25 Eylül 2014 Perşembe

Sınırda jet hareketliliği

Sınırda jet hareketliliği
Suriye sınırındaki Şanlıurfa'nın Akçakale İlçesi'nde, uçak ve jet hareketliliği endişe yarattı. Sınırın Türkiye ve Suriye tarafında ışıklar söndürüldü.
Akçakale ile karşısında bulunan IŞİD kontrolündeki Telabyad semalarında gece saatlerinde gelen jet ve uçak sesleri Türkiye tarafında heyecana neden oldu. Paniğe yol açan sesler nedeniyle Türkiye tarafındaki sınır kapısının aydınlatma lambaları ile Telabyad'daki ışıklar tamamen söndürüldü.

F-16 pilotunu döven Kuveyt Ataşesi gitti

F-16 pilotunu döven Kuveyt Ataşesi gitti

Ankara’da trafikte tartıştığı, Brüksel’deki NATO Karargahı’nda görevli F-16 pilotu Kurmay Yarbay Hakan Karakuş’u döven Kuveyt Büyükelçiliği Ataşesi Emad Ali Almohid, Türkiye’den ayrıldı.

Kuveytli diplomatlardan F-16 pilotuna dayak
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akın Öztürk’ün damadı pilot Karakuş’un olaydan sonra ifade verip hakkında suç duyurusunda bulunduğu Almohid, tüm ısrarlara rağmen diplomatik dokunulmazlığa sığınarak ifade vermedi. Genelkurmay Başkanlığı’nın girişimi üzerine, 11 Eylül günü meydana gelen olayla ilgili izahat vermek için Kuveyt Büyükelçiliği yetkilileri Dışişleri Bakanlığı’na çağırıldı.

Genelkurmay Başkanlığı, konuyla ilgili Dışişleri Bakanlığı nezdinde yaptığı girişimlerde Kuveytli Ataşe Emad Ali Almohid’in Türkiye’yi terk etmesi yönünde mesaj vermişti. Dışişleri Bakanlığı, olayın uluslararası kurallar gereği “persona non grata-istenmeyen adam” ilan edilmeyi içermediği için Kuveyt’e, diplomat Almohid’i Türkiye’den çekmesi yönünde mesaj vermişti.

DÖRT KİŞİ SALDIRDI
Ankara’nın bu mesajından sonra Kuveytli diplomatın önceki gün Türkiye’den ayrıldığı ortaya çıktı. 11 Eylül’de Ankara Çankaya’da Turan Güneş Bulvarı üzerinde içinde 4 kişinin bulunduğu Kuveyt Büyükelçiliği’ne ait aracın Pilot Kurmay Yarbay Hakan Karakuş ile eşi ve 6 günlük çocuğunun bulunduğu aracı sıkıştırması üzerine başlayan tartışmada Ataşe Almohid ve üç kişinin, Kurmay Yarmay Karakuş’u öldüresiye dövmesi kamuoyunda infial yaratmıştı. Türk şoför ve diğer iki kişi olay yerinden kaçarken, Almohid halkın tepkisi üzerine cadde üzerindeki bir bankaya sığınmak zorunda kalmıştı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Kuveytli diplomatın özel şoförü Selahaddin A.’nın adli kontrolle salıverilmesine ilişkin itirazı ve tutuklama talebi Ankara 5’inci Sulh Ceza Hakimliği tarafından reddedilmişti.

DIŞİŞLERİ, ÇAĞIRIP UYARMIŞTI


Kuveyt Büyükelçisi Abdulaziz Al-Duwaikh, ataşenin suçsuz olduğunu savunup, “Türkiye’de birçok yatırımımız var. Mahkeme kararı olmadan sınır dışı edildiği duyulursa, Kuveytli yatırımcılar Türkiye’den ayrılacaktır. Çünkü bu ülkeye güvenmeyecekler” demesi ise Ankara’nın tepkisini çekmiş ve bu açıklama üzerine Büyükelçi Al-Duwaikh Dışişleri’ne çağrılarak uyarılmıştı.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Türk korveti TCG Bafra ENI'nin peşinden ayrılmıyor


Türkiye adım adım bu adamları izliyor
1

Kıbrıs Rum yönetiminin tek yanlı parsellediği Doğu Akdeniz’de 3 bölge kiralayan İtalyan petrol şirketi ENI, Ada’nın güneyinde petrol ve doğalgaz sondajına başlıyor. Türk donanmasına bağlı TCG Bafra korveti ENI’nın sondaj platform gemisini adım adım takip ediyor.

Güney Koreli petrol şirketi KOGAS ile ortaklık yapan İtalyan ENI, Kıbrıs adasının güneyini 13 parçaya bölen Rumlar’dan kiraladığı 2, 3 ve 9 numaralı parsellerde arama yapacak. ENI’ye ait Honduras bandıralı SAIPEM 10000 isimli sondaj gemisi, Kıbrıs adasının yaklaşık 100 kilometre güneyinde Amerikan Noble Energy’nin doğalgaz bulduğu Afrodit adı verilen 12 numaralı parsele bitişik 9 numaralı parsele ulaştı. Rumlar ENI’nin sondaj yapacağı 9 numaralı parsele Onasagoras adı verdi.



ENI bu gemiyle 9. parselde sondaj yapacak
 İKİ DENEME SONDAJI 

Bölgeye demir atan sondaj gemisi, teknik hazırlıklarını tamamlamasının ardından yaklaşık 2 bin metre derinlikteki deniz tabanına ulaşmak üzere matkabını çalıştıracak. Gemi 2 ay içinde 2 deneme sondajı yapacak ve deniz tabanına ulaştıktan sonra deldiği topraktan elde edeceği verileri inceleyecek. Sondaj gemisinin 3 ay içinde bölgede doğalgaz bulunup bulunmadığı yönünde ilk bilgilere sahip olması bekleniyor.



Türkiye adanın güneyindeki parsellerde yapılan çalışmaları adım adım takip ediyor.
TÜRK DONANMASI BEKLEMEDE

Kıbrıs Rum medyasından Politis ve Fileleftheros gazeteleri, bölgede devriye geçen Türk donanmasına ait TCG Bafra korvetinin sondaj platform gemisini adım adım takip ettiğini ve 7 deniz mili mesafede sondaj faaliyetlerini izlediğini yazdı. Rum medyasına göre, Türk korveti, taciz edici herhangi bir faaliyette bulunmadı. Kıbrıslı Rumlar doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeler Mısır ve İsrail ile münhasır ekonomik bölge sınırları belirledikten sonra parselledikleri bölgeyi ihalelerle petrol şirketlerine kiralıyor. Amerikan Noble Enerji şirketi iki yıl önce bölgede doğalgaza ulaşmıştı. Türkiye ve KKTC’nin itirazlarına rağmen, Fransız Total ve İtalyan ENI, Rumlardan parsel kiralayan şirketler arasında yer aldı.

Org Hulusi Akar sınırda

Komutan sınırda inceleme yapıyor

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin ABD liderliğindeki koalisyonun Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine yönelik hava operasyonlarına katkı verebileceğini açıklamasının ardından Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar’ın Suriye sınırına gitmesi dikkat çekti.

Orgeneral Akar, sınır boyunca konuşlu askeri birliklerde inceleme yaptı. Akar, bölgedeki komutanlardan TSK’nın sınır güvenliğine ilişkin önlemleriyle ilgili brifing de aldı.

Bedelli Askerlik'te sıcak gelişme: Yalçın Akdoğan konuştu

En son 2011 yılında çıkarılan bedelli askerlik yasası ile yaş sınırı 30 ve ödenecek miktar da 30 bin TL olarak belirlenmişti. İçerisinde bulunduğumuz 2014 yılı içinse durum henüz netlik kazanmadı.

'Bedelli'de sıcak gelişme
Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun beyanatlarından sonra gözler Genelkurmay Başkanlığı’nda.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın bulunduğu beyanatların ardından Genelkurmay Başkanlığı’nın yapacağı açıklama merak konusu oldu.

Bedelli askerlik hakkında gündeme gelen ve dile getirilen olumlu açıklamalar, bedelli askerliğin çıkma ihtimali olasılığını bekleyen vatandaşların sayısını oldukça arttırmıştı.

Genelkurmay Başkanlığı, askerliğin "vatani görev" olarak bilinmesine karşın, "Parası olan askerlikten muaf" algısı oluşması istemiyor.

Toplam asker sayısı, planlamalar ve faaliyetleri göz önünde tutularak hükümete bir rapor sunması beklenen Genelkurmay Başkanlığı’nın saptamaları, bedellinin kapsam ve şekli hakkında hükümete ışık tutacak. Çünkü bedelli askerlik konusunda Genelkurmay’ın dikkat ettiği en önemli kriter Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesindeki asker mevcudu. Eylül ayı başı itibarıyla, TSK'da 671 bin 275 personel görev yapıyor. Bu mevcut dahilinde özellikle erbaş ve erler ile yedek subayların konumu ehemmiyetli konuların başında geliyor. 
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan bedelli askerlik ile ilgili son olarak "Rasyonel kriterlerle ele almak lazım, TSK'nın kendi planlaması önemli. Başbakanımız brifingler aldıktan sonra değerlendirilecek" diye konuştu.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Asker duymasın diye seni hep emziriyordum! / Hasan Cemal

Haydar Işık, Dersimli bir Kürt yazar, bir aydın insan. Tam 36 yıldır memleketi Dersim’e adım atmamış, Almanya’da sürgünde yaşıyor. On beş yirmi gün önce yollarımız Irak Kürdistanı’nda, Süleymaniye’de kesişti. Bir akşam vakti yaşadıklarını dinlerken, bunları bana mektuplaştırmasını rica ettim. Sevgili Haydar Işık’ın 20 Nisan 2014 tarihli mektubu aşağıda yer alıyor.

SİZ ve BEN!
Sevgili Hasan Cemal,
Siz annenizden;
“Asker şu derede Dersimlilere ağaç kütüğü, dal, çalı çırpı toplattı. Sonra onları ağaç kütüklerine bağladı ve gaz döküp yaktı. Yanan insan gövdeleri havaya fırlıyordu. Asker duymasın diye seni hep emziriyordum” dediğini duydunuz mu?
Siz askerden korkar mısınız?
Siz;
“Sus! Asker gelecek!” diye büyütüldünüz mü?
Asker, mahallenize doğru tepeden inince, bir primat gibi ağaç dalları arasında kayboldunuz mu? Hatta Türk zabiti iken bile generalden korktuğunuz oldu mu?

Kürdüm, doğruyum!

Yedi yaşında tek kelime bilmediğiniz bir dilden ilkokula başlayınca, elinde sopa sınıfa giren öğretmeniniz, “Kürdüm, doğruyum”u söyletirse, anlamını bilmediğiniz bu sözleri sevip ruhunuzun en mutena köşesine koyar mısınız?
Ardından “Güzel Kürtçe” öğrenirken, ananızın dili yasaklanırsa ve evde anne ile konuşmanın damda dolaşan ispiyoncu arkadaşlarınız tarafından dinlendiği korkusuyla ketum kalırsanız, ihbar edilip yaş söğüt dalıyla sırtınıza ve kafanıza dayak yerseniz, ruhsal gelişmeniz, çocuk davranışınız, bedensel büyümeye uygun gider mi?
İlkokul sonrası sizi, celeplerin hayvan alması gibi Köy Enstitüsü’ne götürüp, gece gündüz Kürtlük ile kalkıp onunla yatağa gönderirlerse, hatta bir köpek gibi terbiye edilirseniz, soyunuza, ananız, babanız, dil ve geleneklerinizin her gün bu Kürtlük batağında yok edildikleri halde, yoksulluk nedeniyle baş eğip kendinizi uyumlu yaptığınız halde, öğretmeniniz iki kez burnunuzun direğini tarumar eder, doğru tedavi göremediğiniz için her aynaya baktığınızda bu kırık burnu görüp o ırkçı öğretmeni aynaya doldurursanız, ne hissedersiniz?

Duldada Dersim Katliamı…

“Duldada Mustafa Kemal'in DERSİM Katliamı’nı dinler, tanıklarıyla birebir konuşur, ardından Dolmabahçe'den Anıtkabir’e cenaze naklinde, histerik hıçkırıklara boğdurulan yasaklı halkın öğrencilerine ne dersiniz?
İnce Memed’de o yasaklı halkın adı geçiyor diye, bu romanı bir gece ve gündüz yutarcasına okudunuz mu?
Öğretmen olup sivil sol kafa ile öğrenci yetiştirip, TÖS sonra TÖB-DER üyesi olarak Türkiye'nin sosyal ve siyasi hayatına, içinizde büyüttüğünüz sizden alınan ve yasaklanan BEN’i, bu sihirli kelimeyi, hayatın herhangi bir yerinde kullanma şansını bulamazsanız, nasıl davranırsınız?

Askeri cunta sizi…

Askeri cunta sizi vatandaşlıktan atıp, küçük de olsa size ait metruk satılırsa, kırılma hisseder misiniz?
Siz hiç vatansız kaldınız mı?
Mülteciliğin insan ruhunu nasıl parçaladığını yaşadınız mı?
Doğduğunuz toprakların özlemini, Alpler’de benzer tepelere bakıp bir çeşit halüsinasyon gördünüz mü?
Meslektaşlarınız, Türk yok, dili yok vs. derse ve Atakürtçü profesörlerden, bunun“kart-kurt” versiyonunu dinlerseniz, halkınızdan uzaklaşır mısınız?
Devam edeyim.
Kenan Evren’in devlet adına el koyup sattığı bizzat yaptığınız evinizi, anneniz içinde yaşadığından geri satın aldınız mı?
2007 yılında, sürgünde yaşadığınız Almanya Federal Kriminal Dairesi’ne sizin için ‘Top teröristtir, hemen yakalanıp Türkiye'ye iade edilmelidir’ denilse ne yapardınız?
Sadece halkınızın demokratik temel haklarını savunduğunuz için Kırmızı Bülten denen Interpol listesine adınız girerse, ne dersiniz?
Bu da yetmemiş gibi Emekli Sandığı'na 24 sene 9 ay aidat ödediğiniz halde, 2011 yılının Eylül ayında devlet, sözde mahkemeye gelmiyor diye emekli maaşınıza el koyarsa nasıl düşünürsünüz?

Zorba devlet, 36 senedir…

Zorba devlet yasağı yüzünden 36 senedir ülkenize adım atmamışsınız, Alman vatandaşısınız, eviniz adresiniz belli, varsa bir suçunuz ifadenizi Alman yargıç da alamaz mıydı?
Hayır.
Devlet size hakaret etmeye devam ediyor.
Siz her sağduyu sahibi insan gibi BEN olduğunuzu inkâr etmediniz.
Yasak, sizi BEN’e daha çok çekti.
Kökünüzü aramaya koyuldunuz.
Almanya'da gördünüz ki, kadim halkınız kart-kurt edilirken, bu halkın tarihi şahsiyetleri, örneğin Selahaddin Eyyubi de çalınmış.
İnsan olan, insan kalmak isteyen herkesin yaptığını yaptınız. Selahaddin’i romanlaştırdınız.
Dersim Tertelesi, Dersimli Memik Ağa, Bitlis Beyi Abdal Han ve daha başka romanlar yazdınız. Kitaplarınızın bazıları Almancaya çevrildi.
Halkınızın ana dilinden edilmesine, sivil düşünceye sahip biri olarak öfke duydunuz ve bunu size yapılan en büyük katliam olarak gördünüz.
Şüphesiz insan olan herkes de öyle görür.

Şiddet ve politika…

Bu arada anladınız ki, bireysel olmak, ormanda cılız bir ağaç, örgütlülük ise ormandır.
Buradan hareketle halkınızın çeşitli demokratik sivil örgütlerinde çalıştınız.
Amacınız şiddetin politik araç olmaktan çıkarılıp, halkınızın doğal temel haklarına kavuşmasıdır.
Sürgünde K...distan Parlamentosu, K...distan Ulusal Kongresi ve K...- PEN kurucu üyeliği ve başkanlığı yapıp enternasyonal toplantılarda temsil ettiniz.
Dersimli çocuk ve kadınlara yönelik sosyal projeler hazırladınız. Saddam'ın bombaladığı üç köye Alman arkadaşlarınızla okul yaptırdınız.
Bavyera Yazarlar Birliği ve Alman Öğretmenler Sendikası üyeliğiniz var.
Anlayacağınız modern, söyleyeceği olan ve düşüncelerini söylemekten çekinmeyen; herkesin ve her ulusun mutlu ve müreffeh olmasını, barış içinde özgür yaşamasını isteyen; insanı kıble edinen, bir Dersim Kürdüsünüz, Kızılbaş-Alevi inancınız ve demokrat kişiliğiniz gereği uğraş veriyorsunuz.
Hakları alınan diğer halklar gibi kendi halkınızı da onurluca savunuyorsunuz.
Seyid Rıza’nın idam edildiği gün doğmak
Bu çalışmaları devleti olan bir halkın bireyi yapsaydı, şüphesiz ona ödül verirlerdi.
Siz ödül istemediniz, ama rahat vermediler. Devlet sizi hem vatandaşlıktan attı, hem de sivil, demokrat düşünceli sizin gibi birini, Sürgünde K...distan Parlamentosu üyesi olmak nedeniyle Interpol listesine koydurdu.
Bu haksızlık yalnız size değil, çok sayıda soydaşınıza yapıldı, yapılıyor.
Şimdi soruyorsunuz, Türk-Kürt insanına, insanlığa!
Seyid Rıza’nın, pazar günü yaşı küçültülüp darağacına çekildiği 1937 yılında dünyaya gelen biri olarak; kendinizi tanıyalı hep bu baskı, sürgün, korku, inkâr ve imha hayatınız olursa!
Bu yetmemiş gibi çocuklarınız, torunlarınız size yapılanları yaşıyor olursa, çocuklarınız ana diliyle eğitim öğretim göremiyorsa, etnik kimliğiniz anayasal yasak altında tutulursa, kendinizi nasıl hissedersiniz?

İnsaf, hak, hukuk var mı?

