31 Mart 2015 Salı

Genelkurmay'da "frekans" alarmı!

Türkiye'de yasak olan yüksek frekanslı telsiz telefonlarla TSK'nın frekans bandına sızıldığı ortaya çıktı. BTK 81 ilin valiliklerine yazı göndererek telefonların imhasını istedi.

 Türk Silahlı Kuvvetleri'ne tahsis edilen ve standartların üzerindeki bir bantta yer alan elektronik haberleşme frekans bandına dışarıdan sızma tespit edildi. Özellikle Hava, Kara ve Deniz Kuvvetleri'nin kullandığı radar, haberleşme ve seyrüsefer sistemleri üzerinde engelleme, parazit ve kesintiye neden olan bu sızmanın, Türkiye'de ithalatı ve kullanımı yasak olan telsiz telefonlardan kaynaklandığı saptandı.

GENELKURMAY UYARDI, BTK HAREKETE GEÇTİ

Genelkurmay Başkanlığı konuyla ilgili Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'nu (BTK) uyardı. BTK da hemen bir inceleme ekibi kurdu. Ve ilginç bir gerçek ortaya çıktı. TSK'nın frekanslarına sızan telsiz telefonların hastane, okul, üniversite ve havalimanlarında kullanıldıkları belirlendi. İzlemede Senao marka telsiz telefonlarının farklı modellerinden yapılan görüşmelerin TSK'nın frekansına girildiği belirlendi.

63'ÜNCÜ MADDEDEN İŞLEM

Bu gelişmeler üzerine BTK, tüm valiliklere bu telefonların derhal imha edilmesi için bilgi notları gönderdi. Uyarılarda telefonların bundan sonraki kullanımının tespiti halinde Elektronik Haberleşme Kanunu'nun 63'üncü maddesince işlem yapılacağı kaydedildi. Maddeye göre yasak olan ve standartların üzerine çıkabilen bu telefonları kullananlara bin ile 5 bin iş günü para cezası uygulanıyor.

2011'DE YASAKLANDI

Açık alanda 12 km'ye kadar çekme kapasitesi olan telefonların ithalatı 2011 yılında yasaklandı ve BTK elektromanyetik dalga yayan cihazlara frekans standardı getirdi. Olması gereken frekans bandının dışına çıkan cihazların kullanılması nedeniyle özellikle hava ve deniz ulaşımında hayati önem taşıyan radar sistemleri bozuluyor. Bu tür cihazlar telsiz iletişiminin kesilmesine neden olabiliyor ve üst frekanslarına girerek jammer etkisi yapabiliyor. 

TSK'dan Kozmik Oda’ya suç duyurusu

Genelkurmay Başkanlığı, Kozmik Oda soruşturmasında takipsizlik kararının kesinleşmesinin ardından soruşturmayı yapan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na, HSYK ve Yargıtay’a suç duyurusunda bulundu.

2009’da Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla başlatılan Kozmik Oda soruşturmasında 6 yıl aradan sonra takipsizlik kararı verilmişti. Kararda, “16/03/2013’te savcıya teslim edilen ve içerisinde devlet sırrı niteliğinde bilgiler olduğu kabul edilen harddiskin bilirkişilere teslimi sırasında tekrar imajlarının alınması ile ilgili ve bu imaj alma işleminin kimler tarafında yapıldığı ile ilgili dosya içerisinde herhangi bir tutanak bulunmadığı anlaşılmıştır” değerlendirilmesi yapılmıştı. Bu değerlendirme devlet sırrı niteliğindeki bilgilerin sızdırıldığı şüphesini gündeme getirdi.

GEREĞİ YAPILSIN
Takipsizlik kararının kesinleşmesinin ardından Genelkurmay Başkanlığı, HSYK’ya, Yargıtay’a ve Ankara Başsavcılığı’na iki sayfalık dilekçeyle suç duyurusunda bulundu. Dilekçede, “Cumhuriyet Savcılığına teslim edilmiş imaj içeriğindeki TSK’ya ait bilgi ve belgelerin mevzuata aykırı şekilde yetkisiz kişilerin eline geçmesine sebebiyet verenler hakkında” gereğinin yapılması istenildi. Devlet sırrı niteliğindeki belgelerin bilirkişilerce incelenmesinin hata olduğunun altı çizilerek, ihmali bulunanlar hakkında araştırma yapılması istenildi. Genelkurmay suç duyurularında isim belirtilmedi. 

30 Mart 2015 Pazartesi

Çin savaş gemileri Aden Limanı'na yanaştı

Çin'in Yemen'deki vatandaşlarını Aden Limanı'na yanaşan donanma gemileri aracılığıyla tahliye ettiği bildirildi.

Çin savaş gemileri Aden Limanı'na yanaştı

Orduevleri'nde sakal düzenlemesi


Genelkurmay Başkanlığının yeni düzenlemesiyle üyeler orduevlerinin de dahil olduğu askeri sosyal tesislere sakallı girebilecek.
Genelkurmay Başkanlığınca, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait sosyal tesislerin kullanımında yeni düzenleme getirildi.
     
Buna göre orduevleri, askeri gazinolar, sosyal tesislerle TSK özel, özel/yerel ve kış eğitim merkezlerine üyeler sakallı girebilecek.  Girişlerde daha önce günlük sakal tıraşı zorunluluğu aranırken yeni düzenlemeyle sakallı üyelerin girişi önündeki engel de kalktı.

Uygulamanın hayata geçirilmesinde emekli olan askeri personelin yoğun talebinin etkili olduğu öğrenildi. Öte yandan daha önce gerçekleşen bir başka düzenlemeyle de tesislerde genel kullanıma açık tüm yerlerde statüleri belirtilen (general, üstsubay, subay) bölümleme uygulaması kaldırılmıştı.
     
Otel, oda, masa, koltuk grubu, asansör, plaj, yemek salonu, berber, kuaför, gibi yerlerde statüleri gösteren her türlü yazı ve işaretin kaldırıldığı söz konusu uygulamayla Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasındaki dayanışmayı artırmak, moral ve motivasyona katkı sağlamak amaçlanmıştı.

16 yaşındaki kıza tecavüz eden 6 uzman çavuşa iyi hal indirimi

Bingöl'de, 16 yaşındaki E.A.'ya tecavüz ettikleri suçlamasıyla yargılanan 8 uzman çavuştan 6'sı 1 ile 7 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 2 uzman çavuş ise beraat etti.
 
Bingöl'de, 16 yaşındaki E.A.'ya 2 yıl boyunca tecavüz ettikleri iddiasıyla tutuksuz yargılanan 8 uzman çavuş ile ilgili davada karar çıktı. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi'nde 27 Mart'ta görülen karar duruşmasında mahkeme 'Mağdurun çocuk olması', 'Suçu cinsel amaç ile işlemek', 'Değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla kez işlendiği', 'Çocuğun basit cinsel istismarı', 'Reşit olmayan ile rıza ile cinsel ilişki' suçlarından sanık uzman çavuşlar M.K. ve H.Y.'ye 1 yıl 3 ay, S.K.'ye 1 yıl 10 ay 15 gün, M.T.'ye 2 yıl 6 ay, İ.Y.'ye 6 yıl 8 ay, Y.A.'ya 8 yıl 9 ay 15 gün hapis cezası verdi. Ancak bu ceza 'iyi hal' nedeniyle 7 yıl 3 ay 15 güne indirildi. Bingöl Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar K.U. ile O.G. hakkında ise beraat kararı verdi.

TSK İLE İLİŞİKLERİ KESİLMİŞTİ

Bingöl'de, 16 yaşındaki E.A.'ya tecavüz ettikleri iddiasıyla yargılanan 8 uzman çavuşun olayı kamuoyuna yansıyınca Jandarma Genel Komutanlığı, 8 uzman çavuşun Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesildiğini açıklamıştı. Sanıkların tutuksuz yargılanması uzun süre tartışma konusu olmuş, davaya Aile ve sosyal Politikalar Bakanlığı ve bir çok Baro müdahil olmuştu.

Bir MGK Anısı / Işık Kansu



Dönemin insan haklarından sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu, Temmuz 1995’te Süleyman Demirel başkanlığında yapılan ve konusu terörle mücadele olan Milli Güvenlik Kurulu’nda yaptığı konuşmayı aktarıyor: 

“Silahlı Kuvvetlerimiz olaylara doğrudan müdahale etmeye başlamaları sonucu, terörle mücadele daha somut ve olumlu sonuçlar alınmaya başlanıldı. Ancak belli ki, silahlı kuvvetlerimiz, operasyonları için geniş harekât alanlarına ihtiyaç duyuyor; bu kapsamda güvenliğin sağlanmasına dönük olarak belirli köy ve mezraların zorunlu olarak boşaltılması öngörülüyor.
Halen zorunlu olarak boşaltılan köy sayısı 800’e, boşaltılan mezra sayısı 2 bin 500’e, evlerini boşaltmaya, göçe zorlanan insan sayısı 400 bine yaklaşıyor. Köylerindeki doğal yaşam koşullarından kopartılan bu yurttaşlarımız, Diyarbakır, Elazığ, Van, Şanlıurfa, Hakkâri gibi en yakın çevre illerinde yaşama tutunmaya çalışmakta. Kent merkezlerinde barınmaya, korunmaya, çoluk çocukları ile varlıklarını sürdürmeye çalışan bu insanlarımızın sorunlarına hızla el uzatılmaz, devlet kendilerini kucaklamaz, ‘barınma, iş, geçim, sağlık, eğitim’ sorunlarına acil çözümler üretilmezse, önümüzdeki yakın dönemde bu konunun, en önemli ‘güvenlik, huzur ve toplumsal’ sorun olarak ülkemizin karşısına çıkması kaçınılmaz olacaktır.”

 
Bu sözlere kimse yanıt vermemiş, itiraz etmemiş. Hacaloğlu, bu suskunluğun günün DYP-CHP koalisyon iktidarının “kararsızlığı, yetersizliği ve çaresizliğinin” yansıması olduğunu itiraf edip bugüne geliyor:
“Aradan yıllar geçti. Sorunlara bugüne değin çözüm üretilmedi, üretilemedi. Güvenlik, gönüllülük ve devlet doğrudan desteği altında Köye Dönüş Projesi’nde ciddi bir adım atılmadı. Mağduriyetler, insan hakkı ihlalleri (barınma, yaşam, sağlık, çalışma, eğitim, konut hakları) tırmandı; bu sorunlar dönerek önümüze, tırmanan terör eylemleri olarak geldi. Devletin elini uzatmadığı, sokağa terk ettiği, o günlerin 5-10 yaşındaki çocuklar, bizim çocuklarımız, takip eden on beş- yirmi yıl içinde terör örgütünün ‘militan’ kaynağını oluşturdu.”

 
Ne o dönemde ne de AKP döneminde, yöre insanı ve çocuklarına sosyal devlet ilkeleri çerçevesinde sahip çıkılabildi. 


Hacaloğlu, bu yanlışların üstüne AKP’nin, Cumhuriyetin kuruluş değer ve yapılarına duyarsız, ABD’nin Ortadoğu stratejisine bağımlı, Kürt sorunu ile terörle mücadeleyi birbirinden ayırmayan siyasetinin eklendiğini anımsatıyor ve diyor ki:
“Bedeli, ülkemizin farklı etnik kökenden yurttaşları olarak ağır ödedik.”
Ödüyoruz da...

Esad'dan Erdoğan'a ağır sözler


Esad'dan Erdoğan'a ağır sözler
10

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Müslüman Kardeşler fanatiği" olduğunu iddia etti. Esad, Erdoğan'ın hem lojistik hem de askeri olarak Suriye'deki teröristleri desteklediğini öne sürdü.

CBS televizyonundan Charlie Rose'a verdiği mülakatta Esad, "Erdoğan, siyasi megalomaniden muzdarip biri. 21'inci yüzyılın yeni döneminin sultanı olacağını düşünüyor" dedi.
Esad, Rose'un "Erdoğan'ın istese sınır geçişlerini durdurabileceğini mi düşünüyorsunuz" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Evet, kesinlikle. Sadece Suriye'ye gelen teröristleri görmezden gelmiyor. Lojistik ve askeri olarak onları destekliyor da. Doğrudan. Günlük olarak."

OPERASYONLARDAN SONRA IŞİD DAHA DA BÜYÜDÜ
Rose'un "ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin IŞİD'e yönelik operasyonlarının Şam rejimine ne kadar fayda sağladığı yönündeki sorusunu yanıtlayan Esad, bölgesel bazı yararları olduğunu ifade ederek "IŞİD, koalisyon güçlerinin operasyonlarının başından bu yana daha da büyüdü. Her ay örgüte Suriye'den bin kişi katılıyor. Irak ve Libya'da IŞİD'e büyüyor" diye konuştu.

Röportajda Suudi Arabistan'ı suçlayan Esad, IŞİD'in, bu ülkenin siyasi sistemi ile Vahhabi ideolojisinin birleşmesinden beslendiğini öne sürdü.

KLORİN GAZI VE VARİL BOMBASI İDDİALARI

Esad, Suriye ordusunun klorin gazı ve varil bombaları kullandığı iddialarının sorulması üzerine de "Klorin gazı kullanıldığı iddiaları Suriye'ye karşı art niyetli bir propaganda. Klorin askeri bir gaz değil her yerden satın alabilirsiniz ve etkili bir silah da değil" ifadesini kullandı. Varil bombası iddialarına ilişkin ise "Varil bombası diye adlandırılan bir şey yok. Bombalarımız var ve tüm bombalar öldürmek için" dedi.

Esad, ABD ile görüşme konusundaki sorular üzerine de "Biz her zaman görüşmeye açığız. Hiç kapıları kapatmayız. Görüşme için onların hazır olması gerekir" yorumunu yaptı.

TSK bir “ahlâksız”dan böyle kurtuldu / Müyesser Yıldız

Kamuoyu Davut Yıldız’ı Ocak 2014’te Hürriyet’in, “Astsubayın İsyanı... Beni İçerde Unuttular” başlıklı haberiyle tanıdı. Sözde İzmir Fuhuş Şantaj Askeri Casusluk davasından 2 ila 6 yıl hapis cezası istemiyle yargılanıyordu ve 18 aydır tutukluydu. “En üst seviyeden ceza verilse yatacağım miktar 16 ay iken neden hâlâ tutukluyum?” diye feryat ediyordu.  

Bu isyandan 10 gün sonra, tutukluluk itirazını inceleyen Bursa 6’ıncı Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla tahliye edilen Davut Yıldız, cezaevinden çıkar çıkmaz Amasya’daki ailesinin yanına koştu. Hasret giderdikten sonra görevine dönecekti. Ancak 4 gün sonra gelen telefonla, “Disiplinsizlik gerekçesiyle TSK’dan ihraç edildiği” haberini aldı. Önce şunu söyledi:

“Hayatımın en zor günlerinde bana sahip çıkması geren TSK, beni sırtımdan bıçakladı. Nasıl böyle bir şey olabilir, neden bizimle uğraşıyorlar, ne istiyorlar benden, ailemden?”  
Ardından Genelkurmay Başkanı Özel ve Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar’a şunları sordu:
“Başbakan, ‘Emniyette, yargıda çete var. Orduya sızmaya çalışıyorlar’ demişti. Demek ki, bu çete orduya çoktan sızdı. Onlar mı ayırdı beni ordudan? Genelkurmay Başkanıma ve Kara Kuvvetleri Komutanımın vicdanlarına, ‘Hizmete özel’ sevk kağıdına, ‘devletin güvenliğine ilişkin gizli belgedir’ diye rapor verip, beni cezaevine atan güç odakları kim ? Disiplinsizlik nedeniyle üniformasını onurla taşıdığım TSK’dan hangi güç odakları ayırdı beni?”

Davut Yıldız böyle bir gerekçeyle TSK’dan atılmasını içine sindiremedi, 20 Şubat 2014’te yürütmenin durdurulması için Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)’ne başvurdu. Ancak talebi 4 Mart 2014’te reddedildi. Yıldız, TSK’dan atılma işleminin iptali için de dava açtı.
Duruşması 9 Aralık’ta yapıldı, karar da 20 Ocak 2015’te oy çokluğuyla verildi; TSK’dan ayrılma işlemi hukuka aykırı değildir!..

AYİM’in aynı dairesi daha önce İzmir Askeri Casusluk davasında adı geçtiği için TSK’dan ihraç edilen özellikle bazı havacı subayların davasında, “Askeri disiplini olumsuz etkilediği yönünde somut bilgi ve belge olmadığından... Davacının cinsel hayatı vahamet derecesine ulaşmadığından... Özel hayatın gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinden... İzmir’deki davanın sonucunun beklenmesi uygun olacağından...” diyerek, atılma işleminin iptali yönünde karar verse de Davut Yıldız kararı için “olabilir” diyelim.

Lâkin kararda kullanılan öyle ifadeler var ki, izaha muhtaç.

TEK DELİL CASUSLUK İDDİANAMESİ
Öncelikle şunu vurgulayalım; Davut Yıldız’a dair eldeki tek “delil” yine İzmir Casusluk davası iddianamesi. Bu durum karara da şöyle yansıdı:  

“Dava dosyası ile özlük ve sicil dosyası incelendiğinde, davacı hakkında bir örgüte üye olduğu iddia edilen N.K. ile ilişkisinin olduğunun belirlenmesi üzerine hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca soruşturma başlatıldığı, 9 Mayıs 2012’de evinde ve işyerinde yapılan aramalarda gizli ve hizmete özel gizlilik dereceli çok sayıda belgenin ele geçirildiğinin belirtildiği, ele geçirilen bilgi belgelerin gizlilik kapsamında olduğunun saptandığı, HTS kayıtlarında göre, N.K. ile irtibatının bulunduğunun belirlendiği, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 6 Ocak 2013 tarihli iddianame ile ‘Zincirleme olarak suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olma, yasaklanan belgeleri temin etme’ suçları nedeniyle hakkında dava açıldığı...”

“Gizli bilgi ve belge” denilen şunlardı:

Davut Yıldız tutuklanmadan önce denizci bir astsubay arkadaşıyla aynı evde kalıyordu. Evlerinde ortak kullandıkları bilgisayara el kondu. Bilgisayardan “Hizmete Özel” 5 adet denizcilere ait  olan ve deniz birliklerinde geçerli hasta sevk kağıdı çıktı. İşte bu sevk kağıtları, “Devlete ait gizli” belge sayıldı. Oysa Kara Kuvvetleri sağlık astsubayı olan Davut Yıldız’a ait değildi. Hatta ev arkadaşı Deniz Sağlık Astsubayı, mahkemeye tanık sıfatıyla verdiği ifadede, bunların kendisine ait olduğunu söyledi. Ama sonuç değişmedi.  

AHLÂKSIZ, SAPIK İMASI
Yeniden mahkeme kararına dönelim.
TSK personeli için ahlâk ve maneviyatın yükseltilmesinin önemine değinen Mahkeme, TSK İç Hizmet Yönetmeliği’nin şu maddesine atıf yaptı:  

“Her askerde bulunması gereken ahlâki ve manevi vasıflardan iyi ahlâk sahibi olmak vasfı; Askerin ahlâk ve yaşayışı kusursuz ve lekesiz olmalıdır. Asker esrarkeşlikten, sarhoşluktan, yalancılıktan, borçtan ve kumardan, dolandırıcılıktan, ahlâksız kimselerle düşüp kalkmaktan, hırsızlıktan, yağmadan, yakıp-yıkmaktan vesair bütün fenalıklardan sakınmalıdır. Bunlar vazifenin yapılmasına mani olur, yaşayışı, sıhhati, azmi ve cesareti bozar, namusu lekeler, manevi şahsiyeti öldürür ve her biri ayrı ayrı cezaları üstüne çeker...”

Ardından şu yorumda bulundu:

“Diğer yandan asker personelin uygulana gelen özel bir yaşam tarzı da bulunmaktadır. Diğer kamu personelinde pek fazla görülmeyen şekilde resmi ve dini bayramlarda kamu hizmeti için tahsis edilen ortamlarda biraraya gelme ve ailece karşılıklı ziyaretler yapma, olağan örf ve adet olarak görülmektedir. Böyle bir sosyal ortam içinde bulunacak personelin doğal olarak yönetmeliğin 86’ıncı maddesinde sayılan olumsuz sıfatlardan uzak bir yaşam biçimine sahip olması zorunlu görülmektedir. Ayırma işleminin ölçülü olup olmadığının 86’ıncı maddede sayılan bu hallerle ilişkili olarak değerlendirmek gerekmektedir.”

Anlaşılan, Davut Yıldız TSK’nın resmi ve dini bayram kutlamalarına, özellikle aile ziyaretlerine katılamayacak kadar “tehlikeli” biriymiş. 

İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ CİNSELLİK ÜZERİNDEN ASKERİ CASUSLUK YAPIYOR
“Kumpas” davalarda binlerce belgesini çaldırmış, hatta Kozmik Oda’da kasada tutulan belgeleri kendi elleriyle Özel Yetkili Savcılara teslim etmiş TSK’nın mahkemesinin Davut Yıldız kararından çarpıcı bir bölüm daha:

“Bunların yanında son yıllarda ülke içi ve ülkeler arası istihbarat örgütleri cinselliği ön plana çıkararak, istihbarat elde etme ve bu bağlamda askeri casusluk yapma yolunu seçmektedir. Dolayısıyla bu konuda idarenin tedbir alması, yani kurumu bu tür tehlikelere karşı koruması kamu hizmetinin iyi şekilde yürütülmesi açısından bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.”

CASUSLUK DAVASININ SONUCU BEKLENEMEZ ÇÜNKÜ...
Devletin en yetkili ağızları ve yandaş medya defalarca İzmir Casusluk davasının da “kumpas” olduğunu itiraf etti.
Gel gör ki, AYİM, “Mesleki safahatında sicil notlarının ‘çok iyi ve mükemmel’ seviyesinde gerçekeştiğini, üstlerinin menfi kanaatinin bulunmadığını, sadece bir disiplin cezasının olduğunu” belirttikten sonra o iddianameye dayanarak, Davut Yıldız’ı şöyle “ahlâksız” ilân etti:

“Diğer yandan İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gönderilen iddianame içeriğinden; N.K tarafından tutulduğu iddia edilen dijital notta davacının kişisel bilgilerine yer verildiği, davacının N.K. ile çok sıkı bir ilişkisinin olduğu, bu ilişkinin cinsel boyuta da taşındığı, N.K.’nın davacının bekâr evine gelip gittiği, iletişimin tespiti kararından sonra davacının N.K ile çok sayıda telefon görüşmesi yaptığının belirlendiği, bu görüşme içerikleri dikkate alındığında davacının N.K. ile ilişkisinin medeni bir sosyal ilişki boyutunu aştığı, hatta arkadaşı astsubay ile N.K.’yı tanıştırdığı, N.K.’a arkadaşına cinsel anlamda nasıl davranması gerektiği yönünde tembihlerde bulunduğu, adı geçen kişinin birçok TSK personeli ile ilişki içinde bulunduğu ve kendisinin de aracı olduğu dikkate alındığında eylemlerinin TSK’nın itibarını sarsacak vahamete ulaştığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak; İletişim tespit tutanakları ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında, davacının TSK’da göreve devam etmesinin uygun olmadığı yönünde kanaate ulaşılmasını haklı kılacak objektif, nitelikli, yeterli derecede veri bulunduğu, eylemlerin özel hayat sınırını aştığı, TSK’nın yapısına zarar vermeye başladığı, diğer personeli etkilediği, onlara kötü örnek teşkil ettiği, ilişki içinde bulunan N.K.’nın bazı personelin evlerine rahat bir şekilde girip, çıktığı, kendi evine de birçok personeli götürdüğü, ilişki yaşadığı, dolayısıyla bu ilişkilerin ileride istihbarat amaçlı kullanılmasının ihtimal dahilinde olduğu, buna göre TSK’dan ayrılmasının hukuka aykırı olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.”

Tamamen Savcılık iddialarına itibar eden AYİM, nasıl çelişkili bir karara imza attığını izah için olsa gerek, şunu söyleme gereği de duydu:

“Bu noktada belirtelim ki; Personelin ahlâki zaafiyeti ve el koymalar çerçevesinde elde edilen belgelerle tespit karşısında, esasen ayırma sebebinin yargılanan suçtan ayrı olması sebebiyle hakkındaki davanın beklenmesine gerek görülmemiştir.”

