8 Ocak 2009 Perşembe

Ergenekon, istihbarat savaşını tetikledi... / Lale Sarıibrahimoğlu

Ankara’da, zaten birbirlerinden kopuk hareket eden istihbarat birimleri arasındaki savaş, son zamanlarda dikkat ederseniz Ergenekon terör örgütünün gün yüzüne çıkartılmasıyla yeniden kızıştı. Bu savaşın arkasında bir güç çatışması olduğunu söylersek, yanılmamış oluruz.
Bir yanda Emniyet istihbaratı ve MİT diğer yanda Jandarma ve TSK’ye ait istihbarat örgütleri... Bu örgütlerin birbirleriyle uyumlu çalıştıklarına hiç tanık olmadık nedense. Hele de Türkiye gibi bulunduğu coğrafya gereği istihbarat birimlerinin sürekli tetikte olmaları, aralarındaki uyumun azami ölçüde sağlanmış olması gereken bir ülke olmamız gerekirken.
Ana muhalefetteki CHP’nin lideri Deniz Baykal’ın, partisine mensup bazı milletvekillerinin, çalışma odalarında dinleme cihazları bulunduğunu tespit ettiklerini belirttikten sonra, “Henüz polise resmî bir başvuru yapmadık. Maalesef polis teşkilatına güvenimiz kalmamıştır,” (CNNTürk, 2 ocak) yolundaki sözleri, Ergenekon davasıyla yeniden ortaya çıkan istihbarat birimleri arasındaki güç savaşının bir yansıması olarak algılanabilir.
Zaten Baykal, “Polise güvenmiyoruz,” derken, “polis istihbaratına güvenmiyoruz,” demek istedi büyük olasılıkla.
Aynı Baykal, istihbarat birimlerini yeniden karşı karşıya getiren ve devletin derinlerine, ilk kez hukukun araç olarak kullanılarak girildiği Ergenekon davasının “avukatlığına,” soyunmuştu. Bu soyunma işlemi, perde arkasında yine istihbarat birimleri arasındaki güç kavgasının bir yansıması olabilir.
Ne hazindir ki bu ülkede, darbelere karşın altı kez başbakanlık koltuğuna oturan eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, örneğin, “12 Eylül’ün olacağını bilmiyorduk,” yolundaki sözleri, MİT dahil çeşitli istihbarat birimlerinin, icranın başında olduğunu varsaydığımız bir lideri nasıl es geçebildiğinin önemli bir kanıtı olarak belleklerimizde hep yer almıştır.
Diğer bir hazin nokta ise Demirel’in, defalarca başbakanlık yapmasına karşın normalde kendisine bağlı çalışması gereken istihbarat birimlerini kontrol altına alma yetkisini kullanmamış olmasıdır.
Hatırlar mısınız hukuk nasıl ayaklar altına alınmıştı, meşum Susurluk kazasında dahli olduğu için hapis cezasına çarptırılan asker kökenli eski istihbaratçı Korkut Eken’e, aralarında bir eski genelkurmay başkanının da bulunduğu yedi emekli generalin sahip çıkmasıyla.
Oysaki, emekli generallerin, “kahraman,” diyerek sahip çıktıkları Eken, ilk kez devlet ve mafya arasındaki bağın ortaya çıkartıldığı 1996 yılındaki Susurluk kazası bağlamında, 2002 yılında suç işlemek için çete kurmak suçundan altı yıl hapis cezasına çarptırılmıştı!!!
Susurluk soruşturmasında, polis ve MİT mercek altına alınırken askerî kanada dokunulmamıştı. Ama bugün Ergenekon soruşturması sonucu 86 sanık hakkında başlatılan yargı sürecinde, Susurluk olayında dahli olduğundan şüphelenildiği halde o dönem sorgulanamayan emekli Tuğgeneral Veli Küçük, tutuklu olarak yargılanıyor. İki eski general ise Ergenekon bağlantısı iddialarıyla tutuklandılar. Dolayısıyla Ergenekon örgütlenmesi içinde polis istihbaratı ve MİT ile ilintili şahısların bulunmuyor olması, Ankara’daki istihbarat savaşlarının tetiklenmesinde önemli bir etken olabilir. Bu anılan her iki kurumda da Ergenekon bağlantısı olanlar var ise mahkeme önünde hesap vermeliler, bunda hiç kuşku yok. Ama dün Susurluk çetesi olayına karıştıkları şüphesi doğup da mahkeme önünde hesap vermeme pervasızlığını gösterirken bugün hesap verme durumunda olanları savunursanız, inandırıcılığınız ortadan kalkacağı gibi kamu vicdanını da derin bir şekilde yaralamaya devam edersiniz. Ergenekon davası bağlamında çıkartılan onca gürültü ve patırtıya bakınca acaba diyorum, bir dönem dokunulamazken bugün dokunulanlar –yargı önünde hesap verme anlamında- ve onların destekçileri, derin devletin faaliyetlerinin sürmesini mi istiyorlar? Ve bu faaliyetlerin devamı adına, Ergenekon’a karşı başlatılan hukuki süreci baltalamaya mı çalışıyorlar? Ama Ergenekon davası kapsamında eski DGM Savcısı Mete Göktürk’ün de dikkat çektiği hususlara özen gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ergenekon davasına destek veren deneyimli hukukçu Göktürk, “Yine bir savcı gözüyle soruşturmaya yönelik eleştirilere ne diyorsunuz,” sorusuna şu yanıtı veriyor;
“Soruşturmanın başlatılmasını eleştiren kesimler var. Eleştirilebilecek şey, soruşturmanın hukuk içinde yapılıp yapılmadığı olmalı. Kötü muamele yapıldı mı, savunma hakkına yeterince yer verildi mi, gözaltı süresi aşıldı mı, sanıkların avukatlarıyla görüşmesi engellendi mi? Bunlara dikkat edilmeli. Bunlarla ilgili de bir şikâyet yok. Üstelik en başından beri ‘Bu soruşturma boştur, bir şey çıkmaz’ diyenlerin bir kısmı parlamenterler. Burada soruşturmanın uzaması ciddi bir hata. Diğer taraftan iddianameden sızdırılan haberlerle sanık ve şüpheliler hakkında linç havası oluşturuldu. Onların şahsiyet hakları rencide edildi. Tam bir bilgi kirlenmesi yaşandı.” (Sabah, Ecevit Kılıç’la röportaj, 20 Ekim 2008) Son tahlilde, istihbarat kurumları arasında yeniden gün yüzüne çıkan derin savaşlar, ancak ve ancak siyasi iktidarların, bu kurumları tek elde toplayacak ve kontrol altına alacak mekanizmaları çalıştırmalarıyla olur. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu da muktedir olmaktan geçer.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder