7 Ocak 2011 Cuma

PKK – Devlet görüşmeleri ve Üzeyir Garih / Tuncay Opçin

Yaşadığımız günlerde Türkiye’nin değişmeyen gündem maddelerinden bir tanesi de PKK – Devlet görüşmeleri.

12 Eylül 2010 referandumundan hemen önce MHP lideri Devlet Bahçeli bu görüşmeleri gündeme getirmişti. Derdi toplumda var olan milliyetçi histeriden, duygulardan olabildiğince istifade ederek AKP’yi zor durumda bırakmaktı. MHP AKP’yi zor durumda bırakamadı, referandumu kaybetti, ancak şu günlerde seçim barajını aşıp – aşamayacağı belli olmayan bir parti konumunda olsa da gündeme bomba gibi bir tartışma konusu bırakmış oldu; PKK – Devlet görüşmeleri.

Aylardır bu görüşmelerle ilgili pek çok ayrıntı basına yansıdı. Bu görüşmelerde kimlerin aracılık ettiği az – çok ortaya çıktı. Bu konuda bence en önemli yayınları da Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır yaptı. Çakır, daha bu konular kimse tarafından kolay kolay dile getirilemezken, yanılmıyorsam 2004 yazında bildiklerini kamuoyu ile paylaşmaktan çekinmemişti.

Devlet, PKK ile görüşmeleri başlatırken bunun bir gün deşifre olacağını, bu görüşmelerin ortaya çıkacağını bilmiyor muydu? Görüşmeleri planlayanlar bu riski de göze almışlardı. Her zaman için böylesi bir risk bulunuyordu. Devlet tek bir adamdan, tek bir görüşten oluşmuyordu. Rakip görüşler, farklı klikler vardı. Hiç kimse bu görüşmeleri deşifre etmese bile, örgüt pekala kendisini devletin muhatabı gösterecek böylesi bir gelişmeyi, gözlerden uzak tutmak istemeyebilirdi. Gerçi görüşmelerin deşifre olması örgüt tarafından yapılmadı ama birinci şık işledi.

Devletin içinden bir kanat bu görüşmeleri başlattı. Bu görüşmelerin başladığı tarihlerde Ankara’da devletin bir kesiminde alarm zilleri çalıyordu. Refah Partisi, 1994’te yerel seçimlerde elde ettiği başarıyı tekrarlamak üzereydi. Bu ise Türkiye için felaket demekti. Zinde kuvvetlerin hemen harekete geçmesi gerekiyordu. Nitekim öyle oldu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başını çektiği geniş bir kitle Refah Partisi’ne bayrak açtı. Bunun nedenleri, sonuçları, hedefin Refah Partisi olup – olmadığı başka bir tartışma konusu.

İşte tam bu günlerde PKK ile görüşmeler gündeme geldi. Refah Partisi karşıtı cephenin koçbaşı olan TSK iki cephede çarpışmamalıydı. Akıl hocalığını daha sonra George W. Bush ile iktidara gelen Neoconların yaptığı bu tez Ankara’da hızla taraf buldu. Genelkurmay Karargâhı hızlı bir şekilde hazırlıklarını tamamladı ve görüşmeler için adım atıldı.

Bu sırada görüşmelerin deşifre olması ihtimaline karşılık tedbirler de alındı. Görüşmeler Genelkurmay Başkanlığı Toplumla İlişkiler Daire Başkanlığı tarafından koordine edilecekti. Ama görüşen kişiler görevdeki subaylar, rütbeliler olmayacaktı. O yüzden devletin itimadını kazanmış birkaç emekli subay, bir holdingde dikkat çekmeyecek şekilde görevlerine başladı. Herhangi bir şekilde görüşmeler basına sızarsa, görüşenlerin kimliği deşifre olursa söylenecek şey bu emekli personelin kendi başlarına hareket ettiği olacaktı.

Nitekim bu isimler PKK'lılarla görüşmelere başladı. Ancak TSK içindeki iktidar kavgası bu görüşmelerin sonuçlanmasını, arzu edilen hedeflere varmasını engelledi. Müzakere yanlısı isimler sertlik taraftarlarının hışmına uğramıştı.

Buraya kadar anlattıklarımızda pek de bilinmeyen bir şey yok. Yeni olan tek şey bu görüşmelerin emekli personel tarafından yürütüldüğü bilgisi. Evet, PKK ile temas kuran albaylar emekliydi ve Alarko Holding’de yönetici olarak çalışıyorlardı. ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 28 Şubat günlerinde Çevik Bir ile iş tutuyordu. Bu ekibi PKK ile dolaylı temaslara ikna etmişti.

Ancak Çevik Bir, görevini yükselmek için kullanmaya başlamıştı. Normalde askeri kariyeri Birinci Ordu Komutanlığı görevinde sona erecekti Bir Paşa, böyle olmaması için direniyor, senaryolar geliştiriyordu.

Genelkurmay Karargâhı’nın önemli bir bölümü de Çevik Bir ile birlikte hareket ediyordu.

Bir’in o dönemdeki en önemli rakibi Hüseyin Kıvrıkoğlu’ydu. Bir’in yükselmesi demek, Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlığı’nın önünün kesilmesi demekti. Kıvrıkoğlu bu hesapla harekete geçti. Çevik Bir’in muazzam basın gücüne karşı, farklı ittifak arayışlarına girişti. El altından İslami kesimle, muhafazakâr gruplarla temas yürüttü. Sonunda da Genelkurmay Başkanlığı’na oturdu. Ancak bu yol Kıvrıkoğlu için çok zorlu olmuştu. Rakibi ise artık sadece ordu komutanıydı. Bir’in ordu komutanlığı sırasındaki direnişini, planlarını merak edenler için Avni Özgürel’in Radikal’de 17 Ağustos depreminin yıldönümünde yazdığı yazı oldukça ufuk açıcı.

İşte ne olduysa oldu ve PKK ile görüşmeleri koordine edenler yanlış yerde durmanın faturasını ödemeye başladı. Genelkurmay Karargâhı’nda Çevik Bir ile birlikte kritik görevlerde bulunanların hiçbirisi terfi alamadı. Dahası PKK ile görüşen albayların çalıştığı Alarko Holding’in iki patronundan birisi, Üzeyir Garih Eyüp Mezarlığı’nda hunharca katledildi. Garih’in katili Yener Yermez’di. Yermez askerliğini yaparken firar etmiş, Garih’i öldürmüştü.

Yine aynı tarihlerde Ergenekon’un yeniden yapılandırılması için düğmeye basılmıştı. TSK içinden bir grubun PKK ile temas kurduğunu açıklayan iki isim de ünlü emniyetçiler Bülent Orakoğlu ve Hanefi Avcı’ydı. Garih’in katili Yener Yermez, şimdi Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmak yüzünden yargılanan Fikri Karadağ’ın askeriydi.

PKK ile devlet ilişkileri açığa çıktıkça son on yılın ilginç gelişmeleri de birer birer gün ışığına kavuşacak.