Ama karara karşı çıkan tek hakim olan Yarbay Hakan Ali Turgut, şu karşı oy yazısıyla Mahkemenin çelişkisini açıkça ortaya koydu:

“Davacının yargılamaya konu fiilleri nedeniyle ayırma işlemine tabi tutulduğu ve bu fiillerin davacı tarafından gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde işleme haklı bir sebebin bulunduğunun kabulü gerekeceği açıktır. Bununla birlikte soruşturmaya konu deliller ile isnatlara karşı sunulan savunmalara göre, davacının işleme esas alınan fiileri gerçekleştirdiğinin kabulü için yargılamanın sonuçlanması ve mahkemenin bu yönde bir karar vermesi gerekmektedir. Dolayısıyla idarece davacıya atılı fiillerin mahkeme kararıyla sübut bulmasının beklenmesi ve sonuca göre hareket edilmesi gerekirken, buna riayet edilmeksizin tesis edilen işlem hukuka aykırıdır.”

Söylenecek tek söz var;
Genelkurmay’a göre, İzmir Askeri Casusluk davası “kumpas” mı, değil mi; Bir karar verse de o iddianameyle TSK’dan atılanlar da biz de bilsek!..
Foça ve Paşakapısı’na kucak dolusu sevgiler

Dilimin ucunda, dudaklarımda… Sana söylemeye cesaretim yok! / Umur Talu

Son zamanların en etkili siyasi çıkışı “Sayın Arınç”tan gelmişti.
Hayır, Saray önünde yaşadığı karambolden, topun ayağa dolaşmasından ziyade, Gökçek Wederson için söylediği tarihi sözle:
Mahkemeye verirse, kendi zararlı çıkar.”

***

Partisinden çeyrek asırlaşmış bir belediye başkanını, “Ankara’yı parsel parsel satmak”la suçladıktan sonra…
Pardon, böyle suçlamadan önce de bu konuda hiçbir şey yapmamış olan…
Suçladıktan sonra da bir şey yapmamış bir Başbakan Yardımcısı’ndan söz ediyoruz.
Ve maalesef “iktidarın vicdanı” da anca bu kadar!

***

Başbakan Yardımcılığı’nın (ve hükümetin tabii) icra, hesap sorma-hesap verme makamı değil de, “karşılıklı tehdit dengeleri”, “karşılıklı sırlar” veya “örtülü nasırlar” mekânı olduğunu öğreniyoruz o sayede.
Başkent belediye başkanının “zararlı işleri” hakkında “bir şeyler bildiğini” ima eden kadim bir iktidar mensubu, partinin “büyük, önemli bir ismi”; hesap sormak, suç duyurusunda bulunmak için “beni mahkemeye verirse kendi zararlı çıkar” dediği bir anı kolluyorsa…
Tuz da şey gibi kokmuş zaten!

***

O vakit ister AKP’li ol, ister Ak Partili, ister karşıtı…
Hepimizin ortak anlayacağı şudur:
İktidarın maddi-metal yorgunluğu, ancak böyle kâr-zarar ve “tehdit-sindirme” dengesi üzerinde dengesiz biçimde örtülüyor.
Örtülü ödenek” gibi “örtülü susturucu” var, belki de!
Çünkü bir düşünün:
Allah için “yolsuzluğa karşı şeffaflık” projesi getirmek isteyen ama Saray tarafından “Sonra partide aday bulamazsın” diye sindirilen Başbakan da “Bülent Abi”nin sözlerini suç iddiası bile saymıyor…
Her ikisini de “parti disiplini” uyarınca susturmakla övünüyor:
Bir daha böyle bir tavır görmek istemiyorum, dedim.”

***

Başbakan’ın “Mahcup ve Cesur” danışmanı bile “AKP’lilerin çoğu da yolsuzlukların yapıldığına inanıyor. Yolsuzluk olmuştur. Ama darbe karşısında yolsuzluk tercih ediliyor” demeye getirmez mi?
Bu durumda şöyle bir şey oluyor:
Yolsuzluk yapılıyor…
Yolsuzluk olduğuna da inanılıyor…
Ama “darbe” endişesiyle göz yumulup es geçiliyor!
Bu hakikaten iyi bir formül.
Esasen büyük yolsuzlukların, hırsızlıkların, hak ve hayat gasplarının “Paşalar emrinde silah gücüyle icrası” da olan askeri darbelerin tabii öyle bir “bahanesi” olamamıştı:
Düşünsenize bir darbenin yolsuzluk ve hırsızlıklarını “Sonra darbe olur” diye meşrulaştırdığını; mümkün değil.
Ama “böyle demokrasi”de mümkün işte!
Oysa demokrasi, yolsuzluğun da pekala mümkün olduğu, ama hesabının sorulmasının daha da mümkün olduğu bir rejim diye tanınır sağda solda!
Demokrasiyi bırak…
Dini, ahlaki sistemler de bunu öyle telkin eder.
Memleketimizdeki köprü çatlağı yüzünden intihar eden Japon mühendisin suçu, “Sonra darbe olur” diyen bir siyasi-ahlaki kültüre sahip olmamasıydı!
Yoksa Ankara’da da ne köprüler çatladı; bir şey oldu mu?

***

Darbe meselesi de zaten çağ atladı.
İktidar ve liderinin kaç sene boyunca “Bunlar darbeci” diye bağırdığı (ve hakikaten darbe geleneğine sahip bir ordunun mensubu)“paşalar” artık resmen “kumpas kurbanı” sayılıyor.
Kumpas süreci”nde iktidarla ortak olan “ne istedilerse verdik” ekibi ise “darbeci” oldu.
Geziciler” de darbeciydi; “montaj-dublaj-pikaj-drenaj-patinaj” bant ve tapeleri hazırlayanlar ile kasaları, kutuları, sıfırları kurcalayanlar da.
Askeri darbeciler”e karşı özel bir ordu haline getirilen polisin, “küçük” kısmı da olsa, işte bir kısmı “darbeci” ilan edildi.
Asker darbeciler”in darbeci olmadığının anlaşılmasıyla, elde sivil (ve bir kısım polis) darbeciler var!
O yüzden “tehlike” geçene kadar, yolsuzluk da varsa, sorun değil.
Şunu da bilin: Bu tehlike bitmez!

***

Nitekim ortada ne Arınç ne hınç kaldı.
Biraz ıkınsanız dahi, “darbe olmasın” diye hep yutkunmak zorundasınız.
Sofra böyle kuruldu; yersen, buyur yiyebildiğin kadar ye!
Mahkemeye verirsen zararlı çıkarsın” bittabi abi!
Hakikaten mahkeme olsa belki zararlı çıkılır.
O yüzden yargısız, hukuksuz hâsılat ile kâra devam!

***

İşin tuhafı, bu “satmanın, zararlı çıkma”nın muhafazakâr bir ahlak sisteminde de, bir hukuk devletinde de ne demek olduğuna bile kafa yorulmuyor.
Kafalar hakikaten bitkin olmalı!
Kafa”kanlık sistemi böyle bir şey belki de!

***

Sizlere 15 yıl kadar önce kaybettiğimiz Yıldırım Gürses’ten “Mahcup Delikanlı”nın sözleri ile veda edeyim sevgili söz dinleyiciler:
Dilimin ucunda, dudaklarımda… Sana söylemeye cesaretim yok
Ben mahcup utangaç bir delikanlı… Bırakıp gitmeye cesaretim yok”

Genelkurmay’ın kaç milletvekiline ihtiyacı var? / LEVENT GÜLTEKİN

Yeni bir mecrada yazıya başlandığında okurla tanışma babında, küçük bir hasbıhal edilir. Bu konuda pek tecrübeli değilim. Bu nedenle, tanışma yazısı yazamadım.
Diken okurlarıyla, hepimiz için huzurlu ve özgür bir Türkiye’nin oluşmasına katkı amacıyla yol arkadaşlığı yapmaya geldim. Umarım zaman içinde birbirimizi daha iyi tanıyıp anlayacağız. Güzel bir yol arkadaşlığı diliyorum.
Şimdi gelelim konuya.

Erdoğan’ın hesabı

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkan olmak için 400 vekile ihtiyacı var. Bunun için anayasayı hiçe sayarak mitingler yapıyor. Bunun için herkesi, her kurumu hatta ülkenin çözüm bekleyen her sorununu rehin alıyor.
Bu hırsı uğruna kendi arkadaşlarıyla bile kavga ediyor. Milliyetçilerin oylarını almak için milliyetçi gibi konuşuyor.
HDP barajı aşmasın diye, mimarı olduğu barış sürecini tehlikeye atacak çıkışlar yapıyor. Bir taraftan MHP’nin yükselişine dikkat çekip barış yanlılarını korkutuyor. Diğer taraftan da, ‘Ben olmazsam asker yeniden sahaya iner’ iması içeren mesajlar veriyor.
Bu mesajla, Abdullah Öcalan’ı korkutarak HDP’yi dizginlemeye yöneltmeye çalışıyor. Çünkü HDP’nin barajı aşma ihtimali, Erdoğan’ın başkanlık hesaplarının önündeki en büyük engel.

Genelkurmay’dan ilginç bir destek

İşte, Erdoğan’ın tüm bu manevralarına, Genelkurmay’dan bugünlerde ilginç bir destek var. Barış süreci boyunca ortalıkta görünmeyen, tek bir yorum yapmayan TSK, Erdoğan’ın son çıkışları üzerine yeniden görünür oldu.
Genelkurmay önce Abdullah Öcalan’ın Nevruz açıklamasını kınayan zehir zemberek bir bildiri yayınladı.
Diğer taraftan Uludere’de insanların yük taşıyıcı olarak kullandığı katırları öldürdü. Ardından ‘Bize havan topuyla saldırdılar, biz de karşılık verdik’ diyerek doğuda PKK’lılarla yeniden çatışmalar başlayabilir havası pompalamaya başladı.
Barış sürecinin ruhuna aykırı ifadeler kullanmaktan da imtina etmiyor. ‘Terörist başı’ diyor. TSK’nın PKK’yla 31 yıllık silahlı mücadelesine methiyeler düzüyor.

Ne oldu da…

Barış süreci yaklaşık üç yıldır sürüyor. Öcalan masada. Milletvekilleri Kandil’e mektup götürüp getiriyor.
MİT müsteşarı neredeyse İmralı’yı mesken yapmış. Üç yıldır Öcalan’ın Nevruz mesajları meydanlarda, TV’lerde okunuyor. PKK’lı fanatik gençler ilk defa bugünlerde değil, süreç boyunca farklı illerde zaman zaman taşkınlıklar yapıyorlar. Tüm bunları üç yıldır büyük bir olgunlukla karşılayan TSK birdenbire tutum değiştirdi.
Peki, ne oldu da barış süreci boyunca sesini çıkarmayan Genelkurmay tam da Erdoğan’ın işine yarayacak şekilde ortalıkta görünür olmaya başladı? Niçin tam da Erdoğan’ın HDP’ye ve PKK’ya gözdağı verdiği bir ortamda sesini yükseltti? Neden HDP’yi (ve aslında tüm Türkiye’yi) zora sokacak bir çatışma ateşini körüklüyor?

Niçin Erdoğan’ın arkasında hizaya girdiniz?

Erdoğan’ın ne yapmak istediğini, nereye varmak istediğini biliyoruz. Kurduğu oyunun farkındayız.
TSK’ya sormak lazım: Erdoğan’ın başkanlık arzusunu gerçekleştirmek için 400 vekile ihtiyacı var. Bunun için her yolu mubah görüyor. Ülkemiz için büyük kazanım olan barış sürecini bile tehlikeye atmaktan imtina etmiyor. Peki, size ne oluyor? Siz niçin Erdoğan’ın arkasında hizaya girdiniz? Niçin Erdoğan’ın bu manevralarına güç katacak bir tutuma yöneldiniz?  Nedir sizin derdiniz? Bu çıkışınızla neyi amaçlıyorsunuz? Ne elde edeceksiniz?

İç barış sizin umrunuzda değil mi?