Sevgili Hasan Cemal,
Bir arkadaşımın deyimiyle, “Cici Basın” yukarıdaki dertlerden anlamaz. Onların başında iktidar torbası asılı.
Ama sizin gibi ayrıcalıklı birine arzuhalimi yazmak zorunda kaldım.
Ben ve benim gibi pek çok sürgünü ne devlet, ne Türkiye insanı görüyor.
Siz, SİZ olarak benim bu BEN çığlığıma hiç kulak verdiniz mi? Bunca yıldır zulüm altındaki BEN'e ne kadar sahip çıktınız?
İnsaf var mı? Hak-hukuk var mı?
Hani Müslümanlar haksızlık yapmazdı, haksızlığa karşı dururdu?
Ne zaman bu haksızlık son bulacak ve Türkiye, beni BEN olarak kabul edecek?
Beni BEN olarak kabul etmek, barışın, kardeşliğin gereğidir. Neden bu soruna dokunmaz, görmezden gelirsiniz.
Sevgili Hasan Cemal hatırlarsanız, 2010 yılı Berlin Dersim Konferansı’nda sizi ve Cengiz Çandar'ı Türkiye'nin vicdanı ve akil insanları diye tanıtmıştım.
Sürgün bizim kaderimiz olmamalı!
Neden hâlâ durursunuz?
En iyi dileklerimle sevgi ve selamlarımı sunarım.
Haydar Işık.

İlker Başbuğ'dan hâkim ve savcılara HSYK seçimleri çağrısı

'Vatandaş olarak onlara sesleniyorum. Sizlerden istediğimiz...'

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçimlerinde oy kullanacaklara seslenerek, "Vatandaş olarak onlara sesleniyorum. Sizlerden istediğimiz; öyle bir oy kullanın ki yargı artık kimsenin arka bahçesi olmasın." dedi.

Antalya'nın Konyaaltı Belediyesi tarafından düzenlenen kitap fuarına katılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, yazarı olduğu 'Suçlamalara Karşı Gerçekler' isimli kitabını imzaladı. Fuar kapsamında düzenlenen söyleşiye de katılan Başbuğ, kendisiyle ilgili ortaya atılan iddialara cevap verdi, tutuklanmasına neden olay dava sürecini eleştirdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) personeline yönelik çok fazla suçlamalar yapıldığını belirten Başbuğ, yüzlerce personelin bu suçlamalar karşısında tutuklanarak cezaevine konduğunu hatırlattı. Yapılan suçlamaları 'iftira' olarak nitelendiren Başbuğ, "Gençler var, binbaşı, albaylar var. Geleceğin komuta kademesine gelecek general ve amiraller vardı. Geçtiğimiz aylarda Anayasa Mahkemesi'nin önemli kararları oldu. Özellikle Ergenekon ve Balyoz davasıyla ilgili. Aslında Anayasa Mahkemesi vermiş olduğu bu kararlarla, bu kararları verenleri mahkum etti. Simdi Anayasa Mahkemesi önünde bekleyen İstanbul casusluk davası dosyası var. Ümit ediyor, bekliyoruz ki Anayasa Mahkemesi bu davayla ilgili müracaatı en kısa zamanda sonuca bağlar." dedi.

Yaşanan dava süreçlerine HSYK'nın kanun ve yasaların çizdiği çerçeveler içinde müdahale etme imkanı varken bunu yapmadığını belirten Başbuğ, "Elbette hakimin takdirine müdahale etme söz konusu değil. Ama bu yargı süreçlerinin eğer usul hataları yaşanmış ise bunlar tespit edilmişse bu yönelik HSYK'nın yetkileri var. Bugünkü HSYK bu konularla ilgili üzerine düşen görevleri yerine getirmedi. Seyretti, destek verdi." ifadelerini kullandı.

Gelecek ay yapılacak HSYK seçimlerine de değinen Başbuğ, bunun çok önemli olduğunu söyledi. Yargıyla ilgili yapılan kamuoyu araştırmalarında halkın sadece yüzde 20'sinin yargıya güven duyduğunu belirten Başbuğ, "Bu acı bir durum. Bu durum mutlaka düzeltilmeli. Bunun ilk basamadığı da bu seçimden geçiyor. Bu seçimde 14 bin hakim savcı oy kullanacak. Bu 14 bin hakim ve savcı büyük bir bölümü yürekleri temiz ve adalet duysuna sahip. Vatandaş olarak onlara sesleniyorum. Sizlerden istediğimiz öyle bir oy kullanın ki yargı artık kimsenin arka bahçesi olmasın." şeklinde konuştu.

'Bize de darbe yapıldı'

Balyoz davasında Anayasa Mahkemesi'nin kararı çerçevesinde yeniden yargılama yapılacağını hatırlatan Başbuğ, kendilerinin de bunu istediklerini söyledi. Ancak ortada bir çelişki olduğunu belirten Başbuğ, şunları söyledi: "Yeniden yargılanacağız. Neden? Hem ortada komplolar var. Bunların içinde kumpaslar var. Bu kime yapıldı? Bize yapıldı. Biz de o zaman bu komploların, kumpasların mağduruyuz. Biz de darbe mağduruyuz. Bize karşı kumpas, komplo kuranlar yargılanmayacak mı?" İlker Başbuğ, söyleşinin ardından kitaplarını okuyucuları için imzaladı.

Edip Başer: Hedef büyük Kürdistan


'Büyük Kürdistan'a doğru gidiyoruz'
13

Bir dönem ‘özel temsilci’ sıfatıyla PKK ile mücadele için ABD’yle pazarlıkları yürüten Emekli Orgeneral Edip Başer, bölgedeki gelişmeleri değerlendirdi.

Emekli Orgeneral Edip Başer yakın dönemde Türk ordusunun içinde yaşanan çalkantıların bir kısmına içeriden, bir kısmına da dışarıdan tanıklık eden bir komutan. 2002’de Kara Kuvvetleri komutanı olması beklenirken sürpriz bir kararla emekli edildikten sonra kırgınlığına rağmen sessizliğini hep korudu. 2006 yılında PKK ile mücadelede ABD’yle pazarlıklar için ‘özel temsilci’ sıfatıyla direksiyonda o vardı. Dokuz ay sonra Ak Parti hükümeti tarafından apar topar görevden alındı. Emekli edilmesinde olduğu gibi görevden alınmasının asıl nedeni de yine sis perdesinin arkasında kaldı. 12 yıldır kamuoyu önünde girmediği o konularla ilgili önemli ipuçları bu hafta piyasaya çıkacak olan kitabında. ‘Kanatsız Uçmak: Ana-Babasız Çocukluktan Ordu Komutanlığına’ samimi bir otobiyografi. Türk ordusunun genel karakterini yansıtan kişisel öyküsünü, başarmak isteyenlere örnek olması hevesiyle kaleme almış. Tartışmalı konulara girmekten yine de büyük ölçüde kaçınmış. Kitaptaki ipuçlarından yola çıkarak yakın dönemin sırlarının peşine düştüm.


Edip Başer, Kara Harp Akademisi’nden 1972 yılında mezun oldu. Ankara Üniversitesi’nden, ‘Atatürk’ün dış politikası’ üzerine doktorası var. İlki Napoli’de, ikincisi Brüksel’deki uluslararası askeri karargâh olmak üzere iki kez NATO’da görev yaptı. Genelkurmay Plan Harekât Daire Başkanlığı ve Kara Harp Okulu Komutanlığı yaptı. Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde ‘Başbakan Askeri Danışmanlığı’ görevini yürüttü. 3. Kolordu Komutanlığı, Genelkurmay İkinci Başkanlığı ve 2. Ordu Komutanlığı yaptı. 2002 yılında Yüksek Askeri Şûra’da Kara Kuvvetleri Komutanı olması bekleniyordu. Ancak sürpriz bir kararla emekli edildi. 2006 yılında Türkiye’nin Terörle Mücadele Özel Temsilcisi olarak atandı. Bu görevi 9 ay sürdü. ASAM Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. Yeditepe Üniversitesi’nde ders verdi.

BAŞÖRTÜLÜYE ORDUEVİNE GİREMEZSİN
DEDİYSEK FEVKALADE YANLIŞ YAPMIŞIZ
- Kitabınızda TSK’nın tamamına yakınının orta ve alt gelir sınıfından ve muhafazakâr aile çocukları olduğunu hatırlatıyorsunuz. Buna rağmen Türk ordusu neden uzun yıllar seçkinci imajını atamadı?

Türk ordusunun bu imajı eğitimdeki bazı yanlışlardan kaynaklanıyor belki de. Askeri eğitimle sivil eğitim arasında bir fark yok. Bugün Harp Okulu da, sistem mühendisi yetiştiren bir okul. Böyle bir hava neden yaratıldı? İçinden çıkmaktan çok gurur duyduğum bir kurum Silahlı Kuvvetler. Hani derler ya, derimize işlemiş. Hakikaten öyle. O kurumun hatalarını tabii konuşuruz, saklamak gibi bir derdimiz yok. Çünkü o kurum o kadar köklü bir kurum ki üç-beş hatasını tartışmakla bir şey kaybetmez. Aksine bunları tartışabilirsek daha da yararı olur. Silahlı Kuvvetler’de noksan olan husus halkla ilişkiler konusudur. Halkla ilişkiler konusu komutanların, subayların kendi yeteneklerine ve görüşlerine bağlı olarak işliyor. Maalesef kurumsal tarafı var, çok zayıf. “Siyasete müdahale ediyor Silahlı Kuvvetler” diye feveran eden çok ünlü demokratlarımız var ya... O nedenle zayıf işte. Hep o endişeyle TSK halkla ilişkiler konusunda kapalı kalmıştır.

