millet sevgisi konmalı. Kalbi selim, lisanı sadık, ahlakı müstakim bir gençlik yetiştirilmeli.
Er, GATA’da bir tümgeneralin M. Akif Ersoy’a ve onunla beraber Hz. Muhammed’e hakaret ettiğini hatırlatıyor ve “Onlara cevap verememenin üzüntüsü beni mahvetti.” diyordu.
-Neden cevap veremediniz?
Tartışmaya tahammülüm yok. Şahsım adına Rasulullah Efendimiz’den özür diliyorum. Bu adamlar çıldırmışlar. Askerî okullara girerken “Rasulullah mı büyük, Atatürk mü?” diye soruyorlar.
-Bu kurumun içinde o düşünce nasıl filizlendi?
Bu şuradan geldi: Cumhuriyeti ilan edenler onu korumak için İslam’ın önüne set çektiler. İslam’dan da korktular. Yahu, İslamiyet cumhuriyetin çok üstünde. Cumhuriyet erir onun içinde. O kadar cumhuriyetçi ihtiva taşıyor İslamiyet.
-Niçin İslam’a set çektiler?
Cumhuriyeti korumak için.
-Kim yaptı bunu?
Halk Partililer yapıyor. İhtilali yapan İsmet İnönü ve onun ordu mensuplarıdır. Gençliği Batı kültürü ile yoğuran İnönü’dür. Hasan Ali Yücel’le beraber Batı’nın çok tanrılı bütün eserlerini tercüme ettirdiler. Güneş Tanrısı, Şarap Tanrıçası gibi kitapları biz subaylara 10 kuruşa, 15 kuruşa taksitle sattılar. Biz bu kitapları okuyarak büyüdük.
Sanki içinde bir zehir vardı. Onu boşaltmak istiyordu. Sesi iyice titriyordu. Dikkatimi çekmek için “İlk defa anlatacağım, not alın.” diye uyardı: “Mareşal Fevzi Çakmak’ın arkadaşı Cevat Çağrı, Konyalı. Çok kıymetli, büyük bir insandı. Mevlana’nın torunlarından. O nakletti bana: ‘Bir gün ikimiz baş başaydık. Ona dedim ki: Mareşal, bu millet seni çok seviyor. Cumhuriyet kadrosundan en çok sevilen sensin. Fakat bir noktada sana çok kırgın millet.’ ‘Nedir o Cevat?’ demiş Fevzi Çakmak. ‘Atatürk öldüğü zaman neden o adamı (İsmet İnönü) cumhurbaşkanı yaptınız?’ Mareşal arkasını dönmüş, cebinden mendilini çıkarıp ağlamaya başlamış. Sonra geriye dönüp ‘Cevat, Cevat, bana bir daha böyle soru sorma’ demiş.”
Ahmet Er, hasta yatağında son tahlili yapıyordu: “TSK’yı içten ve dıştan iyice bozmuşlar, öyle görünüyor. Başbakanın eşini başörtülü diye GATA’ya sokmadılar. Bu ne faciadır! Fransız ordusu bizim kızlarımızın başörtüsünü yırtıyordu, şimdi Türk ordusu yırtıyor! Çok şaşılacak bir hadise. Zihnimizin, aklımızın almayacağı kadar çok endişe veren bir hadise. Bu çılgınlık, delilik, tımarhanelik. Hz. Muhammed’i mi, M. Kemal’i mi seviyorsun? Bu sorulur mu koskoca Müslüman âlemine!”
Ve son sözleri: “TSK’nın tarihi milattan önceye dayanır. TSK peygamber ocağıdır ve bu vasfı devam etmektedir. Türk milletine, mukaddeslerine ve değer yargılarına ters düşen hareketleri benimsemezler. Bu mukaddeslere ters düşenler TSK’yı temsil edemez. Uygunsuz fikir ve davranışlar sahiplerine aittir, TSK’ya değil. Milet olarak bu millî kuruluşumuzu peygamber ocağı olarak tanımaya devam etmeliyiz.”
Er, yüzbaşı rütbesinde ihtilalin içinde yer almıştı. İstanbul’da Radyoevi’ne el koyma görevi ona verilmişti. 27 Mayıs bir sabah ansızın gelmemişti. Uzun hazırlıkların ve ortam oluşturmanın sonucuydu. Çok önceden Demokrat Parti (DP) iktidarını yıkmaya karar vermişlerdi ve ortamı hazırlamışlardı. Peki nasıl? Er’in ihtilal öncesi yaşadığı bir hadise bu soruya cevap teşkil ediyordu.