Bir taraftan sert açıklamalar yapıyorsunuz. Diğer taraftan katırları öldürüyorsunuz. Bir yandan da yıllardır taşkınlık yapan PKK’lılarla tam da bugünlerde çatışma çıkarmaya can atıyorsunuz.
Niçin Erdoğan’ın tam da Öcalan’a ve HDP’ye ‘Bakın ben gidersem askerle işiniz zor’ dediği bir dönemde ortaya atıldınız? Niçin TSK konusunda, Erdoğan’ın tehdidini haklı gösteriyorsunuz? Nedir derdiniz gerçekten? Niçin TSK’yı seçimin malzemesi yapıyor, Erdoğan’ın akıl almaz hesaplarına ortak ediyorsunuz? Üstelik yıllardır deneyip de hiçbir sonuç alamadığınız söz ve davranışlarla.
Kürt meselesinde üç yıldır barış süreciyle büyük bir mesafe alındı. Bundan haberiniz yok mu? İç barış sizin umrunuzda değil mi? Milletin huzurunu ve TSK’nın itibarını düşünmeniz gerekmiyor mu? Daha hassas, daha sorumlu, daha bilgece bir tavır göstermeniz gerekmiyor mu? Yeni bir üslup, yeni bir yaklaşım ihtiyacınız yok mu? Niçin tüm bu kazanımlar yokmuş gibi davranıyorsunuz?

Normalleştirme çabalarına niçin köstek oluyorsunuz?

Mesela Öcalan’ın kendi tabanına “30 yıllık silahlı mücadele son buldu, artık demokratik mücadeleye geçiyoruz” çağrısının hiç mi kıymeti yok? HDP “Etnik temelli siyasetten vazgeçtik. Artık herkes için demokrasi mücadelesi yürüteceğiz” dedi; Kürt siyasi hareketinin geldiği bu noktayı niçin görmezden geliyorsunuz? Tabanı normalleştirmeye dönük bir çabaları var; bu çabaya niçin köstek oluyorsunuz?  Küçük, fanatik gruplar dışında toplumun genelindeki barışa ve bütünlüğe destek sizi niçin mutlu etmiyor? Meseleye neden hâlâ eski günlerin duygusuyla yaklaşıyorsunuz?

31 yıllık mücadelede çocuklarımızın ölümünden başka ne var?

Yaptığınız açıklamada TSK’nın PKK’yla 31 yıllık mücadelesine methiyeler diziyorsunuz. Ne var o 31 yıllık mücadelenin içinde Allah aşkına? Göğsümüzü kabartacak hangi başarınız var? Çocuklarımızın ölümünden başka ne var? O mücadele yöntemi, sorunu büyütmekten başka neye yaradı?
‘PKK ile mücadele ediyoruz’ diye gencecik çocuklarımızı ölüme gönderdiniz. Bir karakol yapmayı bile başaramadınız. O çocukları çadırdan karakollarda ölüme gönderdiniz. TV’lerde hangi arabesk şarkının çalınacağına bile kafa yoruyordunuz. Ama gencecik çocuklarımızın bir ilden başka bir ile transferine kafa yormuyordunuz. Ve bundan dolayı yüzlerce gencimiz ölüyordu.

Bedel ödemeden ortalıkta kahraman edasıyla dolaşıyorsunuz

Bu ülkenin tüm çocuklarını kendi çocuğunuz gibi görüp onların nazını çekecek bir olgunluk göstermediniz. 30 yıl boyunca bilgece bir tavırla sorunu çözmeyi değil, yüzeysel bir tavırla savaşı tercih ettiniz. Erdoğan’ın başlattığı barış sürecini 20-30 yıl önce siz başlatmış olsaydınız, binlerce gencimiz şimdi hayatta olacaktı.
Ve tüm bu hatalarınızın bedelini ödemeden, ortalıkta kahraman edasıyla dolaşıyorsunuz. Uyguladığınız yöntemde açıkça başarısızken hâlâ çatışmacı, dışlayıcı, aşağılayıcı söz ve davranışları çare olarak görüyorsunuz.

Erdoğan’ı anladık, size ne oluyor?

Erdoğan’ı anladık. Başkan olmak için herkesi, her şeyi harcamaktan imtina etmeyecek.
Peki size ne oluyor? Siz niçin bu hesaplı oyunun bir tarafı oluyorsunuz? Sizin aklınızdan geçen ne? ‘Öcalan’la dost olun’ demiyoruz. Halkla dost olun ve ülkeyi ayrıştırıcı değil, bütünleştirici bir tavır benimseyin. Bu işinize gelmiyor mu?
Gerçekten çok merak ediyorum bunca başarısızlığa rağmen, böyle kahraman edasıyla konuşma cesaretini nasıl buluyorsunuz?

Arap ülkeleri, ortak askerî güç kuruyor

Arap ülkeleri, ortak askerî güç kuruyor
 
30 Mart 2015, Pazartesi
Mısır’da toplanan Arap Birliği liderleri iki gün süren zirvede bölgedeki güvenlik tehditlerine karşı müşterek bir ordu kurulmasına karar verdi. 40 bin kişilik olması planlanan gücün merkezi Riyad ya da Kahire olacak. Arap liderler, Suudi Arabistan Kralı Selman’ın öncülüğünde Yemen’de başlatılan operasyonun da İran destekli Husi milisler ele geçirdikleri yerlerden çekilene ve silahlarını bırakana dek süreceğini belirtti.
 
 
Suudi Arabistan öncülüğündeki 10 ülkenin Yemen’de Şii Husilere karşı başlattığı hava operasyonunun gölgesinde Mısır’da gerçekleştirilen Arap Birliği zirvesinde önemli kararlar alındı. Liderler, Şarm el Şeyh şehrindeki iki günlük zirvenin sonunda Ortadoğu’da artan güvenlik tehditleriyle mücadele için ortak bir askerî güç kurulmasını kararlaştırdı. Müşterek gücün yapısı ve mekanizması konusundaki çalışmalar üye ülkelerin genelkurmay başkanlarından oluşan bir heyet tarafından şekillendirilecek. Hava ve deniz unsurlarının da bulunacağı söz konusu birliğin 40 bin askerden oluşması öngörülüyor. Birliğin komuta merkezi ise Riyad ya da Kahire olacak. 22 üyeli Arap Birliği’nde bu birliğe katılım gönüllülük esasına göre olacak. Oluşturulacak güç, üye ülkelerin herhangi bir güvenlik tehdidiyle karşılaşması halinde ilgili ülkenin talebi üzerine askeri müdahalede bulunacak. Ortak bir Arap gücü fikri daha önce de birçok kez gündeme gelmiş ancak somut adım atılamamıştı. Ancak bölgede artan İran etkisi, IŞİD tehdidi, 5. yılına giren Suriye’deki iç savaş gibi güvenlik riskleri sebebiyle Arap liderlerin bu kez konuyu daha ciddi ele aldığı ifade ediliyor. Ancak Şiilerin iktidarda olduğu Irak’ın, bu konuda çekimser kaldığı bildirildi.

OPERASYON ‘HUSİLER ÇEKİLENE DEK’ SÜRECEK
Arap liderler ayrıca, Yemen’de yönetime el koyup birçok bölgeyi kontrolleri altına alan Husi milislerin ele geçirdikleri yerlerden “derhal” çekilmesini istedi. Zirve sonuç bildirgesinde perşembe günü başlatılan operasyonun milisler çekilene ve silahlarını teslim edene dek süreceği belirtildi. Bu karar, Sünni Arap ülkelerinin Husileri destekleyen İran’a karşı daha sert bir tutum takınacağının işareti olarak yorumlandı.
Husi milisleri ise Arap Birliği’nin ülkenin meşru lideri olarak gördüğü Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansu Hadi’ye bağlı güçler ile çatışmaya devam ediyor. Ağır bombardımana rağmen Husilerin güneydeki stratejik Aden şehrini almasının, koalisyona darbe vuracağı belirtiliyor.

Kilit isim Salih’ten ateşkes çağrısı

Yemen’de Husilerin ilerleyişinde perde arkasındaki kilit isim olarak görülen ülkenin eski cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih aylar sonra kamuoyu önüne çıktı. 33 yıl iktidarda kalan Salih, önceki akşam Yemen televizyonunda yayınlanan konuşmasında ateşkes ve müzakere çağrısı yaptı. Suudi Arabistan’ın yeniden başkent Sana’da kontrolü almasını istediği Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’nin geri dönüşü seçeneğine ise karşı çıktı. Yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesi için seçimlere gidilmesini istedi. Halk ayaklanması sonucu 2012 başında görevi Hadi’ye bırakan Salih, sandığa gidilmesi halinde kendisini ya da ailesinden herhangi bir ismin aday olmayacağını da bildirdi. Ancak Mısır’daki Arap Birliği zirvesinde Husiler çekilene dek operasyonun süreceği açıklandı. Siyasi gözlemciler, Husilerin ülkenin kuzeyinden gelerek güneydeki Aden şehrine kadar ilerlemesinde ordu içindeki Salih’e sadık önemli birliklerin milislerin safında yer almasının büyük etkisi olduğunu belirtiyor.

Asker, tartıştığı 2 askeri ağır yaraladı

"İzmir Çiğli 2’nci Ana Jet Üs Komutanlığı Hizmet Bölüğü’nde görev yapan bir asker tartıştığı 2 askeri silahla vurarak yaraladı. "

Olayın ardından asker gözaltına alınırken, yaralı askerlerin durumunun ağır olduğu öğrenildi..

27 Mart 2015 Cuma

: "İki güçlü savaşçı vardır, bunlar sabır ve zamandır."
- Tolstoy

24 Mart 2015 Salı

Atış, Test ve Değerlendirme Merkezi Açıldı

 
Atış, Test ve Değerlendirme Merkezi Açıldı

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Konya’nın Karapınar ilçesinde Milli Savunma Bakanlığı Atış, Test ve Değerlendirme Merkezi’nin açılışını gerçekleştirdi.

Açılış törenine, Başbakan Davutoğlu, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar, Konya Valisi Muammer Erol, eski Ulaştırma, Denizclik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek ve protokol mensupları katıldı. Törende konuşan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Çanakkale Savaşı’nın 100. yılının bu sene çok daha derin anlamlar içeren bir şekilde anıldığını belirterek, “Şehitlerimizi rahmetle andık. Şehitliği o gün gezerken Türkiye’nin her bir yanından gelen şehitlerimiz yanında Türkiye’nin sınırları dışında kalmış olan Kerkük’ten, Bağdat’tan, Basra’dan, Kudüs’ten Halep’ten, Şam’dan, Üsküp’ten, Saraybosna’dan ve Kafkaslardan akın akın gelip sadece Çanakkale Boğazı’nı değil, sadece İstanbul’u değil, bir milletin geleceğini, sadece bir milletin geleceğini değil kadim kültürlerin ve mazlum milletlerin geleceğini de belirlemek üzere toprağa düşen şehitlerimizi bir kere daha andık. Anmalar önemlidir, milli bilinci, milli şuuru harekete geçirir. Ama sadece anmalarla yetindiğinizde bir müddet sonra bu anma bir hamasete dönüşebilir, içi boşaltılabilir ve sadece hissi bir ortamın yaşanması üzerinden bir şekilde formel törenler haline dönüşebilir.”

İstiklal Marşı’mızdan, Çanakkale destanımızdan aldığımız o büyük ilhamı bugüne ve geleceğe taşıdığımızı anlatan Davutoğlu, “Bunun iki çarpıcı örneği de, birincisi, 16 Mart’ta Sayın Cumhurbaşkanımızın katılımlarıyla hep birlikte ASELSAN Radar ve Elektronik Harp Teknolojileri Merkezi’ni açmamızdır. İkincisi bugün burada Atış, Test ve Değerlendirme Merkezi’mizin açılışı. Şimdi bunları bir araya getirdiğimizde aslında sahip olduğumuz savunma perspektifini ve siyasi iradeyi de ortaya koymuş oluyoruz. Biz hem Çanakkale Savaşı ve İstiklal Marşı’nın ruhunu bugüne taşıyacağız, hem de bu ruhun bugün bu topraklarda ebedi istiklalimizin sağlanmasını teminen savunma sanayimizi güçlendireceğiz. Milletlerin kahramanlıkları onların tarih üzerinde büyük bir hürmetle anılmasını sağlar ama bekalarını sağlayamayabilir. Nitekim Çanakkale Savaşı’nı kazandık ama maalesef 1. Dünya Savaşı’nı kaybettik, topraklarımız büyük bir işgal tehdidi altında kaldı. Milletlerin kaderini tayin edecek olan kahramanlıkları yanında o kahramanlığı taçlandıracak teknolojik altyapıya sahip olmalarıdır. Kıbrıs Barış Harekatı’nda karşı karşıya kaldığımız zorlukları büyük bir kahramanlıkla kazandığımız cumhuriyetimizin en büyük askeri başarısını aynı zamanda büyük bir ders olarak gördük ve o savaş esnasında yaşadığımız tecrübelerle savunma sanayini geliştirme kararını aldık” diye konuştu.