- Bu algının oluşmasında sadece kapalı kalmak değil de bazı uygulamalar da önemli rol oynadı. Yakın zamana kadar orduevlerine başörtülülerin alınmaması bir vakıa. GATA’da Emine Hanım’ın başına gelen bir vakıa. Eğer sizin söylediğiniz gibi TSK’nın yanlışları da konuşulacaksa, şunu sormak şart. Din meselesi neden hep bir tabu oldu TSK için?

TSK’nın sıkıntısı şuydu: Cumhuriyet’in ve demokrasi rejiminin temel değerlerinin korunması ve kollanması görevini Anayasa, TSK’ya vermiştir. Bu görevin getirdiği titizlik içinde o temel değerler herhangi bir aşınmaya uğramasın endişesi içinde. Genelkurmay Başkanı “gık” dediğinde hemen manşet yapıyorsunuz di mi? Emine Hanım meselesini bilmiyorum, orada değildim. Ama ben Dışişleri bakanı iken Abdullah Gül’ün GATA’da kulağından tedavi olduğunu, süit bir odada kaldığını, Hayrünnisa Gül’ün de orada yanında olduğunu biliyorum. Benim eşim de o sırada orada yatıyordu. Hatta eşimin odasına giriyorum diye yanlışlıkla o odaya girmiştim. Hayrünnisa Hanım’ın elini sıkmıştım. Sayın Gül ile oturup 5-10 dakika sohbet ettiğimi hatırlıyorum. Hayrünnisa Hanım’ın orada başı açık değildi, normal örtüsü içindeydi. Emine Hanım’a da öyle bir şey yapıldıysa, tabii ki yanlış yapılmıştır. Orduevinde yapılan bir etkinlikte şehit ya da gazi annesine “Giremezsin” dediysek fevkalade yanlış yapmışız.

- Siz din alandaki hassasiyetin Cumhuriyet’in laiklik prensibiyle ilgili anayasal yükümlülükten kaynaklandığını söylüyorsunuz. Ancak “Yapıldıysa yanlış” dediğiniz uygulamalar adeta “vur deyince öldürmek” değil mi?

Biliyor musunuz, bunlar kurum politikası değil, bireylerin değerlendirmeleri. Ben Ayazağa’da 4 yıl kolordu komutanlığı yaptım. Şehit cenazelerinin çok sık geldiği bir dönemdi. Üç-dört ayda bir şehit ailelerine devlet övünç madalyası verirdim. Bu törenlerde ben tek bir şehit annesinin bile başı örtülü olduğu için kışlaya girmesine engel olunduğunu görmedim. Her seferinde başı şu ya da bu şekilde örtülü onlarca şehit annesi, kardeşi ya da eşi vardı. Onlarla sarıldık da, yanaklarını da öptük de, hiçbir sorun da yaşamadık. Bireysel yapılan bazı yanlışları kuruma mal etmek bence doğru değil. Birkaç kişi hakikaten yanlış yaptı.

DİN BİLGİSİ KİTABI HAZIRLATTIM
UYGULAMAYA KONMADI

- Genelkurmay ikinci başkanı olduğunuz dönemde din bilgisi dersinin gerekliliği konusunda ısrarcı oluyorsunuz. Bu ısrarınızın sizin de yobaz birisi olarak algılanmanıza neden olabileceği konusunda da bir tereddüt yaşadığınızı anlıyoruz kitaptan. Neden öyle olsun ki?
O öyle bir duyguydu. Onu kitaba yazmam bile belki gerekli değildi. Yazmışsam yanlış yapmışım. Ben din bilgisi kitabını ta İstanbul’da kolordu komutanı iken hazırladım Yaşar Nuri Öztürk ile beraber. Kabul edildi, ilgili makamlara sunduk ama sonuçlanmadı. TSK’da yaygınlaştırılıp uygulamaya konmadı. Onun üzerine ikinci başkanlığım sırasında tekrar gündeme getirdim. Tabii ki komutanların düşünceleri farklı olabilir. Komutanın nihai kararı emirdir ve o uygulanır.


KARA KUVVETLERİ KOMUTANI YAPMADILAR DİYE
ÜZÜLMEMİN SEBEBİ CUMHURBAŞKANI SEZER’İNKİNDEN FARKLIYDI
- Teamüllere göre Kara Kuvvetleri komutanı olarak atanmanız gerekirken emekli edilmeniz ve Aytaç Yalman’ın yerinize atanması meselesini kitapta detaylandırmadan ve hızla geçmişsiniz. Size göre bu işin asıl müsebbibi kim? Kırgınlığınız kime?

Benim geçmişe dönük olarak kimseye kırgınlığım yok. Emeklilik olayım belli olduktan birkaç gün sonra Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer aramıştı beni. Üzgün olduklarını belirttiler. Ben de kendisine “Benim üzüntümle sizinkinin aynı nedene dayalı olduğunu düşünmüyorum Sayın Cumhurbaşkanım” demiştim. Gazetelerde ‘Kara Kuvvetleri komutanı olacak’ yazdıktan sonra o kişi kenara itilip arkadan gelen yapılıyor. Beni tanımayanlar ne düşünür? “Demek ki bu adamın hırsızlığı, ahlaksızlığı var ki bunu bir kenara ittiler” diyebilirler. Benim kimseye kırgın olmam sisteme saygısızlık anlamına gelir. Beni niye kuvvet komutanı yapmadılar? E yapmadılar, canları öyle istedi yapmadılar. Yasanın verdiği yetkiyi kullandılar. Ama hâlâ daha benim de kafamda soru işaretidir, acaba bu yetkiyi o makama atanmış olan Hilmi Özkök mü kullanmalıydı, yoksa ağustos sonunda benimle birlikte emekliye ayrılacak olan bir Genelkurmay başkanı mı yapmalıydı? Ama artık bunu tartışmanın gereği de yok, faydası da yok.

- Arşiv taraması yaptığımda şununla karşılaştım. Özden Örnek’in kendi günlüklerindeki sizin Kara Kuvvetleri komutanı yapılmamanızdan üzüntü duyan ifadelerinden yola çıkan bazı kalemler, sizin darbe önleme girişimi kapsamında o makama atanmadığınızı yazmış.

Yani ben olsam darbe mi yapacakmışım?

- Darbe girişiminde bulunma hevesinde olan ekibin içinde yer alacağınız yönünde bir ima. Özden Örnek, İbrahim Fırtına, Şener Eruygur ile birlikte hareket edecekmişsiniz.
Eyvah...(Gülüyor). Ben bunu görmedim açık söylüyorum. Bu iddiayı ilk defa duyuyorum.

AYTAÇ YALMAN’IN YERİNDE OLSAYDIM DARBE
İDDİALARIYLA İLGİLİ SORUŞTURMAYI BEN BAŞLATIRDIM

- İlker Başbuğ ise kendi yazdığı kitapta “Edip Başer Kara Kuvvetleri komutanı olsaydı Ergenekon ve Balyoz yaşanmazdı” diyor.

Tabii ben İlker’i akademi öğrenciliğinden çok iyi tanıyorum. İlker’in kariyerini çok yakından takip eden bir arkadaşıyım, ağabeyiyim. İlker’in muhakemesine de her zaman güvenmişimdir. Tabii bu olaylar yine de olur muydu, olmaz mıydı orada bir durmak lazım. Orası soru işareti. Ben engel olabilir miydim böyle bir teşebbüse? Böyle bir teşebbüs var mı aslında? Bana göre bir kuvvet komutanı o süreçte daha aktif bir biçimde devreye girebilirdi. Kendi yetkilerini ve inisiyatifini kullanmak suretiyle, Genelkurmay başkanının da desteğiyle gereken işlemleri yapardı eğer yanlış yapılan bir şey varsa.

- Ama yanlış yapıldığını düşünmüyorsunuz.
Hayır, hiçbir zaman düşünmedim.


Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman
- Peki Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman o dönemde takındıkları tavırla doğru yapmamış mıdır o halde?

Hayır, bana göre doğru yapmamışlardır. Eğer şüphelenilen birileri varsa –ki kendi beyanlarından olduğu anlaşılıyor- o zaman onlar hakkında yasal işlemi derhal başlatmaları gerekirdi. Ve askeri yargıda bu işlemleri tamamlamaları gerekirdi ki sonradan bu kadar günahsız insanın canı böyle hukuksuz şekilde yanmasın. Genç pırıl pırıl kurmay subayların, hiçbir günahları ya da yanlışları olmayan general kardeşlerimizin ve onların bu kadar ıstırap çekmesine meydan vermeyebilirlerdi.

- Kasım ayında ifade vermeye gidecekler. Bu saatten sonra ne yapabilirler sizce?
Bence beklenecek fazla bir şey yok. Mahkemede söyleyeceklerini de bugüne kadar pek çok kez söylediler. Eğer yeni bir şey söyleyeceklerse bugüne kadar niye söylemediler onu sorgulamak lazım. Aytaç Yalman’ın Emin Çölaşan’a yazdığı mektuplarda belirttiği şeyler gündeme gelecektir sanırım.

GÖREV GEREĞİ DARBELERİN İÇİNDE
YER ALDIM AMA DARBECİ OLMADIM
- Sizin darbe heveslisi paşalar ekibinde olduğunuz iddiasını ortaya atanların argümanlarına baktığınız zaman, 27 Nisan bildirisini haklı bulan demeçlerinize de atıf var.