Erkanlı ve Er, cunta üyesiydi. Darbeden sonra ikisi de MBK üyesi olarak karşımıza çıkacaktı.
-Siz odaya girdiğinizde, Erkanlı’yı iki kişi ile görüşürken buluyorsunuz. Ne konuşuyorlardı odada?
Halk Partili 2 milletvekili, sol grupla sağ grubu birbirine tutuşturuyorlar, bunlar da seviniyorlar. Ben bunu lanetleyince Orhan Erkanlı, “Bunlar ihtilale zemin hazırlıyorlar, merak etme.” dedi. “Lanet olsun.” dedim, kapıyı vurup çıktım.
-Kimdi o iki kişi?
Adlarını alamadım, sormayı unutmuşum.
-Göz yumma mı vardı?
Evet.
-CHP’lilerin Erkanlı ile diyalogları neye işaret ediyordu?
İsmet Paşa’nın darbeye fiilen dahli vardı. “Şartlar tamam olunca ihtilal meşru olur.” diyor. Bir devlet adamına yakışır mı su söz? Esasında benim vicdani kanaatime göre ihtilal İnönü aleyhine yapılmalıydı, Menderes’in değil.
-Başka bilginiz var mıydı?
Bir gün Kurmay Binbaşı Mehmet Özgüneş (ki kendisi de örgüt üyesiydi ve bizimle aynı görüşteydi) bizlere mühim bir haber getirdi: İhtilal örgütü içinde bazı subaylar İsmet İnönü’den emir alıyorlar ve kendisine ihtilal çalışmalarıyla ilgili bilgi aktarıyorlar. Bu subaylar, ‘Demokrat Parti iktidarı ihtilal ile alaşağı edildikten sonra, İsmet İnönü, bütün kadrosuyla beraber iktidara getirilmelidir’ görüşündeydi.
Yassıada’daki yargılamalar için de “Mahkeme değil o, rezalet.” diyordu Ahmet Er.
-İdamlara İnönü karşı çıktı mı?
Yok, yok, yok, yok!
27 Mayıs’tan sonra “14’ler” olarak adlandırılan olayla Ahmet Er ve 13 arkadaşı yurtdışına gönderildi. İhtilal önce kendi evlatlarını yemişti. Er, bu durumun hem yeni anayasa hem de idamların önünü açabilmek için yapılmış darbe içinde bir darbe olduğunu söylüyordu: “14’ler hâkim olsaydı, 23 kişiyi biz sürerdik, hapishanenin kapısını da açardık. İhtilal bizim kontrolümüzde değildi, Halk Parti’nin kontrolündeydi. Anayasayı yapanlar da onlardır.”
-14’lerin planı var mıydı?
Er, bunu da ilk kez açıkladığını belirtiyordu: “Bizim ekibimizin niyeti Ali Fuat Başgil başkanlığında bir hukuk heyeti kurup Türk milletinin tarihine, kültürüne uygun bir anayasa yaptırmaktı. Ama yapamadık. Onlar bizden önce toplamışlar, anayasayı ve yasayı kendi oluşturdukları profesörler heyetine vermişler. CHP, doğduğundan beri hep silahlı kuvvetlere dayanmıştır, halka değil. Bu onun tabiatıdır, huyudur.
27 Mayısçılar en büyük tasfiyeyi de orduda yaptılar. 7 binin üzerinde subay bir gecede re’sen emekliye sevk edildi. Belli görüşteki subayların önü açıldı. Peki, neydi bu subayların özelliği? Er, 27 Mayıs’ta orduyu ele geçiren zihniyeti, darbe sonrası başından geçen bir olayla şöyle anlatıyordu: “MBK kurulmuş, yemin merasimi düzenleniyor komite için, cumaydı. Sami Küçük’e gittim; o albay, ben yüzbaşı. ‘Albayım, yarın cuma namazını Hacı Bayram’da kılalım. Asker gibi değil, halkın arasında. Sonra yürüyerek Meclis’e geçeriz, abdestimiz bozulmadan yemin ederiz.’ dedim. Masaya elini vurdu, ‘Sen!’ dedi, ‘Cumhuriyet, Atatürk subayısın. Beni irticaya davet ediyorsun!’ Karşı çıktım, ‘Şimdi dikkat edin, ben sizi irticaya davet değil, irtifaya davet ediyorum.’ dedim.”