“BENİ GURURLANDIRIYOR”

O zamandan bugüne Türkiye’nin kendi savunma sanayi altyapısını geliştirme konusunda önemli mesafe kat ettiğini anlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Bunun en çarpıcı örneği ASELSAN’dır. Ama bir hususu dikkatlerinize getirmek isterim. 2002’ye kadar Türkiye savunma sanayi ihtiyacının yüzde 80’ini dışarıdan karşılıyordu, en temel alanlarda, en stratejik alanlarda komponentleri dışarıdan gelen montaja dayalı savunma sanayi unsurlarını geliştiriyordu. Ama son 12 yıl içinde gerek ekonomimizin sağladığı ekonomik imkanlar, gerek siyasi irademiz ve stratejik vizyonumuzla Türkiye artık sadece kahraman bir milletin güçlü silahlı kuvvetlerini barındıran değil aynı zamanda dünyada önemli bir savunma sanayi ülkesidir. 5 milyar dolarlık üretim, 1,6 milyar dolarlık ihracat, 1 milyarlık ki en önemlisi bu alandır Ar-Ge yatırımlarıyla savunma sanayimiz artık bir çok sanayi sektörümüzün sürükleyici unsurudur, hem de istikbalimizin teminatı mahiyetindedir. Savunma sanayimizde üretilen yeni silah kapasitemizin, mühimmatımızın, füze, roketlerimizin denenmesi, uygulama ile Ar-ge arasındaki irtibatı sağlayan bir unsurdur. Savunma sanayi altyapımızı destekleyecek entegre bir sistem bunun uygulamalarını da gerekli kılar. Belki Çanakkale Savaşlarında sahip olduğumuz vatan topraklarından bir kısmını terk etmek zorunda kaldık ama bugün bu tür uygulamaları yapacak bir toprağa, bir ülkeye sahibiz. Bu anlamda Türkiye her türlü uygulamayı kendi içinde gerçekleştirebilecek NATO’nun en önemli atış, test ve değerlendirme merkezlerini kurabilecek coğrafi genişliğe de sahip, bunları yapabilecek teknolojik kapasiteye de sahip. Bu anlamda tesislerin Konya’da kuruluyor olması da beni bir Konyalı olarak gururlandırıyor.”

KALP KRİZİNDEN ÖLEN ASTSUBAY'A SON GÖREV


KALP KRİZİNDEN ÖLEN ASTSUBAY'A SON GÖREV

KIBRIS’ta görevli Astsubay Kıdemli Başçavuş 51 yaşındaki Süleyman Gürüre, geçen pazar günü kalp krizinden yaşamını yitirdi. Astsubay Gürüre'nin cenazesi, memleketi Manisa'nın Salihli İlçesi'nde düzenlenen törenin ardından toprağa verildi.

MEMELEKETİ MANİSA'DA TOPRAĞA VERİLDİ

Evli ve 2 çocuk babası Kıdemli Başçavuş Süleyman Gürüre için memleketi Salihli'nin İmam Camii'nde tören düzenlendi. Manisa Garnizon Komutanı Tuğgeneral Yavuz Ekrem Aslan, Manisa 1. Piyade Eğitim Tugayı Şehit ve Gazi İşlem Subayı Piyade Albay Agah Demirkıran, Manisa Merkez Komutanı Topçu Albay Murat Yılmaz, Salihli Garnizon Komutanı Binbaşı Yavuz Yavuz, Salihli Belediye Başkanı MHP'li Zeki Kayda, Salihli Cumhuriyet Başsavcısı Ali Rıza San, İlçe Emniyet Müdürü Mehmet Taşcı, askeri yetkililer, daire müdürleri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile vatandaşlar törene katıldı.

2 ÇOCUK BABASIYDI

Öğlende kılınan namazın ardından Gürüre, Asri Mezarlığı'nda son yolculuğuna uğurlandı. Tuğgeneral Arslan, Gürüre'nin yakınlarına taziyelerini iletti.

TSK'dan PKK'ya operasyon

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, "Mardin Mazıdağı kırsalında bölücü Terör Örgütü mensuplarına ait olduğu değerlendirilen sığınak, barınak / depoları tespit ve imha etmek maksadıyla, Valilik oluruna istinaden, beş Tim kuvvetle operasyon icra edilmektedir" ifadeleri yer aldı.

Operasyonun devam ettiğini belirten yazılı açıklamada, bir teröristin silahsız ve teçhizatsız olarak teslim olduğunu ve söz konusu teröristin Van Cumhuriyet Savcılığının talimatıyla gözaltına alındığı bilgileri verildi

Bedduacı komutan görevden alındı

 Bedduacı komutan görevden alındı

Sosyal medyadan paralel yapı propagandası yapan Binbaşı Erdal Müniroğlu görevden alındı. Binbaşının 17 ve 25 Aralık darbe girişimi sırasında Gülen'in beddualı videosuna “Derinden amin diyorum” notunu yazdığı ortaya çıktı.



Siirt Jandarma Komutan Yardımcısı Binbaşı Erdal Müniroğlu’na ait olduğu iddia edilen facebook ve twitter hesaplarından paylaşılan paralel yapı propagandası içeren yorumlar ve fotoğraflar şok etkisi yarattı. 6-7 Ekim Kobani olaylarında 5 kişinin öldüğü, yakın tarihe kadar birçok terör olaylarına tanık olan, kırsalında birçok PKK’lının bulunduğu Siirt’te jandarma istihbaratın başında bulunan Binbaşı Müniroğlu iddialar üzerine görevden alındı. Konuyla ilgili valilik inceleme başlatırken iddiaları araştırmak için Siirt’e iki müfettiş gönderildi.
ALENEN PARALEL YAPIYA DESTEK VERDİ
Müniroğlu’nun hesaplarından yaptığı paylaşımlarda 17-25 Aralık darbe girişiminin ardından Fethullah Gülen’in yaptığı beddua ile ilgili dikkat çeken yorumlar var. Müniroğlu, yasadışı dinlemeden tutuklanan Emniyet Müdürü Tufan Ergüder’in bir mesajının altına şu yorumu yapmış: Hocanın bedduasına şimdi derinden amin diyorum.
FUATAVNİ’NİN TWEET'LERİNİ DE PAYLAŞMIŞ 
Paralel yapının sosyal medyadaki köstebeği Fuatavni’nin de sıkı takipçisi olan Binbaşı Müniroğlu sosyal paylaşım sitesinden onun attığı twitleri paylaşmış. Müniroğlu fuatavni’nin Firavun benzetmesi ile ilgili twitini paylaşmış.
KADDAFİ VE FİRAVUN BENZETMESİ 
Kendisi de çok kritik bir devlet görevinde bulunan Binbaşı Erdal Müniroğlu bir paylaşımında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret içeren videoya şu yorumu yapmış “Saddam, Kaddafi, Mübarek, Ebrehe, Karun, Firavun da çok muktedirdi…”

23 Mart 2015 Pazartesi

TSK'den 'Eşme Ruhu' tepkisi

TSK'dan Abdullah Öcalan'ın mektubundaki 'Eşme Ruhu' ifadelerine atfen yapılan 'TSK ile PYD-PKK işbirliği yaptı' yorumlarına çok sert tepki geldi.


İşte TSK'nın açıklaması:
 
1. Bazı basın yayın organlarında; hiçbir zaman muhatabımız olmayan ve olmayacak olan terörist başının “EŞME RUHU” açıklamasına atfen, Süleyman Şah Saygı Karakolu’nun SURİYE toprakları içinde yer değiştirmesi ile ilgili olarak “TSK ile PYD/PKK’nın işbirliği yaptığı” yolundaki yayın ve haberler tamamen gerçek dışı olup; 31 yıldır Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal düzenini değiştirmeyi hedefleyen bir terör örgütü ile silahlı mücadele eden ve bu uğurda binlerce şehit ve gazi vermiş olan şerefli, haysiyetli ve onurlu Millî Ordu Türk Silahlı Kuvvetlerine bu yakıştırmayı yapan kişileri ve yayın organlarını Yüce Türk Milleti önünde şiddetle kınıyoruz.
 
2. Türk Silahlı Kuvvetleri, kendisine yasalarla verilmiş görevleri ve Hükümetlerimizin talimat ve direktifleri doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Yüce Türk Milleti’ne yönelik her türlü terör örgütü ile mücadele etme azim ve kararlılığını sürdürmektedir.
 
3. Açıklamalarımızda defaatle vurguladığımız üzere, Türk Silahlı Kuvvetleri, iç siyasi çekişmelerin bir aktörü olmayacak, Demokratik, Laik, Sosyal, Hukuk Devleti’nin gereklerini yerine getirmeye devam edecektir.
 
Yüce Türk Milleti’ne saygıyla duyurulur.

Türkiye'de emekli askerler neden konuşmaya başladı

Amerika'dan yayın yapan "Almonitor" adlı ünlü sitede, son dönemde kamuoyu önüne sıkça çıkan emekli generallerle ilgili bir yazı yayınlandı.


Amerika'dan yayın yapan "Almonitor" adlı ünlü sitede, son dönemde kamuoyu önüne sıkça çıkan emekli generallerle ilgili bir yazı yayınlandı. Almonitor'dan Metin Gürcan'ın kaleme aldığı "Orduda kutuplaşma mı var?" başlıklı yazıda, eski genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve onun döneminde Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı yapan Korgeneral İsmail Hakkı Pekin'e dikkat çekildi.

"MUTLAKİYETÇİ ŞAHİNLER" VE "REFORM YANLISI KUĞULAR"

Kozmik Oda'nın aranması üzerinden süren açıklamaların arkasında TSK'daki bir iç hesaplaşmanın da olduğuna dikkat çekilen yazıda, adı açıklanmayan generallerin görüşlerine yer verildi. Yazıda TSK'daki kutuplaşmanın "mutlakiyetçi şahinler" ve "reform yanlısı kuğular" olarak adlandırıldığı ifade edildi.
Yazıda, "Aslında son günlerde 'Kozmik Oda' konusundaki tartışmalar TSK ile ilgili önemli bir konuya da dikkat çekiyor. Al-Monitor’ün görüştüğü güvenlik uzmanlarına göre bu tartışmalar TSK’dan emekli generallerin bir kısmının oluşturduğu 'mutlakiyetçi şahinler' ile başta genelkurmay başkanlığı görevini 2011 yılından bu yana çok zor şartlar altında götüren Org.Necdet Özel’in başını çektiği 'reform yanlısı kuğular (reformist doves)' arasında geçiyor" ifadeleri yer aldı.

'SOL REFERANSLARLA TANIMLANABİLECEK SÖYLEME SAHİPLER'

Yazıda, "mutlakiyetçi şahinler"  şöyle tarif ediliyor:
"Vatan Partisi çevresinde kümelenmiş 'Mutlakiyetçi şahinler' oldukça siyasallaşmış, anti-Amerikancı, ulusalcı ve sol referanslarla tanımlanabilecek sert bir söyleme sahipler. Bu grup, TSK’nın geçmişte uğradığı haksızlıklardan siyasi olarak, olabilecek en sert şekilde ve ivedilikle hesap sorulmasını talep ediyorlar. Özellikle Gülencilere yönelik sert rövanşist refleksler geliştiren bu gruba göre, TSK içinde yapılandığı iddia edilen Gülenciler toplu olarak ve en sert şekilde cezalandırılarak tasfiye edilmeli. Türkiye’nin üniter ve laik yapısı da her ne pahasına olursa olsun tavizsiz korunmalı. Bu nedenle mutlakiyetçi sertlik yanlılarının temel amacı TSK’nın yüzünü önce geçmişe çevirerek geçmişle hesaplaşması, sonra mevcut olanı koruması ve sonra imkan olursa geleceğe yönelmesi."