Çok özür dilerim de gülme krizi tutacak neredeyse. Hayatımda hiçbir zaman darbe düşüncesinde olan ya da darbeleri alkışlayan biri olmadım. Ama darbelerin içinde bulundum görev gereği. 1960 ihtilalinde harp okulunda “Kalkın, silahınızı alın” dediler, aldık. Namık Gedik’in kapısının önünde nöbet de tuttuk. Gerçi Namık Gedik camdan atladığında neredeyse ben de vuruluyordum. Camı açıp aşağıdaki arkadaşları uyarmaya çalıştığımda beni de atlamak isteyen bir tutuklu zannettiler. Neyse... Bunların hepsini yaşadık. Ben 27 Mayıs ihtilaline bu şekilde katıldığım için darbeci mi oluyorum?

- Ama 27 Nisan’ı savundunuz.
Haa... 27 Nisan bildirisini şu yönüyle savundum. Dedim ki, “Bu, TSK’nın laiklik konusundaki hassasiyetini vurgulayan bir beyandır, demek ki Genelkurmay başkanını böyle bir beyanda bulunmaya zorlayan bazı koşullar doğmuştur”. TSK’nın başısınız, bütün alt kademenin gözü sizde, komutan ne yapacak? Ortada bir seçim süreci var. Bir tanesi “Dindar cumhurbaşkanı seçeceğiz” diye beyanat veriyor. Kırkağaç kavunu mu seçiyorsunuz, koklayıp mı seçeceksiniz dindar cumhurbaşkanını? Tanrı peygamberine dahi kimin günahkâr olduğunu ya da sevap işlediğini takdir yetkisini vermiyor. Cumhurbaşkanı makamı hilafet ya da müftülük makamı değil. Benim demecim bu konuya tepki üzerineydi.

- TSK’nın sonradan bu meseleyle ilgili isteyerek ya da istemeden bir iç muhasebe yapmak zorunda kaldığını biliyoruz. 27 Nisan bildirisini web sitesinden de kaldırdılar. Belli ki arşivden bunu silme çabası var. Siz de bugün artık o bildirinin maksadını aşan bir etki yarattığını kabul ediyor musunuz?
Doğrudur, maksadını aşan bir etki yaratmıştır denebilir. Ama bence genelde gerekçesi haklıdır. Genelkurmay Başkanı’nın o tür beyanlarla yürütülen bir süreç içinde o tür bir tepkiyi vermesi normaldir. Aşağıdaki kitlenin sıkışmış havasını bir nebze çıkarmak için.

YAŞAR DOLMABAHÇE’DE BİR PAZARLIK YAPTIYSA
BU KENDİSİ İÇİN DEĞİL, TSK İÇİNDİR
- Yaşar Büyükanıt sizin sınıf arkadaşınız, uzun yıllardır tanıyorsunuz. 27 Nisan’dan sonra Tayyip Erdoğan ile meşhur Dolmabahçe buluşmasında bir şeylerin pazarlığını yaptığına dair bir şüpheniz var mı?
Benim tanıdığım arkadaşım Yaşar Büyükanıt o görüşmede herhangi bir pazarlık yapmış olsa bile, bunu kendi şahsıyla ilgili yapmamıştır. Belki TSK ile ilgili, belki Silahlı Kuvvetler’in başka mensuplarıyla ilgili bir şeydir. Silahlı Kuvvetler’e herhangi bir kötülüğün önlenmesi içindir. Belki de bu Ergenekon girişimleri önüne konmuştur. Belki “Bunlar var, bunları çıkarırız” denmiştir. Çünkü o dönemde daha paralel yoktu. Biliyorsunuz, o zaman daha paralel değil, tek çizgi halindeydi her şey.

- Bunları Büyükanıt ile hiç konuştunuz mu?Hayır, hiç konuşmadım. Çok iyi arkadaşım ama ben ilke olarak onun cevaplayamayacağı şeyi ondan istemem.


TERÖRLE MÜCADELE TEMSİLCİĞİ GÖREVİNDEN ALINDIĞIMI
ÖĞRENDİĞİMDE EVLİLİK PROGRAMI İZLİYORDUM
- Kitabınızdan öğreniyoruz ki, 27 Nisan’ın sizin yaşamınızda başka bir anlamı da varmış. O dönemde siz ABD ile PKK mücadelesi için atılacak adımları konuşan en üst makamdasınız. Görevden alınmanız hükümetle görev alanınızda anlaşmazlık yaşamanıza yorulmuştu. Oysa sebebi başkaymış.
Ben Alman gazetesi Die Welt’e bir röportaj vermiştim. Muhabir bana “TSK, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını niçin istemiyor” diye sordu. Ben de “TSK laiklik konusunda çok hassas. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın geçmişte laikliğe karşı tavır aldıkları beyanlar var. Bu beyanlarından dolayı Silahlı Kuvvetler belki sıcak bakmıyor olabilir. Ama neticede seçimi yapacak olan Meclis’tir” dedim. Bu ifade dolayısıyla kırılmış Abdullah Bey. “Çok üzüldük” dedi. “Neye üzüldüğünüzü” anlamadım dedim. “Bunları söylemenize üzüldük Paşam, bunu sizden beklemezdik” dedi. Ben de şöyle devam ettim; “Burada bir durum tespiti yaptım. Söylediklerimde yanlış bir şey varsa tartışalım. Yoksa niye üzüldüğünüzü hâlâ anlamadım”. Öyle deyince biraz daha üzüldü herhalde. “Anlaşamayacağız herhalde Sayın Bakan” dedim. O gün de tam Amerikalılara 3 maddelik bir nota vermiştik. Çünkü ben Washington’daki toplantıdan sonra Amerikalıların bizi bir nevi oyalamakta olduğunu kesin olarak anlamıştım. O notayı da bir gelişme olmayacağını bile bile gönderdik. 15 gün süre verdik, yapmalarını beklediğimiz şeyler için taahhüt beklediğimizi söyledik. Abdullah Bey’in odasından çıkmadan kendisine şöyle dedim; “Bu cevabın 15 güne gelmeyeceği belli. Ben gelmediği takdirde görevi bırakıyorum”.

- Peki odadan çıkarken görevden alınmayı bekliyor muydunuz?
Açıkçası görevden alınmayı beklemiyordum. Çünkü ben ayrılacağımı söyledim, en azından benim ayrılmamı bekleyeceklerdir diye düşündüm. Ama ertesi gün ben üniversitedeki odamdayken hanım telefon ediyor, ‘Haber kanallarını izliyor musun?’ diye soruyor. Ben dizilere ve evlenme programlarına bakıyorum sabah sabah. “Niye haberleri izleyeyim” diye soruyorum hanıma. Diyor ki “Seni görevden almışlar”.

- Başka bir nedeni olamaz mı Terörle Mücadele Özel Temsilciliği’nden alınmanızın? Terörle mücadelenin şeklini eleştirme anlamına gelecek beyanlarınızla ilgili olamaz mı?
Yok, kesinlikle eminim. O demeçlerle ilgili bana hiçbir zaman hiçbiri “Paşam bu demeçleri veriyorsunuz ama biraz zararlı oluyor bunlar” vesaire demediler.

2008’DE BAŞLAYAN TSK’YA KUMPAS
1 MART’IN İNTİKAMI OLABİLİR
- 1 Mart 2003’te Meclis’ten geçmeyen tezkereye kişisel olarak karşı mıydınız?Hayır değildim. Gerekliliğini şu bilgilere sahip olarak düşünüyordum. Arkadaşlarımdan aldığım bilgilere göre ABD ile yapılan anlaşmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına en ufak bir halel getirmeyecek şekilde hazırlanmış ve imzalar buna göre atılmıştı. Ben bu operasyonun BM ya da NATO şemsiyesi altında yapılması gerektiğini düşünüyordum. Türkiye’nin mutlaka bunda görev almasını ve bu sayede Irak’ın kuzeyindeki terör yuvalarının bertaraf edilmesini sağlamasını istiyordum.

- Uluslararası koalisyon dediniz ama sonradan anlaşıldı ki Türk hükümetinin ABD tarafına verdiği söz tek taraflı bir operasyona da destek vermek üzerineydi.
Onu da kitapta yazdım. Demek ki o sözü veren kişiler Meclis’te oturan kişiler için “Bana sadık uşaklarımdır. Elinizi kaldır dersem kaldırırlar” düşüncesiyle o sözü verdiler.


- Kitabınızda bu meseleyle ilgili tespitiniz şu; tezkerenin geçmemesinin faturasını ABD, hükümetten ziyade açıkça tezkerenin arkasında durmayan Türk ordusuna kesti. Neden böyle düşünüyorsunuz, çuval olayı yüzünden mi?
Sadece çuval olayı yüzünden değil. Konuştuğum Amerikalı askerler de bunu açık ve net olarak da söylüyorlardı. Mesela Stuttgart’ta konuştuğum bir kadın general aynen şöyle demişti; “O gün İskenderun’a çıkacak geminin komutanı olarak denizdeydim. Karaya çıkıp oradan Irak hududuna hareket etmek için bütün hazırlıklarımız tamamdı. Günlerce denizde bekledik. Sonuçta hüsrana uğradık”.

