28 Şubat süreci nihayet mahkeme huzurunda.
En ağır psikolojik harp taktiklerinin uygulandığı, tank zoruyla
toplumun hizaya getirilmek istendiği bir dönem artık adalete hesap
verecek. Tarihi bir sayfa demokrasimiz için. Ne var ki, 'Post modern
darbe'nin tabii müttefikleri, tıpkı Ergenekon davasında olduğu gibi,
mevzuu sulandırmak için kıvrak hamlelere başladı. Mesela 28 Şubat MGK
belgesinin altında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün imzasının olmasını sık
sık dile getiriyorlar. Neredeyse o darbenin siyasi mağdurlarından biri
olan Gül'ü darbe yapanlar arasında zikredecekler. Bu kadar insafsızlık
olur mu? Cerbezenin dik âlâsı!
Aynı stratejiyi Fethullah Gülen Hocaefendi için de kullanıyorlar.
28 Şubat döneminin medyatik linçe tabi tuttuğu Gülen'i darbecilerin
yanındaymış gibi takdim ediyorlar. O darbenin akıl dışı uygulamaları
sonucunda 8 sene yargılanan Hocaefendi'yi 28 Şubat'ın destekçisi gibi
göstermek akılla vicdanla, insafla tevil edilebilir mi? Neymiş? O günkü
hükümeti eleştirmiş ve MGK'nın anayasal olduğunu söylemiş. Bu mudur
sizin insaf çizginiz!
O günkü koalisyon hükümetinin birtakım hataları aşikârdı ve
maalesef siyaset zamanında doğru hamle yapamadığı için darbeciler başarı
elde etti. Hükümetin her iki kanadına da yaklaşan tehlike konusunda
yardımcı olundu; ancak onlar meseleye öyle bakmıyordu. Oysa darbe gümbür
gümbür geliyordu. Askerin kışladan çıkmasına engel olunmalıydı. Ne var
ki koalisyon hükümeti birkaç taviz ve maaş artırımı gibi jestlerle
askerin darbe hevesinden vazgeçeceğini sanıyordu. Öyle olmadı maalesef!
İmam Hatip'in orta kısmını kapattılar, özel okulları müfettiş
kuşatması altına aldılar. Yurtdışındaki Türk okullarını o ülkelere baskı
yaparak kapatmak istediler. Uydurma tutanaklar eşliğinde 160 küsur
subay ordudan atıldı. Alınlarına 'irtica' damgası vuruldu ve sivil
hayatta iş bulmalarına engel olundu. Andıçlar hazırlandı ve aykırı
bulunan sesler iftiralarla yok edilmek istendi. Onca samimi ikaza rağmen
iptal edilmeyen Libya gezisi darbecilerin ekmeğine yağ sürdü.
Başbakanlık konutundaki iftar da. Elinde asa ile dolaşanlar, tarikat
adını ulu orta kullananlar, çeşitli geceler tertip edip tartışma
alanları oluşturanlar psikolojik harp teknisyenlerinin işini
kolaylaştırıyordu.
Darbe için yanıp tutuşan bazı askerler işler daha da kötüleşsin
istiyordu. Pervasızdılar. Başbakan'a açıktan açığa küfredenler çıktı.
Sokaklarda tank yürütüyorlardı. 'İrticaın kökünü kazımak için' kanlı
darbe yapma eğilimi askerin bir bölümünde çok yaygın ve derindi. Baas
tipi bir darbe yapmak gibi, daha vahşi şeyler peşindelerdi. Onların
planladıkları daha kanlı bir eylemdi ve en azından 'bir nesil
yetiştirecek kadar' işbaşında kalmayı arzuluyordu.
Ne yazıktır ki ta baştan ipin ucu elden kaçırılmıştı; hiç olmazsa
tahribatı sınırlı hale getirilmeliydi. Onun için gayret sarf edenler
oldu. Siyasi iktidarın istifası da bu yüzdendi. Sistem tıkanmıştı. Daha
erken davranıp erken seçime gidilseydi halk sandıkta darbecilere gereken
cezayı verecekti. Tıpkı 27 Nisan Muhtırası'nda olduğu gibi. Daha kanlı
bir darbe isteyenlerin önüne geçilmeseydi bugünkü demokratik
kazanımların hiçbiri olmayacaktı. Sırtında yumurta küfesi taşımayanın bu
çetin sınavı anlaması mümkün değil...
Medya maalesef 28 Şubat'ın en aktif silahı, tetikçisiydi. Verilen
talimatlar doğrultusunda insanları/kitleleri yok edercesine saldırıyor,
korku ve dehşet havası oluşturuyordu. Zaten 15 yıl boyunca medya
dünyasının içinden yapılan bazı röportajlar bu ilişkiyi yeterince gözler
önüne seriyor.
Her şey, bu kadar ayan beyan ortadayken 28 Şubat'ın mağdurlarını o
dönemin failleri ile yan yana göstermeye kalkışmak korkunç bir hatadır.
Tarih bunu affetmez. 'O günkü şartlar öyleydi, ne deseler yapmak
zorunda bırakıldık' deme yerine darbecilerin doğrudan hedef aldığı
mümtaz şahsiyetleri sanki yanınızdaymış gibi takdim ederseniz hem kamu
vicdanı sizi yalanlar hem tarih. Anladık; panik atak geçiriyorsunuz;
ancak göz bağcılığı yapmaya, gerçekleri çarpıtmaya gerek yok ki...