'GÜLENCİLERE YÖNELİK DAHA SAĞDUYULU'

Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in başında yer aldığı “reform yanlısı kuğular” ile ilgili ise şu bilgilere yer veriliyor:

"Org.Necdet Özel’in başını çektiği ve 2015 Ağustos ayında büyük bir ihtimalle genelkurmay başkanlığı koltuğuna 4 yıllığına oturması beklenen şimdiki Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Hulusi Akar’ın da desteklediği gözlenen 'reform yanlısı kuğular' diğer grubu oluşturuyor. Bu grubun temel amacı; TSK’nın yüzünü bir an önce geleceğe dönmesi ve uzun yıllardır yapılamayan yapısal dönüşüm ve reformların bitirilmesi ile TSK’nın bir güvenlik aktörü olarak caydırıcılığının artması. TSK’nın kurum olarak geçmişte yaşadığı travmalardan büyük ders çıkardığı gözlenen bu grup, demokratik süreçlere, sivil siyasete ve hukukun üstünlüğüne önem veriyor. Siyaset yerine hukuk üzerinden hak aramayı tercih ediyor. TSK içinde yapılanmış Gülencilere yönelik daha sağduyulu yaklaşıyor, toplu bir tasfiye seçeneği yerine hakkında iddia olan personelin titiz bir hukuk süreci ile soruşturulmalarının yürütülmesini ve zamana yayılan bir bireysel tasfiye seçeneğinin önemini vurguluyor. Çünkü toplu tasfiyenin aynen Balyoz-Ergenekon süreçlerinde olduğu gibi TSK içinde yeni bir cadı avı başlatacağını, bunun da yeni bir kurumsal travma yaratacağını düşünüyorlar."
Yazının sonun ise " mutlakiyetçi şahinlerle ile reform yanlısı kuğuların mücadelesinin nasıl sonuçlanacağını tahmin etmek zor" denilerek iki grup arasındaki çekişmenin süreceği belirtiliyor.

Yüzbinlerce TSK personeli için kritik karar

Askeri yargı, TSK’ya mensup yüz binlerce kişiyi ilgilendiren önemli bir karara imza attı. Bir astsubay, askeri lojmandaki evlerine giriş için öğretmen eşi için de ‘TSK Akıllı Kart’ talep etti. İdare, talep formundaki fotoğrafın başörtülü olması nedeni ile talebi geri çevirdi; kartı vermedi. Açılan davada, Milli Savunma Bakanlığı da ‘çağdaşlık’ vurgusu yaptı ‘dava reddedilsin’ dedi. Davaya bakan mahkeme, başörtülü eşe kart verilmesine, düzenlemenin ilgili maddesinin iptaline oy birliği ile karar verdi. Davayı açan avukat Mehmet Erkan Akkuş, emsal nitelikteki kararın yüzbinlerce askerin yanı sıra aileleri için de büyük önem taşıdığına dikkat çekti.

Piyade Başçavuş Hakan Kayabaşı, ağustos 1999’da orduya girdi. Çeşitli birlik ve garnizonlarda görev yaptı. İstanbul’da görevli olduğu eylül 2012 yılında ise öğretmenlik yapan Meral B. ile evlendi.

LOJMANDAKİ EVİNE GİREMEDİ
Hakan Kayabaşı’nın tayini geçtiğimiz yıl Ankara’ya yapıldı. Kayabaşı çifti Ankara’ya taşındı. Lojman başvurusu yapan Kayabaşı çiftine, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Etimesgut Lojmanından bir ev tahsis edildi. Çifti lojmandaki yeni evlerine taşındı. Ancak taşınmadan kısa bir süre sonra Meral Kayabaşı için, lojmanın nizamiyesine giriş-çıkışlarda sorun çıkmaya başladı.

BAŞVURUYA ‘RED’ YANITI
Lojmana giriş çıkışlarda personele verilen ‘TSK Akıllı Kart’ın çıkarılması gerekiyordu. Meral Kayabaşı için kart çıkarılması form dolduruldu; 5 Eylül günü idareye talepte bulunuldu. Yanıt, başvurudan 12 gün sonra 1. Kara Havacılık Alayı Meydan Hareket Tabur Komutanlığı’ndan geldi. Gelen yanıtta, kart başvurusu talebi reddedildi. Gerekçe ise, başvuru formunda yer alan fotoğrafın başörtülü olması gösterildi. Bu durumun TSK Akıllı Kart Yönergesine aykırı olduğu belirtildi.

‘HAKKANİYETE AYKIRI’
Gelen bu yanıt üzerine Kayabaşı çifti Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) dava açtı. Dava başvuru dilekçesinde Meral Kayabaşı’nın evini kullanamadığına işaret edilerek “TSK Akıllı Kart Yönergesinin ilgili bendi hukuka ve hakkaniyete aykırıdır” denildi. Dava dilekçesinde iki talep öne çıktı. Bunlardan biri yürütmenin durdurulması diğeri ise yönergedeki ilgili hükmün iptali yönündeydi. Dosyaya bakan AYİM Üçüncü Daire Başkanlığı yürütmenin durdurulması talebini reddetti ancak dava başvurusunu kabul etti.

BAKANLIK: ‘DAVA REDDEDİLSİN’
Davalı taraf Milli Savunma Bakanlığı adına gönderilen savunma dilekçesinde ise davanın reddi istendi. Savunma dilekçesinde düzenlemenin açık olduğu; TSK personeli yanı sıra ailelerini de kapsadığına işaret edildi. Savunma dilekçesinde TSK Akıllı Kart Yönergesindeki ilgili düzenlemeye dikkat çekildi. Yönergenin ilgili bendi “Çağdaş olmayan, İnkılap Kanunlarına aykırı, siyasi veya dini bir ideolojiyi belirleyen kılık kıyafetle çekilmiş fotoğraflar kullanılamaz ve yüzün tamamı açık olacak, iki kulak ve alın açıkça görülecektir” şeklinde olduğu belirtildi.

KARAR OYBİRLİĞİ İLE ALINDI
Başsavcılığın da olumsuz görüş bildirdiği dava dosyası ile ilgili mahkeme kararını 26 Şubat günü verdi. Tamamı albaylardan oluşan 5 üyeli daire kararı oybirliği ile aldı. Kararda, Meral Kayabaşı’na kart verilmemesi iptal edildi. Öte yandan, yönergenin ilgili maddesinin de iptal edildiği kararda özetle “Kanun ve yönetmelikle olmayan kısıtlamalar yönerge ile kısıtlanamaz. İptali istenen yönerge TSK personeli olmayan kişileri kapsamaz” denildi. Avukatlık ve yargılama masraflarını da bakanlık üzerine bırakılan karar 20 Mart’ta taraflara tebliğ edildi.

‘EMSAL NİTELİĞİNDE BİR KARAR’
Kayabaşı çiftinin avukatı Mehmet Erkan Akkuş, kararın emsal nitelikte olduğuna vurgu yaptı. “Bu kararla, TSK Akıllı Kart sahibi, ordu evleri, gazinolar, sosyal tesisler ve askeri kışlalara girişte kullanabilecek” diyen Av. Akkuş “Anayasal, hak olan din ve vicdan hürriyetine aykırı, bu işlem ve bu işlemin dayanağı yönerge maddesi iş bu kararla oybirliği ile iptal etti. Bu karar tüm askeri tesisler ve kışlalar ve karargâhlar için emsal niteliğindedir. TSK personeli ve aileleri ile birlikte 1 milyona yakın kişiyi ilgilendiriyor” dedi.

Karar, geçtiğimiz cuma günü taraflara tebliğ edildi.

7 yılın şehidi


7 yılın şehidi

2008 yılında Jandarma Yüzbaşı rütbesindeyken terör örgütü PKK’nın Erzincan’daki mayınlı saldırısıyla yaralanan ve 7 yıldır Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde (GATA) yoğun bakımda tedavi gören Jandarma Binbaşı Yılmaz Tankül, şehit oldu.

Erzincan’ın Kemah ilçesine bağlı Sarıyazı Köyü’ne gelen teröristlerin erzak alıp ayrıldığı ihbarı üzerine Piyade Tabur Komutanlığı ile Kemah İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı birlikler, 11 Ağustos 2008 sabahı bölgeye gitti. Tabur Komutanı Kurmay Yarbay Mikdat Şamdancı ile Kemah İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Yılmaz Tankül’ün de yer aldığı askeri birlik, köylülerle görüşüp dönüşe geçtiği sırada, teröristlerce Sarıyazı-Olukpınar köy yolu ayrımına yerleştirilen uzaktan kumandalı mayın patlatıldı.
 
9 ŞEHİT VARDI
Olayda, Kurmay Yarbay Mikdat Şamdancı, Uzman Jandarma Çavuş Selim Kabataş, Uzman Jandarma Çavuş Gökhan Kuvat, erler Aydın Emer, Önder Muratoğlu, Adem Bilaloğlu, Murat Atsen, Abdurrahman Bolat ve Barış Demir şehit olurken, Jandarma Yüzbaşı Yılmaz Tankül ile Er Ali Üzüm yaralandı.  Olayın ardından tedavi altına alınan Yüzbaşı Tankül 7 yıl süren yaşam mücadelesini kaybetti. Hastanede tedavi gördüğü süre içerisinde rütbesi binbaşılığa yükselen Tankül dün toprağa verildi. Tankül’ün cenazesi Afyonkarahisar’ın Sultandağı ilçesine bağlı Yakasenek Köyü’nde toprağa verildi.  
VALİ GÜNER: YOL KENARINA BOMBALI ARAÇ BIRAKMIŞLAR
Cenaze töreni öncesi İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Ünlüer ile Vali Güner, şehidin baba ocağına giderek, aileye taziyede bulundu. Ünlüer ve Güner, Sultandağı Belediyesi tarafından ev önünde kurulan taziye çadırında baba 74 yaşındaki Mehmet Tankül ile bir süre sohbet etti. Vali Güner başından geçen bir olayı anlattı: "Ben Tunceli Valisiyken, hatta yeni vali olmuştum. Tam çıkacaktım önüme bir dosya geldi. Çıkışım gecikti. Yol kenarına bombalı bir araç bırakmışlar. Askeri bir araç geçerken patlattılar, 6 asker şehit oldu. Daha sonra telsiz konuşmalarından 'Valiyi bekledik, vali çıkmadı biz de askeri araç gelince patlattık' diye konuştuklarını öğrendim."

Barzani'den çok çarpıcı Türkiye açıklaması

IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, Türkiye hakkında çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Taraf'tan Amberin Zaman’a konuşan IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, Musul Başkonsolosluk görevlilerinin alınması ve Peşmergelerin Türkiye üzerinden Kobane’ye geçişine ilişkin çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Barzani, "Önümüzdeki sınav Musul. Şii milisler ve İran’ın artan gücü karşısında Türkiye’den beklentiniz nedir?" sorusuna ise çok ilginç cevap verdi: "Türkiye Musul operasyonuna mutlaka dâhil olmalıdır.

Barzani ile özel sarayında gerçekleşen bir buçuk saatlik röportajın bazı satırbaşları şöyle;

Son geldiğimizde Türkiye’ye karşı büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordunuz. Türkiye ile ilişkileriniz ne durumda?

Belli bir hayal kırıklığı yaşandığı doğru. Ancak ağustosta olaylar patlak verdiğinde Türkiye’de son derece kritik başkanlık seçimleri vardı. AK Parti yeni bir genel başkan seçiyordu. O geçişin sancısız yaşanması gerekiyordu. Ve tabii aynı zamanda IŞİD Türkiye’nin Musul Başkonsolosluk görevlilerini rehin tutuyordu. Ama yine de Türkiye’den yüksek beklentilerimiz vardı.

Tam olarak neydi?

Hemen, anında havadan IŞİD mevzilerini bombalasın istiyorduk. Zaten Irak Kürdistan sınırları [sınırın hemen ötesinde Barmarne bölgesini kastediyor –AZ] dâhilinde Türkiye’nin askerî güçleri, tankları var. Bunların anında müdahil olabileceklerine inanıyorduk.

Böyle bir talebiniz var mıydı?