- Kitapta bunları anlatırken şöyle bir cümleniz var; “Vatandaşlarımız arasında 2008 yılından itibaren başlatılan TSK’ya kumpas olayında dahi ABD’nin bitmeyen intikam duygusunun katkısının olabileceğinin dillendiriliyor olmasını haksız bulmuyorum”. Ergenekon ve Balyoz süreçleri sizce 1 Mart tezkeresinin rövanşı mı?
Olabilir. Bir olasılıktır ve ben bunun var olabileceğini düşünüyorum. Çünkü ABD günlük politika uygulayan bir devlet değil. Eğer 2003’teki o olayla ilgili Türkiye’yi cezalandırmak istediyse, bunu bir anda Türkiye’yi işgal ederek ya da gelip dayak atarak falan yapmaz. Bunu kademeli olarak, yeri geldiğinde fırsatları değerlendirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni güçsüzleştirecek olayları desteklemek suretiyle yapar. Amerika bu bakımdan akıllı bir devlet. Bunlar böyle olmuştur diye elimde kanıt ya da belge yok ama benim hissim ve algılamam böyle. Amerika’nın bu yönetim anlayışını da bildiğim için o olasılığı dışlamam.

TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'NDE DE
ÇÜRÜK ELMA OLABİLİR
- Yeri gelmişken başka bir komplo teorisini hatırlatmak isterim. Bazı çevreler ABD’nin Ergenekon sürecine destek vererek TSK içinde “Avrasyacı” tabir edilenlerin tasfiyesinin önünü açtığını düşünüyor. Nedir bu NATO’cu, Avrasyacı ayrımı?
Bakın, o ordunun içinde 40 küsur yılım geçti. Hiçbir gün böyle bir şeyi hissetmedim. Affedersiniz aptal bir adam değilim. Akademi sınavını birincilikle kazandım, kurmay subay oldum, her rütbeye birinci sırada terfi ederek orgeneralliğe gelmiş bir insanım. Emekli olduktan sonra da yakın temasın devam ediyor. Yaşar Genelkurmay başkanıydı, sık sık gider kendisini ziyaret ederdim. Şu anda mesela Genelkurmay ikinci başkanı emrimde görev yapmış bir arkadaşım, Ankara’ya gittiğimde uğruyorum. Şu anki Genelkurmay başkanı benim kurmay başkanımdı, ona da uğrarım, konuşuruz dertleşiriz. Dolayısıyla ben TSK’dan kopmuş biri de değilim. Şunu çok kati olarak söyleyebilirim; Silahlı Kuvvetler içinde böyle bir ayrım hiçbir zaman olmadı. Benim yurtdışında geçen 8 yılımın altısı NATO görevinde geçti. Bana hiçbir arkadaşımdan ya da astımdan “NATO’cu” diye bir ima ne duydum ne hissettim. Böyle bir şey yok Silahlı Kuvvetler’de. Ha ben şunu her zaman söylüyorum; bir toplumda, bir kurumda mutlaka çürük elmalar çıkar. Silahlı Kuvvetler mevcudu itibarıyla çürük elma oranı en düşük olan kurumudur Türkiye Cumhuriyeti devletinin. Elbette içimizden yanlış yapanlar çıkmıştır. Koskoca kuvvet komutanını bu ülke, bu ordu yargılamıştır. Rütbesini geri almış, er rütbesine indirmişti. İlhami Erdil’i hatırlıyorsunuz değil mi?

- Madem TSK kendi içinde yanlış yapanı yargılar, darbe teşebbüsleri sürecinde neden aynı yöntem izlenmedi? İlhami Erdil bir yolsuzluk hikâyesi. Siyasi boyutu olan iddialar da neden aynı açıklıkla sorgulanmadı? Neden son 10 yıl içindeki hiçbir Genelkurmay başkanı bunun önünü açmadı?
Neden yapmadıklarının cevabı bende yok, kendilerindedir. Kendilerine göre mutlaka bir izahı vardır. Ama ben olsam yapardım diye söylüyorum zaten.


PKK’YA ERZAK GÖTÜREN PİKAPTAKİ ASKERİN
GÖRÜNTÜLERİNİ RALSTON’A İZLETTİK
- 2006’da Terörle Mücadele özel temsilcisiyken Barzani ve Talabani’ye bağlı Peşmergelerin PKK’ya lojistik destek verdiğini tespit ediyorsunuz. Hatta bunu yapanlar arasında Amerikan askerleri de vardı diyorsunuz.
O görevi kabul ederken Amerikalılardan iki şey elde etmeyi düşünüyordum. Birincisi, ABD’nin Barzani’ye gerekli baskıyı yapmasını sağlayarak PKK’nın lojistik destek zincirini ortadan kaldırtmaktı. İkincisi de, Avrupa ülkelerinde PKK’nın finans kanallarına engel olunması. Irak’ın kuzeyinde devamlı olarak mühimmatı, yiyeceği, içeceği, giyeceği akan bir örgütten bahsediyoruz. Düşünün bu lojistik hattında Amerikalı askerler yardımcı oluyor. Ralston’a Genekurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın odasında bir CD izlettik. PKK kamplarından birine erzak götüren pikabın ön tarafında Amerikalı asker oturuyor. Tabii Ralston “Hemen bunu inceleteceğiz, size cevap vereceğiz” diye aldı. Hiçbir cevap falan gelmedi. Bir yerde daha benzer bir durum tespit ettik. “Onlar Amerikalı asker değil, yardım gönüllüleri, Peşmergeler onlara Türk uçaklarının yıktığı bir köyü gösteriyorlar” gibi şeyler söylediler.

- Özetle “PKK, Irak’ın kuzeyinde ABD’den de destek alarak bugüne geldi” diyorsunuz. Yanlış mı?
Kesinlikle, hiç yanlış değil. Bakın EUROPOL’ün raporuna göre PKK’nın bir yıl içinde sadece uyuşturucudan elde ettiği para 300 ila 500 milyon Euro arasında. Bu para işte Avrupa bankalarında aklanıyor, ondan sonra PKK’nın finans kanalına giriyor. Sonra silahını alıyor Avusturya’dan, Almanya’dan ve Fransa’dan en ileri telsizlerini falan alıyor. Oralarda liberal ekonomi söz konusu olduğu için gidip herhangi bir firmadan sipariş verip malzeme alma imkânları var. Bunlara da o ülkeler engel olmuyor. Bir takım sonuçlar da aldık Amerikalılardan beklentilerimizde. Ama çok gevşek bir çalışmaydı. En sonunda da toparlanıp gittiler bildiğim kadarıyla.   

BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ DEVAM EDİYOR
- Kitapta görevden alınmadan hemen önce yaptığınız Washington ziyaretinde daha önceden sizde var olan bir kanaatin pekiştiğini anlatıyorsunuz. “ABD’nin Kürdistan projesinin gerçekleşmesi için bu kanlı örgüte rol tasarlanmıştı” diyorsunuz.
ABD’nin bölgeden son derece önemli çıkarları var. Belki yakın zamanda enerji bağımlılığı bu ölçüde olmayacak ama yine de bölge ticari bakımdan ABD’nin hayati çıkarlarının olduğu bölgelerden biri olmayı sürdürecek. Orada bir diğer önemli faktör de İsrail’in güvenliğinin devam ettirilmesi. Amerika’nın biliyorsunuz bir Büyük Ortadoğu Projesi var. Hatta bir muhterem büyüğümüz de bunun eşbaşkanıydı, hala öyle mi bilemiyorum.

- Büyük Ortadoğu Projesi rafa kalkmadı mı?
Sonra onun adı Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi oldu. Eski Amerikan Dışişleri Bakanı Condelezza Rice bir sefer demişti ki; “Bölgede 22 ülkenin sınırlar değişecek”. Bu arada Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin bir dergisinde bir harita yayınlandı. “Büyük Kürdistan”ı ayrı bir devlet olarak gösteren ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir kısmını içine alan bir haritaydı bu. ABD’nin kafasındakinin bu olduğu kanısındayım ben. Bu büyük planlarında ABD önemli sapmalar yapmaz. Büyük devlet olmanın verdiği güvenle ana politikalarını saptar ve o politikanın uygulanması için aynı puzzle’da olduğu gibi parçaları adım adım yerine koyar. Ben o politik bir proje olan “Büyük Ortadoğu”nun iptal edildiği kanaatinde değilim. Bu genel proje içinde Kürdistan’ın önemli bir konu olduğu anlaşılıyor. O size bahsettiğim yanlışlıkla basılacak bir harita değildi. Yine 2006 yılının sonlarına doğruydu. Ben özel temsilciyken Irak kuzeyinden Barzani’ye karşı olan iki aşiret reisini Türkiye’ye getirttim. Bunlardan bir tanesi bana bir almanak verdi. Süper bir baskı, deri kapak, en arka kapak içinde bir harita. Büyük Kürdistan haritası. Kafalarında böyle bir planla yaşayan insanların bugün o hedefleri gerçekleşmediği sürece Türkiye ile dost olacaklarını düşünmek mümkün değil. Son süreç de, “Büyük Kürdistan”ın oluşması için onlar açısından bir adım.