27 Mayıs’tan bu yana Ergenekon ve darbe davaları ile ilk defa ‘darbecilerden’ hesap soruluyor. Er’e göre darbe hesaplaşmaları kadar TSK’daki eğitimin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Er, askerde verilen eğitimin subayları milletin değerlerinden kopardığını söylüyordu. Genelkurmay eski başkanlarından Hüseyin Kıvrıkoğlu’na yazdığı bir mektupta, “TSK’nın milletle hemen barışması gerekir.” dediğini belirtiyordu.
-Peki nasıl bir eğitim sistemi olmalı?
İnsanların maymundan geldiğini söyleyen paçavra yırtılmalı, atılmalı. Onun yerine Hz. Adem ve Hz. Havva annemizle tanıştırılmalı, kalplere Allah sevgisi yerleştirilmeli. Sonra vatan millet sevgisi konmalı. Kalbi selim, lisanı sadık, ahlakı müstakim bir gençlik yetiştirilmeli.
Er, GATA’da bir tümgeneralin M. Akif Ersoy’a ve onunla beraber Hz. Muhammed’e hakaret ettiğini hatırlatıyor ve “Onlara cevap verememenin üzüntüsü beni mahvetti.” diyordu.
-Neden cevap veremediniz?
Tartışmaya tahammülüm yok. Şahsım adına Rasulullah Efendimiz’den özür diliyorum. Bu adamlar çıldırmışlar. Askerî okullara girerken “Rasulullah mı büyük, Atatürk mü?” diye soruyorlar.
-Bu kurumun içinde o düşünce nasıl filizlendi?
Bu şuradan geldi: Cumhuriyeti ilan edenler onu korumak için İslam’ın önüne set çektiler. İslam’dan da korktular. Yahu, İslamiyet cumhuriyetin çok üstünde. Cumhuriyet erir onun içinde. O kadar cumhuriyetçi ihtiva taşıyor İslamiyet.
-Niçin İslam’a set çektiler?
Cumhuriyeti korumak için.
-Kim yaptı bunu?
Halk Partililer yapıyor. İhtilali yapan İsmet İnönü ve onun ordu mensuplarıdır. Gençliği Batı kültürü ile yoğuran İnönü’dür. Hasan Ali Yücel’le beraber Batı’nın çok tanrılı bütün eserlerini tercüme ettirdiler. Güneş Tanrısı, Şarap Tanrıçası gibi kitapları biz subaylara 10 kuruşa, 15 kuruşa taksitle sattılar. Biz bu kitapları okuyarak büyüdük.
Sanki içinde bir zehir vardı. Onu boşaltmak istiyordu. Sesi iyice titriyordu. Dikkatimi çekmek için “İlk defa anlatacağım, not alın.” diye uyardı: “Mareşal Fevzi Çakmak’ın arkadaşı Cevat Çağrı, Konyalı. Çok kıymetli, büyük bir insandı. Mevlana’nın torunlarından. O nakletti bana: ‘Bir gün ikimiz baş başaydık. Ona dedim ki: Mareşal, bu millet seni çok seviyor. Cumhuriyet kadrosundan en çok sevilen sensin. Fakat bir noktada sana çok kırgın millet.’ ‘Nedir o Cevat?’ demiş Fevzi Çakmak. ‘Atatürk öldüğü zaman neden o adamı (İsmet İnönü) cumhurbaşkanı yaptınız?’ Mareşal arkasını dönmüş, cebinden mendilini çıkarıp ağlamaya başlamış. Sonra geriye dönüp ‘Cevat, Cevat, bana bir daha böyle soru sorma’ demiş.”
Ahmet Er, hasta yatağında son tahlili yapıyordu: “TSK’yı içten ve dıştan iyice bozmuşlar, öyle görünüyor. Başbakanın eşini başörtülü diye GATA’ya sokmadılar. Bu ne faciadır! Fransız ordusu bizim kızlarımızın başörtüsünü yırtıyordu, şimdi Türk ordusu yırtıyor! Çok şaşılacak bir hadise. Zihnimizin, aklımızın almayacağı kadar çok endişe veren bir hadise. Bu çılgınlık, delilik, tımarhanelik. Hz. Muhammed’i mi, M. Kemal’i mi seviyorsun? Bu sorulur mu koskoca Müslüman âlemine!”
Ve son sözleri: “TSK’nın tarihi milattan önceye dayanır. TSK peygamber ocağıdır ve bu vasfı devam etmektedir. Türk milletine, mukaddeslerine ve değer yargılarına ters düşen hareketleri benimsemezler. Bu mukaddeslere ters düşenler TSK’yı temsil edemez. Uygunsuz fikir ve davranışlar sahiplerine aittir, TSK’ya değil. Milet olarak bu millî kuruluşumuzu peygamber ocağı olarak tanımaya devam etmeliyiz.”