Olmaz olur mu? İlk telefonu ben açtım. Hem Sayın Cumhurbaşkanı [o zamanki Başbakan] Erdoğan’la hem de Başbakan [o zamanki Dışişleri Bakanı] Davutoğlu’yla görüştüm. Davutoğlu’yla görüşmelerimiz sabahın 3’üne kadar sürdü.

Peki, Türkler neden bir şey yapmadılar?

Hiçbir şey yapmadıkları doğru değil. Türkiye ilk günlerde bizlere kamyon dolusu mermi, havan topu yolladı. Kara yoluyla gönderdiler. Ardından da askerî giysiler, botlar vesaire. Tabii zaman aldı gelmeleri. Ve Türklerin kendileri de yeterince hızlı davranmadıklarını itiraf ettiler sonradan ama daha önce sıraladığım engelleyici faktörler vardı. Şu anda bildiğiniz gibi Türkiye mülteciler konusunda bizlere büyük destek veriyor. [AFAD’ın Dohuk’ta yönettiği] kamplar var. Türkiye IKBY’ye nakdî yardımda bulundu. Geçtiğimiz yıl yarım milyar dolar verdi. Bir yarım milyar dolar daha yolda. Yakında elimize geçer. Ve tabii petrolümüzü Türkiye üzerinden ihraç ediyoruz. Bu çok ama çok önemli. Ancak son zamanların en kapsamlı ve görünür jesti Kobane’de gerçekleşti. Peşmergelerimiz Türkiye üzerinden Kobane’ye geçti.

Ama bizim aldığımız duyumlara göre özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan bu talebinize direndi. Eğer ABD bastırmasaydı olmayacaktı.

Elbette Sayın Erdoğan’ı ikna etmemiz gerekti. Telefonda epey konuştuk. Ama siz neticeye bakınız. Önemli olan netice. Düşünsenize peşmergelerimiz askerî üniformalarıyla, Kürdistan bayraklarıyla ta Zaho’dan Kobane’ye kadar Türkiye toprakları üzerinden geçiş yaptılar. Bu siyasi açıdan son derece hassas bir olaydı. Bunun ehemmiyeti gözardı edemeyiz. Eğer Kobane kurtulduysa bunda Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Sayın Başbakan’ın da mutlak payları var. Amerika’nın da ve tabii ki kahramanca direnen Kürtlerin de.

Peşmergeler Urfa da bazı sıkıntılar yaşamış. Türk askerleri fazla misafirperver davranmamışlar.

Doğru, bazı sıkıntılar yaşandı. Başımız ağrıdı. Peşmergelerin rotasyonunda da bazı pürüzler yaşandı ama bunlar geçelim. Neticeye bakalım.

Musul’daki rehineler özgür, Süleyman Şah Türbesi tahliye edildi. Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelede elini bağlayan bir şey kalmadı. Sizce yeterince aktif bir rol alıyor mu bu mücadelede?

Bildiğiniz gibi bizim peşmergelere Türk askerleri silah değil ama eğitim veriyorlar. Soran bölgesinde, Diyanah’da, Süleymaniye’de Kalaçolan yakınlarında. Bu yöndeki ek taleplerimize olumlu bakacaklarını bildirdiler.

Önümüzdeki sınav Musul. Şii milisler ve İran’ın artan gücü karşısında Türkiye’den beklentiniz nedir?

Türkiye Musul operasyonuna mutlaka dâhil olmalıdır.

Muharip güçlerle mi?

Şart değil. Ancak böyle bir ihtiyaç doğarsa Irak hükümetiyle koordineli olarak Türkiye muharip kara güçleriyle Musul’u özgürleştirme operasyonunda tereddüt etmeden yer almalıdır.

Alacak mı?

Bilmiyorum ama bence yer almalıdır. Başbakanınıza spesifik olarak kara gücü yollaması gerektiğini söylemedim ama Türkiye’nin bu operasyonda yer alması gerektiğini söyledim. Musul, Sünni güçler ve Irak ordusunun birlikte yer aldığı bir operasyonla özgürleştirilmelidir. Bizler tek başımıza girsek Kürt- Arap savaşına döner. Şii milisler girerlerse Sünni- Şii çatışmasına döner. Durum çok hassas.

Geçen günlerde KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’la görüştüğümde PKK güçlerinin Musul operasyonda yer alabileceğini söylemişti. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Komik buluyorum. Çok komik. Bu kadar.

Ama PKK ile son dönemde önemli işbirliğiniz oldu.

Bizim YPG [PKK’nın Suriye kolu] ile çok yakın işbirliğimiz olduğu doğru. IŞİD’e karşı mücadelede çok değerli katkıları oldu. Gerçekten. Ve kendilerine son derece minnettarız. Şengal’de, Mahmur’da, Rabiya’da, Kobane’de birbirimize yardım ettik. Dayanıştık. Ve bu işbirliğimiz halen sürmekte.

Peki, ya PKK? Sanırım aranızda bazı gerginlikler yaşındı. Örneğin Cemil Bayık IKYB Başkanı Sayın Mesut Barzani’yle geçtiğimiz yılın sonunda Erbil’de biraraya gelmişti. Gelecekte işbirliği konusunda olumlu bir görüşme olduğundan bahsetti. Ancak hemen akabinde Şengal’deki Yezidiler kendi meclislerini kurduklarını ilan edince bu süreç durmuş. Sayın Barzani Bayık’ın diyalogu yeniden başlatma talebini içeren geçtiğimiz günlerde yolladığı bir mektuba cevaben Yezidiler meclislerini feshetmeden görüşmelerin yeniden başlayamayacağını bildirmiş.

Şengal Irak’ın bir parçası. Şengal’de [Rojava tarzı] kantonlar kurmaktan bahsederseniz bunun kimseye faydası olmaz. Şengallilerin Irak meclisinde kendi temsilcileri var. Kendi meselelerini kendiler çözerler. Irak içerisindeki geleceklerini kendileri tayin ederler. PKK’nın bizim topraklarımızda bizim işlerimize karışma hakkını kendilerinde görmeleri yanlış bir tutum.

Şöyle de bir gerçek var. IŞİD’e karşı savaşta ABD ile PKK ve PKK’ye yakın güçler fiili işbirliği içerisindeler.

Bizim buna itirazımız yok. Biz büyük tabloya bakıyoruz. Kürt halkının menfaatlerine bakıyoruz. Aksine Batı’yla, ABD’yle ilişkiler onları [PKK’yı barzani1kastediyor] daha pragmatik daha gerçekçi bir çizgiye çeker. Ama sonuçta PKK’nın faaliyet alanı Irak’ın içerisinde, değildir. Olmamalıdır. Suriye’de de gördük PKK’nın dayatmacı bir yanı, tek güç olma hırsı var, bunu doğru bulmuyoruz. Diğer Kürt gruplarıyla da diyalogu olmalıdır. Yine de hepsinin [YPG’yi de kastediyor] katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ediyorum. Bakın sahiden çok büyük katkıları oldu. Bunu asla gözardı edemeyiz.

20 Mart 2015 Cuma

Kozmik oda savcısı:Tazminat davası açacağım

Kozmik Oda soruşturması nedeni ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) 3. Dairesi tarafından hakkında inceleme kararı verilen savcı Mustafa Bilgili açıklama yaptı.

Bazı basın yayın organlarında kendisi hakkında çıkan haberler nedeni ile suç duyurusunda bulunacağını ve tazminat davası açacağını belirten Bilgili, "Bu soruşturma sürecinde Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı müsteşarı ve askeri yetkililer ile görüşmeler yapılmıştır." dedi.

Bilgili, Kozmik Oda soruşturmasına takipsizlik kararı verilmesinden sonra şahsı hakkında bazı basın yayın organlarında çıkan haberler nedeni ile HSYK'da izin alarak yazılı açıklama yaptı. Takipsizlik kararında harddisklerin tamamı devlet sırrı kabul edilerek hakim ve cumhuriyet savcısı tarafından bakılamayacağının belirtilmesinin çelişki doğurduğunu vurgulayan Bilgili, "El konulan tüm evrak ve harddiskler Genelkurmay'a ait olduğuna göre bu belgelerin devlet sırrı olup olmadığı konusunda Genelkurmay'ın değerlendirmesi ile ilgili işlem yapılması gerekirken Genelkurmay'ın devlet sırrı demediği bilgi ve belgelere cumhuriyet savcısının devlet sırrı diyerek Genelkurmay'a iade etmesi ve bu aşamada hakim ve cumhuriyet savcılarının suçluymuş gibi gösterilmesi itiraz sonucu verilen mahkeme kararlarının yok hükmünde kabul edilerek tüm şüphelilerin beyanlarına itibar edilerek lehlerine olacak şekilde yorumlar yapılarak takipsizlik kararı verilmesi yorum ve sorgulamaya açıktır." ifadelerini kullandı.

Bilgili, soruşturma dosyasında emniyet fezlekesi bulunmadığını, tarafınca yapılan ve imzası bulunan tüm işlemlerin yasa ve usuller çerçevesinde, denetime ve itiraza açık olarak yapıldığını kaydeden Bilgili, şüpheliler, şüphelilerin avukatlarının ve askeri kurumların gerekli gördükleri itirazlarını da yaptıklarını vurguladı.

"ADALET BAKANI, ADALET BAKANLIĞI MÜSTEŞARI VE ASKERİ YETKİLİLER İLE GÖRÜŞMELER YAPILMIŞTIR"

Bilgili açıklamasını şöyle tamamladı: "28 Şubat ve faili meçhul soruşturmalarında şüphelilerin devlette çalışan kişiler olması ve mağdurların da toplumun bir kesimi ve hükümet olması sebebi ile dönemin Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı müsteşarı, ve askeri yetkililer ile soruşturma süresi boyunca görüşmeler yapıldığı gibi bu soruşturma sürecinde de Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı müsteşarı ve askeri yetkililer ile görüşmeler yapılmıştır. Basın yayın yolu ile şahsıma karşı hakaret ve iftira içeren beyanlar hakkında suç duyurusunda bulunulacağı ve tazminat davası açılacağını kamuoyuna saygı ile duyurulur."

19 Mart 2015 Perşembe

Erdoğan subaylara seslendi: Komutanların tutuklanmasında aldatıldık

Erdoğan subaylara seslendi: Komutanların tutuklanmasında aldatıldık
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Harp Akademileri Komutanlığı'nı ziyaret etti. Konuşmasında Ergenekon ve Balyoz operasyonlarındaki subay tutuklamalarına da değinen Erdoğan, "Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye'yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık" dedi ve ekledi: "Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı."

'BAŞTA ATATÜRK OLMAK ÜZERE...'

18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitler Günü'nün 100. yıl dönümünde Türk ordusunu tebrik eden Erdoğan, 'başta Atatürk olmak üzere ahirete irtihal eden tüm gazileri ve gül bahçesine girercesine toprağa düşen şehitleri rahmetle yad ettiğini' söyledi.

'KOMUTANLARIN TUTUKLANMASINA GÖNLÜM RAZI OLMADI'

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin tarihin her döneminde tehlikelerle karşı karşıya kaldığını anımsatarak, yakın zamanda eski Genelkurmay Başkanı ve subayların tutuklanmasının da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yaptı.



Bu operasyonlarda suçluyla suçsuzun, yalanla doğrunun aynı kefeye konulduğuna dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:

"Bu operasyonlarla şahsım başta olmak üzere, tüm ülke yanlış yönlendirildi, aldatıldı. Kurumlarımızın içinde örgütlenmiş, güçlü medya desteğiyle teçhiz edilmiş bir yapının, Türkiye'yi ele geçirmek için yürüttüğü bir kumpasa, bir darbe teşebbüsüne hep birlikte maruz kaldık. Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına şahsen gönlüm hiçbir zaman razı olmadı.

Tereddütlerimi, itirazlarımı o dönemde bu işin sorumlularına ifade ettim, hatta kamuoyu önünde de dile getirdim. Ama o zaman önümüze konan, ancak çoğunun sahte ve çarpıtılmış olduğu daha sonra ortaya çıkan belgeler, bilgiler karşısında, hukuka saygı gereği, yapacak bir şeyimiz kalmadı. Bu süreçte, Başbakan ve hükümet olarak bizim de Genelkurmay Başkanımızın ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin de hukuk devleti ilkesine saygının gereğini yerine getirmek dışında bir duruşumuz olmadı. Uzun süredir temkinle yaklaştığım, faaliyetlerini takibe aldığım bu yapı, biliyorsunuz, 17-25 Aralık 2013'te doğrudan hükümeti devirmeye ve adeta Türkiye'ye topyekun el koymaya yönelik bir teşebbüse girişti. Yolsuzluk kılıfı altında başlattıkları bir operasyonla şahsımla birlikte ülkemizin tüm milli kurumlarını, milli projelerimizi hedef aldılar."