2006 yılının Eylül ayında Roma'daki NATO Savunma Koleji'nde Ortadoğu'daki son gelişmeler konusunda brifing veren ABD'li bir albay, Türkiye'yi bölen bu haritayı açmış, toplantıyı izleyen Türk subaylar sert tepki göstererek salonu terk etmişti.
ABD BUGÜN BOĞAZLARI TUTAN TÜRKİYE YERİNE
PETROLÜ TUTAN KÜRDİSTAN’I TERCİH EDER
- “Büyük Kürdistan”a doğru mu gidiyoruz yani?
“Büyük Kürdistan”a doğru gidiyoruz evet. Önce Türkiye Kürdistan’ını da içine alacak bir Kürdistan, ondan sonra da Büyük Kürdistan. Biliyorsunuz, Büyük Kürdistan dedikleri, Kars’tan başlıyor, Erzurum-Erzincan, Sivas ve Malatya’yı içine alıyor, Mersin’e iniyor. Mersin de dahil olmak üzere bir harita.
- ABD’nin bundan çıkarı nedir?
Şimdi artık Amerika için Boğazların eskisi kadar önemi kalmadı. Amerika artık Boğazları elinde tutan bir Türkiye’ye, petrol bölgelerine hâkim ve İsrail’in güvenliği açısından hayati olan bir Kürdistan’ı mutlaka tercih eder.
- Dokuz ay süren Terörle Mücadele Özel Temsilciliği sırasında yaptığınız temaslarda edindiğiniz izlenim bu mudur?
Evet, edindiğim izlenim bu.
- PKK’ya bu süreçte nasıl bir rol tasarladıklarını düşünüyorsunuz?
PKK mevcut haliyle Türkiye’yi mümkün olduğu kadar meşgul eden, başka işlerle meşgul olmaktan alıkoyacak bir meşgale olarak kalsın gibi bir düşünce mi var, bilemiyorum. Elimde bir belge yok ama düşüncem o. PKK onlar için küçük bir enstrüman, olsa da olur olmasa da olur aslında. Ama PKK’nın varlığını onlar bir ara bu Kürdistan oluşumu için çok önemli bir unsur olarak gördüler. Belki de hâlâ öyle görüyorlar. Kuzey Kürdistan’ı yani Türkiye ile ilgili olan bölümünü oluşturmak için PKK’ya çok önemli görevler verildiği kanısındayım. Barzani’nin ve diğerlerinin bu görevi verdiği, Amerika’nın da bunu desteklediği kanaatindeyim. “Büyük Kürdistan” tam olmasa bile bir Kürdistan, İsrail’in güvenliği açısından çok önemli bir işlev yerine getirebilecektir.  

5 Eylül 2014 Cuma

Diyarbakır'da askeri araç takla attı: 7 asker yaralı

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde mıcırda kayan askeri aracın takla atması sonucu 2'si ağır 7 asker yaralandı.


4 Eylül 2014 Perşembe

ATALAY'DAN İTİRAF: G.KURMAY'A YOL HARİTASINI GÖNDERMEDİK

Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel, Çözüm Sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, bize gönderilmedi demişti. AKP'li Beşir Atalay o sözü doğruladı: Evet göndermedik...

AK Par­ti Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı ve Par­ti Söz­cü­sü Be­şir Ata­lay, dü­zen­le­di­ği ba­sın top­lan­tı­sın­da gü­de­me iliş­kin açık­la­ma­la­rı­nın ar­dın­dan so­ru­la­rı ya­nıt­la­dı.

Ata­lay, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı  Or­ge­ne­ral Nec­det Özel'in "Çö­züm sü­re­ci­ne iliş­kin yol ha­ri­ta­sı­nı bil­mi­yo­ruz" söz­le­ri­ni, "Yol ha­ri­ta­mız he­nüz bit­me­di. Bit­ti­ğin­de bü­tün ku­rum­la­rı­mız­la pay­la­şı­la­cak" açık­la­ma­sıy­la doğ­ru­la­dı.

1 EKİM'DEN ÖN­CE OL­MA­LI
Çö­züm sü­re­cin­de yol ha­ri­ta­sı­nın ne za­man açık­la­na­ca­ğı yö­nün­de­ki so­ru­ya ya­nıt ve­ren Ata­lay, sü­re­ci Baş­ba­kan Ah­met Da­vu­toğ­lu'nun üst­len­me­si­nin bu ko­nu­ya ve­ri­len öne­mi gös­ter­di­ği­ni be­lirt­ti.
Hü­kü­met Söz­cü­sü Bü­lent Arınç ile her haf­ta bir ara­ya ge­le­cek­le­ri­ni kay­de­den Ata­lay, "Çö­züm sü­re­ciy­le il­gi­li atı­la­bi­le­cek en ile­ri adım, TBMM'den bir ya­sa­nın çık­ma­sıy­dı. Ve bu ya­sa çık­tı. Tür­ki­ye, çö­züm sü­re­ci­ne ne ka­dar önem ver­di­ği­ni gös­ter­miş ol­du. Yet­ki Ba­kan­lar Ku­ru­lu'nda­dır. Yol ha­ri­ta­sı ça­lış­ma­sı de­vam edi­yor. O bi­te­cek. Mec­lis açıl­ma­dan bir tak­vim açık­la­nır­sa iyi ola­cak­tır. 1 Ekim'den ön­ce Ey­lül so­nu­na ka­dar bir yol ha­ri­ta­sı çı­ka­rı­la­bi­lir­se iyi ola­cak. Ben bu­ra­da hiç­bir ak­sa­ma gör­mü­yo­rum” de­di.

DEMİRTAŞ’IN DÜŞÜNCESİ
Bugün'ün haberine göre; Ata­lay'a, Ge­nel­kur­may Baş­ka­nı Or­ge­ne­ral Nec­det Özel'in 30 Ağus­tos re­sep­si­yo­nun­da yap­tı­ğı "Çö­züm sü­re­ci­ne iliş­kin yol ha­ri­ta­sı­nı bil­mi­yo­ruz, o ça­lış­ma­nın için­de yo­kuz. Kır­mı­zı çiz­gi­le­ri­miz aşı­lır­sa ge­re­ği­ni ya­pa­rız" açık­la­ma­sı da so­rul­du. Ata­lay, "Hü­kü­met söz­cü­müz ge­rek­li açık­la­ma­yı yap­tı. Yol ha­ri­ta­sı he­nüz bit­me­di, üze­rin­de ça­lı­şı­lı­yor. Bi­tin­ce bü­tün ku­rum­la­rı­mız­la pay­la­şı­la­cak"  di­ye ko­nuş­tu.

Ata­lay, HDP Eş Ge­nel Baş­ka­nı Se­la­hat­tin De­mir­taş'ın "IŞİD ile sa­va­şan PKK'ya si­lah ve­re­bi­lir" açık­la­ma­sı­nın so­rul­ma­sı­na üze­ri­ne de "Öy­le bir şey Sa­yın De­mir­taş'ın bir dü­şün­ce­si­dir? Be­nim faz­la bu­na uzun ce­vap ver­me­me ge­rek yok" de­di.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Sözcü'den Necdet Özel'e: Ya tam konuş, ya hiç konuşma

Sözcü gazetesinde yer alan bir haberde Necdet Özel'e ' Fırça atan olursa da, çeker gidersin. Makamlar ebedi değildir' denildi

30 Ağustos resepsiyonunda çözüm süreciyle ilgili olarak önce “kırmızı çizgilerimiz aşılırsa, TSK gereğini yapar”, daha sonra ise “Hakkımı doldurdum, 1 yıl konuşmam artık” diyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i eleştiren Sözcü gazetesi, manşetten verdiği haberinin başlığında “Paşa, kimden korkuyorsun!” diye sordu.
Sözcü’nün haberinde “Önce ‘Kırmızı çizgilerimizi aştırmayız’ diyorsun, sonra ‘Bir sene konuşmam’ deyip geri çekiliyorsun. Ya tam konuş, ya hiç konuşma” denildi.
Haberde, “İktidarla 3 yıldır uyumlu çalışan Orgeneral Özel, 30 Ağustos davetinde PKK açılımı için ‘Hükümetin yol haritasını bilmiyoruz’ itirafıyla herkesi şaşırtmıştı. Önceki gün de ‘1 sene konuşmam artık. Hakkımı kullandım’ diyerek herkesi şaşırttı” denildi.
Sözcü’nün haberinde, “Özel’in bu geri adımı kafa karıştırdı. Vatandaş, ‘Paşa, niye ‘Artık konuşmam’ diyorsun. İktidardan uyarı mı geldi? Çık demokratik hakkını kullan, bir itirazın varsa söyle. Fırça atan olursa da, çeker gidersin. Makamlar ebedi değildir’ diyor” ifadelerine yer verildi.

Diyarbakır'da F-16 düştü

Yüzbaşı Burcu düştü

Diyarbakır'daki 8'inci Ana Jet Üssü'nde eğitim uçuşu yapan bir F-16 savaş uçağı inişe geçtiği sırada düştü. Uçaktaki pilot Yüzbaşı Burcu Arpacı fırlatma koltuğunu kullanarak uçağı terk etti ve paraşütle atlayıp kurtuldu.

Kaza, dün saat 17.10 sıralarında meydana geldi. 8'inci Ana Jet Üssü Komutanlığı'na eğitim uçuşu için havalanan F-16 tipi savaş uçağı, inişe geçtiği sırada teknik bir arıza meydana geldi. Uçaktaki 2 pilot fırlatma koltuğunu kullanarak kurtulurken, uçak piste çakıldı. Kazanın ardından olay yerine ambulans ve itfaiye ekipleri sevk edildi. Kaza nedeniyle Diyarbakır Havalimanı'nın sivil uçuşlara kapatıldığı belirtildi.

Genelkurmay'dan yapılan açıklamada, "Diyarbakır'da 182'nci Filoya ait bir F-16 uçağı henüz belirlenemeyen bir nedenle pist üzerine düşmüştür. Pilot paraşütle atlayarak sağ olarak kurtulmuştur. Pilotun sağlık durumu iyidir" denildi.

ERDOĞAN'DAN AÇIKLAMA
Azerbaycan'a hareketinden önce yaptığı basın toplantısında gazetecilerin konuyla ilgili sorusunu cevaplayan Erdoğan şunları söyledi:
"Az önce Genelkurmay başkanımla görüştüm. Bir F-16 uçağımız piste yaklaştığında bir bayan yüzbaşımız herhalde sıkıntıyı anlamış olacak ki atlayıp kurtuluyor. Uçak piste çakılmış oluyor.
Diğer uçaklarda sıkıntı yok. Değerlendirmeden soran Genelkurmay gerekli açıklamayı yapacaktır."

EŞİ DE PİLOT

Diyarbakır’da düşen F-16 savaş uçağının pilotu Yüzbaşı Burcu Arpacı'nın eşi  Fatih Arpacı da pilot ve  bir kızları var.

Pilot Yüzbaşı Burcu Arpacı

Askeri mahkemeden, asker intiharıyla ilgili önemli karar

Askeri mahkemeden, asker intiharıyla ilgili önemli karar
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi intihar eden askerin ailesinin tazminat talebini kabul etti. Mahkeme, aile sorunları olduğu bilinen askerin, dolu silahla nöbete gönderilmesini hizmet kusuru sayarak, devletin tazminat ödemesine hükmetti.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kışlada intihar eden Ramazan Bulut'un  Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kışlada intihar eden Ramazan Bulut'un ailesinin tazminat talebini kabul etti. Hürriyet'ten Mesut Hasan Benli'nin haberine göre Ramazan Bulut, Piyade Onbaşı olarak Kilis’teki Şerif Kaya Hudut Karakolu’nda vatani görevini yapıyordu. Ailesi ile sıkıntıları olan ve maddi sorunlar yaşayan Bulut, 2011 yılında kendisine ait silahla nöbet kulesinde intihar etti. Bulut ailesi maddi ve manevi tazminat talebiyle Milli Savunma Bakanlığı’na başvurdu. Ancak bakanlık ailenin tazminat talebini kabul etmedi. Bunun üzerine ailenin Avukatı İsmail Kılıç, AYİM’de dava açtı. Yerleşmiş içtihatlarında intihar eylemi sonucu meydana gelen ölüm olaylarında idarenin sorumluluğu bulunmadığı ve bu nedenle de tazminat taleplerini reddeden mahkeme bu sefer farklı bir karara imza attı. Kararda özetle şöyle denildi :

AİLEYE TAZMİNAT ÖDENMELİ

“Olayda idarenin ajanı olan diğer askerlerin müteveffanın (Ramazan Bulut) ailesiyle sorunları olduğunu, maddi sıkıntıları bulunduğunu ve nişanlısının annesiyle sorunlarının bulunduğu bilmelerine rağmen durumu komutanlarına iletmemişlerdir. Ayrıca nöbete giderken de müteveffanın ‘bitmiyor’ şeklinde kendi kendine söylenmesini duymaları, dolayısıyla sıkıntılı olduğunu görmelerine rağmen bunu da komutanlarına iletmedikleri tespit edilmiştir.

İDARE KISMEN SORUMLU
Bu durumda müteveffanın silahtan uzak tutulması gerekirken silahlı ve dolu şarjörlü olarak nöbet hizmetine gönderildiği anlaşılmakla ölüm olayında idarenin tamamen kusursuz olduğunu söylenemeyeceği değerlendirilmiştir. Bu haliyle müteveffanın ölümü ile sonuçlanan olayda kısmen de olsa idarenin hizmet kusurunun bulunduğu anlaşılmış ve bu suretle davacının zararının davalı idarece karşılanması gerektiği kabul edilmiştir.”

TAZMİNATTA İNDİRİM YAPILDI

Ailenin tazminat talebine kabul eden mahkeme, Bulut’un kendi eylemi sonucu hayatını kaybetmesi nedeniyle verilecek tazminattan indirim yapılmasına da karar verdi. Bulut ailesinin avukatı İsmail Kılıç, kararın sevindirici olduğunu belirterek “Sivil yargıdan sonra askeri yargı da intihar eden askerin ailesine tazminat ödenmesi gerektiğine karar verdi. Askeri mahkeme de idarenin kusurlu olduğuna karar vermiştir. Bu yönüyle karar sevindirici. İntihar eden askerlere yönelik yapılacak yasal çalışmalar için bu kararın temel olmasını ümit ediyorum” dedi.

2 Eylül 2014 Salı

Diyarbakır'da F-16 uçağı düştü

Diyarbakır'da F-16 savaş uçağı inişe geçtiği sırada düştü

Uçağın düşmesinden önce pilotlar otomatik fırlatma koltuğunu kullanararak kurtuldu.

TSK personel sayısını açıkladı

Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde 671 bin 275 personelin görev yaptığını açıkladı.


Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada, Kara, Deniz, Hava Kuvvetlerinde 313, Jandarma Genel Komutanlığı'nda 32 ve Sahil Güvenlik Komutanlığı'nda 1 olmak üzere 346 general/amiralin görev yaptığı kaydedildi.

38 bin 856 subayın görev yaptığı TSK'da 94 bin 982 astsubay bulunuyor. 23 bin 313 uzman jandarma, 56 bin 879 uzman erbaş, 3 bin 462 sözleşmeli er/erbaşın görev yaptığı TSK bünyesinde uzman personel sayısı toplam 217 bin 838 olarak açıklandı. Yükümlü personel sayısı ise 7 bin 809 yedek subay, 392 bin 569 erbaş/er olmak üzere toplam 400 bin 378 olduğu ifade edildi. Askeri personel sayısı toplam 618 bin 216 olarak açıklanan TSK'da sivil memur/işçi sayısının ise 53 bin 059 olduğu belirtildi.
Kara Deniz ve Hava Kuvvetleri'nin personel sayısı 478 bin 824, Jandarma Genel Komutanlığı 187 bin 353, Sahil Güvenlik Komutanlığı 5 bin 098 personel olmak üzere toplam personel sayısı ise 671 bin 275 olarak açıklandı. Askeri personel içinde uzman personel oranı sivil memur ve işçi hariç yüzde 35 olarak bildirildi.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Orgeneral Necdet Özel: Kırmızı çizgiler aşılırsa...

Çankaya Köşkü'ndeki 30 Ağustos resepsiyonunda soruları yanıtlayan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, çözüm süreciyle ilgili olarak, "Kırmızı çizgilerimiz aşılırsa gereğini yaparız" dedi. 

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özel, 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle Çankaya Köşkü'nde gerçekleştirilen resepsiyonda çözüm süreciyle ilgili sorulara da çarpıcı cevaplar verdi.
"BİZE ÇÖZÜM SÜRECİYLE İLGİLİ YOL HARİTASINI BİLMİYORUZ, BİZE VERİLMEDİ"
 
Çözüm sürecine ilişkin bir soru üzerine Necdet Özel, sürece ilişkin yol haritasını bilmediklerini belirterek, “Hükümetin bir politikası var, o politika yürüyor. Biz çözüm sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz, o çalışmanın içinde yokuz."
 
"BEŞİR ATALAY BİZE ÇALIŞMAYI GÖNDERMEDİ"
 
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay çalışmanın kamu kuruluşlarına gönderileceğini söylemişti, henüz bir şey gönderilmedi. Görürsek biz de görüşlerimizi söyleriz" şeklinde konuştu.  
 
"KIRMIZI ÇİZGİMİZ AŞILIRSA GEREĞİNİ YAPARIZ"
 
Özel, “Kırmızı çizgileriniz sürüyor mu?" sorusu üzerine “Kırmızı çizgiler aşılırsa gereğini yapacağımızı söyledik, gereğini de söyleriz. 30 senedir bu mücadeleyi biz yürütüyoruz“ ifadelerini kullandı. Genelkurmay Başkanı Özel,  kırmızı çizgiler konusunda 10 yıl öncesine göre bir değişiklik olup olmadığının sorulması üzerine ise, “10 yıl öncesiyle bazı nüans farklılıkları var" dedi. Özel, hükümetin sorunu çözüm süreciyle çözmek istediğini hatırlatarak, “Şehit anaları, analar ağlamasın diyorlar. Biz de aynı şeyi söylüyoruz" diye konuştu.
 
ÜLKE BÜTÜNLÜĞÜ KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR"
 
Özel bunun yanı sıra ülke bütünlüğünün de önemine dikkat çekerek, bunun kırmızı çizgi olduğunu vurguladı.
Balyoz davasındaki tahliyeleri değerlendiren Özel, "Anayasa Mahkemesi kararını verdi, arkadaşlar özgür. Benim için önemli olan onların özgür olması. Şu an çok rahatım ama davalar henüz sonuçlanmadı. Eğer beraat olursa daha çok mutlu olacağım. Şimdi dileğim beraat olması. Dosyanın kapanması önemli" diye konuştu.
Necdet Özel, resepsiyonda "Paralel Yapı" adı verilen cemaat yapılanması ile ilgili olarak da çok konuşulacak açıklamalar yaptı.