Cumhurbaşkanı Erdoğan, savunma sanayinde dışa bağımlılığın anlamını en iyi bilenlerin askerler olduğunu hatırlatarak, Kıbrıs çıkarması başta olmak üzere, pek çok acı hadiseyle bu gerçeği deneyimlendiğini aktardı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a, Harp Akademileri Komutanlığı'nı ziyaretinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz da eşlik etti.

Tuğgeneral İlbaş: Şehidin kanını yerde bırakmadık

  Tuğgeneral İlbaş: Şehidin kanını yerde bırakmadık
Tokat jandarma bölge komutanı tuğgeneral hacı ilbaş, 1990 yılında tunceli’de çatışmada şehit olan jandarma er mustafa kaşka’nın kanını yerde bırakmadıklarını söyledi.

Tokat’ta 18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100. yıl dönümü dolayısıyla Garnizon Şehitliği’nde düzenlenen törende şehitliğe çelenk konuldu. Saygı duruşu ve saygı atışının ardından İstiklal Marşı okundu. Jandarma Binbaşı Neşet Büyüker’in günün anlam ve önemini belirten konuşmasının ardından Tokat Valisi Cevdet Can, Garnizon Komutanı Tuğgeneral Hacı İlbaş, Tokat Belediye Başkanı Eyüp Eroğlu, şehit aileleri ve vatandaşlar şehitlerin kabirlerine karanfil bıraktı. Şırnak’ta oğlu Jandarma Er Hayrettin Kart’ı 1989 yılında şehit veren Peri Kart, oğlunun kabri başında hüzünlü anlar yaşadı.

“KANINI YERDE BIRAKMADIK”
Şehitlikte okunan duanın ardından Tokat Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Hacı İlbaş, Tunceli Ovacık’ta 1990 yılında üsteğmen olarak görev yaparken meydana gelen terör olayında şehit olan Jandarma Er Mustafa Kaşka’nın kabri başında yaşadıklarını anlattı. Vali Can ile Belediye Başkanı Eroğlu’na terör olayını anlatan Tuğgeneral İlbaş, “Ailesi dağılmış gitmiş, bu askerin kimsesi benim. Bu asker benim yaralandığım çatışmada şehit oldu. Cenazesi teröristlerin arasında kalmış idi, cenazesini almak için giderken vurularak yaralandım. Ama kanını yerde bırakmadık. Burada ben hatıralarımı her zaman canlandırıyorum O gün televizyonlarda ‘Jandarma Er Mustafa Kaşka şehit, Üsteğmen Hacı İlbaş yaralı’ diye verilen haberler hep kulaklarımda çınlar” diye konuştu.

26 Haziran Atatürk Kültür Sarayı’nda da 18 Mart Şehitler Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi’nin 100. yıl dönümü dolayısıyla program düzenlendi.

Kadın erkeğin, asker subayın malı değildir! / Şahin Alpay

Geçen hafta basında yer alan iki haber beni derinden sarstı. Bunlardan birine göre, öldürülen kadın sayısı 2013’te 268 iken, 2014’te 302’ye yükselerek ciddi bir artış eğilimine girdi.

2015’in ilk 66 gününde de 66 kadın öldürüldü. Tarsus’ta üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın ülke çapında gösterilerle protesto edilen katlinden sonra cinayetler hız kesmedi. (Tam bunları okuduğumda, ekranlardan Adana’da yol kenarında iki kadın cesedi bulunduğu haberi geldi.)

Kadın cinayetlerindeki artışla ilgili habere kaynaklık eden Umut Vakfı raporuna göre, öldürülen kadınlar ve genç kızlar genellikle koca, nişanlı, sevgili, erkek arkadaş gibi en yakınlarındaki erkeklerin şiddetine maruz kalmakta. Kadınların çoğu boşandığı veya boşanma aşamasında olduğu eşleri tarafından öldürüldü. 2014 yılında Türkiye’de 120 bin, (yanlış okumadınız!) 120 bin dolayında kadın şiddet gördüğü gerekçesiyle polise başvurdu, bunların 78 bini hakkında “geçici koruma tedbir kararı” alındı, 30 binden fazlası sığınma evlerine yerleştirildi!

Umut Vakfı yönetim kurulu üyesi psikiyatr Dr. Ayhan Akcan, kadın cinayetlerinin temel nedeni olarak erkeğin eşini, çocuklarının annesini kendi “malı” olarak gördüğünün, boşansa da bundan vazgeçmediğinin altını çiziyor. Kadınlar ekonomik bağımsızlıklarını kazanmadıkça, eğitim ve meslek sahibi olmadıkça sorunun büyüyerek kuşaktan kuşağa aktarılacağını söylüyor. Bana göre kadın cinayetlerindeki artış eğilimini, bugün ülkeye hakim olan yönetim zihniyetinden, kadınlarla erkeklerin eşit hak ve olanaklara sahip olmalarını “fıtrata ters” gören anlayıştan bağımsız olarak değerlendirmek de mümkün değildir. Kadın cinayetlerinin önlenmesi için Türkiye’nin bu zihniyetten kurtulması şarttır. Öteki şok edici habere göre ise, 2002 – 2012 döneminde çatışmalarda şehit düşen asker sayısı 818 iken, aynı dönemde kışlalarda 934 asker intihar etti! Haberin anlamı çok açık: Son yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne çatıştığı unsurlardan çok kendisi zarar verdi! Haberin dayandığı, Türkiye Barolar Birliği ile Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD) tarafından ortaklaşa düzenlenen “TSK’da mobing (yani şiddet ve kötü muamele) ve intihar vakaları sempozyumu”nun sonuç bildirgesinde verilen sarsıcı bilgiler şöyle: 2012’den bu yana intihar eden askerlerle ilgili resmi rakam açıklanmıyor. Yanlış okumadınız, açıklanmıyor! Derneğin son 3 yılda tesbit edebildiği 158 intihar vakası da dikkate alındığında AKP iktidarı döneminde intihar eden asker sayısı 1141’i bulmakta. Bu sayılar Türkiye’de askerler arasında intihar vakalarının sivillere göre 2,5 kat fazla olduğunu da göstermekte. İntihar olarak kayda geçen asker ölümlerinin bir bölümünün gerçekte maruz kalınan şiddet ya da doğrudan cinayet sonucu ölüm olduğuna dair güçlü kuşkular olduğu muhakkak. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin intihar vakalarında etkili soruşturma yapılmadığına dair kararları ortada. Derneğin sadece astsubayları kapsayan araştırmasına göre, hemen her astsubay meslek hayatının bir döneminde mobinge maruz kaldığını beyan ediyor. Mobing mağdurlarının yüzde 42’si hakaretten, yüzde 30’u dayaktan, yüzde 28’i orantısız cezalardan, yüzde 24’ü sağlık hizmeti alamamaktan, yüzde 14’ü aşırı fiziksel aktiviteye zorlanmaktan, yüzde 14’ü tehdit edilmekten, yüzde 7’si rütbeli personelin şahsi işlerine koşturulmaktan, yüzde 7’si uykusuz bırakılmaktan şikâyet ediyor. Bildirge, TSK’da mobingin, yani şiddet ve kötü muamelenin önlenmesi için acil olarak bir dizi önlem alınmasını öneriyor. Toplum olarak kadınların öldürülmelerine, askerlerin intihar etmelerine yol açan nedenlere karşı duyarlılığımızı, sesimizi yükseltmek zorundayız. Kadın erkeğin, asker subayın “malı” değildir!

TSK GÜNLÜK FAALİYETLER BÜLTENİ

GÜNLÜK FAALİYETLER

17 Mart 2015 tarihinde;
  1. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı:
    1. Karadeniz Uyumu Harekâtı’nda görevli bir Deniz Karakol Uçağı Karadeniz’de uluslararası hava sahasında keşif gözetleme uçuşu icra etmiştir.
    2. Karadeniz Uyumu Harekâtı’nda görevli TCG GÜR, Batı Karadeniz’de karakol icra etmiştir.
    3. NATO Daimi Deniz Görev Grubu-2’de (SNMG-2) görevli TCG TURGUTREİS ve diğer SNMG-2 unsurları (ABD, Kanada, İtalya, Almanya ve Romanya); Batı Karadeniz’de deniz eğitimleri icra etmiştir.
    4. Akdeniz Kalkanı Harekâtı’nda görevli TCG GELİBOLU, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs Adası güneyindeki sözde petrol-doğalgaz arama ruhsat sahalarında sondaj çalışmaları yapan Bahama bayraklı SAIPEM-10000 isimli platform gemisini beş deniz mili (dokuz kilometre) mesafeden izleme görevi icra etmiştir.
    5. Birleşmiş Milletler UNIFIL Deniz Harekâtı’na iştirak eden TCG BEYKOZ, Lübnan açıklarında karakol icra etmiştir.
    6. Joint Warrior-15 Tatbikatı’na iştirak edecek olan TCG BURAKREİS, Barcelona / İspanya Limanı’na intikale devam etmiştir.
    7. NATO Daimi Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu-2’de (SNMCMG-2) görevli TCG ANAMUR, Kuzey Denizi’nde tarihi mayınların imhası maksadıyla Belçika ve Hollanda ev sahipliğindeki Beneficial Cooperation Harekâtı’na iştirak etmiştir.
    8. Arap Denizi ve Basra Körfezi’ne istinaden icra edilen faaliyetlere iştirak eden TCG BÜYÜKADA, liman ziyareti ve Kartallar-2015 Tatbikatı maksadıyla Kuveyt Limanı’nda bulunmaktadır.
    9. Harekât eğitim faaliyetlerinde toplam 36 gemi seyir icra etmiştir.
  2. Hava Kuvvetleri Komutanlığı:
    1. Sekiz adet F-16 uçağı ile Türkiye-Suriye hudut hattı boyunca devriye uçuşu icra edilmiştir.
  3. Sahil Güvenlik Komutanlığı:
    1. Bir adet gemi ile Doğu Akdeniz’de durumsal farkındalığı arttırmaya yönelik keşif ve gözetleme görevi icra etmektedir.
    2. Dört adet bot ile Türkiye-Suriye yan hududunda deniz trafiği kontrolü görevi icra etmektedir.
  4. TSK unsurları aşağıda sunulan tatbikata iştirak etmektedir:
    S.Nu
    Tatbikatın Adı
    Tarih
    Yer
    1.
    TURAZ Şahini-2015 Tatbikatı
    02 Mart-02 Nisan 2015
    Konya
  5. K.K.K.LIĞI HUDUT BİRLİKLERİ TARAFINDAN, HUDUTLARDA YASA DIŞI GEÇMEYE ÇALIŞIRKEN YAKALANAN ŞAHISLAR VE ELE GEÇİRİLEN MALZEMELER
    (18 MART 2015)
    Bölge / Yer
    Ele Geçirilen Personel ve Malzemeler
    Suriye Sınırı
    Gün içerisinde; 219 Suriyeli yakalanmıştır. Ayrıca hudut hattında;
    - 5.713 karton sigara,
    - 226 kg muhtelif gıda,
    - Bir adet motorsiklet,
    - Bir adet tabanca,
    - Yedi adet tabanca mermisi,
    - Bir adet tabanca şarjörü,
    - 197 adet cep telefonu,
    - 95 adet cep telefonu parçası,
    - 21 adet kozmetik malzeme,
    - 16 adet büyükbaş / küçükbaş hayvan ele geçirilmiştir.
    Yunanistan Sınırı
    Gün içerisinde; 17 Suriyeli, 34 Myanmar, iki Tunus, bir Pakistan ve bir Fas vatandaşı yakalanmıştır.
    Bulgaristan Sınırı
    Gün içerisinde; 14 Myanmar vatandaşı yakalanmıştır.
    Not : Gün içerisinde, kara hudutlarımızda yasa dışı geçiş teşebbüsü esnasında toplam 288 şahıs yakalanmıştır.